Merakla beklediğimiz yaz dizileri başladı.. Ben bütün klişelerden sıyrılmış, içerisinde hem komedisi hem de aile sıcaklığı olan bir dizi izlemek istiyorum derseniz eğer Benim Güzel Ailem’i büyük keyifle izleyebilirsiniz!
Erdal Özyağcılar, Seray Gözler, Onur Buldu, Serra Pirinç, Utku Coşkun, Ebrar Karabakan, Melis Babadağ, Toprak Can Adıgüzel, Nergis Kumbasar, Barış Yıldız ve Aycan Koptur’un birbirinden renkli karakterlere hayat verdiği diziyi biz izlerken çok sevdik.
Her karakteri izlerken “Evet bu benim ailemden biri” diyebileceğiniz bu işte, küçük bir mahallede yaşayan, koca yürekli insanların içimizi ısıtan hikayeleri anlatılıyor..
Aynı zamanda dizi bir Kore yapımı olan Once Again dizisinden uyarlama.
Dizi 4 çocuklu bir ailenin her bir çocuğunun ilişkisinde yaşadığı problemlerle beraber baba evine dönmesinin getirdiği karışıklıkları konu alıyor. Peki en son babalar mı duyar?👀
Yaz dizilerinin olmazsa olmazı da aşktır! Bu dizide de herkesin zevkine göre birbirinden güzel çiftler ve partnerlikler var elbette.
Evin hayalperest ve yaramaz oğlu Ferdi ve ailenin biricik ve cesur gelini Öznur’u izlerken aralarındaki saf aşkı hissedebiliyorsunuz. Onur Buldu ve Melis Babadağ oynarken harika iş çıkarıyorlar! Bu partnerlik kimin aklına geldiyse teşekkür ederiz 🙂 Ferdi’nin kızıyla arasındaki bağa da bayılıyorum ayrıca. 🫶🏻
Ailenin ilişki terapistleri Deniz ve Kaan bize terzilerin gerçekten de kendi söküğünü dikemeyeceğini gösteriyor 🙂 Deniz’in tam bir “oğluşumcu” olan kayınvalidesi Feryel ile çatışmalarını izlemek çok keyifli.
Sina ve Damla ikilisi orjinaline uyarak mı yazılacak çok merak ediyorum. Son bölümde aramıza katılan ikinci erkeğimiz Oğuz’la beraber bu hikaye nereye evrilecek acaba?
Gelelim tüm bu ikililerden benim favorim olan Emre ve Tuğçe’ye! Ailenin en akıllısı aynı zamanda da en büyük torunu olan Tuğçe’nin dünyasına aşkın girmesiyle beraber neler olacağını çok merak ediyorum. 👀 Diziye 2.bölümde katılan Utku Coşkun Emre rolüne fazlasıyla yakışmış. Kendisini izlemeyi de çok özlemiştik 🙂 Utku ve Ebrar’ın uyumunu da, Tuğçe ve Emre’nin bol inatlaşmalı ve didişmeli dinamiğini de çok sevdim! Sosyal medyada karşılaştığım yorumlara değinirsem sadece benim değil pek çok kişinin ilgisini çekmişler. Umarım hak ettikleri ekran süresini alabilirler 🙂
Üç kuşağı bir araya toplayan bu dizi aynı zamanda geçtiğimiz haftanın ABC1’de en çok izlenen 1. AB’de en çok izlenen 3. Total’de ise en çok izlenen 2. dizisi ve de bu yazın reytinglerde 4 bandına ulaşan ilk işi oldu!
Hem hikayesiyle hem de oyuncu kadrosuyla bu başarıyı hak ediyorlar. Eğer siz de izlemek isterseniz Benim Güzel Ailem her çarşamba 20.00’da Trt 1’de! 🙂
Merhabalar, Uzun zamandır yazmadım buraya yazı aslında Camdaki Kız başlamadan önce her bölümü için yazmaya karar vermiştik ama her bölümünü çok zorlanarak izlediğim bir işe yazmak gelmedi içimden ve bu kararı üzülerek rafa kaldırdık. Zorlanmaktan kastım nedir kısaca bahsetmek istiyorum. Çok ağır bir dram işiydi Camdaki Kız. Nalan’a yaşatılanlar çok korkunçtu. Korse kabusu ile bir insanın elinden en doğal, en ilkel zamandan süre gelen dışkılama hakkı bile alınıyordu. Hastalıklı bir anneanne elinde gencecik bir hayat yok oluyordu ve hiç kimse buna “dur” demiyordu. Bulduğu ilk kapı aralığından kendi gibi baskı ve korku altında yetişmiş Sedat’a koştu sonra Nalan. Korku hakkında çok yanlış bilinen bir şey var bence. Korku boyun eğdirir belki bir süre karşımızdakine fakat yanlışa her zaman davetiye çıkarır. O yanlışlar birikip öyle bir çığ olur ki korkunun sessizliği üstüne düşecek küçücük bir fısıltı bile o çığın altında bırakır insanı. Nalan’a da tam olarak bunlar oldu. Hayatındaki en zehirli sarmaşıklardan biri olan annesinden (anneannesinden) kurtulmak isterken yanlış bir evliliğe adım attı. Kurtuluşun orada da olmadığını görünce başka bir zehirli sarmaşık daha buldu kendine. Hayri.
