tds_thumb_td_300x0
Erkan Kolçak Köstendil: ”Karaktere İnanmışsanız Gerisi Geliyor.”

12 Numaralı Adam oyununun ilk eleştirilerinden birini kaleme aldıktan sonra, yine bir oyun çıkışı kendisiyle röportaj yapma fırsatı buldum ve işte; Ulan İstanbul‘un Karlos’u olarak tanıdığımız, Çukur‘un Vartolu’su olarak Türkiye’yi ekrana kilitleyen; Son dönemde Yaratılan dizisi ile büyük beğeni toplayan, Ne Gemiler Yaktım ile televizyon ekranına dönmeye hazırlanan Erkan Kolçak Köstendil ile keyifli sohbetimiz yayında!

Kendisine bizi kırmayıp sorularımızı yanıtladığı için buradan da bir kez daha teşekkür ediyor; sizi ”Keka” ile baş başa bırakıyorum.

  • Bugüne dek sizi, kendi ağzınızdan ve çevrenizdeki dostlarınızdan dinleme fırsatımız oldu. Ben sözü Marsel’e vermek istiyorum. Sizi Marsel’den dinlesek bize Erkan Kolçak Köstendil’i nasıl anlatırdı?

Babam fikirlerime saygılıdır benim yerime cevap vermez derdi 🙂

  • Yakında Ne Gemiler Yaktım dizisinde Komiser Toprak rolüyle yeniden ekranda olacaksınız. Bize biraz dizideki rolünüzden bahsedebilir misiniz?

Komiser Toprak kendi halinde annesine çok bağlı uysal bir polis. Fakat yaşadığı olaylar onu ilerleyen bölümlerde farklı bir ruh haline ve kişiliğe büründürüyor.

  • Bunun uğruna ‘’Ne gemiler yaktım’’ dediğiniz bir anınız var mı?

Bursa’dan İstanbul’a gelişimdir herhalde.

  • Daha önce İkinci Kat’ta Aut,  Craft’ta ise Kalp Düğümü’nde rol almıştınız ama en uzun süre sahnede kaldığınız oyun ‘’12 Numaralı Adam’’ oldu. Bildiğim kadarıyla oyun 7. Sezonunda ve New York’tan Hakkari’ye kadar gerçek anlamında dünyanın dört bir yanında oynandı. Kendi ürettiğiniz bir oyunu, özel bir tiyatrodan bağımsız olarak hayata geçirmek nasıl bir yolculuktu?

Aslında her şey oyunun premierini Amsterdam’da yapmamızla oldu. Birkaç hafta sonra Manheim’de oynar mısınız diye teklif aldık; bunun sonrasında öyle bir hal aldı ki acaba 90 dünya şehri yapabilir miyiz dedik organizatörüm Rüştü Özil’le.

Şu anda 4 kıta 17 ülke 87 dünya Şehrinde sahnelendi 12 Numaralı Adam. Bu ülkelerin 8 tanesinde ilk kez Türkçe bir oyun sergilendi. Türkçe oynanan bir oyun için hiç bitmek bilmeyen rüya gibi bir yolculuktu ve hala da öyle. Bugün Türkçe bir oyun dışarıda turne yapmak istediğinde hali hazırda kendilerini bekleyen ve bu işin nasıl yapıldığını öğrenmiş organizatörler var ne mutlu bana.

  • Ayvalık’ta bir sahne açtığınızı görüyoruz. Tiyatro, otel, sergi gibi birçok konsepti bir araya mı getiriyor? ‘’Gişesi Kapalı’’ nedir sizden dinleyebilir miyiz?

Tam da öyle. Ayvalık’ta Macaron Konağı ile beraber yürüttüğümüz bir proje önümüzdeki yaz tamamen faaliyete geçirmeyi planlıyoruz.

  • Yaratılan, şimdiden en iyi dijital diziler arasında gösterilmeye başladı. Son dönemde, yorumları bu kadar iyi olan başka bir iş görmemiştim. Üstelik; bir Frankenstein hikayesi olmasına rağmen bize bu kadar gerçekçi gelip, seyirciye hikayenin bu kadar geçmesinin sırrı nedir sizce?

İnanmak tek kelimeyle ancak böyle açıklayabilirim.

  • Sizi, çakal bir hızsız, mafya, deveci, Kırım Hanı, görünmez bir adam, tüm köyün korktuğu ormanda saklanan bir ‘kurt’, çocukken uğradığı istismarın intikamını alan bir katil, ölüp yeniden dirilen bir adam ve daha nice rollerde izledik. İyi seçilmiş işlerde, çok geniş yelpazede hikayelerde yer alıyorsunuz. Hepsinin de hakkını verdiniz ama senaryoyu okurken ‘’Ben bu sahneyi nasıl çıkaracağım?’’ diye zorlandığınız bir an hiç oldu mu?

Açıkçası hatırlamıyorum siz karaktere inanmışsanız gerisi bir şekilde geliyor sanırım.

  • Çukur’daki rolünüzün aslında konuk oyuncu olduğunu, karakter çok sevilince Vartolu’nun kalıcı olacağı şekilde hikayenin değiştiğini duymuştuk. Benzerini en son bir yabancı dizide Klaus karakteri için görmüştüm. Kendisi birkaç bölümlük bir kötü karaktere hayat verecekken seyirci öyle bir empati kuruyor ki o karakterin başrol olduğu bir spin-off dizisi bile çekildi. Sanırım kötünün içindeki iyiyi keşfetme serüvenini dünyanın her yerinde seviyoruz. Vartolu’ya olan sevgiyi siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Birkaç bölüm olarak düşündüğünüz bir karaktere dört sezon boyunca hayat vermek nasıl bir histi?

