tds_thumb_td_300x0
La Casa De Papel 5.Sezon 2.Bölüm İnceleme: Reenkarnasyona İnanır Mısın?

Profesörün yakalanıp, polisler tarafından ele geçirildiğini düşünen ekip, tek başlarına kaldıklarını anlamıştı. Fakat Profesör’ün ve Berlin’in en başta bu ekibi seçmelerinin bir sebebi vardı. Onlar sadece hırsız değildi. Gerektiğinde fedakarlık yapabilecek, zeki, savaşçı ruhlu insanlardı. Böyle bir soyguna başka türlü insanlarla çıkmanız da pek mümkün değil zaten. Profesör olmadan zor olacaktı evet fakat imkansız değildi. Plan devam etmeliydi.

Finalin ikiye bölündüğünü düşünerek, şunu söylemekte bir sakınca görmüyorum. Ne kadar Sierra Profesör’ü yakalamış olursa olsun, iki kısım boyunca işlerin bu şekilde ilerlemesi mümkün değil. Hele ki bahsettiğimiz kişi Profesörse… Sierra’nın, elindeki avantajı kaybedeceği ve Profesör’ün gücü tekrar ele geçireceği bir zaman dilimi de gelecek, inanıyorum. Tabi bu ne zaman olur, bilmem mümkün değil. Keza, Sierra, suçlu yakalama sayısını bir anda üçe çıkardı. Hal böyle olunca Profesör, kurtulmak için tek (hatta iki) şansını da kaybetti. Bu gidişle onlara bir mucize gerekli!

Profesör’ün tarafında işler iyice kızışmışken ekip de, elindeki kozları iyi oynamaya çalışıyordu. İhtiyaç duydukları bu fırsatı sadece kendileri yaratabilirlerdi (her zamanki gibi). Bu savaşı kazanacaklarını biliyorlardı. Tek yapmaları gereken, çok dikkatli olmak ve hızlı hareket etmekti. İşler tam yoluna girdi derken, her zaman yaptıkları gibi öfkeleri, muhtemel yıkımlarının başlangıcına yol açtı. Çok büyük bir dikkatsizlik sonucu, başları yine belaya girdi. O belanın ise tek bir ismi vardı. ARTURO!

Hayır, hadi Arturo böyle bir insan bunu biliyoruz. Peki ya Başkan? Arturo’nun dengesiz bir insan olduğunu bu zamana kadar anlamış olmanız lazım. Sizin de kızdığınız bir çok şey yaptı bu zamana kadar. Nasıl oldu da onun aklına uyarak hareket ettiniz? Oradaki rehineleri bu denli riske atabilecek, tehlikeli bir olaya nasıl girişebildiniz? Gerçekten anlayamıyorum!

Daha önceki yazılarımda da bahsetmiştim. Denver-Stockholm ve Arturo’dan oluşan aşk üçgeninden hiç hoşlanmıyorum. Hatta direkt Arturo’dan hiç hoşlanmıyorum! Sizce de dizide fazla uzun kalmadı mı? Denver ve Stockholm’un tartışmasına sebep olmaktan başka hiç bir işe yaramıyor karakterin hikayesi. Bu ikiliyi ayırmaya mı yoksa aşklarını kanıtlamaya mı çalışıyorsunuz? Amaç her ne ise, iki türlü de başarısız olunduğunu söyleyebilirim.

Denver her ne kadar Stockholm’e inandığını söylese de, bunun zıttını kanıtlayacak hareketler yapmaktan da geri kalmıyor. Evet, Arturo katlanılmaz birisi ama Denver biraz daha sakin kalamaz mıydı? Gerçekten Stockholm’ün onu sevdiğine inanmıyor olabilir mi? Peki biz? Biz inanıyor muyuz?

Onların aşkları daha birinci sezonda sınanmaya başladı. Bildiğiniz üzere, herkes Monica’nın Denver’e aşık olmasının nedeni olarak Stockholm adı verilen bir sendromu öne sürüyordu (Ekibe katılırken isim seçme konusunda çok düşünmemiş olsa gerek). Bu tartışmalar, ta o zaman başlamıştı. Ama Denver her şeyi bir kenarı bırakmış ve Monica’ya inanmaya karar vermişti. Kaçtıktan sonra Denver’i bu tartışmada taraf değiştirmeye itecek ne olmuş olabilir ki? Sanki şüphelenmeye dünden razıymış gibi.