Hayri, izleyenler bilir ne naif, ne anlayışlı, ne sevgi dolu bir erkekti. Beni ise en başından beri çok rahatsız eden bir durum vardı. Hayri, baba dediği adamın evine büyük bir kurnazlıkla girip o adamın gelinine göz koymuştu. Ahlak bekçiliği yapmak değil niyetim lakin bir evlilik kötü diye, evli bir kadına başka bir erkeğin göz koymaya hakkı olduğu düşüncesine de asla katılmıyorum. Kurnazlık ve zekilik arasında ince bir fark vardır bana göre bunu çok sevdiğim bir tanımla açıklamak isterim. “Zekâ; aklın işlevidir. Akıl uzun vadeli çalışır. Öncesini, sonrasını düşünür, plan yapar, önlem alır. Kurnazlık; kendine dönük bencil çıkarların peşindedir.” Hayri böyleydi işte; hep silik kalmış, görülmek isteyen, görülünce de sudan çıkmış balığa dönüp asla doymayan, yetinmeyen bir erkekti. Bağıra bağıra gelen felaketi göremedi ve bu bencilliğinin bedelini kalbine aldığı ölümcül bir darbe ile ödedi.
Ekranlarda izlediğim en rezil karakterdi nitekim sevgili Cihangir Ceyhan’da büyük bir örnek davranışla veda bile etmedi karakterine. En güzel şekilde hayat verdi ve layığını buldun diyerek rafa kaldırdı Hayri’yi. Kendisine tüm emekleri için bir kez daha teşekkürler. Ekip zaten bu dizinin en güzel ve eleştiri alamayacak yanıydı. Öyle doğru isimler bir araya getirilmişti ki kamera arkasını bolca gördüğümüz, beraber tatillere çıkan, aile olmayı başaran şahane bir ekipti.
Finale gelecek olursak… Bana göre final çok büyük bir hayal kırıklığıydı. Sezonlarca her daim yerini korumuş ve zirvede kalmış bir işe nasıl böyle bir final reva görüldü çok şaşkınım. Hiçbir anlam veremiyorum. Koca final cenaze sahneleri ve küçük kızın konuşmasını bekleyerek uçtu gitti. Birçok sahne yayına verilmedi. Bunu gerçekten anlamıyorum. Mutlu sahneleri kesmek neyin nesiydi? Sizi hiç yarı yolda bırakmayan seyircinize bir iki mutlu sahne izletmek çok mu fazla geldi? Çeken ekibe, oyuncalara neden yaptınız bu saygısızlığı? Cevabını asla alamayacağımız sorularla vaktinizi daha fazla almayayım.
En nihayetinde Nalan’ın mutluluğu ile ekran ömrünü tamamladı dizi. Her ne kadar böyle başarılı bir işe yakışmayan, bayağı bir final olsa da Nalan’ın sonunda mutlu olması beni de memnun etti. Burcu Biricik’e sayfalarca övgüler yağdırmak isterim ama buna gerek yok artık. Sektöre adım attığı andan bu yana, gram torpili olmadan o güzel ve duru yeteneği ile zaten kendini çoktan ispat etti. Bir işe girdiğinde onu emek emek işlemeden asla sonlandırmayacağını bir kere daha gösterdi. Çok zor karakterlere ardı ardına hayat vererek bu sektöre bahşedilen ne muazzam bir yetenek olduğunu yapabileceği en güzel şekilde kanıtladı. Sedat ile olmasını eleştiren insanları anlayabiliyorum. Hak da veriyorum elbette. Ben de Nalan’ı kendi yoluna giden herkesten ayrılmış bir şekilde izlemeyi tercih ederdim.