İnsanlara dokunmak, temas etmek için yapıyoruz bu işi. O yüzden insanların oynadığınız karakteri sevmesi ya da onunla bir bağ kurması güzel bir duygu bizim için. Hele bir de bunu güzel bir ekiple yapıyorsanız o 4 sene su gibi akıp gidiyor işte.

  • Birçok projenizde karakterinize ait çok iyi replikler duyduk, bazen de çok iyi monologlar dinledik sizden. Canlandırdığınız rollerden birine ait unutamadığınız bir repliği paylaşır mısınız bizimle?

Ezberim kuvvetlidir. Çok fazla var ama Kara Bela’daki ‘’Abimle çekyatta yan yana yatıyorduk acaba onu niye kurtaramadılar‘’ hep bi’ içimi acıtır.

  • Kendi adıma Karlos’u ve tüm Nevizadeler’i bir başka özlüyorum. O yüzden bu soruyu, benim gibi Ulan İstanbul’u özleyenler adına soruyorum. Karlos ve Yaren’e bir son yazmanızı istesek, bu ne olurdu? Veya sizce şu an nerede, ne yapıyorlardır?

Başını Uğraş Güneş yazdı sonunu da o yazsın. 🙂 Bence şu an Yaren pavyonda; Karlos da yasa dışı bir işte Kandemir Abi gelse de bizi kurtarsa diye bekliyorlardır.

  • Diyelim ki çok sevdiğiniz bir yabancı dizi Türkiye’ye uyarlanıyor siz de projede yer alacaksınız. Hangi karaktere hayat veriyor olurdunuz?

La Casa De Papel’de Berlin’i alayım madem.

Sırada o mu bu mu köşesi var 🙂

Yaz mı kış mı?

Yaz.

Amsterdam mı? Ayvalık mı?

Amsterdam.

Nostalji mi? Yeni başlangıçlar mı?

Nostaljiden beslenen ve ondan dersler çıkarmış yeni başlangıçlar.

Yazmak mı? Oynamak mı?

Yazmak.

Gasper Noe mu? Martin Scorsese mi?

Martin Scorsese.

Son olarak Ne İzledik takipçilerinin sosyal medya üzerinden ilettiği sorulardan ikisini paylaşıyoruz. 🙂

  • Seçme şansınız olsaydı eğer hangi çağda yaşamak isterdiniz?

İlk çağ güzel ya; Dışarı çık avlan gel mağarada resim çiz mis gibi hayat.

  •  Yeni nesilden hangi oyuncuları beğeniyorsunuz?

Çok fazla var.

Utku Coşkun: ”Onu oynamak, onu iyileştirebileceğime inanmak gibiydi.”

Duy Beni’de canlandırdığı Ozan karakteri ile tanıyıp hayran olduğumuz, Terzi ve Benim Güzel Ailem dizileri ile hem dijitalde hem de ekranlarda seyretmeye devam ettiğimiz yetenekli ve sevilen oyuncu Utku Coşkun ile gerçekleştirdiğimiz keyifli sohbetimiz sizlerle! Kendisine buradan da bir kez daha hem nezaketi hem de sorularımızı içtenlikle yanıtladığı için teşekkür ediyoruz. 🙂

Yakın zamanda Benim Güzel Ailem ile yeniden ekranlara döndün. Öncelikle, biz Emre Hoca’yı çok sevdik ama bir de senden dinleyelim istiyoruz. Nasıl bir karakter Emre? Verdiğin aradan sonra sana “Bu işin içerisinde olmalıyım” dedirten şey neydi?

Emre, çok analitik bir karakter. Eğitim düzeyi ve hayat deneyimlerinin getirdiği bir şey olduğunu düşünüyorum. Tavırlarının dinginliği, kalbinin büyüklüğü, merhameti, fedakarlığı ve gerçekçiliği ana hatlarını oluşturuyor aslında. Gerekli riskleri almaktan çekinmeden, cesurca, kendine has espiri anlayışıyla derinleşen biri Emre.

İlişkiler dramedisi olarak inşa edilmiş bir iş “Benim Güzel Ailem”. Kurulan dünya saklanılanlar üstüne… Her karakterin bir hörgücünün olduğu ve bunu seyirciyi boğmadan anlatmayı hedefleyen bir uyarlama. Tarzı ve yaklaşımlarıyla içerisinde bulunmak istediğim bir proje oldu.

  • Geçtiğimiz bölümlerde Emre’nin aşık olduğu kişi için akademik kariyerinden ve yurt dışına gitmekten vazgeçtiğini izledik. Peki sen Emre’nin yerinde olsaydın böyle bir fedakarlık yapar mıydın? Ne kadar risk alırsın hayatta?

Şu sıralar aşk için böyle büyük hareketler yapabileceğimi sanmıyorum ama bu zamanında yapmadığım anlamına gelmiyor. 🙁 Hayatta genel olarak bir şeye evet demenin diğer her ihtimallere  hayır demek olduğunu aklımda tutarak yaşamaya çalışıyorum. Risk almayı severim. Sonuçlarına da katlanırım. Şöyle bir düşününce risk almadığım bir dönem olmadığını fark ettim ama öncesinde gelen enine boyuna düşünme süreçlerini yok saymamak gerek. Kontrollü riskler candır.

  • Kadir Has Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nden mezunsun. Daha önce de Martı, Cesaret, En Baştan, Vişne Bahçesi gibi çeşitli oyunlarda yer aldın. Seni yeniden sahnede görebilecek miyiz? Sence kamera önünde olmak mı yoksa tiyatro sahnesinde olmak mı?