Arturo’yu susturmak, bu konuda tek çareydi ve Stockholm de bunu yaptı. Ama isterdim ki, onu vurmadan önce öyle şeyler söylesin ki, Denver, Stockholm’ün ona olan aşkından emin olsun. Onun yerine sinirli bakışlarına şahit olduk, sanki daha önce görmemişiz gibi. Yüksek gidişatı olan bir sahnenin, bitiminin de yüksek olmasını beklerdim.

Peki bütün bu olayların sonunda Arturo’ya ne oldu dersiniz? Ben dayanamadım sonraki bölümün başına baktım. E artık onu da sonraki bölümün yazısında okuruz. Üçüncü bölüm incelemesinde görüşmek üzere. Takipte kalın.

La Casa De Papel 5.Sezon 1.Bölüm İnceleme: Yolun Sonu

La Casa De Papel 5.sezonun birinci kısmıyla, geçtiğimiz cuma günü Netflix ekranlarına gelerek izleyicisiyle buluştu. Ne bekledik ama! Pandemi, sadece sevdiğimiz insanlarla aramıza mesafe koymakla kalmadı, sevdiğimiz dizilerimizden de etti bizi. Öyle ki, geçtiğimiz sezonlarda ne olduğunu bile unuttuk. Tabi Netflix, bunun için gereken hazırlığı yapmış ve 4.sezonda neler olduğuna dair bir özet yayınlamış.

Peki en son nerede kalmıştık?

Nairobi’nin ölümüyle birlikte ekip, bu işin geri dönüşü olmadığını anlamış ve savaş boyalarını sürmeye karar vermişlerdi. Lizbon’un kaçırılmasına yardım ederek mutlu sona eriştiğini düşünen Profesör ise Alicia Sierra tarafından köşeye sıkıştırılmıştı.

Ve işte tam da bu noktada sezon finali vererek bizi heyecanlı bir şekilde final sezonunu beklemeye bırakmışlardı. Ta ki cuma gününe kadar! Oldukça heyecanlı ve ritimli bir final sezonu bizi bekliyor diyebilirim. Hadi ilk bölümden başlayalım.

Alicia Sierra’nın, kendini kurtarmak için tek şansı, Profesör’ün planını öğrenmekti. Eğer planı öğrenirse, adını temize çıkarmak için anlaşma yapabilir ve eski hayatına ulaşabilirdi. Neler yapabileceğini, sınırlarını ne kadar zorlayabileceğini Rio’dan bildiğimiz için, izleyeceğim şeylerden şimdiden korkuyorum diyebiliriz. Ama bir o kadar da Profesör’e güveniyorum. Bir şekilde kurtulmasını başaracaktır.

Profesör hattında bu olaylar yaşanadursun, diğer tarafta ekip Roma planını uygulamaya sokmuştu bile. Roma planından Lizbon dışında kimsenin haberi yoktu. Profesör, kendi yakalanması dışında her ihtimali düşünmüş, olası bir hapishane durumu yaşanmasına karşın (Paris Planı) acil tahliye planı hazırlamıştı. Her yeri yakıp kül edecekler ve altınlarla birlikte kaçacaklardı. Ama tabi bunun nasıl olacağını hala bilmiyoruz çünkü tahliye planı son dakika iptal edildi ve ekip doğaçlamaya başladı.

İşler bu kadar kızışmışken, çiftler arasındaki gerginliğinde git gide tırmandığını söylesek yanlış olmaz. Evet, Denver ve Stockholm’den bahsediyorum. Denver’in kuzeni Manila’nın kimliğini açık etmesiyle, çiftin oğulları için hazırladığı B planı da suya düşmüş oldu tabi. Anlamadığım, Denver’in neden sürekli Stockholm’ü suçladığı? Hiçbir şey yapmadığı halde, Arturo’nun yaptıkları Stockholm’ün başına dert oluyor. Denver bu tavrına artık bir son vermeli. Onu son üç sezondur sinirli görmek yeteri kadar sıkıcı zaten. Tekrar o gülmeyi duymak, karısıyla arasının iyi olduğunu görmek istiyorum artık.

Kendilerine biraz Lizbon ve Tokyo’dan feyz almalarını tavsiye ediyorum. Bakın, soygun başında birbirine hiç güvenmeyen bu ikili, resmen beyaz bayrak çekti. Lizbon, Paris planının romantikliğine dalıp gitmişken, Tokyo da kendi romantik macerasını Lizbon’a anlatırken buldu kendini. Hepimiz, Tokyo’nun ekibe katılma nedenini biliyoruz aslında. Bu hikayenin en başında izlemiştik. Yaptıkları soygun esnasında, sevgilisi gözlerinin önünde vurulmuş ve hiçbir şey yapamadan oradan ayrılmak zorunda kalmıştı.