Fakat genel izleyicinin isteği oldu ve Sedat’la yollar yeniden birleşti. Şunu unutmamak gerekir. Bu birleşme Nalan’ı güçsüz bir kadın yapmaz. Güçlü kadın eşittir yalnız kadın demek değildir. Yaptığı yanlışlardan ders çıkarıp iyileşmiş iki insan sağlıklı ve bu kez kendi istekleriyle yeniden bir araya geldiler gözüyle bakmayı tercih ediyorum bu sona. Sedat’ı Hayri’den ayıran en önemli özellik de buydu zaten. Biri hata üstüne hata yapıp bir noktadan sonra durup doğruyu bulmaya uğraştı. Diğeri bırakın yaptığı hatadan ders almayı, üstüne çok daha büyük hatalar eklemeye devam etti. Yazının sonuna gelmeden önce Feyyaz Şerifoğlu için de küçük bir ekleme yapmak istiyorum. Bu ekip bir okuldu, bir şanstı kendisi için ve o bu şansı çok iyi kullandı bence. İlk bölüm ile daha sonraki bölümler arasındaki farkı çok net bir şekilde görebilirsiniz performansı adına. Ona da bundan sonrası için başarı dolu bir hayat dilerim. Tüm ekibe verdikleri büyük emekler adına teşekkür ederim. Her birinin yolu açık, başarılarla dolu olsun.
Merhaba, bugün sizlerle genel bir analiz paylaşacağım. İğneyi kendime batırırken çuvaldızı başkasına batıracağım bu yazıda olabildiğince objektif olacağımdan şüpheniz olmasın.
“Gerçek Bir Hikayeden Uyarlanmıştır” İbaresi
Son zamanların vazgeçilmezi sanırım bu atıf. Özellikle sektörü ele geçiren Gülseren Budayıcıoğlu imzalı kurgulardan sonra hemen hemen her dizide bu yazıyı görür olduk. Kızılcık Şerbeti, Veda Mektubu, Camdaki Kız, Yalı Çapkını derken bu ibareyi görmekten hepimize ikrah geldi. Biz seyircileri etkileyen bu yazı mı yoksa hikaye mi, yapımcılar ve senaristler bunu bir düşünmeli.
Yalı Çapkını
Reytingleri düşündüğümüz de gerçek hayat hikayelerinin epeyce reyting aldığını görüyoruz görüyoruz da zaten senaryoların tümünde bir yaşanmışlık oluyor. Neticede geleneksel medyada fantastik işlere pek rastlayamıyoruz. En uçarı kaçarı kurgularımız bile “Ya bunu ben yaşadım,” denilen cinsten. On diziden sekizi bu ibareyi kullansa emin olun göze batmaz.
Açıkçası ben siyah fona yazılan “Bu hikayedeki kişiler ve kurumlar tamamen hayal ürünüdür,” yazısını epeyce özledim. Çok şükür ki yakın zamanda Tetikçinin Oğlu adlı dizide gördük de içimize bir su serpildi. Mazallah ya o da gerçek bir hikaye olsaydı?
Gülseren Budayıcıoğlu ve Televizyon Dizileri
Sektör bir psikolog olan Gülseren Budayıcıoğlu’nun tekelinde desek yersiz olmaz. Hemen hemen her kanalda bir işi mevcut. İstanbullu Gelin ile başlayan bu macera YalıÇapkını ile devam ediyor. İstanbullu Gelin, Teşriki Mesai’nin usta yazımıyla beraber iyileştirici bir dile sahipken diğer işlerin şiddet pornosuna döndüğünü açık yüreklilikle söyleyebilirim. Tabii burada Doğduğun Ev Kaderindir’i de bu söylemden ayırmam gerekiyor. Demet Özdemir’in canlandırdığı Zeynep karakteri de karakter gelişimi göstermiş, kadın gücünü ustalıkla sergilemişti. Aşkın, sevginin tek başına iyileştirici güç olmadığının da altı çizilmişti. Son derece kompleksli ve psikolojik şiddetin her türlüsünü gösteren Mehdi karakterinin sevgiyle iyileşmeyeceğini görmüştük. Diziye ikinci adam olarak giren Barış Tunahan ise kurtarıcı bir figür olmak yerine destekleyici ve iyileştirici bir güçtü ve Zeynep’e sonuna dek destek olmuştu. Bu bağlamda izlemekten keyif aldığım bir diziydi. Bilirsiniz dizilerimizde ütopik şekilde hastalıklı karakterimiz daima güzellenir. Yaptıklarına bahaneler üretilir ve terapi olmaksızın aşk ile iyileşir.