Bu aralar özlemiyorum desem yalan olur. Başka bir heyecan. Kamera önünde olmak benim için hep cazipti. Yoğunluğunu ve yakınlığını seviyorum. Tiyatro daha kontrolsüz, esrik. Uzun bir koşu olarak hayal edebiliriz.  Oyun esnasında başına milyon tane aksilik gelsede devam ettiğin, topladığın ve bunu yaparken inanılmaz eğlendiğin bir yer. Kameranın büyüsü ve anlatısı sanki karakterin ruhuna ışık tutuyor da seyirci oradaki yaşantıyı izliyormuş gibi. Benim için tercih yapmak imkansız. Yeniden sahneye çıkma kısmına gelirsek, elbette görüşeceğiz. Oyun çıkışı birbirimize sıkı sıkı sarılmayalım mı?

  • Mühendislikten oyunculuğa geçiş hikayeni “Gemileri yaktım.” şeklinde tanımlıyorsun. Peki bundan sonra kariyerin için kesinlikle canlandırmalıyım dediğin bir rol ya da birlikte çalışmalıyım dediğin kişiler var mı?

Spesifik bir rol veya tarz öngörmek imkansız. Tabii ki de birlikte oynamayı dilediğim isimler var .

Örn; Okan Yalabık, Nejat İşler, Gökçe Bahadır, Nur Sürer, Haluk Bilginer, Serenay Sarıkaya, Selahattin Paşalı, Metin Akdülger ve niceleri…

  • Ozan Yılmaz’ı anmak istiyorum biraz da. 😊 Seni tanıdığımız ilk projeydi Duy Beni. Başka bir röportajında da “Ozan’la ilk karşılaşmamızda ben BÜ YÜ LEN DİM.” demiştin. Neydi kalbini bu kadar çarptıran?

Hasta düzeyde yaralı olması. Yaralı insanları günlük hayatımda da hep sevmişimdir. İç dünyası o kadar kalabalıktı ki onu oynamak sanki onu iyileştirebileceğime inanmak gibiydi. Onun için her şey çok fazla, her an çok büyüktü ve duygusal kontrol, sağlıklı değerlendirmeler yapmaktan yoksundu. Dönüştüğü yaratığı sevmek zorunda bırakılanlardan. Yaptıkları için özür dilemek, belki cezasını açık gönüllü bir teslimiyetle kabul etmek bile başlı başına oynamak için sebepti.

  • Peki, Ozan’a bir son yazmanı isteseler ne yazardın?

Psikolog ofisinden çıkarken görürüz. Köşedeki çiçekçiye uğrar. İki çiçek buketi alır.  Arabasına binip elinde çiçekle evlatlık alındığı yetimhane müdürünü ziyarete gider. Çıkar. Mezarlığa gider. Gerçek anne babasının mezarının başında durur. Diğer çiçeği de mezarlarına bırakır. Ağzından iki sözcük dökülür, “Özür dilerim.”

  • Hem deneyimli ve başarılı oyuncularla, hem de genç meslektaşlarınla aynı seti paylaştın. Bence yer aldığın işlerin bu kadar çok sevilmesinin en büyük sebeplerinden biri kamera arkasındaki enerjinizin işe yansıyor oluşu. İlla ki vardır, bizimle unutamadığın bir set anını paylaşabilir misin?

Ufuk Özkan ve Erdal Özyağcıları ayırdığım sahne o kadar eğlenceliydi ki. Hem iki deneyimli oyuncu ile oynuyor olmak hem de fiziksel olarak birbirlerine girmişken aralarında olmak bambaşka bir deneyimdi. Yaş kaç olursa olsun heyecanının asla bitmeyeceğini gördüğüm bir deneyim oldu benim için.

  • Bir oyuncu için her yeni karakter yeni bir yolculuk demek. Caner, Murat, Ozan, Emre…  Eminiz sende hepsinin ayrı bir yeri vardır. Bir projeyi seçerken senaryoda veya karakterinde seni etkilemesi için ne gibi özellikler ararsın?

Senaryoları onu seyredecekmişim gibi okumaya özen gösteriyorum. Bir çok parametreyi göz önünde tutarak bir hayal kurmak önemli. Karakterin psikolojik kimliği, ayaklarının yere basıyor olması, ters köşeleri ve en önemlisi beni heyecanlandırmasından sonra genel senaryo ile ilgileniyorum. Senaryo dramaturjisi, akslar, kendi içindeki devinimi, anlatmaya çalıştığı şey ve dilini göz önünde bulundurarak “Ben bu işin içerisinde olmalıyım” diyorum.

Canlandırdığın karakterlerden birine dair unutamadığın bir replik veya sahne var var mı?

Var, Emre’den. Hatta senaryoyu okur okumaz ekran görüntüsünü aldım. “Hep kazanamayız, bazen de kaybederiz. Hiç istemeyiz ama kaybetmeyi de kabullenebilmeliyiz.”

  • Son zamanlarda izlediğin yerli/yabancı dizi ya da filmlerde “Keşke ben oynasaydım!” dediğin; seni çok etkileyen bir karakter var mı?

Euphoria – Nate Jacobs, Manchester by the Sea – Lee Chandler, Succession – Kendall Roy,  American Beauty- Ricky Kitts, Lobster-David, Dahmer- Jeffrey Dahmer

Biraz hayal kuralım… Güne bir kitabın dünyasında başlayacaksın, öğlen bir dizinin, akşam da bir filmin dünyasında geçireceksin. Hangilerini seçerdin?                                                                              

Sabah Alper Canıgüz’ün Oğullar ve Rencide Ruhlar kitabıyla başlayıp, öğlen White Lotus 1. Sezon, Akşam Blade Runner 2049

  • Şimdi Twitter’daki sevenlerinden gelen sorulardan birini senin için seçtik, onu soruyoruz.  ‘’Dünyada ya da ülkemizde yaşamış birinin hayatı film olacak olsa ve bu kişiyi sen canlandırsan, kim olmak isterdin?’’    
  • Slavoj Zizek  olsun isterdim muhtemelen… Peltekliği fikirleri ve cümleleri ile beni heyecanlandıran bir insan kendisi. 

