İlişki, Evreler ve Son: Nilüfer & Cihan
İlk ve Son’ un yine duygu durumunu alt üst eden; gülerken birden ağlatmaya başlatabilen dördüncü bölümünün ardından sohbet etmek için yine buradayım efendim!😊 Soft kısımları müthiş soft, ağır kısımları yüreğe yük yapacak kadar ağır bir bölüm bıraktık bu sefer de geride. Her geçen bölüm Nilüfer ve Cihan’ı daha iyi tanıyor olmaktan mıdır bilinmez, daha da vurucu oluyor sanki bölümler. Sizce de öyle değil mi?
Artık hemen hemen her bölümün ardından buradayım, belki düzenli okuyanlar bile vardır aranızda. <3 Ama yine de kısacık bir hatırlatma, eğer hala okumamışsanız dizinin üçüncü bölümü için yaptığım yoruma buradan ulaşabilirsiniz.
Yine birçok duyguya ev sahipliği yapan ve herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği kadar gerçek bir bölümdü dün akşam (14 Kasım) yayınlanan bölüm. Eminim yorumlamak ve tahminler yürütmek çok keyifli olacak yine. 😊
Ve geldik artık bir klasik haline gelen, her yorumumda yerini alan, yazının “spoiler alert” bölümüne. Bu uyarıdan sonrasını henüz bölümü izlememiş olanların okuması tavsiye edilmez. Bölümü izledikten sonra bekleriz efendim 😉
!!! SPOİLER ALERT !!!
Çocuktan öncesi ve sonrası diye ayrılan evlilik hayatı, “evlenen sadece biz miyiz yoksa ailelerde mi dahil?” soruları… Güçleşen şartlarla gün yüzüne çıkan, ruhun en derinlerine gömülmüş olan o duygular, korkular ve huylar. İnsan değişir mi yoksa biz mi daha iyi tanırız karşımızdakini? Peki aşk tek başına yeterli midir her şeyin üstesinden gelmeye? Bu bölüm sevgililikten evliliğe geçiş, çocuklu hayata alışma ve gerçeklerle yüzleşme temalarına odaklandık Nilüfer ve Cihan ilişkisi üzerinden.
Aile yaşantılarının insanların karakterlerine hatta hayatlarına ne derece yön verebileceğinden, yıllar boyu süregelen zinciri kırmanın kişinin elinde oluşuna ve hayatlarımızı belli duyguların ardına saklanıp nasıl yönlendirdiğimize farklı bir bakış açısından yaklaşıyor Hakan Bonomo. Bu kez karakterlerimiz öğüt veren tarafta değil, öğüt alması gereken tarafta.
Haydi gelin hep beraber bakalım açılan bu yeni pencereden!
“İyiliğin Kötülüğü Olur Mu?”
Bazen iyilik yapmak isterken karşımızdakinin istemeden de olsa canını yakarız. Unuturuz bizim için “iyilik” olanın herkes için öyle olmayabileceğini ya da karşımızdakinin bu iyiliği kaldıramayacağını… Peki sizce iyiliğin kötülüğü olur mu?
Bilirsiniz insanlara en çok zarar veren cümlelerin bir kısmı “iyiliğin için söylüyorum” ile biter. Bazen bu “iyilik” bize çok iyi de gelebilir ancak bazen istemeden de yapılsa darmadağın eder. Burada da böyle bir şey yaşandı aslında ikili arasında.
