tds_thumb_td_300x0
Yargı 66.Bölüm Yorumu: “Tahassür”

Şükür kavuşturana… Uzun bir aranın ardından, tekrardan, bir aradayız. Merhaba Sevgili Okurlarım! Nasılsınız? Umarım iyisinizdir, değilseniz bile artık iyi olmak durumundasınız. Çünkü sizlerin de bildiği üzere; ekrana geldiği ilk günden bu yana feleğimizi şaşırtan, bizi duygudan duyguya sürükleyen, pazar akşamlarımızın kepenklerini seve seve kapatmamıza neden olan o dizi nihayet aramıza döndü. Yargı. Evet, Yargı 3.sezonu ile bomba bir şekilde yeni sezonuna giriş yaptı. O yüzden, izninizle, önce bir hoş geldin diyelim pazar akşamlarının vazgeçilmezine. Sonra da ağlamalara doyamadığımız o bölümü, 66. bölümü konuşalım. O zaman ne diyoruz? “Ağlamaya ve gülmeye deli gibi hazırız. Hoş geldin Yargı!”

Ceylin’in kaybolan kızıyla birlikte yüzündeki tebessümün de kaybolması…

Avaz avaz bir ses… “Kızım! Kızım nerede? Mercan nerede?!” diye. Hani derler ya; “Evladımın ayağı taşa değse, benim yüreğim kanar.” diye, işte Ceylin’inki de o hesap… Bağırıyor, haykırıyor; hiç durmaksızın, bir karada bir denizde evladını arıyor. Hem de öyle bir arıyor ki, önüne gelene tek bir soru yöneltiyor: “İki yaşlarında, kısa saçlı böyle… Kızımı görmediniz mi?” diye. Yetmiyor, düşe kalka plajın her bir köşesine bakıyor. Ama görüyor ki, yok. Maalesef bebeği yok! Mercan’ı yok! Ne yapsın, yığılıp kalıyor tabii. Etrafına toplanan kalabalık ise, “Dur kızım, bulacaklar. Merak etme, bulacaklar.” demekle kalıyor. Ama bilmiyorlar ki, bir anne için, evladından ayrı geçen her bir saniyenin ne denli cehennem olduğunu… Neyse. Öyle ya da böyle zaman bir şekilde geçiyor fakat gel gör ki, Ceylin için o zaman hiç geçmiyor. Ne diyordu şarkıda? “Sadece ikimizin uyandığı saatlerde duruyor zaman, Çünkü sadece sen tutuklarsın beni, apansız uyanış gibi”

Peki Ceylin’in kumu kazdıkça kazma metaforu… Bu tam olarak Mercan’sız geçen her bir saniyede Ceylin’in yüreğinde açılan oyuk değil mi?

Tam da bu noktada, Mercan’a dair en ufacık bir ize bile rastlamaz iken bir görgü tanığı çıkıyor karşımıza. O görgü tanığı usulca Ceylin’in omzuna dokunup diyor ki; “Denize gitmedi. Sana anne, anne dedi ama duymadın.” İşte bu cümle, Ceylin’e yetiyor ve bir anne olarak ayağa kalkıp yeniden kızının peşine düşüyor. Keşke işler umduğu gibi gidebilseydi ama işte… Maalesef ki, görgü tanığı olarak dikkate aldığı Macit Amca ileri düzeyde bir demans hastası çıkıyor ve hâl böyle olunca, kızına dair öğrenebildiği tek iz, sadece o cümle oluyor. Tabi bir yandan aramalara da hızla devam ediliyor. Başta Yekta olmak üzere, herkes minik Mercan için seferber oluyor.

Ama işte, yapılan tüm aramalar yetersiz kalıyor. Özellikle de bir anne için. “Ilgaz kalk, kızımızı arayalım. Kızımız kaçırıldı, bizim kızımız kaçırıldı. Çok karanlık ve karanlıktan korkar benim kızım. O şimdi ağlıyordur, annem nerede diye ağlıyordur.” Bu sahne ve devamında gelen o acı feryat var ya hani, “Mercan!” diye… İşte o sahneye gömün beni. Çünkü çok etkilendim. Bir anne boğazı yırtılırcasına feryat ediyor, hem de kim için? Canının en kıymetli yeri için, kızı için. Peki, bize bu hissi hücrelerimize kadar hissettiren kim? Sevgili Pınar Deniz. “İyi ki varsınız Pınar Hanım, iyi ki Ceylin’e hayat veren kişi sizsiniz…” 🧿

“Ben iyi bir anne değilim!”
“Annecim, karanlık. Sensiz dünyam çok karanlık. N’olur bana geri dön!”

