tds_thumb_td_300x0
Yunus Narin: “Sevdiğim Şeyin Peşinden Gidiyorum.”

Genç kuşağın parlamakta olan yıldızlarından… Tiyatronun büyüsüne kapılmış giderken büyülü bir aşkın hikâyesiyle ekranlara döndü yüzünü. Severek izlediğimiz “İstanbullu Gelin” dizisinin yıllara yenilmeyen âşıklarından Garip’in gençliğini canlandırıyor şimdilerde.

Dizinin geçmiş sahnelerine bayıldık ve Yunus Bey’i de biraz daha yakından tanıyalım istedik. Kendisi de bizi kırmadı, sorularımıza çok güzel cevaplar verdi. Geleceğe dair umudumuz gün geçtikçe artıyor 🍀

Klasik sorudan başlayalım. Bize kısaca kendini tanıtır mısın? Seni çok iyi tanıyan birisi seni bize nasıl anlatırdı?

Sorunuzu çok yakın bir dostuma sordum. Cevabını aynen aktarıyorum: 🌺

Yunus’u nasıl mı anlatırım? Yani aslında hem üzerine çok düşünerek hem de hiç düşünmeden cevap verebileceğim bir soru bu. Sürprizlerle dolu bir karakter kesinlikle, her ihtiyacınız olduğunda talep etmeden yanınızda olan öyle ki gerçekten ne kadar ihtiyacınız olduğunu bilmiyorken siz, hiç konuşmasa yaşadığınız şeye yorum yapmasa bile varlığıyla yaşadığınız yorgunluğu gerginliği alan bir dost. Tüm bunların dışında yetenekli bir oyuncu, bunu sektörün içinde olan birey olarak söylüyorum izlerken akışkan oyunculuğu var ve çok keyif alıyorsunuz 🙂

En sevdiğim tarafıysa sonuç odaklı olmaktan çok anın tadını çıkaran insanlardan yani “Biz bu yoldayız da nereye gidiyoruz abi?” yerine “Yol çok güzel değil mi?” deyip siz unuttuğunuzda anın güzelliğine sizi çekebilecek biri… Herkesin hayatında olması gereken 🙂

Ânları ölümsüzleştirmeyi sevdiğini duyduk. Ne tür fotoğraflar çekmeyi seviyorsun?

Evet fotoğraf çekmeyi seviyorum. Bu aralar pek fırsat bulamıyorum ama genelde beraber vakit geçirdiğim insanların portrelerini çekmekten keyif alıyorum. Doğaya çıktığım zaman bazen bir böceğin peşine takılıp yarım saat bir saat onu çektiğim de oluyor. O an içimden ne geliyorsa onu çekmekten keyif alıyorum kısacası.

Güne hangi şarkıyla başlamak seni motive eder?

Beautiful people

Şimdiye kadar okudukların arasından seni en çok etkileyen 3 kitabı ve yazarı sorsak peki?

Ömer Hayyam – Rubailer
Zeynep Kaçar – Kabuk
George Orwell – Hayvan Çiftliği

Son zamanlarda yaygınlaşan internet dizileri hakkında ne düşünüyorsun? Takip ettiklerin var mı?

İyi ki varlar diyorum. Umarım bir süre sonra onlar da sansüre maruz kalmazlar. Daha özgür olduklarını düşünüyorum ki bununla beraber daha cesur bir üslup kullanıyorlar. En son “Masum” , “Şahsiyet” ve “7Yüz”ü izlemiştim. Oldukça başarılılar. Doğru zamanda, doğru projeyle içinde yer almak isteyebileceğim bir mecra.

Oyuncu olmaya nasıl karar verdin?

Fiziksel ve duygusal olarak içime işleyen bir ân var geçmişte. Daha işin başlarındayken . Bir şeyler oldu tarif edemeyeceğim. Tüylerimi diken diken eden bir his. Onu hissettiğim andan itibaren bu işin peşine düştüm. Çünkü hayatımda ilk defa net bir şekilde bir işi severek yapabileceğimi anladım. Sevdiğim şeyin peşinden gidiyorum. Düşünsenize mesleğinizi icra ediyorsunuz bir de üstüne bir sürü şey hissediyorsunuz. Şahane.

Bir röportajında “Leyla ile Mecnun” dizisini sevdiğini söylemiştin. Zamanı geriye sarsak ve sana o dizide kendin seçeceğin bir karakteri oynama şansı verilse kimi oynamak isterdin? Neden?

Leyla ile Mecnun evet… Değerli benim için. L&M’deki benzer diyalogları, absürt durumları kendi hayatımda yaşarken ilk izlediğimde şoke olmuştum. Mecnun’u oynamak isterdim herhalde. Antikahraman durumları.

Dizinin kadrosuna dahil olma sürecin nasıl işledi? Senaryoyu ilk okuduğunda ne hissettin?

İşi en başından biliyordum zaten. Yaz sonuydu, yazlıkta tatilin sonlarına yaklaşmıştım. Tamer Levent’in gençliğini oynamak, hikayenin geçmiş zamanda geçecek olması beni heyecanlandırdı. Dönem işlerini çok seviyorum. Zeynep Günay Tan’la çalışmak hayalimdi benim zaten. Rolü aldığım için şanslı hissediyorum. Bu bir yolculuk benim için. Garip’le her gün yeni şeyler deneyimliyorum.

Dizide Esma ile Garip’in gençlik hâlleri çok beğenildi. Ben yoğunluğumdan ötürü diziyi internet videolarından seçip seçip izleyebiliyorum, Ilgaz Hanım’la ikinizin sahneleri ilk izlediklerim oluyor her zaman 🙂 Çok güzel yazılıyor ve siz de çok güzel canlandırıyorsunuz. Gelen yorumları okuyor musunuz?

Teşekkür ederim 🙂 Elimden geldiğince yorumları ve sosyal medyada yazılan yazıları takip etmeye çalışıyorum. Olumlu tepkiler almak mutlu ediyor. Samimi ve sıcak buluyor bizi seyircimiz. Hepsine çok teşekkür ediyorum bizi heyecanla takip ettikleri için 🙂

Dizide bir ömür aynı kadını sevmekten vazgeçmemiş bir adamı canlandırıyorsun. Peki ya sence de aşk yılların karşısında eskimeyecek kadar güçlü bir olgu mu?

Eskiyebilir veya etkisi azalabilir. Ama tekrar gördüğünde aynı şeyleri hissetmek mümkün.

Garip’ten sonra nasıl bir karakteri canlandırmak istersin?

Garip’ten sonra yine Yunus’a çok yakın durmayan, ters köşe, yaşarken yeni şeyler keşfedebildiğim bir rölü canlandırmak isterim. Risk alıp yeni şeyler denemek heyecan verici.

Dönem kıyafetleri giymek hoşuna gidiyor mu? Geçmiş bir zamanda yaşama şansın olsaydı hangi zamanda yaşamak isterdin?

Dönem kıyafetleri giymek çok hoşuma gidiyor gerçekten. Yine bu zamanda yaşamak isterdim.

Setten ve tiyatrodan kalan boş zamanlarını nasıl değerlendiriyorsun? “Rahatlamak için birebir” dediğin bir uğraşın var mı?

Şu an pek boş vaktim kaldığı söylenemez. İki oyun birden çıkarıyoruz. Yoğun bir tempo içindeyim. Set de bir yandan devam ediyor. Tatlı yorgunluklar. Dinlenmeye fırsat bulduğumda köpeğimle ilgileniyorum. Doğada olmaya çalışıyorum. Bir de akşamları gitarımı elime aldığımda rahatlıyorum.

Tiyatronun nasıl vazgeçilmez bir tutku olduğunu biliyoruz. İleride oyun yazmak ya da yönetmek gibi hâyâllerin var mı? 🙂

Evet öyle hayallerim var ama bunun için fazlasıyla donanım ve tecrübe gerekiyor. Şimdilik cemiyette pişiyorum. İleride neden olmasın? 🙂

Eklemek istediğin ya da “İstanbullu Gelin” izleyicilerine iletmemizi istediğin bir şey var mı? 🙂

Bir seneyi aşkın bir süredir bizi hiç yalnız bırakmadılar. Güzel yorumları ve tepkileriyle daha da mutlu ettiler. Bizi izlemeye devam etsinler, güzel dileklerini eksik etmesinler. Hepsine binlerce kez teşekkür ediyorum.

Son olarak da sitemiz röportajlarında klasikleşen “O mu Bu mu?” oyunumuzu oynayalım seninle 🙂

Kitabı mı filmi mi?
Film

Şiir mi düzyazı mı?
Düzyazı

Dün mü yarın mı?
Yarın

Komedi mi dram mı?
Komedi

Süveter mi ceket mi?
Ceket

Erik mi üzüm mü? :))
Yeşil erik

Bizi kırmayarak sorularımıza verdiği güzel cevaplar için Yunus Bey’e, yardımları için de menajeri Aysun Hanım’a teşekkürlerimle…

Yolunuz ışıklar içinde olsun.

Sevgiyle, umutla! 🌺

Deniz Celiloğlu: ”Tiyatro unutmuş olduğunuz şeyleri hatırlatıyor, sorgulatıyor”

Kanıt dizisindeki ‘Komiser Selim’ karakteri ile hafızalarda yer edinen, sonrasında Siyah Beyaz Aşk, Poyraz Karayel, Gecenin Kraliçesi, O Hayat Benim, Çalıkuşu gibi önemli TV dizilerinde izlediğimiz,  şimdiler de ise prömiyerini Uluslararası Tokyo Film Festivalinde yapan ‘Son Çıkış’ filmi ile beyaz perdede olan Deniz Celiloğlu ile Kendisi Bir Mekan’da keyifli mi keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.