Doğduğun Ev Kaderindir Barış ve Zeynep
Oysa aşk ya da sevgi tek başına yeterli değildir. Profesyonel birinden destek almadıkça yaralarımızdan sıyrılamaz hep aynı döngü içinde dönüp dururuz. Bu döngüyü bozan alışagelmiş kahraman-kurban hikayesinden çıktıkları için başta Teşriki Mesai olmak üzere Doğduğun Ev Kaderindir senaristlerine teşekkür ediyoruz.
Sansür Olmalı mı Olmamalı mı?
Bir önceki yazımda sansüre karşı olduğumu yazmıştım fakat bu şiddetin tamamen gösterilmesinden yana olduğumu da pek ifade etmez. Açıkça gösterilen sahneler beni sarsıyor. Özellikle de fiziksel olanlar.
Sevmek Zamanı adlı diziyi örnek gösterebilirim sanırım. Derya Pınar Ak’ın canlandırdığı Çiğdem karakteri tecavüze uğramıştı. Fakat biz bu sahneyi izlememiş, siyah bir minibüs ile kaçırılan karakteri ardından evine zar zor giren kendini banyoya atıp suyun üstünde ağlayan bir Çiğdem izlemiştik. Tamamen çarpıcı ve etkileyici bir sahneydi. Sonrasında girdiği sinir krizi, hezeyanlar da tüylerimi diken diken etmişti.
Sevmek Zamanı Çiğdem
Sansür var olacaksa senaristin isteğiyle var olmalı yani. Kaleminin güçlü olduğunu düşündüğüm senaristler fiziksel veya cinsel şiddeti göstermeden de çarpıcı bir etki yaratabilirler. Tabii bu benim fikrim.
Rtük ve Sansür
Geçtiğimiz haftalarda Kızılcık Şerbeti adlı diziye beş kez durdurma cezası veren ve yayın günü İslamofobi belgeseli yayınlayan kuruma tepkiler çığ gibi büyümüştü. Önce dizinin ekibiyle başlayan ardından sektördeki isimlerin de ses çıkarttığı bu ceza mahkeme kararıyla red yemiş, dizi geçtiğimiz cuma ekranlara gelmişti.
Gelmişti, gelmişti de insanların aklında tek bir soru vardı. “Neden Kızılcık Şerbeti?”
Geçen yazımda dizileri belirtmemiştim ama bu yazımda dizileri belirteceğim. Yürek Çıkmazı şiddetin dört türlüsünü de seyirciye sunan bir dizi. Ana karakterlerden Cennet ekonomik, fiziksel ve psikolojik şiddet görürken Birsen cinsel tacize uğramıştı. Denetleme Kurumu bu yayınlara herhangi bir reaksiyon göstermemiş, dizi yayın durdurma cezası almadan yayınlanmaya devam etmişti. Kızılcık Şerbeti’nin rakibi olan Yalı Çapkını’da Yürek Çıkmazı’ndan farklı değil. Hatta şöyleki dizilerimizin yüzde doksanı şiddet üzerine.
Kızılcık Şerbeti
Belinde silah olan koca koca adamlar, eşine psikolojik şiddet uygulayan eşler, gözüne kestirdiği kadını kaçırıp mahzene kapatan ruh hastaları, sözde aşık olduğu kadına emanet muammelesi yapan adamlar ve niceleri. Ekranda şiddetten başka bir şey yok aslında tatlı, mutlu, huzur veren işlerimiz çok az. Öyle ki bu işler bile reyting kaygısı yüzünden entrika içeriği yükleyebiliyor senaryoya.
Bir de güzelleme ve aklama var tabii. Feritler, Tamerler, Mehdiler mafyalar ve mafyanın atarlı giderli kompleksli çocukları aklanıp paklanıp güzelleniyor. Çocukluk travmaları bahane olarak sunuluyor seyirciye ve bir empati kurulması isteniyor. Bir de üstüne kadın karakter rehabilitasyon merkezi yerine konuyor. Kimse de demiyor ki “Ben senin tedavi merkezin değilim ruh hastası, git tedavi ol.”
Total grubumuz da bu durumdan şikayetçi değil. Senaristlerinde işine geliyor. Seyirciye ağzının suyu akacağı hikayeyi sunuyor, seyircide atılıyor oltaya. Geliyor reytingler, geliyor reklamlar!
Çöp Adam
Yani aslında ben pek şaşırmıyorum. Kendimi bildim bileli drama işlerinin teması bu. Drama işlerini geçtim romantik komedilerimiz de bile erkek karakterimiz kompleksli, yargılayıcı, egoist tiplerden oluşurken esas kızımız cennetten düşmüş bir melek gibi iyi mi iyi saf mı saf oluyor. Kum torbası gibi bir o yana bir bu yana atılıyor. Günün sonunda ise Aydilge şarkıları eşliğinde romantizm yaşanıyor.