Mercan yok, doğru. Annesi onu arıyor, doğru. Peki babası? Babası aramıyor mu kızını? Aramaz mı, deli gibi arıyor. Ama sizin de bildiğiniz üzere, Ceylin yıkılmış durumda. Bir de Ilgaz yıkılırsa kim arayacak kızlarını? Tıfıl savcı Efe mi yoksa kendi kayıpları ile kızının kaybını her an kıyas eden Gül mü? Kim arayacak Mercan’ı? Elbette, anne ve babası. Onlar arayacak sonuna kadar Mercan’ı. Ee şartlar böyle olunca, bölüm boyunca gördüğümüz üzere, kızlarını arama yolunda metanetli ve sabırlı olma görevi Ilgaz’a düştü.

Allah var, Ilgaz hep sabırlı bir karakterdi bugüne kadar. Ama işte, hayat ya bu, bu sefer aradığı kişi kızı olunca onun da şirazesi kaydı. Bu da çok normal zaten. O da bir insan, o da bir acılı baba. Ne diyordu kamera görüntülerini izlerken? “Pizza var mı diye sormuştu. Yok deyince çok üzülmüştü.” Ah, Ilgaz. Bu sahnede de sen mahvettin beni. Kızının kucağındaki son görüntüsüne bakarken ki dolu dolu gözlerin, tarifsiz bir acıya hapsolan mimiklerin… “Daha ne diyeyim Sevgili Kaan Urgancıoğlu, iyi ki siz… İyi ki Ilgaz Kaya’ya hayat veren, onu ifade eden sizsiniz…” 🧿

“Babacım, neredesin? Neredesin gözümün bebeği?”

Buraya kadar ki yazdıklarımdan anlayacağınız üzere, dün akşam, seyir zevki muhteşem olan bir bölümle karşı karşıyaydık. Gerçekten de fragmanlar başta olmak üzere, oyuncuların da röportajlarında vadettiği gibi ağlaya ağlaya bi’ kaldık ve neredeyse stok ettiğimiz tüm peçetelerimizi ekran karşısında bitirdik. Ki eminim, peçeteler en çok adli tıp sahnesinde düşmedi elimizden. Bir telefon ve gelinen yerde göze çarpan bir şapka. Bizler için o şapka alelade bir şey olsa bile, o şapka, Ceylin ve Ilgaz için her şeydi. Kızlarından geride kalan küçük ama avuçlarının aralarına alıp burunlarına götürdüklerinde çok büyük bir şeydi. Çünkü evlat kokuyordu o şapka, evlat. Kızları, Mercan’ları vardı o şapkanın her bir tarafında. Ki Ceylin’in koşarak kendini merdivenlere atıp şapkayı koklaması da, ne yazık ki, bu dediklerimi doğruluyordu. “Gel kızım sokul bana, bir kez daha alayım kokusunu benim küçük bahçemin…”

“Evlat kokusu, cennet kokusudur.”

Evladığın yokluğu, hiçbir şeyin yokluğuna benzemez.

Ya Ilgaz? Ilgaz nerede o sırada? Kurumun tuvaletinde. Ne yapıyor peki? Adliyedeki odasında attığı ilk adımlarına şahitlik ettiği biricik kızlarının artık hayatta olmayabileceği gerçeğiyle yüzleşmeye çalışıyor. Belki de bir baba olarak Ilgaz’ı en çok kahreden de budur ha? Kızının bir daha attığı adımlara şahitlik edememe ihtimali ve yolun geri kalanında da ona kollarını açıp karşılayamamasıdır. Belli ki Ilgaz’da benimle aynı düşüncede ki, aynaya baktığında bu gerçekle yüzleşmemek için, o aynayı paramparça ediyor. Hatta yalnızca aynayı değil, Mercan’sız paramparça olan hayatları gibi tuvaleti de darmadığın ediyor ve bir daha asla ama asla pizza yemiyor. Ne de olsa, zamanla acısı katlandıkça gördü ki, onu kızından ayrı düşüren sipariş ettiği o lanet olası pizzalardı.

Acıları ortak olan fakat acılarını göğüsleyiş şekilleri farklı olan iki kalp…

“Her yerdesin kızım, çok özledim seni.”