Kitap-cafe konseptinde açılan ve hayran kaldığım mekanın fotoğraflarını da röportajda bulabilirsiniz. Söylemeden geçemeyeceğim hem kahvenizi içip hem de kitabınızı okuyabileceğiniz harika bir mekan olmuş.  Yolunuz düşerse  Deniz Bey de oradaysa inanılmaz keyifli sohbet edebilirsiniz. Çağla Hanım’ın güler yüzü de ayrı kıymetli! 🙂

Bu güzel röportaj için Deniz Celiloğu’na bir kez daha teşekkür ediyoruz. Keyifli okumalar! 🙂

-Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

İnsanların çok bilmediği Bulgaristan göçmeniyim. Burada yani Türkiye’de doğmadık 3 yaşındaydım geldiğimde. Bizden önce hiç burada yaşayan da yoktu aslında. Onun için göçmencilik zor bir psikolojiydi herhalde. Ben ortaokul ve lisede çok farkına varmazdım ama tiyatroya geçtikten sonra göçmenciliğin ayrı bir mesele olduğunu atlatılması için baya kişisel gelişime ihtiyaç olduğu falan zorlu bir travmatik bir süreç olduğunu sonradan tiyatro ile tanışınca biraz daha kavramış oldum. Ama tiyatro çok iyi geldi her şey için iyi ki tiyatrocu olmuşum diyorum. Bir tane kardeşim var benden çok alakasız beyaz yakalı kurumsal bir şirkette çalışıyordu ama o da kendince çok mutlu. Şimdi taşındılar Prag’ta yaşıyor. Bizim aile gene dağılıyor herhalde. Göçmencilik bitmeyecek galiba. Bunun dışında çok sosyal bir insan olduğum söylenemez. Daha çok kapalı ortamlarda vakit geçirmeyi seviyorum. Kapalı ortam dediğim içsel olarak da kapalı çok açık dışa dönük bir insan olamadım hiçbir zaman. Tipik bir yengeç burcuyum belki de. Evden çok çıkmam. Aktivitelerim, hoşuma giden her şey evin içinde kapalı ortamlar. Herhalde benim kontrolümde bir alan ihtiyacı hissediyorum her zaman. Böyle bir yer yapmak çok hayalimdi uzun zamandır. Çağla ile birlikte açtık burayı da kız arkadaşım. Şu an hayallerimin büyük bir kısmı gerçekleşmiş sayabilirim kendimi bu mekândan sonra. Aslında bu da bir başlangıç ama büyük bir hayalin tamamlanması diyebilirim burası için ama burası başladıktan sonra da kendi süreci başlamış oldu. Yani oyunculuğun yanı sıra bana ait üretimlerini yaratımlarını bir çatı altında yapabileceğimiz bir mekân her zaman için ikinci en büyük hayalimdi o da yavaş yavaş gerçekleşiyor gibi. Çünkü oyunculuk daha tepenizde bir çatısı olmayan bir şey yani her yerdesiniz sineması tiyatrosu dizisi başka başka ekipleri bu başını sokacak bi yer kavramı benim çok sahip olmayı istediğim bir şeydi. Şimdi o gerçekleşti.

İnsanların hayalleri biraz sınırsız aslında?

Sınırsız evet ama böyle ana birkaç nokta var ki o hayaller gerçekleşirse zaten diğerleri de onun etrafında gezenin etrafındaki uydular gibi bir şekilde gerçekleşeceğine inanıyorum.

Şanslısınız o zaman hayallerini gerçekleştirebilen biri olarak?

(gülüyor) O kadarda değil ya. Ben ona çok inanmıyorum şans kavramına. Yani evet doğru yerde doğru zamanda olmak. Şans eğer ona deniyorsa denebilir ama ben insanın kendi şansını kendi yarattığı inancında olanlardanım. Çünkü o küçük küçük bir zincir gibi, zincirin halkaları gibi hayat. Sizin arka arkaya koyduğunuz bağlantılar bir süre sonra önünüze çıkan, çıkacak olan şeyi belirliyorlar. Çokta her şey şans değil aslında. Hatta hiç katılmıyorum şanslara ve tesadüflere.

Onun dışında bir kedim ve köpeğim var evde hayvanları seviyorum ama son zamanlarda evde bile beslemek biraz insanlık dışı bir hareket mi falan demeye sorgulamaya başladım. Çünkü evet sokaktan kurtarıp evde zaten hali hazırda perişan olmuş bir hayvanı evde bakıp kurtarmak mantıklı olabilir.

Doğası gereği aykırı diye mi düşünüyorsunuz?

Doğası gereği de değil. Şimdi bu mekânda o kadar çok hayvan kedi köpek dışarıda sokak hayvanları ile muhatap olmaya içli dışlı olmaya başladık. Tamam onları besliyoruz seviyoruz. Yatacak yer, yemek tedarik etmeye çalışıyoruz ama bir yandan da bu duruma teşvik ediyoruz. Her gün çoğalıyor dışarıda mesela sokak hayvanları. Yani o çoğalma için ben kısırlaştırmadan yanayım sokak hayvanlarının özellikle ki bizim daha sonradan onları koruyacağımız hale düşürmeyelim onları. Çünkü dışarısı dolu onlarla. Ama gerçek hayvanseverlik bence sokağa düşürmeden onu engellemek. Sokağa düştükten sonra evler, barınaklar yapıyoruz besliyoruz.

Yurt dışında bu daha etkin mesela sokakta çok hayvan göremezsiniz, hatta hiç yok.

Yurt dışında yok, onları tutuyorlar. Çünkü onların iyiliği için.  Onların dışarıda kalıyor olması, dışarıda kaldıktan sonra besleniyor olmasından daha tehlikeli. Hiç dışarıda kalmamaları lazım.

 

 

-Mimar Sinan Devlet Konservatuarı’ndan mezunsunuz. Nasıl bir öğrenciydiniz? Bize öğrencilik yıllarınızdan bahseder misiniz?

Çok uyanık bir öğrenci değildim ben galiba ya. 😊 Uyanık derken şu okuduğu dönemde okulun kıymetini, değerini bunun yanında olanaklarını fark edemeyen bir çoğunluk vardır. Aslında her zaman öyledir okuldan mezun olup 4-5 sene sonra iş hayatına ya da gerçek hayata girdikten sonra fark eder okulda neleri kaçırdığını. Keşke daha çok çalışsaydım, keşke daha çok vakit ayırsaydım, kendimi geliştirmeye biraz daha derinleşmeye der genelde bence. Çokta haksızlık etmeyeyim kendime yine iyi öğrenciydim ben ama şimdiden dönüp baktığımda keşke biraz daha az hovardalık, goy goy, şamata biraz daha fazla o okulun olanaklarını kullansaydım. Çünkü bi de konservatuarda bizim öyle çok ders kitabımız falanda yoktu. Daha çok öğrencinin, kişinin kendi motivasyonuna kendi çabasına kalmış bir süreç oyunculuk eğitimi. Sen ne kadar istersen öğrenmeyi, gelişmeyi, derinleşmeyi o kadar. Çünkü sen istemedikten sonra okulunda en iyi öğretmeninde verebileceği bir şey yok aslında. Daha efektif geçirmeyi isterdim ama bence iyi bir öğrenciydim. İkisini de dengeli tuttum. Hem eğlenmeyi unutmadım hiç bi zaman inek bir öğrenci olmadım. Ama şimdi okul yıllarımı özlüyorum evet orası bizim için boş bir sahneydi, okulun bize 4 yıllığına bedava tahsis ettiği. Şimdi öyle bir alan bile hadi oynayalım desen her an kendine yer ve rol bulabileceğin bir tiyatro bulamıyorsun genç oyuncular olarak. Hadi biz kendimiz bir şeyler yapalım desen 3-5 genç arkadaş bir araya toplansan yer bulamıyorsun, mekân bulamıyorsun. Pahalı oluyor parası yetişmiyor bazen. Bir de okulda daha samimiydik. O zaman çok öyle dış dünyanın o yarışma hali o rekabet ortamı yoktu öğrenciyken daha yüksek duygularla bir şeyler yapıyorduk sahne üstünde. Onu hala kaybetmedik de dönülüp nasıl bir öğrenciydin diye sorulduğunda insanın aklına şimdi bir sürü fotoğraf, imge, imaj geliyor 😊

 

Aynı dönem birlikte okuduğunuz bizim hala ekranda izlediğimiz kişiler var mı?

Var, var canım çok var. Çoğu benim sınıf arkadaşlarım Gün Koper var şehir tiyatrosunda ve birkaç bağımsız sinemada işler yaptı, onu takip ettim. Erkan Avcı var benim bir iki dönem üstümdü. Erkan Kolçak Köstendil var, Deniz Arna var son zamanlarda yeni bir şeyler yapacak diye gördüm galiba televizyon sanıyorum. Böyle sorunca aklıma gelmiyor ama çok kıymetli, güzel oyuncular var beraber okuduğum, onlarla okumaktan çok zevk aldığım. Çoğu le beraber çalışma fırsatı bulamadık bir daha sonra hiç birbirimizi görmedik bile ama bazısıyla ya sinemada ya tiyatroda çalıştık. Şimdi en son sinema filmimiz ‘SON ÇIKIŞ’ da Ezgi (Çelik) ile çalıştık. Mesela onunla hiçbir araya gelmemiştik. Taa okul yıllarından beri 10 sene sonra bu sinema filmi için bir araya geldik, çok heyecanlıydı. Aynı dili konuştuğunuz biri ile oyunculuk yapmak, partner olmak çok zevkli bir şey.

 

Günümüzde ne yazık ki çoğu insan duygularını pek kolay ifade edemiyor. Peki siz duygularınızı kolay ifade edebildiğinizi düşünüyor musunuz?