Şimdi; sırada O mu Bu mu köşesi var.

How I Met Your Mother mı Friends mi?

Pas

Barbie mi Oppenheimer mı?

Barbie’yi izlemedim ama galiba Barbie.

Instagram mı Twitter mı?

Üzülerek Twitter

Dram mı komedi mi?

En zorlandığım soru bu oldu. Dram oynamayı seviyorum AMA hayattaki gibi dram anlarının içinde çıkan komik anlara da bayılıyorum.

Yaz mı kış mı?

Kış

Yeni başlangıçlar mı nostalji mi?

Başlangıçlar.

Son olarak 5 yıl sonraki Utkuya tek cümlelik bir mesaj bırakabilir misin?

len!

Merve Şeyma Zengin: ”6-7 Eylül Olaylarının Çekildiği Sahneyi Unutamıyorum”

Netflix’in sevilen dizisi Kulüp’ün 2. sezonu ile buluşmaya çok az kalmışken, sizi dizinin Tasula’sı Merve Şeyma Zengin röportajımız ile baş başa bırakıyoruz! 🙂

En yakın arkadaşlarından seni anlatmalarını istesek; ne söylerlerdi?

Genellikle duygusal olduğumu söylerler. Aynı zamanda hislerimi çok yüksek yaşadığım için zaman zaman şaşırdıkları bile oluyor.

Kendi adıma konuşmam gerekirse seni Kulüp-Tasula olarak tanıdım ve o günden beri sıkı takipçinim. Kulüp hayranı olduğumuz bir işken canlandırdığın Tasula karakteri ise izlemekten keyif aldığımız bir karakter oldu. Tasula’yla yolun nasıl kesişti? Kulüp’ün bir parçası olma sürecinden bahseder misin?

Kulüp’le ilgili her şey çok ani oldu. Devlet Tiyatrosu’nun Bir Peri Masalı: Radyum Kızları oyununda oynuyordum. Çok yoğun bir oyun takvimim olduğu için o sıralar sadece tiyatroyla ilgilenmek istiyordum. Pandemi zamanında tiyatroların da kapanmasıyla birlikte oyunculuk alanım kısıtlanmıştı  ve kendime alternatif alanlar yaratma ihtiyacı hissetmiştim. Tam o dönemde menajerimle yeni çalışmaya başlamıştık ve bana “Tam sana uygun olduğunu düşündüğüm bir rol var, çeker misin?” dedi. Bunun üzerine Tasula’nın sahnesini görünce çok heyecanlandım. Ertesi gün Zeynep ve Seren Hoca’yla tanışmaya gittim ve Asude’yle birlikte karşılıklı deneme sahneleri çekmeye başladık. Sonrasında Zeynep Hoca’yla sahneyi çalışırken “Aa galiba oluyor bu iş” dedim.

İlk sezonu oldukça kaotik bir ortamda doğan bir mucizeyle bitirmiştik. Tasula’da bir kaosun içinde kalmış, oldukça travmatik anlara şahit olmuştuk. Sence bu travma Tasula’yı nasıl etkiledi? Merve olarak, ilk sezonun son sahnesini çekerken ne hissettin?

6-7 Eylül Olayları’nın çekildiği sahneyi unutamıyorum. Sahne çekilirken hem çok zorlanmıştım hem de çok etkilenmiştim. Kamera arkasında çok büyük bir prodüksiyon vardı. Beyoğlu’nda daracık bir sokağın ortasındaydık ve çok fazla yardımcı oyuncu vardı, her yerde kumaş parçaları, sopalar… Bir an etrafa bakıp bu gerçekten yaşandı, birileri o gece bu korkunç hislerin ortasında kaldı diye düşündüm. Ekip yemek arasına geçtiğinde bir apartmanın merdivenlerine geçip sokağa bakıp ağladığımı hatırlıyorum.

İkinci sezonda Tasula’yı neler bekliyor biraz ip ucu alabilir miyiz?

Hayatlarında çok korkunç trajedilere maruz kalmış insanlar asla aynı kalamıyor bence, Tasula da kalamadı. Bu trajedinin Tasula’yı ne yönde değiştirdiğini de hep birlikte yeni sezonda göreceğiz.

Kulüp’te çok değerli birbirinden yetenekli oyuncularla birliktesin. Gökçe Bahadır, Fırat Tanış ve Salih Bademci gibi isimlerle karşılıklı sahnelerde oynamak nasıl bir his?

Kulüp, herkesin çok heyecanlı olduğu bir setti. Anlatmak istediği hikayeye hepimizin kefil olduğu, elimizden geleni yaptığımız öğretici bir yolculuktu. Zeynep Hoca’nın dilini anlayana kadar kendisiyle çalışmak beni epey zorlamıştı. Sahnede istediği oyunu alana kadar asla vazgeçmez 🙂 Onun savaşının, özünde herkesin en iyisini yakalamak olduğunu görmek benim için büyük bir konfor alanına dönüştü. Gökçe, inanılmaz disiplinli ve işine aşkla bağlı bir insan. Kafamı her çevirdiğimde onu senaryo üzerinde çalışırken görüyordum. Salih, hep yüksek enerjili ve her anı oyun gibi yaşıyor. Onunla sahne çekmek her an ne yapacağını bilmediğim için çok keyifliydi. Fırat’ı izlemek içinse hazırlığımı hızlıca bitirip

birçok kez monitörün başına koştuğumu hatırlıyorum. Benim için onu izlemek her zaman çok heyecan verici. Asude’yle de deneme çekimine girdiğimiz günden beri çok iyi anlaşıyoruz. Asude kelebeğim bana çok güzel bir yol arkadaşı oldu. Keşke herkesi tek tek anlatabilsem, o masadaki herkesi çok seviyorum.