Nilüfer, Cihan’a iyilik yapmak isterken onun hem bazı yaralarını kanattı hem de bugüne kadar derinlerine gömdüğü hatta belki de farkında bile olmadığı hislerini ortaya çıkardı. Çocukluğundan bu yana değersizlik hissi ile boğuşan, bunu hücrelerine işleyecek kadar benimsemiş olan Cihan, Nilüfer ile değer gördüğünü hissetmişti aslında. Ve ilk kırılma anı buydu belki de onun için. Nilüfer onun fikrini sormadan bir şey yapmıştı, hem de onunla ilgili…
Cihan’ın zaten kendini aşağılamaya programlı olan beyni için bu yeterliydi. Kendisi hep “işe yaramayan, kötü, rezil, serseri” sıfatlarını duymuş ve kendi üstüne yapıştırmışken herkesin dilinde “iyiliği” ile yer alan Nilüfer ona bir ödül müydü, yoksa ceza mıydı? Tabii ki de cezaydı, çünkü Cihan’ın beyni aksini düşünmeyi bile bilmiyordu. Hem Nilüfer de babası gibi mi düşünüyordu? Yoksa o yüzden mi kitabını hızlandırmak istemişti? Cihan, Nilüfer’i sevebilmek için de bir kalıba mı sığmalıydı?
Yetebilmek Ya Da Yetememek, İşte Bütün Mesele Bu!
İlişki dediğimiz şey sadece iki kişi iken daha kolaydır, ama bununla sınırlı kalmaz hiçbir zaman. Nilüfer ve Cihan da iyi bir aile hayatı görmedikleri için anne-baba olma ve ev yönetme konusunda tökezlediler.
Nilüfer çok iyi imkanlarda yetişmiş ve bir çocuk yetiştirmenin ne denli zor olduğundan habersiz büyümüştü. Cihan ise annesi de babası da hayatta olmasına rağmen bir aile hayatı görme fırsatı yakalayamamıştı. Ne Nilüfer’in önünde iyi bir anne figürü vardı ne de Cihan’ın önünde iyi bir baba figürü…
Sevgili olarak nasıl birbirleriyle anlaşacaklarını biliyorlardı, ama anne-baba ilişkisinde önlerinde bir örnek yoktu. Bir de üstüne Nilüfer yardım almakla ilgili sorunlu bir yapıya sahipken Cihan ise kendini yetersiz hissetmeye meyilli bir yapıda olunca işlerin sarpa sarması işten bile değildi. Kendi eksikliklerini kapatmak için birbirlerini yaralarından vurmaya başlamalarının sebebi de buydu belki de…
Aşk Mı? Bağımlılık Mı? Bağımlılığı Aşk Sanmak Mı?
Hayat, acımasız gerçeklerle doludur. Kimi için bunların yüzüne vurulması onu kendine getiren bir etmen iken, kimi için de kafasında kurmaya başlamasına sebep olan bir etmendir. Cihan da Nilüfer de bu hikâyede ikinci seçenekte kaldı.
Nilüfer’in dayısının Cihan’ın öykülerine dair okuduğu acımasız eleştiri, aslında tüm denklemi gözlerimizin önüne serdi. Haklıydı. İkisinin de zaafları ve korkuları vardı ve onları birbirine bağlayan en önemli şey de bunlardı.
Nilüfer, babasından dolayı terk edilme korkusunu aşamamış ve annesi yüzünden hiç özgür hissedememiş bir genç kadındı. Babasından yadigâr kolyeyi kaybettiğinde annesi umursamazken, Cihan ona “neden o kolyenin peşine düştün?” diye sormamıştı mesela. Bence ilk dikkatini çeken andı onu sorgulamaması.
Cihan, babasından gördüğü aşağılamayı içselleştirmiş ve kendine dair her şeyin gereksiz olduğunu düşünen bir genç adamdı. Oysa Nilüfer’e bir şeyler yazdığını söylediğinde, Nilüfer onun “mesleğiyle” ilgilenmemiş ve yürekten yapılan her şeyin bir önemi olduğunu söylemişti.
Birbirlerinin yaralarını bilerek bu yola çıkmış, en başında da birbirlerine sahip çıkmışlardı. Ancak ne Nilüfer terk edilme korkusunu aşabildi ne de Cihan kendine değer vermeyi öğrenebildi. Nilüfer düşse bile herkese gülücükler saçıp yardım almadan “güçlü olduğu” imajını verirken, Cihan ise şefkati kendisinde bulmak yerine Nilüfer’den görmek istedi.