Aslında ona da çok başka bir yönden yaklaşacağım deneyimlerinden kaynaklı. Çoğu insanın duygularını açığa vuramamasının sebebi ne şöyle bi perspektiften yaklaşmak lazım insanlar artık birbirlerinin duygularını karşı taraf bana ne demeye çalışıyor bunu anlayacak zaman, ortam bırakmadığı için aslında. İlk başlangıç bu dediğiniz doğru insanlar artık duygularını pek açığa vuramıyorlar ama. Şöyle bir şey de var karşılıklı insanlar empati kavramını yitirdiler artık. Sen beni dinlemiyorsun ki ya da anlamaya çalışmıyorsun ki ben sana duygularımı açığa vurayım, sana çok samimi bir şekilde duygularımı anlatayım. Çünkü insanlar bence onu deniyorlar özellikle çocukluktan beri. Buraya o kadar çok çocuk girip çıkıyor ki en çok onun için seviyoruz çocukları. Duygularını, kafasındaki düşünceyi, bilgiyi olduğu gibi sorgusuz sualsiz ortaya atar çocuk. E ne oluyor da büyürken biz birden duygularımızı artık korumaya, saklamaya çalışıyoruz. Ya incineceğimizi, kırılacağımızı ya da onların değersizleştirileceğini düşünüyoruz. Bence ilk önce çocukluk aşamasında büyükler ne yapıyorsa yapıyor. Duygularının, düşüncelerinin değersiz olduğunu hisseden ya da ona öyle hissettirilen çocuklar daha sonra duygularını, düşüncelerini saklarlar tabi ki. Bence bu empati yitikliğiyle alakalı.

 

Her gün düne göre farklı bir deneyim ile birlikte değişiyoruz, farklı düşünüyoruz. Konservatuar mezunu ve bir tiyatrocu olarak dün söylediğiniz ‘Neden Tiyatro?’ sorusuna bugün kazandığınız birikim ile neler söylemek istersiniz?

İnsanlar unutmasın diye. Yani bu cevap her zaman değişebilir aslında ki her zamanda değişiyor. 2-3 sene önce sorulduğunda ben başka cevap veriyordum, şimdi de başka. Çünkü mutlaka tiyatronun her şeye bir cevabı oluyor ve her dönem başka bir ihtiyaca karşılık olabiliyor tiyatro. Mesela bu aralar benim için insanlara bir takım bazı değerleri hatırlatmak, sorgulatmak. Bu çok hızlı tüketim dünyasında artık sadece ürünler, metalar değil de zaman, duygular, derinlikler, inançlar her şey çok hızlı tüketiliyor. Zaman o kadar hızlı akıyor ki artık bir şeylerin gerçekten yaşanmasına, hissedilmesine izin vermeyecek şekilde ve tiyatro seyirciyi şöyle bir olanağa götürüyor. Bir hayal ürünü ama gerçekle bire bir özdeş bir dünya kuruyorsunuz, o dünya hızlı geçerken akıp giden dünyanın arasında bir balonun içinde hapsedilmiş ve korunmuş gibi çok özel bir an. Ve orası ile temas ettiğinizde bazı unutmuş olduğunuz artık görmezden geldiğiniz şeyleri tekrar hatırlatıyor, sorgulatıyor size ve bu çok önemli bence.

 

 

Peki sizin oyuncu olarak, bir tiyatro oyunundan beklentiniz ne olur? İzleyiciye öğrenim anlamında bir şeyler verebilmek mi ya da sorgulaması için soru işaretleri bırakmak mı sonuç olmalıdır?

Aslında hepsi aynı kapıya çıkıyor. Bütün çeşitli sonuçlar, buna dair ne söylesek aynı olacak. Bence önemli olan şey duygulara dokunması. Ama ne demek bu duygulara dokunması? Size bir hissel deneyim yaşatması, bilgi vermesi ya da sorgulatması ve tabi ki hissel deneyim yaşatan her şey size bir şey sorgulatacaktır ama bu sorgulatmak ya da onun altında didaktik bir süreçten bahsetmiyorum. Yani özlem gibi, can acısı gibi, tedirginlik gibi, korku ve mutluluk gibi duygular var ya bu duyguları size o kısa anda yaşatabiliyorsa benim için bu önemli.

Geçmişe bakıldığında günümüzde tiyatroya ilgi oldukça arttı. Seyirci de artık seçici ve kaliteli işlere yöneliyor. Bu ilgi ve seçiciliği neye bağlıyorsunuz?

Bu özel ve genç teşebbüsler onu biraz arttırdı. 15-20 sene önce başlayan hatta benimde dönemdaşlarımın, benden bi 2-3 dönem önce onların başlattığı bu kurum tiyatrolarının dışında özel teşebbüsler, alternatif tiyatrolar girince devreye, çünkü kurum tiyatroları biraz geride kaldı genç zihinleri yakalamak adına bence son zamanlarda bence. Repertuarlar biraz olduğu gibi yerinde saydılar. Yeni, modern, çağdaş metinlerin hem çevirileri hem Türk yazını biraz arka planda kaldı kurum tiyatroları için gençler biraz elini taşın altına koyduktan sonra, biraz da cesaretle çünkü çok zor bu dönemde tiyatro açayım, onu ayakta tutayım, bir de geniş kitlelere ulaştırayım çok zor. Onun için bu konuda ki her teşebbüsün desteklenmesi gerektiğine inanıyorum bir şekilde. Bunlar birazcık yeni sorgulayan bir genç nesil hani bize 80 sonrası sen kaç yaşındasın bilmiyorum ama…

-25 

25 işte sizin nesil yani, bizimkiler 80 sonrası bir kayıp falan bir şeyler dendi. 90’lar daha atik olduğu söyleniyor şimdi. Ben de öyle genel geçer sosyolojik kavrayışlardan bahsediyorum ama.

 

Bizim dönemimiz, benim yaşıtlarım da daha fazla ilgi duyuyor artık galiba?  Pazar günü oyunda gördüğüm kadarı ile genç izleyici çok fazlaydı.

Evet evet hatta bizde onu tartışmıştık orda biliyor musun? Allah Allah pazarları normalde emekli günüdür. Daha orta yaş insanlar gelirler matine ederken o kadar çok genç vardı ki 😊 Oyundaki seyircinin yoğunluğundaki genç nüfusu çok fark ediyorum bende.

 

Kral Lear’ı hafta sonu izleme şansı bulan biri olarak gerçekten çok güzel bir oyundu. Biz dahil salondan çıkan herkes bir kez daha izlemek istediklerini söyleyerek ayrıldılar. Emeğinize sağlık. Peki sizin nasıl gidiyor oyun?

Hadi ya! 🙂 Çok güzel gidiyor. Prova biter ikinci bir prova süreci gibi bir olgunlaşma süreci başlar prömiyer ile birlikte. Seyirci ile karşılaştıktan sonra oyun, pişme süreci devam eder, hala o sürecin içindeyiz biz. Çünkü başka kapılar açılıyor, biz yeni farkındalıklar yaşıyoruz. Onun için çok eğlenceli gidiyor ama çokta ben kişisel olarak tepkilere kulak asmamaya çalışırım. Çünkü bu şey gibi yani dinlerim eleştirileri yani eleştiri de değil karşı tarafın ne algıladığını ne anladığını dinlemeye çalışırım ama bu beni düşürecek, kaldıracak, yaptığım işi tasdikleyecek ya da boşa çıkaracak anlamlara hiç o düzleme sokmadan dinlemeye çalışırım her türlü eleştiriyi. Çünkü bir şeyi seçip ortaya koyduktan sonra artık onu orda öylece bırakmak gerekiyor. Çünkü bizim inandığımız bir şey bu ve çok fazla dinleyince kafalar karışıyor. Ama şimdilik insanların tepkisi çok güzel, çok yüksek enerjili bir şeyler var sahne üstünde. Hem bizim performanslarımızı çok seviyorlar hem Shakespeare’in şiirinin, dilinin çok farkındalar oda çok etkileyici tabi ki seyirciyi çok etkiliyor. Ben trajedi bekleyip komedisi ağır bu kadar gülebileceğini düşünmeyen insanları da görüyorum. Aaa bu kadar gülecek miydik ya? Diyor bazılar mesela 🙂 Hatta ilk perde de gülmeye çok alışıp ikinci perde de birden böyle işler biraz daha karanlık hale gelince kafası karışan seyirci de oluyor. Nasıl desem dalgası, rüzgârı bol bi atmosfer yani.

Biz oyun hiç bitsin istemedik açıkçası 😊

Evet, O etkiyi görüyoruz bizde. Zaten seyirciden oynarken dahi enerji geliyor onu hissediyorsunuz zaten. Bu çok güzel.

 

 

Kanıt Türk Televizyon tarihinde çok rastlanmayan bir diziydi. Sevil Atasoy bilimsel açıklamalar yapıyordu ve hikayeler gerçek olaylardan esinlenilmişti. Gerçeği yansıtan bir işin içinde olmak size nasıl hissettirdi? Süreç nasıl gelişti?

İşin ayakları bastığı için, onun içinde hareket etmesi oyuncu için kendi açımdan çok güven verici ve keyifli oluyor. Fakat diğer işlere nazaran daha ayakları yere basan diyorum ya işte. Hani reyting kurbanı olmaya aday, devam edecek mi etmeyecek mi, seyirci beğenecek mi beğenmeyecek mi kaygıları olan dizilerde bıçak sırtındasınız oynarken ilk bölümlerde tutturacak mıyız biz o işi falan derken. Kanıtta çok öyle olmadı biz zaten sırtımızı dayadığımız gerçeklik, Sevil Hoca’nın birikimi ve katkısı, olayların kurgusu hepsi çok sağlam dayanaklar olduğu için bizim için çok keyifliydi içinde oynaması. Bi kere biraz daha eğitici demeyeyim ama insanlara daha kendi hayatları ile de bir şeyler bağ kurdukları hikayeler. Kurgu dizilerde böyle birden acayip yerlere gidiyor hikâye. Gerçek hayatta olur mu böyle şeyleri sorgulattığı saçma sapan şeyler olurken Kanıt seyirciyi buradan yakaladı. Çünkü gerçekti o hikayeler, karakterler, ilişkiler bizim gündelik hayatta gördüğümüz, karşımıza çıkan ya da mutlaka bi yerlerde ya komşusunun başına gelmiştir ya tanıdığının başına gelmiştir öyle hikayeler olduğu için seyirciyi tutuyordu bence. Birde sıkmıyordu kısaydı çok uzun değildi ve her hafta başka bir hikâye vardı. İstediğiniz yerden girebiliyordunuz oraya, devamlı takip etmek dizinin artık müptelası olmak zorunda değildiniz.