Tiyatro bölümü mezunusun. Bir Peri Masalı: Radyum Kızları ve Oz Büyücüsü gibi oyunlarda yer almışsın. Laçin Ceylan’ın Bir Peri Masalı, bir mücadeleyi konu alıyor. Bize hikayeden ve karakterinden bahsedebilir misin?

Radyum Kızları, I. ve II. Dünya Savaşı sırasında radyumlu saatler üreten işçi kadınların hak arama mücadelesi olarak özetlenebilir. Radyum, maruz kalındığında vücutta çok ağır yaralar ve tümörlere sebep olan, sonu ölüme kadar yol açabilen, fakat savaş yıllarında kozmetik gibi birçok alanda bilinçsizce tüketilen ölümcül bir etken madde. Rol aldığım karakter Katherine, fabrikada savaşa giden askerler için radyumlu saat boyayıp aynı zamanda reklam seçmelerine gidiyor. Tam reklam filmine seçildiği zaman radyum geri dönülemez etkilerini göstermeye başlıyor. Sonrasında fabrikadaki tüm çalışanların da aynı duruma düşmesiyle, toplu bir hak arama mücadelesi doğuyor. Aslında bu olay günümüz yasalarına yön veren, tarihte işçi yasalarının da oluşmasına öncü olan bir dava.

Tiyatro sahnesinde mi yoksa kamera karşısında rol almayı mı daha çok seviyorsun?

İkisini de çok seviyorum aslında. Tiyatroda kendimi daha özgür hissediyorum sadece. Sinemada da parçası olduğum hikayenin sonsuza kadar değişmeden orada kalacak olması fikri çok hoşuma gidiyor.

Gelecekte mutlaka canlandırmak istiyorum dediğin bir rol var mı? Veya hiç bu karakteri ben canlandırsaydım keşke dediğin bir karakter oldu mu?

Güzel hikayeler anlatan işlerin bir parçası olmak istiyorum. Mutlaka oynamak istiyorum dediğim bir rol yok ama mutlaka çalışmak istiyorum dediğim yönetmenler var 🙂 Bunlardan birisi de Zeynep Hoca’ydı. Konservatuvarın birinci yılında annemle kahvaltı sofrasında otururken, televizyonda Öyle Bir Geçer Zamanki’nin tekrar bölümlerinden biri açıktı. Anneme dönüp “Ben bir gün bu yönetmenle çalışacağım.” demiştim, ve çalıştım. Sanırım isteklerimi sesli dile getirmem lazım, anneme kahvaltıya gideceğim 🙂 Son olarak “The Handmaid’s Tail” dizisindeki June Osborne karakterini oynayabilmeyi çook isterdim.

Yer aldığın projelerde unutamadığın, seni derinden etkileyen bir sahne var mı? Anlatabilir misin?

Tasula’nın ölüme giderken Bahtiyar’dan intikamını aldığı sahneyi unutamayacağım. O gece Bahtiyar’a Dimitri diye seslenip kendi intikamını aldığı için çok mutluyum, iyi ki aldı.

Sahnede olmak, çocukluk hayalin miydi? Çocuk Merve, bugün ki Merve’ye neler derdi?

Kendimi bildiğim yaştan itibaren başka bir meslek hayalim hiç olmadı. Lisede okurken çocuk tiyatrosu oyunlarında oynayıp harçlığımı kazanıyordum 🙂 Sonra konservatuvara girdim ve okul arkadaşlarımla hayatımın en güzel günlerini geçirdim. Mezun olup Devlet Tiyatrosu’nda çalışmaya başladım. Hala daha çalışmaya devam ediyorum. İnsanın sevdiği işi yapması çok büyük bir ayrıcalıkmış gerçekten, birileri mutlu olduğum yerde sevdiğim şeyi yaptığım için bana para veriyor. Hala şaşırıyorum bu duruma 🙂 Bugün çocuk Merve’yle karşılaşsaydım, bence bana “Mutlu musun?” diye sorardı.

Biraz da öneri isteyelim 😊 Favori kitabın, dizin ve filmin hangisi/hangileri? Bizimle paylaşır

Son zamanlarda en çok etkilendiğim filmlerden biri “Triangle of Sadness”. Dizi olarak “Çernobil” inanılmaz fakat birinci sıram hiç değişmiyor “Breaking Bad”. Okumaktan en çok haz duyduğum yazar Dostoyevski. Rus Edebiyatı’nı çok seviyorum, tiyatroda da en çok oynamak istediğim yazar Çehov. Klasik, klasiktir… 🙂

Merve Şeyma Zengin’e sorularımızı yanıtladığı için teşekkür ediyor, önce Kulüp’ün yeni sezonunu sonrasında da kendisini izleyeceğimiz yeni projeleri heyecanla bekliyoruz! 🙂

Röportaj: https://twitter.com/fanustakisone

Elit Andaç Çam: ”Sosyoloji Oyunculuğumun Temel Taşı”

Sofra Sırları, Sipahi, Mahkum, Terapist ve Saygı gibi dizi ve filmlerde izlediğimiz; şimdilerde ise Nuri Bilge Ceylan’ın Kuru Otlar Üstüne filminde ”Firdevs” rolü ile seyirci karşısına çıkmaya hazırlanan Elit Andaç Çam ile keyifli sohbetimiz sizlerle!