Yolun ortasında durup sizi öpen bir adama veyahut iş yerinizde size bağırıp duran, aşağılayan bir adama akıl sağlığınız yerindeyse aşık olmazsınız. Burada cinsel tacizden ve psikolojik şiddetten bahsediyoruz. Üçüncü sayfa haberlerinde, sosyal medyada görüp lanet ettiğimiz olayları ekranda ağzımızın suyu aka aka izlememiz mide bulandırıcı değilse ne?
Seviyor Sevmiyor
Yani ben de her şey güllük gülistanlık olsun, ütopik bir dünya izleyelim demiyorum. Şiddet var, var da romantize edilmesi problem. Kıskançlığa, aşka indirgenmesi kurcalanması gereken esas sorunumuz bence. Her insanın sorunları vardır, hiçbirimiz sütten çıkma ak kaşık değiliz ama öz saygımız mevcutsa problemin dibi olan insanlarla da ilişkiye girmeyiz. Ben girmem yani. Sizi bilemem.
Şimdi bambaşka bir konuyu ele alalım.
Senaryosundan bir haber olan senaristler
Benim bildiğim yanlışsa düzeltin bir senaryonun sinopsisi, tretmanı olur. Kavramları açmam gerekirse hikayenin başı sonu bellidir. Bir kompozisyon yazdığınızı düşünün. Giriş, gelişme ve sonuç yapımcıya verilir. Elbette senaryo akışında değişiklikler olabilir. Yapımcıların senaryoya karıştığını da biliyoruz. Amma velakin bu, senaristin karakterine ihanet edeceği, hikayeye bambaşka bir yön vereceği anlamına da gelmiyor. İyi olan bir karakterin salt kötüye, kötü olan bir karakterin Peri Anne’nin değneği değmişçesine iyiye dönüşmesi bana hiç geçmiyor. Sizi bilemem. Yalı Çapkını’nın hemen hemen her karakterinde buna rastlayabiliyoruz. Birden bire kızlarına ve eşine düşkün hâle gelen Kazım yine birden bire şiddet faili bir adama dönüşürken, kendi ayakları üstünde durmak kendini bulmak isteyen Seyran, Ferit’ten başkasını düşünemez hâle geliyor.
Ferit ise ne istediğini bilmeyen hastalıklı bir karakter olarak yol almaya devam ediyor. Karakter gelişimi yok. Aksine tüm karakterler geriye doğru gidiyor.
Hadi Yalı Çapkını bir drama. Trajedi yumağı. Travma üstüne travma eklenmesi gerekiyor diyelim. (Demiyoruz bu arada) Ekranlara aile komedisi diye verilen Güzel Günler bile kendi senaryosuna ihanet etmiş hâlde. Alya’nın karakter tanıtımında hiçbir negatif öge yer almazken Alyamız birden bire Junior Ferhunde entrikaları çevirir hâle geliyor. Yetmiyor, Aleyna da birden bire lüks düşkünü, kompleksli bir kadına dönüşüyor. Burada “Are you really?” demek istiyorum pek sevgili senaristlerimize.
Güzel Günler
Açık söylemek gerekirse aslında pek de şaşırmıyorum bu süregelişe. Karakter tanıtımlarına Behlül’ün Adnan’a ihanet ettiği gibi ihanet eden senaristimiz bol. Yine bir örnek vermem gerekirse Tozlu Yaka’da bize şefkatli, merhametli, iyi diye sunulan Cemre’nin katil çıkması gibi.
Tozlu Yaka Cemre
Ters köşe yapacağım diye girişilen bu hikaye beni epey güldürmüştü. Başından beri katilin Cemre olduğunun söylenmesi ise kahkahalar attırmıştı. Madem öyleydi, karakter tanıtımında neden pozitif bir profil çizmişti? Muammalar dizesi.
Karakter tanıtımına sadık kalan sayılı isimlerden biri olduğu düşündüğüm Meriç Acemi’yi anmak istiyorum burada. Ufak Tefek Cinayetler adlı dizide karakterlere çizdiği profil ile senaryo çakışmamıştı. Hiçbirimiz Arzu’nun katil olmasını beklemesek de tanıtımda yer alan “arızalı bir kadın,” cümlesi bize göz kırpıyordu aslında. Günün sonunda Meriç Acemi’de Behlül olmuş senaryoyu da Bihter’e çevirmişti ya neyse.