Hala tekrarları da çok izleniyor. Denk geldikçe bizim evde de izlenir 😊

Biliyorum izliyorlar hala izliyorlar. Hatta tekrarları kendisinden daha fazla izlendi.  O zaman bu kadar popüler değildi Kanıt.

 

Siyah Beyaz Aşk’ta abisini affetmekte zorlanan bir karakterdi Yiğit Aslan ve siz bunu ekrana çok iyi yansıttınız. Gerçek hayatta da kolay affedemeyen bir yapınız mı var? Yoksa tamamen oyunculuktan kaynaklı mı biz bunu bu kadar net hissettik?

Bence kalbi kırılan herkes affetmekte zorlanır. O kalbinizin ne kadar paramparça olduğuyla alakalı. Küçük bir çatlak varsa kolay hallediyorsunuz. Paramparça bir kalbin müsebbibini affetmek öyle kolay değildir yani. Ben gerçek hayatta o kadar karşı tarafı da zorlamam affedilebilecek bir husus varsa eğer. O da eğer pişmansa, acı çekiyorsa yani süründürmek bende yoktur mesela. Affetmek gerekiyorsa ve lazımsa affedilir. Ama dediğim gibi ne kadar kalbinizin kırıldığıyla alakalı ama böyle süründürmeye karşı tarafı pişman etmeye acı çektiğini falan görmeyi istemem gerek yok. Oynadığım karakter de oda vardı mesela.  Yiğit karakteri biraz fazlaca işi abartıyordu bence. Ama olsun onu da demek ki çok kırmışlardı belki de.

 

Peki şimdiye kadar oynadığınız karakterleri düşünürsek size yakın gelen ya da size tamamen aykırı bir karakter oldu mu?

Valla ne yalan söyleyeyim oldu tabi olmaz olur mu? Oluyor ki anca öyle oynayabiliyorsunuz zaten ya da mutlaka her karakterde bir yakınlık kuruyorsunuz ama Kanıt da ki Selim karakteri o içindeki çocukluğu, saflığı, direktliği, umursamazlığı kaybetmemiş hala diri kalmış enerjisi ile öyle bir karakterdi. Onu seviyorum, zaten onu oynarken de gençtim. Sonra ‘Ev’ i çekmiştik 2012 falandı ilk sinema filmimdi o benim. Çokta güzel bir işti bence. Oradaki karakteri de çok sevmiştim. O da çok çünkü gerçek dobra bir karakterdi. Bana da sonra hep böyle ya dimi öyle roller geldi. Emniyet mensubu, gerçek, dürüst, dobra karakterler. Ben öyle bir karaktermişim 😊

Aslında değindiğiniz iyi oldu. Bize de hiç böyle birbirini tekrarlayan karakterler gibi gelmedi açıkçası.  Siz rolünüzü seçerken nelere dikkat ediyorsunuz?

Biraz farklı bir şeyler olsun yani çünkü dizi, tv sektöründe insanların sizi görmeye alıştığı şeyleri genelde cast seçimi yapılırken buna dikkat edilir. Çok ters castlar yapılmaz. Çünkü seyircinin alışık olduğu bir formunuz, biçiminiz vardır falan ama bana demek ki bu güzel bir şey demek ki oyunculuğuma güveniliyor. Bunları yapabileceğim öngörülüyor ve inanılıyor ki böyle rol teklifleri geliyor. Evet seçerken bende özen gösteririm evet ama o roller gelmezse de sizin de çok seçecek şansınız olmaz. Demek ki insanlar yapabileceğime inanıyorlar ki farklı farklı roller geliyor ve ben bunu çok seviyorum. O zaman ben sadece bir rolün oyuncusu değilim. Her şeyi oynayabiliyorum bunu da yapabiliyor olmayı kendine göstermek de çok özel bir duygu.

 

Son diziniz erken bitti ve bu sıralar erken final olan birçok dizi var. Yabancı dizilerde sezonluk anlaşmalar oluyor ve onaylanırsa yeni sezon geliyor.  Böylelikle plansız erken finallerinde önüne geçilmiş oluyor. Sizce bunu Türkiye de neden yapamıyoruz?

Hiçbir fikrim yok desem 😊 Bence kimsenin de bir fikri yok. Çünkü zaten birinin gerçek anlamda bir fikri olsa bu işi bulmuş, çözmüş paralar kazanıyor, işleri batmıyor falan olacak. Yoksa her yapım şirketi bi denemeyle yola çıkıyor. Ya tutarsa ya tutmazsa hiç kimse emin değil bundan. Bende en çok buna şaşırıyorum. Dünyada bu işler yapılıyor, koca koca sektör haline gelmiş bizim de örnek alabileceğimiz bakıp adamlar nasıl işler yapıyor diyebileceğimiz örnek var artık. Beni de çok şaşırtıyor neden böyle oluyor kısmı. Yani herhalde bu iş olur tutar biz bu senaryoyla bu karakterlerle seyirciyi yakalarız mı deniyor. Ama bence biraz daha günü kurtarmak algısından çıkmalı bu sektör, sektörün karar verenleri ve önde gidenleri. Bu söylediklerimizi herkes konuşuyor ama deneyen yok. Biz şöyle çekelim bakalım 15 bölüm ya da deniyorlar. Netflix yapmaya çalışıyor bir şeyler şimdi. Bu soruya söylenecek çok şey var aslında. Umarım daha iyi koşullara girer. Para kaygısı diye bir şey de var 15 bölüm dizi çekip yayınlamak arka arkaya onu satacağınızdan emin olunması lazım, o paranın tekrar size döneceğinden emin olmanız lazım. Öyle bir durumda yok. Her şeyin dövize bağlandığı kriz ortamları da çok etkili bunda. Aslında çok karmakarışık kompleks bir yapının sonucu bu. Garip bir ülke de yasıyoruz yarın ne olacağı belli olmayan bir ülkede. Bence yavaş yavaşta oturacak 15 – 20 sene öncesinin dizilerine baktığımız zaman prodüksiyonel anlamda ya da iş hacmi anlamında çok büyüdü bu sektör. Önceden 8-10 diziyken 40-50 diziye çıktı bir sezon içinde. Aslında bu bir uzun süren geçiş aşaması. Bence ilerde orta vadeli süreçte daha iyi şeyler olacak.

Sizce internet dizileri etkili olur mu bu süreçte?

Olacak tabi, çünkü internette daha özgür bir alan olacak. Ben yarın küçük bir birikimle bir internet dizisi çekip koyabilirim. Yapımcıya ihtiyacım olmadan, herhangi bir kısıtlayıcı baskı olmadan. Çünkü sponsorlar o işi bitirebilecek miyim bitiremeyecek miyim, üstüne para kazanabilecek miyim kazanamayacak mıyım kaygısı olmadan. Ha tabi ki para kaygısı yine var. Sizin ikinci işinize bir daha devam etmeniz için önemli ama artık herkesin kendi kanalını, herkesin kendini ifade edebileceği ortamı kurabileceği bir internet ortamı var ya o bence biraz daha şey olacak; herkesin işine yarayacak sektöründe işine yarayacak bir şey bence bu. Şimdi Bartu (Küçükçağlayan) dizi yaptı bir tane kendi yazdığı, kendi parasıyla çektiği bilmiyorum tabi kendi parası ile mi çekti hepsini ama vardır mutlaka destekçisi ortak yapımcısı bir şeyi ama sonuçta bu internet mecrası var diye var ve yapabiliyor. Bunu ilerde ondan cesaretle başkaları da yapacak. Biraz daha belki bizim skalamız genişleyecek. Her türlü hikayeler, her türlü karakterler olacak. Ben süre olarak o kadar uzun olacağına da inanmıyorum Bartu’nun herhalde 35-40 dakikaya bağlayacaktır bir bölümü izleyeceğiz. Evet bence internet önünü açacak her şeyin.

 

 

Süresinin kısa olması da etkili olabilir belki. 2,5 saat şu an bir dizi ve özeti ile birlikte gece 12 de bitiyor. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Ben izlemiyorum 2.,5 saat bir dizi akıl karı değil. Böyle sanki dizi izlemek gibi olmuyor.  Tv açık oluyor akşam işten geldikten sonra Tv açık oluyor uyuyana kadar. Ses olsun orda arkada fonda bir şey olsun. Zaten 2,5 saat nasıl dolduracaksın döndür döndür aynı şeyler.  Hepimiz bunları biliyoruz. Ben aynı zamanda oyuncu olmanın dışında bir de seyirciyim de yani.

 

Siz kitap okumayı seviyorsunuz galiba? Kitap-cafe fikri oradan mı geldi? Okumayı sevdiğiniz bir yazar ya da kesin okuyun dediğiniz bir kitap var mı?

Var tabi. Kitap okumayı evet seviyorum. Kitap okumayı seviyorum da değil de şey hani yemek yemeği seviyorum gibi aslında. Çünkü kitap sürekli okunması gereken bir şey. Kitap okumayı sevip sevmemek bence hayati bir şey olduğu için o klasmanda değil hayati bir şey yemek yemek gibi. Nasıl su içmeyi seviyorum, yemek yemeği seviyorum denmez ya. Genelde felsefe, sosyoloji, psikoloji içerikli biraz daha edebiyat ve kurgu dışı insan doğasını kavramaya yardımcı olacak şeyleri seviyorum. Herhalde oyunculuk tarafımdan geliyor. İnsanın nasıl hareket ettiğini hem iç hem dış hem ruhsal hem fiziksel onu kavramayı, onunla ilgili her gün derinleşmeyi daha çok haz alıyorum ondan. Oyunculuğuma büyük katkısı oluyor çünkü. Yani daha çok kuram kitapları okumayı seviyorum felsefe gibi, sosyoloji gibi. Felsefe ile şiiri, insanın ruhuyla daha gündelik çok samimi duyguları birleştiren yazarları seviyorum. Mesela bizim Türk yazınından Oğuz Atay’ı sonra Yusuf Atılgan’ı, Ahmed Arif’i yabancılardan da Pessoa’yı. Goethe ve Niche’yi okumaya başladım tekrar bu aralar. Bir de her yaşta ve dönemde okuduğunda bir şeyler mutlaka bulabileceğin yeni yeni şeyler bulabileceğin yazarlar.