Sizi çok iyi tanıyan bir dostunuza sorsak Elit Andaç Çam’ı bize nasıl anlatırdı?

Arkadaşlarımı çok seviyorum. O yüzden öncelikle sevgi dolu olduğumu söyleyeceklerini umuyorum. Eğlenceli olduğumu da inkâr edemezler.  😊 Sonrasında inatçı ve zor belki azıcık da öfkeli olduğumu söyleyeceklerdir. Yani evet, biricik masum prensesimizdir Elit demeyecekleri kesin 🙂 Umarım daha da kötü şeyler söylemiyorlardır.

Kuru Otlar Üstüne filminde Firdevs karakteri ile seyirci karşısına çıkmaya hazırlanıyorsunuz. Bize filmden ve karakterinizden biraz söz eder misiniz?

Firdevs, Anadolu’nun uzak bir köyünde zorunlu hizmetini tamamlayan genç bir öğretmen. Taşraya karşı kendi kimliğini koruyabilen, çok ödün vermeyen ve belki de diğer öğretmenlere kıyasla zorunlu hizmet yıllarını daha hafif ve mutlu geçiren bir kadın.           

Nuri Bilge Ceylan gibi bir yönetmen ile çalışmak çoğu oyuncunun hayali olsa gerek. Teklif geldiğinde ve senaryoyu okurken ne düşündünüz? NBC ile çalışmak nasıldı?

Ben, Nuri Bilge Ceylan fanıyım zaten. O yüzden her aşaması ayrı bir rüyaydı benim için. Audition süreci, provalar ve sonrasında uzun bir çekim süreci… Provayı ve süreci çok seven bir oyuncu olarak çalışması çok zevkli, eğlenceli ve çok doyurucu bir yönetmen.

İyi anlayan daha iyi anlatır derler. Sosyoloji okumuş olmanızın oyunculuğunuzu beslediğini düşünüyor musunuz? Canlandırdığınız karakterlere hayat verirken nelerden ilham alırsınız?

Kesinlikle sosyolojinin oyunculuğumun temel taşı olduğunu düşünüyorum. Empati ve anlama hacmiyle, oynama halinin çok ilgili olduğunu düşünüyorum. Hayatın; canlılığı, kaosu ve çelişkileri beslenme alanımız. O yüzden biraz bırakalım dağınık kalsın diyorum. 

Sizi Tezgah, Bütün Kadınların Kafası Karışıktır gibi seyircinin beğenisini toplayan tiyatro oyunlarında seyretme şansımız oldu. Tiyatro sahnesinde olmayı mı yoksa kamera karşısında olmayı mı daha çok seviyorsunuz?

Bu soruya değişmez cevabım Tiyatro. Sahnede bir hikâye paylaşmaktan aldığımız hazzı bilseydiniz hepiniz orada olmak isterdiniz 🙂

Bugüne dek yer aldığınız projelerde birbirinden yetenekli ve başarılı isimlerle rol aldınız. Şu oyuncu ile karşılıklı şu sahnemizi unutamıyorum dediğiniz bir an var mı?

Benim için en unutulmaz sahne Demet Evgar’la Sofra Sırları’ndaki yemek sahnemiz. Çok bayıldığım, Ümit Ünal’ın muhteşem kaleminden çıkan neredeyse 8-9 sayfalık enfes bir metindi. Oynarken aldığımız hazzın tadı hala damağımdadır.

Gelecekte oynamayı özellikle istediğiniz bir rol var mı?

Makyajsız oynayacağım bir karakter istiyorum. Hadi bakalım 🙂

Setlerden fırsat buldukça hangi dizileri ve filmleri izlersiniz? Birkaç öneri alabilir miyiz?

Bu yazı Cannes’la açmış olduk. Sonrasında araya tatiller girdi. Bir süredir pek bir şey izleyemiyorum ama en son Succession’ı bitirdim. Çok şiddetle tavsiye ederim. Gerçekten ilham verici oyunculuklar var. White Lotus da çok beğendiğim bir iş. Hem hafif hem de derin. Çok güzel kurgulanmış bir iş.

Sırada O mu Bu mu Köşesi var.

Yaz mı kış mı?

Yaz

Kitabını okumak mı filmini seyretmek mi?

Film

Gece insanı mısınız gündüz mü?

Gündüz

Komedi mi dram mı?

Komedi

Friends mi How I Met Your Mother mı?

Friends

Elit Andaç Çam’a sorularımızı yanıtladığı için teşekkür ediyor, Kuru Otlar Üstüne’nin vizyon tarihini iple çekiyoruz. 🙂

Ulvi Kahyaoğlu: ”Hikayeye ve Karakterime Elimden Gelen Katkıyı Sunmak İçin Çabalarım”

Benim Adım Melek, Elbet Bir Gün ve Tozluyaka dizilerinde izlediğimiz, son dönemde Craft’ın Sığınak oyunu ile adından övgüyle söz ettiren ve Dengeler filmi ile yeniden seyirci karşısına çıkmaya hazırlanan Ulvi Kahyaoğlu’na sorularımızı yanıtladığı için teşekkür ediyor; sizi keyifli sohbetimizle baş başa bırakıyoruz! 🙂

Seni çok iyi tanıyan bir dostuna sorsak Ulvi Kahyaoğlu’nu bize nasıl anlatırdı?