Zaten başına buyruk olan Tokyo, sevgilisinin ölümüyle birlikte daha da kontrol edilemez bir hale gelmişti. Ve biz ilk iki sezon böyle bir Tokyo izlemiştik. Ama ilk sezondan bu sezona -çok olmasa da- değişim göstermeye başladığına inanıyorum. Bakalım sezon sonuna kadar nelerle karşılaşacağız?

Ve gelelim, bölümün en çok şaşırdığım anına… Kırk yıl düşünsem, Berlin’in bir oğlu olabileceği aklımın ucuna dahi gelmezdi. Üstelik tipi ve aklı amcasına, huyu ise babasına çekmiş. Masum bir mühendis gibi dursa da Tatiana ve kendisinden bir hamle bekliyorum. Finalin ikinci kısmında ya destek olacaklar ya da köstek. Umarım Profesör, planın bu kısmı için de bir şeyler düşünmüştür.

Evet, sezona güzel bir açılış yaptık. İkinci bölüm incelemesinde görüşmek üzere. Takipte kalın.

WandaVision 8. Bölüm Yorumu: Kızıl Cadı

Disney+, Marvel dizilerini duyurduğundan beri gözü kulağı Loki’de olan bir seyirci olarak, WandaVision’ın beklentimin çok üstünde çıtığını ve beni bir hayli şaşırttığını itiraf etmeliyim. Dizi ilk duyurulduğunda, izleyip izlememekte bile kararsızdım ama sonradan diziden gelen ilk kareler ve afişteki o 50’ler atmosferi ve sitcom havası çok değişik göründüğü için, bir bakabilirim diye düşümüştüm. Zaten bakış o bakış, daha ilk bölümden içine çekmeyi başarmıştı dizi. Her bölüm de üzerine daha da koyarak ilerledi.

İlk bölümden beri bir elliler, bir altmışlı yıllar bir yetmişler bir doksanlar derken, başlarda bunu Wanda’ya biri mi yapıyor diyorduk sonra ise Wanda’nın, Vision’ı da dahil ederek kendine bir cep evren yarattığını fark ettik. Ama hala oturmayan şeyler vardı. Mesela Pietro’nun gelişi, Wanda’yı da aşan bir şeyler var gibiydi. Ki geçtiğimiz bölüm sonu bunun da cevabını almıştık. Agatha’nın deyimi ile ”Kasabadaki tek sihirli kızımız Wanda değilmiş.”.

Sahte Pietro’nun gelişi ve Wanda’nın son bölümlerdeki yaşadığı kargaşanın sebebi Agatha’ymış. Yine de baştaki teorilerimizin de doğruluğunu bu bölüm gördük. Hatta çok daha fazlasını gördük. Nasıl mı?

WandaVision’daki Kasabanın Sırrı Açıklandı

Öncelikle, Wanda bu cep evreni gerçekten de kendisi yaratmış. Vision’ı nasıl getirdiğini merak ediyorduk ama bu bölüm gördük ki yarattığı şeyler kasaba ve çocukları ile sınırlı değil, Vision’ı da Wanda yaratmış.

Böylesi bi yaratma gücünden etkilenen Agatha ise, bu kasabaya sızıyor ve sabırla Wanda’nın sırrını öğrenmeye çalışıyor. Ancak, Vision ile yarattığı sitcom dünyasından mutlu olan Wanda’nın bu evrenden çıkmaya niyeti olmadığını fark edince işleri biraz kızıştırmaya karar veriyor. Önce Vision’a bazı uyarılarda bulunuyor, sonrasında Pietro’yu getiriyor. Wanda’yı zorda bırakacak birçok yaşanan olay en başından beri Agatha’nın eseriymiş yani.

Agatha, sonunda tüm bunları Wanda’ya itiraf ediyor ve onu hatırlamaya zorluyor.

Biz de hikayenin tamamını 8. bölüm itibari ile öğreniyoruz. Burada beni en çok etkileyen detay, Wanda’nın sitcom hayranlığı oldu.

Geçmişten bari önce anne ve babasını, sonra ikizini en son da Vision’ı kaybeden Wanda’nın önce ailesini kaybettiği güne gittik. O esnada kendi sevdiği şovun DVD’sini seçmiş ve ailesi ile birlikte 50’lerden bir sitcom izliyormuş. Evli bir çiftin hikayesinin anlatıldığı sitcomun sahneleri gösterilirken fark ediyoruz ki aynı sahneleri Wanda ve Vision arasında da izlemiştik. Wanda, yarattığı evrende Vision ile beraber kendini mutlu eden bir gerçekliğe kaçmış.