 

Plaklara ve müziğe ilginiz bilinen bir şey. Siz şarkı söylemek ister miydiniz?

Evet evet doğru plak dükkanım bile vardı ortağımla. Müziği dinlemeyi de icra etmeyi de severim. Ortaokuldan beri gitar çalarım. Evde kendi kendime gitar çalıp müzik yapmayı severim. Sonra müzisyen arkadaşlarımda oldu onlarla bir şeylerde yaptık. Beraber plak dükkânı işlettiğimiz Deniz müzisyen. Gitar bölümü, caz mezunu. Hatta beraber şarkılar kaydedip acaba bir şeyler yapsak mı diye düşündüğümüz zamanlarımız da oldu. Yapacağız da herhalde 😊 Ama tamamen amatör ruhla kendimizi mutlu, memnun etmek için. Tabi ki insanlarla da paylaşacağız. Ama şey gibi de değil ‘bundan sonra da müzisyen olalım bakalım 10 sene ‘gibi de değil. Zaten eğlendiğimiz şeyi birlikte derli toplu kayıt altına almak, çünkü  plak, cd, kaset dinliyorum ben hala. Bir şeyi kayıt altına alıp elinde tutabileceğin formda olması müziğin, filmin onu çok önemsiyorum ben.  Çünkü müzik artık sadece dijital ortamda sadece o aplikasyonların, programların, web sitelerinin içinde o biraz yabancılaştırıyor. Yoksa albümü, Plak’ı ya da cd yi kartoneti ile birlikte eline alıp tuttuğunda içindeki o belgesi, yazıları, fotoğrafı o bir bütün ya hazırlanmış bir proje ve onu elinizde tutmak çok önemli. Onu dinlemek için geçtiğiniz süreç ritüel gibi çok güzel. Kalkıyorsun rafa gidip o kaseti alıyorsun, kapağını açıyorsun, kaseti çıkarıyorsun, içine takıyorsun, tuşuna basıyorsun, arkasında şarkılarını okuyorsun, kaç yılında yapılmış, kim kaydetmiş, gitarını kim çalmış hepsini orada görebiliyorsun. Ama bugün şu an burada çalan şarkının kimin olduğunu bile bilmiyorsun. Çünkü bir listeden çalıyor. O hard copy de öyle bir şey yok. İzlediğin filmin yönetmeni her şeyi yazıyor kutusunun üstünde. Onun için elinde tutmak çok önemli ve değer veriyorum. Onlar ölmesin. Kitap gibi.

 

‘Kendisi Bir Mekan’ın hayaliniz olduğundan bahsettiniz. Birkaç ay önce açıldı. Peki neden şu an? Neden daha önce ya da daha sonra değil?

Şartlar galiba. Çağla ile bir araya gelmemizin büyük bir etkisi var. Çünkü hani konuşmanın başında dedin ya birbirini anlayan, hayata aynı pencereden bakan insanlar bir araya geldikten sonra. İnsan hiçbir zaman tek başına yapamaz. Bu her zaman böyledir. Sizin içinizde tohumunu ektiğiniz bitkinin suyu, besini, alacağı güneş bir başkasında olur. O onu katar siz öbürünü katarsınız bir çiçek çıkar, sonra ona beraber bakarsınız, Onun gibi bir şey.  Bazen bazı şeylerin hayata gelmesi için karşılaşmalar olması gerekiyor. Nasıl bir çocuk doğacak bir yumurta döllenecek diye iki kimyanın birleşmesi gerekiyor ya, bu da onun gibi bir şey aslında. Fikir annesi ve babası biziz bu işin. Birbirimize öyle bir destek de bulunduk. Sonra dediğim gibi bazı şeylerin her zaman öyledir ya şekillenmesi, pişmesi gerekiyor. Ben semt değişikliği de yaptım. Onunda biraz etkisi var. Kadıköy’den buraya geldim. 5 sene Kadıköy’de oturdum. Orasının enerjisi çok iyi geldi bana ama. Bir süre sonra daha sakin, daha inziva bir yere çekilme ihtiyacı hissettim. Sonra Selimiye’ye taşındık. Burası çok yakın Kadıköy’ün hemen dibinde Kadıköy gibi insanları, çevresi, popülasyonu ama işte böyle bakir kalmış çok kalabalık değil, daha sakin.  Biraz o sakinliğe de çekilince fikirler biraz daha cesaretle gün yüzüne çıktılar. Bir de mekânı da bulduk. Buranın ekonomik şartları da daha uygun mesela Kadıköy’e göre.  Böyle bir fikir vardı zaten aklımda ama çok geniş bir mekâna ihtiyacımız vardı. Aynı mekânın içinde biz çok şeyi bir araya getirdik. Kitaplarla, cafe kısmı ile yukarda hem çocuklarla hem büyüklerle etkinlik ve atölyeler yapıyoruz. Yavaş yavaş onların organizasyonuna da başladık. Onun için büyük bir mekâna ihtiyacımız vardı. Burada onu da bulduk. Bak bu bile bir şans değil yani semti değiştirmeseydik burayı bulamayacaktık.  O mekân o semt değişikliği o da kendiliğinden gelmedi, ihtiyaçtı.

Son olarak sizi izleyen ve destekleyenlere bir mesajınız var mı?

Evet var 😊 Herkes kendi için o neyse ama insanlar peşinden koştukları bazen yersiz de gelse bazen zor da olsa, hayal kırıklığına çıkışsızlığa da kapılsalar peşinden koştukları hayallerinden hiçbir zaman vazgeçmemeli diyorum ben.  Kimi görsem bunu söylemek isterim. Çünkü garip dönemlerden geçiyoruz hem ülkece hem dünyaca. Hani bir şeylerin tatsızlaştığı, içinin boşaldığı, değerlerin kaybolduğu bir dönem bence.  Fakat hayatta her zaman ‘rağmen’ hayata tutunan, devam eden asla yılmayan insanlar var ya gelecek onların olacak. Geleceği onlar kuracaklar. Bir tane hayatımız var bence kimsenin ne dediğini, kimsenin ne düşündüğünü hiç ona takılmadan hayalini kurduğumuz, peşinden koştuğumuz her türlü değerin arkasında durmamız gerekiyor bence. Siz de onu yapıyorsunuz işte belli ki. Size de teşekkür ederim. Size değer verip ya da konuşmaya, muhabbet etmeye, söylediklerini dışarı aktarmaya değer gördüğünüz için beni, ben teşekkür ederim öncelikle ve bu çabalar önemli. Hiç kimse attığı adımın, gösterdiği çabanın boyunu ya da hacmini ölçmeden yapmaya devam etsin. 😊

 

Deniz Bey’e keyifli sohbeti ve ev sahipliği için bir kez daha teşekkür ederim. Bu güzel kitap cafeyi görmek isteyenler için de adres ve sosyal medya hesaplarını bırakıyorum 🙂

instagram: @kendisibirmekan

Adres: Selimiye mah. Selimiye Kışla cad. No 14’A Üsküdar – İstanbul

Röportaj: Mine K.

Yağız Can Konyalı: “İnsan hâyâli ne ise onun peşinden gitmeli.”

Genç kuşağın başarılı oyuncularından… Televizyon ve sinema, seslendirme işlerine devam ederken tiyatro tutkusundan da vazgeçmeyenlerden… Son zamanlarda “Bizim Hikâye”de canlandırdığı Rahmet karakteriyle yıldızını daha da bir parlatan oyuncumuzu biraz daha yakından tanıyalım istedik.

Kendisi de bizi kırmadı ve sorularımıza verdiği güzel cevaplardan geleceğinin çok daha parlak olacağına iyice emin olduk. Çalışarak dinlenen, son derece idealist, pırıl pırıl bir genç. Yolunun açık, heyecanının daim olmasını dileyerek sözü ona bırakıyorum 🙂

Klasik sorudan başlayalım. Bize kısaca kendini tanıtır mısın? Seni çok iyi tanıyan biri bize seni nasıl anlatırdı?

Hiperaktif, neşeli, işini çok seven, zaman zaman agresif derlerdi herhalde. Bu tanım iyi yani 🙂

Çetin Tekindor, Ayşen Gruda, Halit Ergenç ve Fırat Tanış gibi usta oyuncularla çalıştın. Bunun sana getirisi neler oldu? Setlerde onların deneyimlerinden faydalanma şansın oldu mu?

Yani Çetin Tekindor’la çalıştım denemez, 14 yaşında filandım, onu sette bir-iki kere gördüm. Aynı filmde Halit Ergenç’i sette bile görmedim. Ayşen Abla’yla çalışmak büyük bir şey tabii ki. Çok heyecanlandım sete gelince, öldüğüm güne kadar “ben Ayşen Gruda’yla oynadım” diyeceğim. Bundan daha büyük bir getiri olabilir mi? Fırat Tanış’la abi-kardeş oynadık, inanılmaz bir deneyim tabii ki. Çok güçlü bir aktör, sadece aktör de denmez tam bir sanatçı o. Bir sahneyi oynamak için gözlerine bakıp replik geçmeniz yeterli oluyor.

İlk aşkın futboldu ama sen ikinci aşkını, sinemayı seçtin. İzleyiciler olarak bu durumdan memnunuz ama nedenini de merak ediyoruz. Özel değilse senden dinleyebilir miyiz?

Sağlık problemleri… Çok da başka bir nedeni yok aslında ama küçük yaşlardaydım bu değişim yaşandığında, 13 filandı yaşım.

Takip ettiğin yerli/ yabancı diziler var mı?

Bir diziye başlayıp devamını çok getiremiyorum genel olarak, Netflix’te filan bakıyorum ara ara bir şeylere… Yerli dizilerde ise ara ara hepsine bakıyorum neler oluyor diye, yoğun tempoda zor oluyor bir şey takip edip ilerlemek.