Şimdilik burada bırakacağım. Sektörün falsosu o kadar fazlaki akademik makale çıkar üzerinden.
En son izlediğimiz bölümde Doğa’nın Fatih’e söylediklerini hatırlayanınız var mı? Dizinin ismine atıfta bulunurken toplumun yarasına da parmak basmıştı Doğa. “Biz kan kusarız ama kızılcık şerbeti içtikderiz,” diyerek hem Nursemaların hem Doğaların hem de nicelerinin hayatını birkaç kelimeyle özetlemişti. Dizinin, ekibin yaşadığı da buydu. Fakat onlar kan kusup kızılcık şerbeti içtim demediler, haklarını sonuna dek aradılar ve hukuk savaşını kazandılar.
Kan kustular ama kızılcık şerbeti içtim demediler
Biliyorsunuz ki dizi beş kez yayın durdurma cezası almış, Rtük sebep olarak da dizinin “Toplumsal cinsiyet eşitliğine ters düşen, kadınlara yönelik baskıları teşvik eden ve kadını istismar eden programlar içeremez” ilkesinin ihlal edildiğini sunmuştu. Normalde yayın akışında yer alan dizinin yerine de ansızın “İslamofobi,” belgeseli konulmuştu.
Konu sahiden “kadına yönelik istismar ve şiddeti teşvik eden” yayın olması mıydı?
Şahsi fikrim, alakası dâhi olmadığı. Çünkü ulusal kanalların her birinde çok daha fazlasını izliyoruz. Burada hedef gösterme yapmak istemediğimden sadece dizilerde yaşananlardan kısaca bahsedeceğim. Alenen gösterilen hiçbir otosansüre uğramayan torununa fiziksel ve psikolojik şiddet gösteren dedeyi, bir kadını zorla alıkoyan hastalıklı adamı, eşini cinsel birlikteliğe zorlayan ya da kelle paça çorbası yaparcasına kelle kesen ve bunu blurlamadan ekrana veren, kadını manavdaki bir meyve gibi alıp satan sahneleri onlarca kez izledik.
Konu gerçekten de istismar ve şiddet gibi görünmüyor değil mi?
Sansüre hepimiz karşıyız elbette. Fiziksel şiddet olduğu gibi izletilmeli mi yoksa senarist ve yönetmen şiddeti göstermeden onu seyirciye mi sunmalı bu tartışmaya değer bir konu. Fakat bizim konumuz Kızılcık Şerbeti’ne neden ceza verildiği.
Muhafazakar ve seküler ailelerin çatışmasını elealan dizinin ceza aldığında yerine pek de bir ironik şekilde islamofobi belgeseli verildiğini söylemiştim. Ki zaten ekranda da izlemiştik, RTÜK’ün sunduğu program bir tesadüf müydü?
Elbette değildi. İzlediğimiz dizide muhafazakar ailenin bağnazlığını görüyoruz. Görüyoruz da dizide neye neden tepki gösterildiği de anlatılıyor. Domuz yavrucuklu duvar kağıdının neden odada bulunmaması gerektiği, kolonyaya neden tuz basıldığının anlatıldığı gibi. Bununla beraber islamda kadının yerini de, üç ayların kutsallığını da dinledik karakterlerden. Zekeriya sofraları kuruldu, depremzedelerden bahsedildi. Bunlara neden kulak verilmedi de Nursema’nın cinsel tacize izin vermediği, kendini korumaya çalıştığı ve nikahlı kocası tarafından pencereden itildiği sahne göze battı ve ceza aldı? Tekrarlıyorum, konu şiddetse niye ekranlarda onlarca dizi dönüyor? Tüm yayın akışının belgesellerle dolması gerekirdi, konu şiddet olsaydı eğer.
Kaldı ki seküler ailemiz de kutsanmıyor. Kıvılcım’ın din üzerine çıkışları ve tepkileri bir yana çocukları üzerine kurduğu görünmez bir baskı var. Otoritesi pek de sağlıklı değil. Reşit bir bireyi kürtaj için zorlamak, beden özgürlüğüne yapılmış bir baskı değil de ne?
Bence konunun şiddet ve istismar olmadığı konusunda anlaştık. Konu “islamı kötü gösterildiğine” inanılması. Pekâlâ… Gerçek bir hayat hikayesi olmasına karşılık neticede bir kurgu seyrediyoruz. Gündüz kuşağında islamı alaşağı eden programlar, geleneksel ve sosyal medyada konuşmalar yapan hocalar neden bir cezaya tabii tutulmuyor? Bu büyük bir muamma ama değil mi?