Sonra görüyoruz ki ikizinin ölümünden sonra Avengers sığınağında Vision ile kalırken, onunla beraber bu kez de Malcolm in the Middle izliyor. Ki daha önce bu dizinin sahnelerini ve jeneriğini de WandaVision’da görmüştük.

Meğer Wanda’nın yarattığı evrenin sırrı, çocukluktan beri hayran olduğu sitcomlara dayanıyormuş.

Peki bunu ne tetiklemiş derseniz, Endgame’de geri dönmesinin ardından arabasında bulduğu Vision ile evlerinin krokisi. Soluğu o evin olduğu kasabada alıyor. Yolda, kasaba sakinlerinin Wanda onları esir almadan önceki hallerini görüyoruz kısaca.

Sonrasında Wanda, evin temelinin atıldığı yere gidiyor. Orada yaşadığı acının büyüklüğü ile büyüsü ortaya çıkıyor ve ev birde tamamlanıyor, sadece ev değil büyü tüm kasabaya yayılıyor. Az önce normal yaşam süren insanlar bir anda Wanda’nın 50’li yıllardaki kasabasının birer parçası oluyorlar. İşte her şeyin başlangıç noktası burasıymış.

”Bu da seni Kızıl Cadı yapar!”

Ve Agatha’dan öğreniyoruz ki bu yaratma gücünün dayandığı büyü, KAOS BÜYÜSÜYMÜŞ. Ve bu da Wanda’yı ”Kızıl Cadı” yani Scarlet Witch yapıyor. Tüyler diken diken bir sahneydi…

Peki tüm bunlar olurken, gerçek dünyada ne yaşanmış derseniz, Vision aslında bir makine/silah olduğu için cesedinin gömülmesine izin verilmemiş ve parçalanarak incelenmeye alınmış. Şimdi ise o parçalar birleştirilerek yeni bir Vision yaratıldı. Ancak uyanışını henüz göremedik.

Devamını görmek için neyle karşılatığımızı biliyorsunuz. Son dönemde hop oturup hop kalktığımız final sahnelerinde karşımıza çıkmasıyla hepimizin düşmanı haline gelen o cümle… evet… PLEASE STAND BY….

WandaVision Neden Sevildi?

Bölüm yorumumu sonlandırırken şunu da söylemeden geçemeyeceğim. WandaVision, final yapmak üzere olan ve şuana kadar inanılmaz bir başarı göstermiş ve büyük beğeni toplamış bir dizi. Eğer bu diziyi izlemek için öncesindeki 20 MCU filmini de izlemek gerekmeseydi, dizinin bu kadar beğeni toplamasının ardından çok daha fazla kişinin izleyeceğinden ve bu dizinin daha da efsaneleşeceğinden emindim. Marvel dizisi olmasına rağmen son dönemde izlediğim yabancı diziler arasında en iyisiydi. Gerek yaratıcı konsepti olsun gerek kurgusu gerek hem sitcomu hem aksiyonu hem gizemi bu kadar iyi aktarabilmesi olsun, gerekse özenle tasarlanan afişlerine ve trailerlarına kadar… Disney+ ve Marvel’ı başarılarından ötürü bir kez daha kutluyorum. Disney+, hem The Mandalorian hem de WandaVision ile gönülleri fethetmeye devam ediyor.

Modern Family’nin Öğrettiği 6 Hayat Dersi!

Modern Family, en az komedisi kadar, duygusal bölüm sonu kapanışlarıyla da özel bir dizi. Modern Family’i tanımlarken, hepsi birbirinden farklı özelliklerdeki karakterleri olan ve o karakterlerle birlikte bölüm sonlarında bizim de içimizi ısıtan dersler aldığımız bir dizi diyebiliriz. Peki bu meşhur bölüm sonlarından neler öğrendik hatırlamak isterseniz, buyrun listemize!

Hem normal hem de sıra dışı olmak istediğimiz o çelişkiliyi en güzel Mitchael özetlemiştir: ”Büyümenin komik bir tarafı var. Yıllarca herkes farklı olmaktan korkar. Ama sonra birden, neredeyse bir gecede herkes farklı olmak ister.”