Biz de bu dakikalarda tıpkı Ilgaz ve Ceylin gibi perişan bir haldeyiz. “Mercan, Mercan!” diye hıçkıra hıçkıra ağlıyoruz. Aslında sadece Mercan için değil, Ilgaz’la Ceylin’e de ağlıyoruz biz. Çünkü biliyoruz ki, birbirini çok ama çok seven bu iki sevgilinin arasına ilk uçurum; bu şapka ve onlarca görülen örnek vakalardan mütevellit kestirilen acı son ihtimali ile giriyor. Sonrası da pek beklenmedik değil… Bir yatak ve birbirine sırt dönmüş iki sevgili. Biri gözlerini yumamıyor, kızımı görürüm rüyamda da uyandığımda yok olur diye. Bir diğeri ise, kendini rüyalara hapsedip boğuyor ağır ağır. Böyle böyle derken bir yıl sonunda bu iki sevgilinin arasındaki her şey tümüyle yok oluyor ve yana yana birbirlerinden ayrılıyorlar. Ki bu bu noktada kadın her şeye rağmen aşkın penceresini az da olsa açık bırakıyor; “Bir gün Mercan dönerse…” diyerek.

“Kül olur kalbimdeki zamanla, yana yana yana…”

İşte Ceylin’in bu cümlesinin üzerinden tam 1,5 yıl geçiyor ve biz bugüne geliyoruz. Bugün ise, Mercan’ın kaybolduğu plajdayız. Ilgaz, Ceylin ve Pascal yeniden yan yana. Bakalım yaşadıkları bu acı onlara ve bize ne getirecek? İlerleyen günlerde neler olacak? Mercan bulunacak mı? Kaya Ailesi’nin mutlu aile tablosuna yeniden şahitlik edecek miyiz? Tüm bu soruların cevabını hep birlikte alacağız. O güne dek birbirimizden ayrılmak yok. Her pazar akşamı beraberiz, tamam mı?

“Yaşayacağız, ne yaşarsak birlikte yaşayacağız.”

Bölüm yorumumun sonuna gelirken, istiyorum ki son sözlerim Sevgili Sema Ergenekon’a olsun. “Sema Hanım, şahanesiniz. Ve bilmenizi isterim ki; bugün hâlâ #IlCey ‘in aşkından bahsediyorsak, bu aşka hayat veren oyuncularımızdan sonra en büyük pay sizde. Hatta her daim sizde desek, daha doğru gibi…. Çünkü bir hikâye ne kadar sağlam olursa, o denli sağlam hissettirir kendini. Teşekkürler Sema Hanım, çok güzel bir hikâyeye imza attınız.”

🤍

Ve son olarak; bu hikâyeyi yazan, oynayan ve yöneten herkese kucak dolusu sevgiler… Yeni bölüm yorumlarında görüşmek üzere…

Yaz Şarkısı’nı Neden Sevdik?

Hepinize merhabalar! Bu yaz başladığım ve çok beğendiğim bir dizinin yorumuyla karşınızdayım.

Ben normalde pek tv dizisi izlemeyi sevmem. Özellikle yaz dizilerinin konusu ve işleniş şekli hemen hemen aynı olduğu için hiç dikkatimi çekmez. Ancak geçtiğimiz günlerde twitterda gördüğüm birkaç Yaz Şarkısı editleri beni yakaladı…

Sosyal medyada özellikle Yaz ve Murat’ın editleri çok dolaşıyor. Ben de yakın zamanda onlardan birine denk geldim. Murat’ı canlandıran Efekan Can Öğretmen dizisinden beri oyunculuğunu sevdiğim bir aktördü. Nilsu Berfin Aktaş’ı ise Kuzey Yıldızı dizisinden biliyordum ve oyunculuğunu beğenip takip ediyordum. Ve özellikle sanırım Yaz Şarkısı projesi Nilsu’nun Karadenizli bir karakteri oynadığı ikinci projesi. Daha varsa da diğerlerini bilmiyorum.

Dizinin hikayesi KM müzik isimli bir müzik şirketinde şirketin patronu olan sanatçı Kemal’in sosyal medyacısı Yaz’ın keşfedilme yolculuğunu ele alıyor aslında. Yaz ne kadar şirkette sıradan bir sosyal medyacı olsa da aslında keşfedilmemiş bir sanatçı.

Şirketin şarkı yazarı ve bestecisi olan Murat ise Yaz’a aşık. Üstelik bu şarkı söyleme yeteneği ortaya çıkmadan, sıradan bir sosyal medyacıyken bile…

Yaz ise şirketin patronu olan artist Kemal’e aşık. Bir yandan da Yaz, vefat eden babasının şarkılar türküler yazdığı defteri hep yanında taşıyor ki bir gün belki değerlenip babasının gerçekleştiremediği hayali kendisi babasının adına gerçekleştirebilir diye. Zaten o şirkette işe girmesinin en sağlam sebebi de bu.