Her neyse…
Yapımcı Faruk Turgut durdurma cezasına karşı dava açmış, bayram sonrasında da sonuç açıklanmıştı. Dün itibariyle dizi yayın akışına eklendi ve iki haftadır süren durdurma cezası sona erdi. Yapım ve ekip verdikleri savaşı kazandı.
Sansüre hayır tepkileri
Önce dizinin oyuncularıyla başlayan hemen sonra başta Pınar Deniz olmak üzere meslektaşların, sendikaların ve yapım şirketlerinin gösterdiği sansür tepkisi sosyal medyada çığ gibi büyüdü ve günlerce konuşuldu. Bir dizinin beş kez durdurulması demek sadece oyuncuların değil kamera arkası ekibinde bir ay bir hafta maaşını alamaması demekti ve bu büyük bir haksızlıktı.
Şükür ki, dava kazanıldı ve set yeniden çalışmaya başladı. Kadın gücünü ve kadını kendi ayakları üzerinde durduğunu gördüğümüz bir diziyi ekranda izlemeye devam edecek olmaktan çok mutluyuz. Ekip adına çok sevindiğimizi, sansürün her türlüsüne karşı olduğumuzu da belirtmek isteriz.
İyi seyirler, unutmayın kraliçelerimiz bu akşam geri dönüyor. Kızılcık Şerbeti is coming!
Başrollerini Ayda Aksel, Melis Sezen ve Murat Ünalmış’ın paylaştığı oyuncu kadrosunun devamında Edip Tepeli, Meltem Akçöl, Cahit Gök, Samet Kaan Kuyucu ve Nilay Erdönmez gibi başarılı isimlerin olduğu Gülcemal dizisi dün akşam Fox’ta yayın hayatına başladı.
Ben Sevo’nuz olarak bugün bir değişiklik yapıp farklı bir dizinin yorumlamasıyla geldim. O zaman ilk bölümünü izlediğimiz “Gülcemal” hakkında düşüncelerime geçelim.
Öncelikle karakterleri ufaktan tanıyalım:
Gülcemal(Murat Ünalmış): acıyla yoğurulmuş acıya doğmuş bir adam Gülcemal. Annesinin sevgisizliği, terk edişi, babasının annesi için onları yalnız bırakma pahasına intiharı onu kaskatı bir adama çevirmiş. Güçlü ve kudretli bir adam ve bu gücü kendi tırnaklarıyla kazıya kazıya elde etmiş. Tek bir arzusu var o da annesinden intikam almak.
Deva(Melis Sezen): Azimli, çalışkan işine aşık bir kadın. Güvendiği değer verdiği bir adamla(Mert) evlenmek üzere. Ailesini kaybetmiş ona aile olan insanlara yaslanmış oldukça vefalı biri. Hayatına aniden giren Gülcemal yüzünden tüm hayatı ters düz oldu ve olmaya devam edecek.
Zafer(Ayda Aksel): Gülcemal ve Gülemdam’ı aşık olduğu adam için ardına bile bakmadan terkeden kadın. Eski kocasından olan bu iki çocuğunu hiçbir zaman sevmemişken, aşık olduğu adamdan olan oğlu Armağan’ın üzerine titreyen aşkı için her şeyi silebilen bana göre gaddar bir kadın. Ama bu hikayenin en büyük temel taşı olacak bir karakter.
Mert(Edip Tepeli): Deva’nın nişanlısı kendisi avukat. Deva’yı sevdiğine inandığımız esnada aslında aldatan hatta başka bir kadını(Gülendam’ı) hamile bırakan bir adam olduğunu gördük. Deva ile evlenmek üzereyken Gülcemal’den korkup Gülemdam’la evlenen korkak bir adam.
Gülendam(Nilay Erdönmez): Gülcemal’in biricik kız kardeşi. Mert ile bir gece geçirdikten sonra hamile kalmış yalnız bir kadın.
İpek(Meltem Akçöl): Deva’nın öz olmasa da kız kardeşi, en yakını, dostu. Mantıklı ve anaç bir karakter.
Armağan(Samet Kaan Kuyucu): Zafer’in aşık olduğu adamdan olan en küçük oğlu. Yürüyemiyor tekerlekli sandelyede, ama oldukça iyi dost canlısı izlenimi yarattı ilk bölümde.
Vefa(Cahit Gök): Gülcemal’in sağ kolu, Gülendam’a aşık izlenimi aldım ama net bir şey belli etmedi henüz.