Dizide canlandırdığın “Rahmet” karakteri ailesi için hâyâllerinden vazgeçti. Gerçek hayatta bir arkadaşın benzer bir durumda olsaydı ona ne söylerdin?

Bu karmaşık bir soru, ama bence klasik de olsa insan her zaman istediğini yapmalı ve hayali ne ise onun peşinden gitmeli…

Şu an için Rahmet karakterinin aşk yaşadığı kişi Derin ama Deniz’le de aralarında büyük bir elektriklenme var. İzleyici de bunun farkında ve çoğu kişi Rahmet Deniz’le olsun istiyor. Gelen yorumları okuyor musun?

Sayfama düşüyor görüyorum zaman zaman. Öyle bir şey oldu evet, heyecan da getirdi diziye memnunuz. Bakalım ne olacak biz de bilmiyoruz tabii ki…

Sence Deniz kötü bir karakter olmasaydı bir şansları olur muydu? Ya da şöyle soralım: Bir tarafın kötü olması sence aşka engel mi?

İyi-kötü karakter hemen yargıya varılacak şeyler değil. Ekranda da hayatta da bu kavramlar kişiye, duruma göre değişkenlik gösterebiliyor. Mesele aşk olunca tabii ki ve hatta maalesef hiçbir şey engel olamıyor. Olunca oluyorsun işte.

Bunca zamandır birçok dizi, film ve oyunda yer almana rağmen izleyici seni asıl Rahmet karakteri ile tanıdı. Sence izleyicinin Rahmet’i bu kadar çok sevmesinin nedeni ne?

Dizinin yapısıyla ilgili. Bu hikâye her karakteri ön plana çıkardı ekranda. Bunda  bizim aramızdaki inanılmaz enerjinin de büyük etkisi var tabii ki. İnsanlar kabul ettiler bu hikayeyi, sahiplendiler. Hakikaten “Bizim Hikaye” bu dediler. Bunun gücüne bağlıyorum.

Dizide oynarken aynı zamanda da “Çıkmaz Sokak Çocukları” isimli bir oyunda rol alıyordun. Tiyatronun nasıl vazgeçilmez bir tutku olduğunu biliyorum ama diziyle aynı anda götürmek zor olmuyor mu? Nasıl yetişiyorsun?

Hiç değil. Keyifli bile oluyor setten çıkıp oyuna gitmek. O oyun daha iyi hissediyorum. Sadece turneler biraz kursakta kalıyor, ben oyun biter bitmez hemen uçağa binip sete dönmek zorunda oluyorum bazen.

Bizimle paylaşabileceğin komik bir set anın var mı?

Çok var tabii. Geçen sene Nejat ile kavga sahnesi çekiyorduk. Bir amca geldi, “Çocuklar yakışıyor mu size? İki genç ne güzel çocuklarsınız.” deyip tuttu bizi kolumuzdan barıştırmaya çalışıyor :)) Çekim olduğunu öğrenince şok oldu.

Hadi biraz da yapımcıların kulaklarını çınlatalım. Rahmet’ten sonra nasıl bir karakter canlandırmak istersin? Kötü bir karakteri oynamak ister miydin mesela?

Her şeyi oynamak ister oyuncu. Sadece zamanları vardır bunun.

Gelecek adına oyunculuk dışında bir yerde görebilir miyiz seni? Kendi filmini ya da oyununu çekmek/yazmak gibi hâyâllerin var mı?

Vallahi bir kısa film çekeceğim. Aklımda 2 yıldır, düşünüyorum yazıyorum bir şeyler ama vakitsizlik şu an izin vermiyor. İlla ki olacak ama.           

Haydi hayırlısı diyelim o zaman, bekliyoruz :))

Son olarak site röportajlarımızda klasikleşen “O mu Bu mu?” oyunumuzu oynayalım seninle 🙂

Çay mı kahve mi? Kahve
Gündüz insanı mısın gece insanı mı? Gece
Komedi mi dram mı? Değişir!..
Tatlı mı tuzlu mu? İkisini de bıraktım epeydir.
Süveter mi ceket mi? Ceket
Tiyatro mu sinema mı? İkisi de farklı büyüler ve heyecanlar.

Röportaj teklifimizi kırmayarak sorularımıza verdiği güzel cevaplar için Yağız Bey’e, bu süreçteki sıcak yaklaşımı adına da menajeri Işıl Hanım’a teşekkürlerimle…

Sevgiyle, güzellikle kalın 🍀

”Suskunların Yeri Bende Ayrı”: Emirhan Akbaba ile Keyifli Bir Röportaj

Bazıları onu Suskunlardaki Sarı olarak tanıdı, bazıları Poyraz Karayel’in İsa’sı olarak, bazıları da Siyah Beyaz Aşk’taki Küçük Ferhat olarak… Oynadığı diziler ve canlandırdığı karakterlerle hepimizin kalplerine dokundu, hepimiz çok sevdik onu. Kendisiyle çok samimi ve bir o kadar keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Bu güzel röportaj için kendisine bir kez daha teşekkür ediyoruz. Hadi o zaman Emirhan Akbaba’yı hep birlikte daha yakından tanıyalım!

Röportaja başlamadan önce seni bi tanıyalım. Kimsin, nerelisin, kaç yaşındasın?
Kırklareli’liyim. 17 yaşındayım.

Oyunculuk senin için ne ifade ediyor?
Öncelikle oyuncu olmaktan gurur duyuyorum. Çünkü oyunculuğu bir iş olarak görmüyorum. Bazen yaptığımız projeler, çektiğimiz sahneler o kadar gerçek ki, hayatı o kadar güzel yansıtıyor ki o karakteri benimsemiş oluyorum sizler gibi bende. Sanki öz kardeşimmiş gibi…

İsa da bir kardeşin yani… Onu özlüyor musun?
İsa’yı tabi ki özlüyorum. Haylazlığını, abiliğini, Poyraz abisiyle yaptığı ödevleri, annesi Ümran’ı, Albay’ını, Sinan’ını, Taşkafa’sını…

Çok güzel konuya girdik çünkü sıradaki sorum tam da şuydu; Poyraz Karayel efsanesinde yer aldın. Peki dizi sana neler kattı? Poyraz Karayel serüvenini anlatabilir misin bize?
Böyle bir projede yer almam benim için büyük bir şanstı. Dünyanın en güzel insanlarıyla tanıştım. Bulunduğum en uzun soluklu projeydi. Poyraz Karayel’de büyüdüm. Önceki projelerim gibi değildi. İyi oyuncuların içinde oynadım. Onlardan çok şey aldım, çok şey ögrendim. En başta İlker Abi’mden dövüşmeyi öğrendim 🙂 Şaka bir yana bu projenin içinde bulunduğum için gurur duyuyorum. Bu projede bulunmamda yardımcı olan yönetmenimiz Çagrı Vila Lostuvalı’ya çok teşekkür ediyorum. Gerçekten o olmasa İsa ile hiç tanışmayacaktım. En güzel günlerimdi diyebilirim.

Peki bugüne kadar oynadığın diziler arasında en çok hangi karakter benziyor sana?
İsa. Kesinlikle.

Poyraz Karayel’de başka bir karakter oynama şansın olsaydı, kadın erkek, yaşlı küçük fark etmez. Hangisi olurdu?
Poyraz ya da Zülfikar olurdu. 🙂

Set aralarında en çok ne yapmaktan hoşlanıyorsun? Oyuncularla nasıl vakit geçiriyorsunuz?
Sohbet ediyoruz, yemek yiyoruz. Kitap okuyorum ya da film izliyoruz uzun bir aramız varsa.

Ben ikizinle de bir şeyler yazıp çektiğinizi biliyorum. Şu an ne yapıyorsunuz?
Şu an fanmade tarzı şeyler deniyoruz sürpriz olsun! 🙂

Bir tane seçme hakkın var… Yönetmen mi, oyuncu mu senarist mi olurdun? Ve neden?
Yönetmen olmak isterdim çünkü kamera arkası bana biraz daha yakın geliyor ve bu deneyimi yaşamak güzel olurdu.

Biz seni hep dizilerde, filmlerde tanıdık… Emirhan kim?
Emirhan sevdiği işi yapmaktan mutlu olan birisi. Koyu bir Beşiktaş taraftarı. Spor yapmayı ve film izlemeyi seven birisi. En sevdiği film Cclubhouse Detectives. Öğrenmeyi seven birisi Emirhan. İyi çocuk ya Emirhan! 🙂

Kitap okumayı sever misin?
Evet.

En sevdiğin kitap hangisi?
Harry Potter serisini seviyorum. Şuan başladığım bir kitap var “Simulakra ve Simulasyon” Jean Baudrillard’ın bir kitabı.

En sevdiğin söz ne?
Nereden duyduğumu bilmiyorum ama şöyle bir şeydi “Başarısız olduğunda yere çarpmadığın sürece düşüyor değil uçuyor sayılırsın tekrar denemekte fayda var.”

Şu an herhangi bir yazarla oturup sohbet etme imkanın olsaydı bu kim olurdu?
Oğuz Atay’ı tanımak isterdim.

Vaayyy Poyraz Karayel’ciyim diyorsun yani 🙂
Daima. 🙂

Marvel hayranı olduğunu biliyorum. Orada bir karakter canladırabilseydin bu hangisi olurdu?
Spiderman olabilir favori süper kahramanım olduğu için ya da Captain America! 🙂

Peki kendi kahramanını seçebilseydin. Güç, karakter, dış görünüş, isim… Senin yarattığın kahraman nasıl biri olurdu?
Bütün güçlere sahip olurdu. Uçma, ışınlanma, görünmez olma, beyin okuma, hızlı koşma, lazer gözler, süper duyular, AĞ ATMA, şekil değiştirme! 🙂 İsmi de Mr. Everything olurdu! 