Ağırkanlı derler ortak olarak, tek bir ağızdan. Çalışkan da derler. Özverili olduğumu da söyleyeceklerini düşünüyorum. Bir de karşımdakine faydalı olmaya çalışan biri olduğumu ama bir noktada tahammül edilemeyecek bir hale geldiğimi de söylerler bence. Bir de Arya ”dede” der bana.

Craft’ın Sığınak oyununa dahil olma sürecin nasıl oldu?

Şanslı olduğum bir hikaye bu. Tozluyaka’da bir bölümde çocuklara Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler oynuyorduk ve ben sahneye çıktığımda çok heyecanlandım ve on yaşımdan beri sahneden ilk defa dört sene uzak kalmıştım. Bu heyecan sonrasında dedim ki; benim tekrardan sahnede olmam gerekiyor yoksa daha da uzak kalacağım ve daha da zorlaşacak sahnede tekrardan olabilmek. Bunun üzerine Tozluyaka bittikten sonra İbrahim’le görüştük, sığınak onların yanlış hatırlamıyorsam altı aydır provada oldukları bir projeydi ve ekip birkaç kez değişmişti (Uğur dışında). Uğurla da biz okuldan arkadaşız ve onunla sahneyi paylaşmak okuldan beri benim çok istediğim bir şeydi. Yani her şey çok güzel denk geldi diyebilirim.

Sığınak’ı izleyenler oyundan boğazı düğümlenmiş ve çok etkilenmiş bir halde çıkıyor. Peki senin seyirci olarak böyle etkilendiğin bir oyun var mıydı?

Biraz hikayeli bir cevap geliyor, Matilda Müzikalinin bende çok başka bir yeri var, aslında tür olarak boğaz düğümleyecek bir yanı olmamasına rağmen, Dokuz Eylül’de oyunculuk okurken koreografi yaptığım 4 senelik bir dönemim oldu. O süreçte sürekli Broadway prodüksiyonlarının kesitlerini izliyordum. Matilda’nın “Revolting Children” parçasını defalarca izledim ve izlettirdim derken ikinci yılında yaptığımız West Side Story müzikalini Ingiltere’de bir tiyatro festivaline götürdük. Şahane gururlu bir andı. Sonrasında Matilda’yı izleme şansım oldu. Hayranlık duyduğum ve ilham aldığım projeyi yaptığımız proje sayesinde izleme fırsatım olması bendeki bütün süreci ve hikayeyi boğaz düğümleyen bir an haline getirdi…

Tozluyaka ile genç ve sosyal medyayı aktif kullanan geniş bir hayran kitlesine ulaştın. Seyircinin bu kadar etkileşim içinde olması nasıl hissettirdi? Canlandırırken bu sahneye kesin edit yaparlar dediğin anlar oldu mu?

Aslında Tozluyaka ile beraber ben de sosyal medyayı daha aktif kullanmaya başladım ve takipçi kitlesinin aktifliği ister istemez seni de daha aktif kılıyor. Gerek editlere bakmak olsun, gerek koyulan bir fotoğrafa verilen tepkileri karşılamak olsun. Bu arada o kadar güzel editler yapılıyor ki. Dönüp dönüp izlediğim/izlettirdiğim pek çok edit var. Tüm bu sebeplerden dolayı aslında Instagram bi’ anlamda işimin bir parçası oldu. Tabii ki bunun olumlu tarafları olduğu kadar olumsuz tarafları da var.

Bu soru tüm Tozluyaka özleyenler için gelsin. Dizinin finalini düşündüğümüzde sence Berk şu an nasıldır ve ne yapıyordur?

Aslında finalde gördüğümüz Berk artık kendi kabuğunu değiştirme sürecine girmiş bir Berk’ti. O yüzden onu Berk yapan tavrından ve hayata baktığı pencereden taviz vermediğini göstermeye çalışarak Öztürk ailesine iyi gelmeye çalışıyor olabilir. Ali, Derya ve Berk artık aile gibi hissediyorlardır bence. Ama hala Berk Berkliğini yapıyordur (ara ara).

Ya da Ege’yi alıp tatile gitmiştir.

Canlandırdığın karakterlerden birine ait unutamadığın bir replik veya sahne var mı?

-Dünya senin etrafında dönmüyor Hazal.

Akıl Hastanesinden Cemre’yi kaçırma ve Karakol’a teslim etme sahneleri bence iyi ve önemli sahnelerdi. Ama ama ama Berk’in Ali’yi yaraladığı sahnede Hato’nun gelip patisini açık yaraya basması unutamayacağım bir sahne.

Hala aklıma geliyor. Kenan-Berk sahneleri ve Ali-Berk sahneleri bence çok keyifliydi. Kenan Junior’la Kenan’ın tanışma sahnesi bence çok acayipti. Ali ve Berk’in soğuk hava deposu enteresandı. Daha da geliyor aklıma… 

Yazın romantik komediler kışın da aşk adı altında özellikle kadınlara psikolojik ve fiziksel şiddet uygulanan diziler çoğunlukla karşımıza çıkmaya başladı. Ama Benim Adım Melek bir iyileşme ve aile olma hikayesiydi Tozluyaka ise yaz dizisi olmakla birlikte gizem sosu da olan bir gençlik hikayesiydi. Mesajları da birçok diziye göre daha doğru ve yerindeydi. Proje seçimlerinde bunlara dikkat ediyor musun? Bir sonraki projenin hangi türde olmasını planlıyorsun?