Gelelim hikayeye:
Dizi geçmişle başladı anneleri Zafer’in Gülcemal, Gülendam’ı babalarını bir adam uğruna terk edip gitmesiyle. Bu acıdan sonra bir de karısının o adamdan hamile ve mutlu olduğu haberimi alan babalarının intihar etmesi üzerine Gülcemal’in çocuk yaşta yaşadığı travma ve sevgisizliğin patlaması olarak gidip annesinin aşık olduğu adamı bıçaklayarak öldürmesiyle başladı.
Bir anne – oğul ilişkisinden çıkıp iki düşmana dönüşen ve intikam arzusuyla geçen yılların üzerine Gülcemal güçlenip yeniden annesinin olduğu topraklara Bursa’ya gelmesiyle asıl hikaye başladı. Deva’nın annesinin öldüğü Gülcemal’in çocukluğunun geçtiği o göl kenarında karşılaşan ikili biraz farklı bir ilk tanışma izlettiler bize. Deva Gülcemal’e önce ok ardadından da tokat attı bunun karşılığında da Gülcemal Deva’yı göle itti.
Gölden çıkıp Zafer’in evine giden Deva sayesinde Zafer Gülcemal’in döndüğünü öğrendi. Ardından çeyizi ve kına gecesi için eve geçen Deva İpek ve Armağan’la birlikte hazırlıklara devam etti. Ertesi gün ustalık yaptığı, Zafer hanıma ait olan halı dokuma iş yerinde oraya gelip kendisi için çalışması konusunda tehdit eden ve üç gün süre veren Gülcemal ile iyice korkan Deva her şeyi İpek’e anlatıp dertleşerek bir çıkış aradı ancak bulamadı.
Kına gecesinde olaylar patlak verip Deva yeniden Gülcemal ile karşı karşıya gelirken Mert de Gülendam’ın kendisinden hamile olduğunu öğrendi. Mert’in Gülendam’ı ve çocuğunu reddetmesinden sonra araba çarpan Gülemdam’ın hamile olduğunu hastanede abisi öğrendi. Gülcemal tehdit ve gözdağıyla Mert’i korkutup Gülendam’la evlenmeye zorla da olsa ikna etti. Aynı zamanlarda Mert’ten haber alamayan ve o gün düğünleri olan endişeli bir Deva izledik, tüm bu olaylardan habersiz akşama düğünü için hazırlık yaptı. Bu esnada olayların asıl sorumlusu olan Zafer hanım da tüm bu olaylardan haberdar fakat tepkisizdi. Farklı planları olduğu için yalnızca izlemeyi tercih etti.
Mert’in Gülendam ile evlendiğinden habersiz kendi düğünü için hazırlanan Deva Gülcemal’in verdiği üç gün süresinin dolması üzerine babasını kaçırdığını öğrendi. Hiç düşünmeden Gülcemal’e giden Deva ondan hiç beklemediği bir istek duydu. Kendisini.
Dizinin ilk bölümü hakkında düşüncelerime gelecek olursak oldukça akıcı ve dinamik bir iş diyebilirim. Sıkılmadan merakla izledim. Karakterlerin hayatları merak uyandırıcı, oyuncular da özenle seçilmiş oldukça başarılı oyunculuklar izledik. Klişeler ve abartı yerler var ama türk halkı sever böyle şeyleri. Özellikle yan karakterler daha gerçekçi geldi bana İpek oldukça mantıklı ve sağlam biri, Armağan çok merak uyandırıyor, Vefa açılmayı bekleyen kapalı kutu hissi veriyor, Mert hayattan alınmış bir karakter gibi hem gerçek hem merak uyandırıyor…
Senaryo biraz katı mı demeliyim bilmiyorum ama ben artık zorba başrollerden sıkıldığım için de olabilir daha sevecen bir erkek karakter tercih ederdim. Evet zorluklarla sevgisizliklerle büyümüş bir adam var ancak ne yaşamış olursak olalım bu kadar katılık hem insanın kendisine hem de çevresine zarar diye düşünüyorum. Açıkçası ben daha naif, düşünceli ve sevgi dolu erkek karakterler izlemek istiyorum -senaristlere duyurudur-. Tabi karakterin değişimi evrimi nasıl olur bunu ilerleyen bölümlerde göreceğiz. Belki de aşk gerçekten değiştiriyordur insanı..
Gülcemal her perşembe 20.00’da Fox’ta. Tüm ekibi tebrik eder ve emeklerinin karşılığını almalarını dilerim. Bugünlük benden bu kadar hoşça kalın…