Claire gibi her şeyi kontrol etmekten hoşlanıyor olabiliriz, bu her zaman kötü bir şey değildir ama Jay’in de dediği gibi bazen de kontrol edemeyebiliriz. Bu bizim elimizde olsun ya da olmasın, bazen dünyanın mükemmel olmadığını kabul edip uyum sağlamak gerekir. Ne demişti Jay? ”Her şeyin kusursuz olmasına takmazsan, daha mutlu olursun.”

İnsanlar değişmez. İsteseler bile aşağı yukarı %15 değişebilirler. Ama Mitchael’in de dediği gibi bu kadarcık bir değişim bile hiç yoktan iyidir, bazen yeterlidir ve bir şeyleri değiştirmeye yetebilir. ”İnsanlar ister kendileri, ister sevdikleri için olsun sadece %15 değişebilirler. Evet %15. Ama bazen bu yeterlidir.”

Yetişkinlerin her şeyi çözdüğünü sanırız ama özellikle bu dizideki yetişkinlerin yaptıklarına ve öğrenmeye devam ettikleri şeylere bakarsak aslında evet Manny’nin de fark ettiği gibi çocuk olmak için bir sürü vaktimiz var.

İnsanları genellikle kafamızda bazı rollerle etiketleriz ama aslında hepimiz bundan daha karmaşığızdır. Yine Mitchael’in de dediği gibi: ”İnsanlar sizi şaşırtabilirler. Onları hep tek bir yanlarıyla düşünürsünüz. Tek role bağlılarmış gibi. Ama sonra öyle bir şey yaparlar ki hiç bilmediğiniz bir açı ve derinlik kazanırlar.”

Tüm dünyada olduğu gibi bu ailede de hayalperestler ve gerçekçiler var. Ve sitcom tarihinin en etkileyici sahnelerinden birine imza atmış olabilirler bu sahne ile. Gerçekçiler, başta hayalperestlerle dalga geçseler de bir süre sonra onların da kabakların tüm sahayı geçmesini istemeye başlamaları hatta yardıma gitmeleri çok güzeldi. Yani özetle dizide de söyledikleri gibi; ”Bu dünyada hayalperestler ve gerçekçiler vardır. Hayalpereste gerçekçi gerekir. Fazla uçtuğunda güneşte yanmasın diye. Peki ya gerçekçiye? Hayalperest olmasa belki yerden ayağa bile kalkamazlar.”

Diziyi henüz izlemediyseniz şanslısınız ki bu ve bunun gibi daha birçok bölüm sonu sizi bekliyor!

This Is Us 5. Sezon 6. Bölüm: Randall Pearson Aslında Kim?

This Is Us, 5. sezonuyla hala üzerine koyarak ilerleyen, hala naifliğiyle, anlattığı hikayesiyle kalbinize dokunmayı ve sizi ağlatmayı başarabilen bir dizi. 5. sezonun 6. bölümünde bunu hep birlikte bir kez daha gördük sanırım.

İşte Randall Pearson’ın Tüm Hikayesi

Bu bir bölüm yorumu olsa da; ilk 5 sezona cevap niteliğinde bir bölüm olduğu için Randall Pearson aslında kim başlığını koymak istedim. Biz onu hep itifaiyeye bırakılan ve Pearson’ların evlat edindiği oğulları olarak tanıdık. Big Tree’nin bir parçasıydı. Çoğu zaman beyaz bir ailede büyüyen siyahi bir çocuk olmasının hikayesini izledik ve bu hikayeyi Randall’dan defalarca dinledik.

Randall hakkında ilk öğrendiğimiz gerçek biyolojik babasının William olmasıydı. William ile az göz yaşı dökmemişizdir. Jack’ten sonra dizinin en çok ağlatan ve en içe işleyen karakteriydi belki de. William ve Randall’ın hikayesi de diziyle özdeşlemişti artık ama hala eksik parçalar vardı. Randall’ın annesinin kim olduğunu ve hikayenin tamamını bilemiyorduk. Bu durum Randall’da özellikle 4. sezonda büyük sorunlara yol açmaya başladı. Başta Kevin olmak üzere bütün aileyle bağı kopma noktasına geldi.