Poyraz Karayel’de İlker Kaleli, Burçin Terzioğlu, Musa Uzunlar gibi başarılı ve usta oyuncular yer aldı. Onlardan ne öğrendin?
Öncelikle böyle oyunculukları izleme fırsatına eriştim. Ne öğrendim. Oyunumu güçlendirmek için çok yardımcı oldular. Her kayıtta ilk kayıttakı gibi oynamamı sağladılar. Onlar sayesinde oyunculuğu anladım. 🙂

Poyraz Karayel setinde en unutamadığın anın nedir?
Unutamadığım anım. Setteki ilk günümdü. Çağrı Ablam ve İlker Abim dışında çokta kimseyi tanımıyordum. Ama sonra alıştım. Sonra setin olduğu yere gittim. İsa olarak ilk defa oradaydım. O evdeydim. Ödevimle birlikte. Kalemimle defterimle. Çok heyecanlıydım İlker Abimle birlikte ki ilk sahnemiz icin. Çok güzel bir gündü.

İlker Kaleli’yi nereden tanıyordun?
Kostüm ve okuma provalarında çok kez görüşüp sohbet etmiştik.

Diğer oyuncular orada yok muydu?
İlk bölümdeki sahnemde sadece ben ve İlker Abimdik.

İlker Kaleli’yi abin, Burçin Terzioğlu’yu ablan, Ata Berk Mutlu’yu de kardeşinmiş gibi sevdiğini çok iyi biliyoruz. Peki onları kendi gözünden anlatabilir misin?
Çok iyiler. Her biri pırlanta gibi. İlker Abimle olsun, Burçin Ablamla olsun, Ata ile olsun çok güzel sohbetler ettim. Çok eğlenceliler. Asla sıkılmadım. Bir keresinde İlker Abimle birlikte baya eğlenmiştik sette. Burçin Abla bence Türkiye’de ki en iyi oyunculardan biri.

Poyraz Karayel’in final olacağını duyduğunda neler hissetmiştin?
Enteresan bir andı. İnternetten öğrenmiştim. Çok geçmeden mail geldi. Üzüldüm tabii ki. Final olacağı haberi geldiğinde henüz 81’e başlamıştık. Hiç olmadığı kadar sette oyuncu abilerim ablalarımla daha çok vakit geçirdim. Final bölümü gecesi de aynı duygular içindeydim.

Nasıl yani? İnternetten mı öğrenmiştin?
Evet.

Finalin nasıl olacağını bekliyordun ve bu tahminlerin gerçekleşti mi?
Aslında finalin nasıl olacağını çok da düşünmedim çünkü 81. bölüme başlayacağımız sırada geldi bu haber. Yani final senaryosu 81. Bölüm çekimleri sırasında gelmişti düşünecek vakit olmadı. 

Beraber çalışmak istediğin bir oyuncu var mı?
Türk olarak Haluk Bilginer’le çalışmak isterim. Yabancı olarak Keanu Reeves.

Siyah Beyaz Aşk’taki Ferhat’ın küçüklüğünü canlandırdın. Nasıl bir karaktere sahipti ve bu seninkine benziyor muydu?
Aslında benziyor. Ferhat gibi bende kardeşim için ne olursa olsun yaparım. Ama büyüdüğümde bu kadar asabi ve sert olmam diye düşunüyorum. 🙂

Nasıl bir serüvendi? Neler öğrendin, neler gördün?
Güzeldi. Üstüme düşeni yaptım. Öğrendiklerimi pekiştirdim diyebilirim. 

Siyah Beyaz Aşk seçiminde seni etkileyen bir olay oldu mu? Nasıl anların var?
Bir olay olmadı. :)Verdiğim en kısa cevaptı bu sanırım. 🙂

Trio Film diye bir YouTube kanalınız var. Kanalınızda neler yapmayı planlıyorsunuz?
İsmi şu an Trio Film ama henüz isim olarak emin değiliz değişebilir. Kanalımızda kendi çektiğimiz filmleri yayınlıyoruz. Amacımız bu doğrultuda ilerlemek ve insanlara izleyebilecekleri bir şeyler sunmak.

İlk videonuzu izlemiştim ve çok beğenmiştim, başarınız daim olsun.
Teşekkürler.

Peki YouTube dışında bir dizi ve ya filmde Denizhan’la beraber oynamak ister misiniz?
Hem de çok 🙂

Nasıl bir rol olmasını isterdin?
Zack Ve Cody Dizisi gibi bir şey olabilir.

Oo dizi efsaneydi ya bayılırdım 🙂
Disney’deki en sevdiğim diziydi. 🙂

En sevdiğin YouTuber kim?
Barış Özcan.

Şu an takip ettiğin bir dizi var mı?
Daredevil izliyorum.

Bir hayalin var mı?
Var.

Hayalin ne?
Kendi yazdığım bir filmi yönetmek.

İçinde oynamak?
Belki.

Özel hayatında ne yapmaktan hoşlanıyorsun? Ailen ve arkadaşlarınla aran nasıl?
Ailem ve arkadaşlarımla aram iyi. Bir yerlere gitmeyi gezmeyi sinemaya gitmeyi seviyorum. Aynı zamanda bir dvd koleksiyonum var.

Bence şu an senin için en zor sorulardan biri geliyor! 🙂 İçinde oynadığın projelerin arasında en çok hangisini seviyorsun ve oynadığın karakterlerin arasında en çok hangisini seviyorsun?
Hepsi birbirinden güzeldi. Suskunlar ve Poyraz Karayel’i seçerdim yani İsa ile Sarı.

Bize peki Sarı’nın hikayesini anlatır mısın? Suskunlar maceran nasıldı?
O zaman 10-11 yaşındaydım. Bana oyun gibi geliyordu. Setten bir kaç gün önce oyuncu koçlarıyla çalışırdık. Çağrı ablamla orada tanışmıştım. Suskunlar’ın bendeki yeri ayrıdır. 

Sevenlerine ve ekibimize söylemek istediğin bir şey var mı?
Bu röportaj için sizlere çok teşekkür ederim. Çok sıcak ve çok içten sorular sordunuz. Sorularınızla maziyi tekrar andık. Kocaman sevgiler 🙂

Melissa Yıldırımer: ”Aslında hayalim bir rock star olmaktı!”

Ekran Yolculuğuna ‘Kanıt’ dizisinde canlandırdığı Nisan karakteri ile başlayan , Küçük Gelin, Söz, Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz gibi birçok başarılı yapımda yer alan Melissa Yıldırımer ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Bu güzel sohbet için kendisine bir kez daha çok teşekkür ederiz.

Bize biraz kendinden bahseder misin?

-10 Şubat 1990 Van doğumluyum. Tipik bir kova burcuyum 🙂 Özgürlükçü, inatçı, aileme ve arkadaşlarıma çok düşkünüm. Kafama en ufak şeyleri takmak ve onları dert edinmekle bilinirim ve bu huyumdan nefret ederim:)Kalabalık bir aile içinde büyüdüm ama buna rağmen çok utangaç çok çekingendim.2001 yılında Van’dan İstanbul’a geldiğimde sosyalleşmek için tiyatro kulübüne girdim ve bir daha bırakamadım. Fark etmeden fazla sosyalleşmişim :)Şarkı söylemeyi ve müziği çok sevdiğim için bir yandan da müzik kulübüne girdim. Bir grup kurduk ve 2 sene rock müzik yaptık. Aslında hayalim bir rock star olmaktı:) ama oyunculuk daha ağır bastı. Haliç üniversitesi konservatuvar tiyatro bölümünü kazandım ve 1.sınıf’ta eşimle tanıştım 3.sınıfta evlendik:) mezun olduktan sonra 2 sene tiyatro oyunlarında oynadım. Sonra televizyon maceram başladı…

Yunus Emre Yıldırımer ile 6 senelik evlisiniz. Nasıl tanıştınız?

Ben okula girdiğimde o 4.sınıftaydı. O da Siirt’li ama Diyarbakır’da büyümüş. Kan çekti yani… Ayrıca efendiliğine, duruşuna, işine olan saygısına hayran kaldığım için zaman geçirmek için fırsat kolladım:)O fırsat elime geçti ve şu an evliliğimizin 6.senesini yaşıyoruz evet:)

 

 

Dört kız kardeşin en küçüğüsün. Nasıl bir duygu bol ablalı bir hayat? 🙂

Dünyadaki en güzel duygulardan biri.1 değil 4 tane annem var benim. Kendimi güvende hissediyorum ve asla yalnız olmadığımı, olmayacağımı biliyorum. Bir sıkıntım olduğunda, ya da beni mutlu eden şeyleri ilk onlarla paylaşıyorum. Onları çok seviyorum. iyi ki varlar…

 

İlk önce Bal Kaymak filminde daha sonra da Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz dizisinde eşinle aynı set ortamını paylaştın. Nasıl bir duygu? Avantajları ve dezavantajları neler?

Biz okul zamanında da birçok kez aynı sahneyi paylaştık Yunus Emre ile. Oradan bir idmanımız var yani:)Her şeyini, her tepkisini bildiğim için keza o da beni…daha rahat hissettiriyor tabi ki. Gözümüzden anlayabiliyoruz birbirimizi. Tecrübesine güvendiğim için hatalarımı ona sorarım.  Onunla çalışırım. Ve bir de aynı sette olunca daha çok görüşüyorduk haliyle. Avantajları bunlar. Tek dezavantajı evde yemek pişirememek 🙂

 

Eşin Yunus Emre sen EDHO kadrosuna dahil olduktan sonra bir röportajında “Eşim bana geldi dedim ama gelmemiş.” demişti. Sende eşin gibi mi düşünmüştün? 🙂

Aslında diziye girdiğimde senaryo gidişatı o yöndeydi. Ben de aynı şeyi düşündüm.  Fakat diziye girdikten 3 bölüm sonra Olgun Şimşek’le partner olacağımı öğrendim. Çok heyecanlandım. Hatta ne yalan söyleyeyim başaramamaktan korktum:) Sonradan eşimle konuştuğumda da ikimizin fikri şuydu; biz zaten beraber çalışma fırsatını birçok kez yakalamıştık. Olgun Abi gibi bir aktör ile oynamakta benim için çok değerli olacaktı. Keza öyle de oldu. Çok şey öğrendim. O çok kıymetli biri. Bana onunla partner olma şansın veren yapımcılarıma da bir kez daha teşekkür ederim.