Belki de Cihan’ın aradığı sadece babasından eksik kalan şefkati tamamlamak, Nilüfer’in aradığı ise yanında “özgür” hissedebileceği biriydi. İsimlerin, kişilerin önemi yoktu. Aşk sandıkları şey belki de istedikleri şeye kavuşmak hissiydi.
“… Yeni bir şeyler öğrenmesi gereken kahramanımız her öykünün sonunda ya ölümü ya ansızın ortadan kaybolmayı ya da çekip gitmeyi tercih ediyor.”
“Büyü Artık Oğlum, Büyü!”
Çocukken hep büyümenin peşinde olur insan. Zaman geçtikçe anlar, babasından öğüt alabilmenin, annesinin dizine yatabilmenin kıymetini. Yetişkin olmak o kadar da güzel bir şey değildir aslında ama yaşamadan öğrenilmez. Sorumluluklar başkasının üzerindeyken yetişkinliğin hayalini kurmak kolay ve güzel gelir sadece. Hele ki Nilüfer ve Cihan gibi aileden yana yüzü gülmemiş çocuklar için yetişkin olmayı düşlemek daha ilgi çekici, daha kolay ve daha arzulanacak bir şeydir. Fakat her ne olursa olsun gerçek farklıdır işte.
“Hayatım boyunca benden ne beklendiyse birini bile karşılayamamış olmanın dayanılmaz huzursuzluğu içindeyim…” -Cihan
Cihan da Nilüfer de aile kurbanı olmuşlardı aslında. Tabii Nilüfer’in Cihan’ın öykülerini okurken Cihan’ın babası için dediği gibi; “Bunları yaşamış olmak böyle davranmak hakkını vermezdi onlara.”
Cihan, küçücük kızının yanında sesi duyulmasın diye ağzını kapatarak hıçkırarak ağlayabilecek duruma gelmişti. Nilüfer ile farkları da bu noktada baş gösteriyordu zaten.
Nilüfer ne kadar dağılırsa dağılsın, dışarıda ağlayıp eve gülerek gelmeyi başarabiliyordu. –bu bir maske olsa da– Cihan ise güçsüzdü ve işin kötüsü güçlü olabilmek için de bir çabası yoktu. Zinciri kırmaya çalışmıyor, o zincire mahkûm etmeye devam ediyordu kendini. Bu yaşına kadar yaptığı işlere hep mana bulunmuş, asla onaylanmamış, hiç üzerine sorumluluk almamış bir adam bir anda evlenip baba olmuştu ve mücadele etmeyi bilmiyordu. İçindeki çocuk hep aynı yaşta kalmış, büyümemişti. Bundandı zorlandığı anda annesini çağırıp dizine yatması. Oysaki her şey zamanında güzeldi.
Annesinin, o iyileşsin diye söylediği gerçeklerin ardından annesinden bile uzaklaşacak kadar tahammülsüzdü Cihan gerçeklere. Kaçmak, kaybolmak, gitmek… Cihan acıları ve gerçekleri yok saymaya çalışan, canı yandığında küsüp giden o çocuk olarak kalmıştı.
“Hayattaki en kolay, en kestirme kaçış yolu kurban rolünü oynamaktır oğlum. Kendimden biliyorum. Sen de bu rolü çok sevdin…”
Nilüfer2in de hataları vardı ama Cihan’a göre daha güçlüydü. Erken büyüyen çocuklardandı çünkü babasını küçükken kaybetmişti. Babasız büyüyen kızlar güçlü olmayı öğrenemeseler de “güçlüymüş gibi” yapmayı iyi öğrenirler.
Cihan Kaçar, Nilüfer Kalır
Cihan da bitmişti Nilüfer de… Hissedilen “hafiflik” kısa sürmüş, hayat acı gerçekleri ile onların birbirini “bir yerlere çekiştirmeye” başlamasına sebep olmuştu. Sorumluluklar yokken güzel olan her şey, sorumluluklarla beraber dağılmıştı. Cihan da Nilüfer de evlilik hayatında çuvallamıştı. Bu hikâyenin bir kazananı olamamıştı.