O derece ki çocukluğunu bile kötü hatırlar olmuştu ki en katlanamadığım detay buydu. Jack ve Rebecca, görüp görebileceği en harika iki insanken, neredeyse ırkçılığa uğradığını ima edecek noktaya gelmişti. Randall’ın eksik bir şeyler hissetmesini anlarım, beyaz bir ailede büyümesinin de elbette farklı hissettirmesi doğaldır ama hiçbir zaman ailesine olan sevgisinden şüphe etmemişti. Belki yine etmedi, hala Rebecca için çabalıyor, ona olan sevgisi ortada ama bu esnada geçmişi çok eşeledi ve Kevin ve Kate’i çok kırıp döktü. Aileye karşı olan tavrı, 4. sezon ve bu sezonun başındaki suçlar gibi konuşmaları çok rahatsız ediciydi.

Meğer tüm bu sahneler Randall’ın sonunda tüm hikayeyi öğrenmesine hazırlandığımız bir zeminmiş. Aslında bu bölüm Randall’ın biyolojik annesi Laurel’in kim olduğunu ve onun hayat hikayesini öğrendik ama bu aynı zamanda Randall’ın hikayesinin de tamamlanışıydı.

Laurel, Randall’ı Neden Bıraktı?

Bizim biliğimiz hikaye, Laurel’in Randall’ı doğurduktan sonra aşırı dozdan ölmüş olmasıydı. William da bunun üzerine apar topar evi terk edip, Randall’ı da bakamayacağı için itfaiyeye bırakmıştı. Ama William’ın evden ayrılmasından hemen sonra ilkyardım ekibi Laurel’i hayata döndürmeyi başarmış ama bunu William hiçbir zaman öğrenememiş. Bu yüzden biz de sezonlardır Laurel’in öldüğünü sanıyorduk.

Peki Laurel neden ortaya çıkmamış? Çünkü, uyuşturucu yüzünden tutuklanmış. Hapishanede zor zamanlar geçirmiş. Çıktıktan sonra da Randall’ı tamamen kaybettiğini ve onu hak etmediğini düşünerek ona ulaşmaya çalışmaktan vaz geçip yıllar önce terk ettiği kasabasına geri dönmüş.

Tabii tüm hikaye buradan başlamadı bu bölüm Laurel’i çocukluğundan itibaren gördük ve Randall’ın doğumundan önceki hayatını da izledik. Laurel’in, William’dan önce Hai adında başka bir büyük aşkı varmış aslında ama ailesi Laurel’i başkasıyla evlendirmeye kalkınca Laurel evi terk etmiş ama sevdiği adam onunla gelememiş. Laurel kasabaya döndüğündeyse adam başkasıyla evlenmiş.

Yıllar sonra artık ikisi de yaşlandıklarında ve Hai’nin karısı öldükten sonra Laurel ile yeniden yakınlaşmaya başlamışlar. Ama bu sırada Laurel kansere yakalanıyor. Laurel’e Hai bakıyor ve Laurel 2016 yılında öldükten sonra, günümüzde tesadüfen Randall’ı bulup ona tüm hikayeyi anlatan da Hai oluyor. Böylece Laurel’i huzura kavuşturduğu için mutlu oluyor.

Randall’ın tüm hikayeyi öğrendiğindeki rahatlaması ve tıpkı yıllar boyu annesinin yaptığı gibi göle gidip, orada çığlık atarak yaşananlarla yüzleşmesi, bu sırada yanında annesini görmesi… Mükemmel ötesi sahnelerdi. Bu dizi gerçekten inanılmaz bir hikaye anlatıcısı… Sadece bir bölümde tandığımız Laurel’in, 45 dakikada üzerimizde film izlemiş gibi bir etki bırakması çok güzeldi. Bölümü göz yaşlarıyla kapattım desem yeridir ama This Is Us seyircisi için çok da sürpriz bir şey değil tabii bu.

Bundan Sonra Nasıl Bir Randall İzleyeceğiz?

Randall Pearson’ın tam hikayesi buymuş işte; onu seven ama onu hak etmediğini düşündüğü için yıllarca ona ulaşamayan bir biyolojik annesi varmış. Hem William hem de Laurel, ikisi de en az Jack ve Rebecca kadar muhteşem ve Randal’ı gerçekten seven insanlarmış. Tüm bunları bilmek, bölüm sonunda gördüğüm kadarıyla Randall’ı ilk sezonki gibi sevdiğimiz hallerine döndürebilecek bir rahatlama ve değişim yarattı karakterde.

7. bölüme doğru ilerlerken, Randall da artık Kevin ile barışmaya hazırdı üstelik. Ama bu kez de Kevin’ın ikizlerinin erken doğum haberi geldi. Randall ve Beth’ten, Kevin’a destek konusunda bir kahramanlık bekliyorum diyor ve bölüm yorumumu sonlandırıyorum!

error: Korunan İçerik!