Tabii bu kısımda araya gizem giriyor. Dizi, Yaz Karadeniz yaylalarında arkadaşlarıyla geleneksel şarkı eşliğinde dans ederken baktığı köprüde babasının birisi tarafından dereye atılmasıyla başlıyor. Acaba babasını kim dereye attı ve atanın sebebi neydi? Normalde yaz dizilerinde bu tür gizemler ve derin hikayeler olmaz. Bunun olması çok büyük artı.

Dizideki karakter tasarımları benim çok hoşuma gitti. Yaz’ın annesi olan deli Emine, Emine’nin sağ kolu olan ve şiveli konuşmasını çok beğendiğim Sema, Yaz’ın eğlenceli ve güzellik bağımlısı teyzesi Fındık Fadi…

Dizinin derin ve gizemli hikayesi akarken bu karakterler kendi özellikleriyle hikayeyi çok akıcı kılıyor. Oya Başar ve Yeşim Ceren Bozoğlu gibi değerli oyuncular ise diziye renk katıyor.

Şimdi gelelim ship seçimine! Dizinin severleri sosyal medyada YazKem ve YazMur olarak ikiye ayrılmış vaziyette. Ama çoğunluk YazMur’dan yana. Ve evet, ben de YazMur’dan yanayım. Kendi sebebimi açıklayayım :

Yaz şarkı söyleyene kadar Kemal tarafından hiçbir zaman fark edilmedi. Yaz sürekli Kemal’in peşinde koştu ve ona yakın olmaya çalıştı. Kemal ise Yaz’a hiç dikkatli bakmadı. Yaz onun için sıradan bir insandı. Hatta öyle ki ayrı kişilerle yemek için dışarı çıktıkları gece kokoş sevgilisi Yaz’a sürekli ters laflar etmesine ve kötü laflar edip kavga çıkartmasına rağmen bu durumdan Yaz’ı suçlu tutup gözünün yaşına bakmadan pat diye işten kovdu. Bu kadar önemsizdi Yaz kendisi için…

Ama Murat öyle mi?

Murat’ın gözü hep Yaz’daydı. Arada çalıştığı kabine uğrayıp laf atıyordu vs. Açılmak için fırsat kolluyordu ama arkadaşlıkları bozulur ve Yaz kendisinden uzaklaşır diye korkuyordu.

Derya Uluğ ile şarkı söylemesi planlanan Kemal’in işi rast gitmeyince şarkı için farklı kız sanatçı arayışına çıktılar ve tesadüf eseri Yaz’ın sesi keşfedildi. Kemal o sesin Yaz’a ait olduğunu öğrendikten sonra hoop hemen kıymete bindi. Yaz “Ben sizin için neyim Kemal Bey?” diye sorduğunda ise “Yeteneklisin, çok güzelsin.” Cevaplarıyla karşılaştı. Bu soruyu Murat’a sorsanız maniler dizerdi. Ki ilk bölümde Yaz uyuduğu için duymasa da dizmişti. Hatta o gece Emine tarafından basılıp biz evleneceğiz cevabıyla paçayı kurtarmışlardı. Bu aşk oyunu da en çok Murat’ın işine gelmişti.

Tabii her şeyi bir kenara bırakırsak Yaz Kemal’e aşık. Aslında Kemal ile şarkı söylemek ve aşık olduğu adamla şöhretin tadını çıkartmak fazlasıyla işine gelse de ortada annesi deli Emine varken bu imkansız. Emine kızının da babasının henüz gizemi ortaya çıkmamış kaderini yaşamasından çok korkuyor.

Ve bu hikayede Murat’ın adamlığına ayrı bir parantez açmak istiyorum. Yaz ve Kemal’in şarkı kliplerini Emine görüp evlilik arifesinde olduklarını sandığı Murat’a “Sen nasıl adamsın? Müstakbel eşin elin adamıyla şarkı söyleyip oynuyor sendeki rahatlığa bak” içerikli bağnaz bir yorum yapsa da Murat’ın “Ben onun sahibi değilim. Yaz kendi kararlarını kendi verebilecek yaşta. Bana müstakbel eşi olarak yaptığı işe destek olmak düşer.” Demesi beni benden aldı.

Şu an hikaye oldukça heyecanlı ilerliyor. Umarım hiç bozmaz. Ve umarım Yaz önünde sonunda Murat’a varır.

Benden şimdilik bu kadar. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Başka içeriklerde görüşmek üzere. Kendinize iyi bakın.