Cihan, Nilüfer’in her üzgünken yaptığı gibi işaret parmaklarını öpüştürerek vedalaştı kızıyla. Zorluklar karşısında pes edip Nilüfer’i onca yükün altında bırakıyordu, ama başka türlüsünü de bilmiyordu. Cihan ömrü boyunca hep kaçan, Nilüfer ise hep geride kalan olmuştu. Ve tarih bir kez daha tekerrür ediyordu.
“Gitmesen olur mu?” -Nilüfer
“Gitmem lazım…” -Cihan
İnsan ne kadar kaçarsa kaçsın en büyük korkuları ile yüzleşiyordu nihayetinde. Nilüfer’in hikayesi de böyleydi işte. Babası tarafından terk edilen bir kız çocuğunun en büyük korkusuydu terk edilmek. Cihan’ın onu ne olursa olsun yalnız bırakmayacağını düşünmüştü ama yanılmıştı. Çünkü sevmek anlayışları çok farklıydı.
Cihan sevse de gidebilirken, Nilüfer gidemiyordu. Korkuları buna izin vermiyordu. İstediği kadar kızsın, sinirlensin, kırılsın yine de bir gözü arkada dönmesini bekliyordu gidenin. Söz konusu Cihan olsa da böyleydi bu, sevdiği bir başkası da.
Öyle sansa da belki de daha en büyük korkusuyla yüzleşmemiştir. Evet Cihan ile yolları ayrılmıştı ama Cihan nefes almaya devam ediyordu yanında olmasa da. Belki de en büyük korkusu ayrılmak ya da terk edilmek değildi Nilüfer’in. Belki de en büyük korkusu “kaybetmek”ti. Arkasını tereddütsüzce dönüp gidememesinin sebebi belki de buydu. Ve belki yine en sevdiği tarafından aynı yerden sınanacaktı.
“Beni böyle sevmene izin vermeyeceğim Cihan.” -Nilüfer
Bitirmeden küçük bir not: Daha önceki yazılarımda da Cihan ile ilgili tahminlerim vardı okuyanlar bilir. Nilüfer ile Cihan’ın hikayesini, Nilüfer’in anne ve babasının hikayesine çok benzetiyor ve benzer sonuçlanacağını düşünüyorum ister istemez. :’(
Dizideki birçok replik ve sahne de buna hizmet ediyor sanki. Nilüfer ile Cihan’ın banktaki atışmasında Cihan’ın “çekip gitsem daha mı iyi olursunuz” tarzı cümlesi, Nilüfer’in dayısının okuduğu yorumdaki hikâye bitişleri, kullanılan şarkıların sözleri… vs. İzleyip göreceğiz.
Eveettt! Bu sefer eğlenceli sahneleri olsa da hep bir burukluk hakim olan ve yine bolca da hüzünlendiren bir bölümün yorumunun sonuna geldik. Hakan Bonomo, Ne İzledik‘e verdiği bir röportajında İlk ve Son’un “günlüğü” olduğunu söylemişti. Bölümlerin insan üzerinde bıraktığı etki de gerçekten bu sanki. Yaşadıklarını yazmış ve buruk da olsan rahatlamışsın hissiyatı…
O kadar çok üzerine konuşulabilecek, yorumlanabilecek, anlatılabilecek şey var ki bölümde aslında. Benim gücüm buna yetti, umarım siz de keyifle okumuşsunuzdur. Harika bir iş izliyoruz, sadece bunun için bile teşekkürler İlk ve Son ailesi!
O zaman dizinin bu haftaki bölümüyle bizi etkisi altına alacak olan o şarkı ile bitirelim yazımızı yine…
“Ah gönlüm ah yazımız kara
Yazılmış bir kez silinmez bir daha
Sevgilim yârim şimdi yok burada
Ne yapsam dönmez dönmez ki bir daha”