 

 

Bal Kaymak filminde sahne gereği Yunus Emre ile tekrardan düğün yapmış gibi oldunuz 🙂 hatta evlilik yıl dönümünüzün olduğu güne denk geldi bu sahne. Nasıldı o gün? Neler hissettin?

-Biz evlilik yıl dönümümüzü birçok kez kutlayamadık. Hep bir şey çıktı:)hah yine sete denk geliyor yine kutlayamayacağız derken bize canım hocam can hocam Onur Tan’ın hediyesi oldu. Tabi filmin en kalabalık ve en çetrefilli sahnesi olduğu için biraz yorulduk ama geçirdiğim en güzel, en keyifli yıl dönümüydü…İşim ve aşkım bir arada…

 

Geçmişe bakıldığında günümüzde tiyatroya ilgi oldukça arttı. Seyirci de artık seçici ve kaliteli işlere yöneliyor. Bu ilgiyi ve seçiciliği tiyatro oyuncusu olarak neye bağlıyorsun?

-Çağ değişiyor, insan değişiyor, alternatif tiyatro mekanları artıyor, seçenekler çoğalıyor. Aynı zamanda dizilerde oynayan oyuncuların çoğu tiyatro yaptığı için insanlar da haliyle sevdiği değer verdiği oyuncuları tiyatro sahnesinde canlı kanlı görmek istiyor. Ha bir de belki çoğu kişi bu fikrime karşı çıkacak ama bence tiyatroya olan ilginin artmasına sosyal medyanın varlığı da neden oldu. Paylaşımlar, sosyal medya üzerinden yapılan tanıtımlar vs. Tiyatro hep var olsun! Tiyatro iyidir, şifa niyetine…

 

 

Kahraman ile Mübeccel bir bar tiyatrosuydu. Nasıl bir deneyimdi? Yorumlara baktığımızda izleyen herkesin çok sevdiği bir oyun olmuş.

-Kesinlikle bütün oyuncuların deneyimlemesi gereken bir tür…Çünkü izlemeye gelenler eleştirmeye, ya da hikâyeden ders çıkartalım, düşünelim, öğrenelim diye gelmiyor. Tamamen kendini eğlenmeye odaklamış, rahatlamış halde geliyorlar. Böyle olunca da seyirci oyuncularla buluşup kendini akışa kaptırıyor hiçbir şey düşünmeden… Oyuncunun aldığı hazzı düşünebiliyor musunuz? Ve evet ne mutlu ki bize oyunumuz çok sevildi 2 sezon oynadık. Ne yalan söyleyeyim partnerim Özgür Yetkinoğlu ile provalardayken hiç tahmin edemedik bu kadar beğenileceğini. Ama sonuç müthişti. İyi ki yapmışım dediğim bir şey daha…

 

Fatma, özel kuvvetlerde asker olan bir askerin eşiydi. Nasıl hissettiriyordu asker eşine hayat vermek?

-Dediğiniz gibi biz sadece onların hayatını canlandırdık. Duygularının kıyısından köşesinden içine girmeye, anlamaya, dile getirmeye çalıştık. Onların hissettiği duyguların yanından bile geçemeyiz. Her gün kulağınız kapıda, telefonda, onlardan gelecek iyi ya da kötü bir haberde, sürekli yüreği ağzında yaşamak. Düşünsenize…Bu çok zor bir durum. Hele ki bir de çocuğunuz varsa. Ama asker eşlerinden, annelerden öyle güzel tepkiler aldım ki yaptığımız işin ne kadar kıymetli ve değerli olduğunu bir kez daha anladım.

 

 

Leyla, Fatma, Derya bu üç farklı kadınla Melissa’nın ortak noktaları var mı?

-Tabi ki…onlar benden, Melissa’dan çıkıyor. Karşılaştığım ya da hiç karşılaşmadığım olaylara Melissa’nın tepkileridir onları doğuran. Ama şöyle söyleyebilirim Leyla’nın istediğini elde etme sabırsızlığı, Fatma’nın sabrı, Derya’nın sabrının sükuneti en çok çıkan şeydi benden…Sanırım onları bu özelliklerim büyüttü.

 

Oynadığın dizilerde en can alıcı sahnen senin için hangi sahneydi?

Tabi ki Söz dizisinde Fatma’nın kara çarşaf içinde yanlışlıkla kocası tarafından vurulduğu sahne…Ne öncesinde kendimdeydim ne sonrasında…O çarşafı giydiğim an elim ayağım titremeye, soğuk terler dökmeye başladım. Yönetmenimiz Yağız Hoca da sağ olsun o sahnenin ortamını da çok iyi hazırladı. Çok ama çok acayip bir duyguydu. Bu olayların gerçekte var olduğunu bilmek daha da acı bir duygu…

 

 Sette komik bir anın var mı? Varsa bizimle paylaşır mısın?

-Setlerde çok sakar olabiliyorum ışığa çarpıp bütün sahneyi ışıksız bırakabiliyorum mesela 🙂 Ama en çok güldüğüm iki olay var. Merdivenden düşme sahnesi çekiyoruz ama önce merdivene çıkmamız lazım tartışarak. Hocamız dedi ki sen çık ben düşme sahnesini dublörle alacağım orada keseriz. Tamam dedim ve çıkmam gereken yere çıktım, ayağım yanlışlıkla takıldı ve ben merdivenden gerçekten düşmeye başladım. Yoldayken içimden diyorum ki neyse Melissa düşmeye devam et hiç bozma. Allah’tan kamera kayıttaymış doğal oldu 🙂 tabi sahne kesildikten sonra sette bir kahkaha tufanı 🙂

İkincisi de şu; ilk devamlı işim. Setin 2.haftası falan. Dış mekanda kalabalık bir sahne çekiyoruz. Kenarda bir süpürge gördüm herhalde gereksiz diye ortadan kaldırdım. Kendimce sanat grubuna iyilik yapıcam ya maksat hoca kızmasın 🙂 Neyse sahneye başladık hoca bağırarak sahneyi kesti. SÜPÜRGE NERDEEE? diye. Meğerse Süpürge sahnede lazımmış…Tabi bir sessizlik hakim oldu. Ben korkudan cevap veremiyorum. Diyemedim de arkadaşlar unutmuş sandım ben kaldırdım diye hayır sana ne! 🙂 sen işini yapsana. Sonra fırçayı yedim tabi…ne geldiyse başıma bu iyi niyetimden geldi 🙂

 

 

Bugün olduğun konuma getiren bir dönüm noktan olduğunu düşünüyor musun? Bir kişi, bir olay, bir duygu, bir fırsat…

-Ankara Dil Tarih Yunan dili edebiyatını 5 ay okuduktan sonra ben tiyatro okumak istiyorum diye okulu bırakıp, İstanbul’a geri dönüp konservatuvara girmem ve tabi ki evliliğim benim dönüm noktamdır. Çünkü eşim benim şansım 🙂

 

Boş zamanlarında film izlemeyi sever misin? Paylaştığın bazı fotoğraflar bana bir arşive sahip oluşunun hissiyatını uyandırdı. Mutlaka izlenmesi gerek dediğin bir film var mı?

-Off kesinlikle…en sevdiğim şeylerden biri.1 hafta izleyemediğim zaman krizim tutuyor. Klasik olacak ama favorim LEON’dur. Senaryosu, oyunculuklar, müzikler, atmosfer, her şeyi ile çok iyi. Bende yeri çok başka. Onun dışında İspanyol, İran ve Hint sineması hastasıyım.LA VOZ DORMIDA ‘yı öneririm. Müthiş bir İspanyol gerilim filmidir. Çok eskilerden THE CROW efsanedir. Bu konu için ayrı bir röportaj mı yapsak? 🙂

 

Feridun Düzağaç sevdan nereden geliyor? Çok soruldu, bir hikayesi var mı? Eşinle ortak bir şarkınız var mı? 🙂

-Feridun Düzağaç sevdam…Hayran olmak diyelim. Sanatçı kişiliğine, duruşuna, sesine, zekasına, şarkılarına, şarkılarındaki her kelimenin anlam taşımasına, kelime oyunlarına hayran olmak…Her acımı, her hüznümü, her mutluluğumu onun şarkılarıyla yaşadım her ruh halime göre bir fısıltısını yakaladım.14 yaşında başladı bu hayranlık. Hayatı aymaya başladığım zamanlar diyelim. Ya galiba tam olarak anlatamayacağım bir duygu, çünkü ben kendime de anlatamıyorum. 🙂 Eşimle müzik zevklerimiz çok farklı. O yüzden ortak bir şarkımız yok ama ikimizin de çok eğlendiği bir şarkı var. Rachid Taha-Abdel Kader 🙂

 

 

 

Kadın olmak, özellikle Türkiye’de kadın olmak nasıl bir duygu? Bir kadın olarak bu konudaki düşüncelerin neler?

Kadın olmak özellikle Türkiye’de…Namus kavramıyla, ahlaksızlıkla, önyargılarla, cahillikle sürekli mücadele halinde olmaktır.

 

Son olarak seni sevenlere, destekleyenlere iletmek istediğin bir mesajın var mı?

-Bir insanı tanımadan, tanışmadan sevmek hep delilik gelir bana… Ama delilik güzeldir. Onlar çok güzeller. İyi ki bu işi yapıyorum dedirtirler. Elimi hiç bırakmayın. Temennim sizi hiç kaybetmemek. Umarım bu işi yaptığım sürece onları hayal kırıklığına uğratmam…Bu arada kasım sonu çıkacak olan ‘3.Türden yakın ilişkiler’ oyunumuza beklerim 🙂 Bir de tiyatroda görüşelim, tanışalım, kaynaşalım, sarılalım, muhabbet edelim. Var olsunlar.

 

Röportaj: Mine K.

 

 

error: Korunan İçerik!