Por que amamos “Ya Çok Seversen”? | comentário da série

A série atende a tudo o que se espera de uma comédia romântica que vai ao ar durante o verão e é extremamente agradável. A atuação é bem-sucedida, o clima é alegre e o roteiro é fluente. O personagem “Ateş” interpretado por Kerem e o personagem “Leyla” interpretado por Hafsanur são pessoas muito simpáticas e será muito bom observar sua transformação ao longo do tempo. Pequena nota aqui; Acho que seria melhor se o desenvolvimento da relação entre eles fosse mais espalhado e profundo porque é um pouco rápido demais.

A equipe com a qual Leyla trabalha, a tia de Ateş (Hatice Aslan) e os sobrinhos de Ateş, também são muito bons tanto no elenco quanto na atuação. Quando todos esses elementos são combinados, a série é divertida e bastante adequada para passar o tempo.

Todas as cenas clichês a que estamos acostumados estão disponíveis em Ya Çok Seversen. 😅 Piscina, dança, ciúmes, pequenas discussões, criança fofa adorando a garota principal.. Essa lista vai para sempre, você sabe. Para encurtar a história, Ya Cok Seversen é o protetor desta temporada de verão do lado de Türkiye. Se você concorda, por favor, deixe-nos saber nos comentários.

Why We Love Ya Çok Seversen? | Kerem & Hafsanur

The series meets everything you would expect from a romantic comedy that airs during the summer and is extremely enjoyable. The acting is successful, the atmosphere is cheerful and the script is fluent. The character “Ateş” played by Kerem and the character “Leyla” played by Hafsanur are very likeable people and it will be very nice to watch their transformation over time. Little note here; I think it would be better if the development of the relationship between them was and spread over and be more deep because it’s a little too fast.

The team that Leyla works with, Ateş’s aunt (Hatice Aslan) and Ateş’s nephews, are also very good both in casting and acting. When all these elements are combined, the series is entertaining and quite suitable for spending time.

All of the cliché scenes we are used to are available in Ya Çok Seversen. 😅 Pool, dance, jealousy, little arguments, cute child adoring the main girl.. This list goes forever you know. Long story short, Ya Cok Seversen is saver of this summer season from Türkiye side. If you are agree, please let us know in the comments.

Ya Çok Seversen’i Neden Sevdik?

Kerem Bürsin ve Hafsanur Sancaktutan’ın başrollerini paylaştığı Ya Çok Seversen bu sezon izlediğim ilk yaz dizisi oldu ve şanslıyım ki yaşama sevincimi öldürmedi. Neden böyle söylüyorum? Çünkü aramızda kalsın, Trt’deki Hayatımın Neşesi’ne biraz maruz kalmıştım ve bu sıcaklarda zaten zor var olan neşemi toptan alıp götürmüştü. Facia sıkıcı, bunaltıcı bi iş o bence.

Neyse, konumuza dönelim. Kerem’in bana kasıntı ve biraz komik gelen mimiklerine/konuşma tarzına rağmen ben diziyi sevdim. Çünkü böyle çerezlik dizilerde aradığım en önemli özellikleri karşılıyor. 1) akıcı olması 2) oyuncular ve oyunculuklarını sevdirebilmesi. Dizide itildiğim, bu ne böyle ya dediğim bir esas karakter yok. Leyla’nın ekip de gayet olmuş, izlettiriyor kendini. Bitse de gitsek demiyoruz onların sahnelerinde ki dizi içinde öyle komedi ayağı olan bi grup insanda bunu yakalamak başarıdır.

Hatice Aslan’ı ve Ateş’e yanık olan başarılı kadın arkadaş karakterini ayrıca beğendim. Aslan, hala rolünü müthiş oynuyor, diğer hanımefendi ise çizilmek istenen imaja cuk uymuş bence, o vibeı tam karşılıyor ve gayet doğal bir oyunculuğu var. Uşak beyefendi de baya seyir zevkli olmuş Buradan hepsine tebriklerimizi yollayalım.

Diziyi izlerken gerçekten kafam dağılıyor, ve hiç sıkılmıyorum. Sürükleyici olması en büyük artısı. Çünkü ben çiftimizi shiplemiyorum. Bende bir heyecan yaratmıyorlar. Ona rağmen keyifle izliyorum. Şimdilik formüllerinde bir sıkıntı gözükmüyor, romantik komedi beklentilerimizi karşılıyor. Umarım böyle sıkıntısız devam eder de yaz boyu sığınacak ideal bir dizimiz olur.

Tabii gözüme batan bazı negatif yanları da var ama onları başka bir yazıda ele alacağız. Görüşmek üzere!

error: Korunan İçerik!