İster istemez tabii ki dikkat ediyor oluyorsunuz ama tabii ki denk gelme durumunu da göz ardı edemeyiz. Benim Adım Melek dönemsel olarak proje tercihi yapma şansım olan bir dönem değildi ama şansıma hikayeyi de karakterimi de çok sevmiştim. Mesela şimdi düşününce bile ilk bölümü okurken bende bıraktığı hissi hatırlıyorum, böyle hissettirebilmesi büyük bir şans. Tozluyaka’yı okuduğumda da çok iyi bir şey okuduğumun farkındaydım ama her zaman böyle denk gelmeyebilir, bunun fazlasıyla farkındayım.

Tür konusuna gelirsek de samimiyetle böyle bir planım yok açıkçası, içinde bulunduğumuz sektörde önden plan yapmaya çok müsait bir sektör değil gibi geliyor bana. Ama mesela şunu söyleyebilirim, Tozluyaka sonrasında tiyatro tekrardan hayatımın odağında olsun istiyordum ve bu gerçekleşti. Bu yüzden galiba plan yapmak değil de niyet edip çok çalışmak benim için bir yöntem.

Diyelim ki çok sevdiğin bir yabancı dizi Türkiye’ye uyarlanıyor ve sen de kadrosunda yer alacaksın. Hangi dizi karakterine hayat veriyor olurdun?

Succession – Roman Roy

Üç kanal adı versem en sevdiğin dizisini söyler misin?

HBO: Succession

Showtime: Penny Dreadful – Californication

Netflix:Wednesday

Ölmeden önce yapılacaklar listesi tarzı bir listen var mı? Neleri gerçekleştirmek ya da denemek istersin?

Skydive yapmak istiyorum.

Bizim röportajlarımızda şöyle bir şey var: Yunus Narin bir sorumuza ‘’Leyla ile Mecnun’da rol almayı isterdim’’ diye yanıt vermişti. Bundan iki yıl sonra Leyla ile Mecnun internet dizisi olarak döndü ve Yunus Narin kadrosuna dahil oldu. Manifest sorusu diyebiliriz 😊 Düşün ki şimdi kuracağın cümle ilerde gerçekleşecek… Ne söylerdin?

Ben dilek dileme konusunda da çok becerikli değilimdir. Şöyle dilekler dilerim mesela; her şey iyi olsun. O yüzden bu manifestleme konusunda da çok spesifik bir cümlem olamayacak ama sevdiğimiz insanlarla, sevdiğimiz işleri huzurla yapıyor olmak isterim. Bu da benim dede manifestim.

Güne hangi şarkıyla başlamak seni motive eder? Tam benlik dediğin birkaç öneri alabilir miyiz?

Güne Başlamak İçin;

-Facile – Cameli Jordana

-Cantos de Sirena – Inma Serano

-Everlasting Dance – Llunr (Yapay zeka yapımı bir şarkı)

Tam Benlik Dediğim;

-Smooth – Santana

-Runaways – Morris Madrone

-Just Dropped In – The First Edition

Sırada O mu bu mu köşesi var.

Gündemdeki bir soru ile başlayalım! Önce Barbie mi izleyeceksin Oppenheimer mı? 🙂

Galiba gün içinde Barbie, akşamına Oppenheimer diyebilirim.

İzmir mi İstanbul mu?

Bu şey gibi bi soru; annen mi? Baban mı?

Yaz mı kış mı?

Yaz

Gece insanı mısın gündüz insanı mı?

Gece

Friends mi How I Met Your Mother mı?

Friends

Netflix mi CNBC-e mi?

Netflix

Dram mı komedi mi?

Dramedi

Yeni başlangıçlar mı nostalji mi?

Yeni başlangıçlar

Son olarak Twitter takipçilerimizden gelen sorulardan bazılarını paylaşıyoruz.

Ulvi Kahyaoğlu da kendisini Roman Roy’a benzetiyor mu? Roman Roy karakteriyle anılmak nasıl bir histi?

Benim izlerken çok keyif aldığım bir karakterdi dizinin ilk sezonundan beri. Bir de dünya çapında rüştünü ispat etmiş bir diziden ve kendine has tavrı ve davranış biçimiyle ikonik hale gelmiş bir karakterden bahsediyoruz. Bu benzetilme eğer Berk Yağızoğlu’nun biricikliğini sakatlamıyorsa beni onore eder.

Hato diziye nasıl dahil oldu? Berk’in köpeği olması Ulvi’nin fikri miydi?

Ben sundum bu fikri Semih Hoca’ya. Semih Hoca’nın ve senaristimiz Yekta Torun’un sandığım kadarıyla bu fikir hoşlarına gitti ve süreçte Berk’in hayatına çok hoş bir şekilde girip vazgeçilmez bir yer edindi Hato. Hato Harika Torun’un kısaltmasıydı, bir anda senaristimizle de bir kan bağı olmuş oldu, bence çok hoş bir detaydı bu da. İşin sonunda Hatçe’yle böyle bir anımızın olması paha biçilemezdi tabii ki. Yolda yürürken beni tanımayıp Hatçe’yi tanıyanlar oluyor, bu da acayip hoşuma gidiyor.

Çalıştığınız projelerde karakteriniz için yönetmen ve senaristle etkileşim halinde oluyor musunuz? Tozluyaka’da Berk’in sevgilisinin yasını tuttuğu sahnelerde çalan şarkının sahibi Sevimo’yu sosyal medyadan takip ettiğinizi gördük dinlediğiniz bir sanatçı galiba, öneriniz oldu mu?

Bu ekibin dinamikleriyle çok ilgili tabii ki. Yönetmenin, senaristin bu konudaki bakışı asıl belirleyen oluyor. Bir yandan da yaptığımız işin yoğunluğu ve hızı çok yüksek, bu yüzden herkesin elinden gelen maksimum işe fayda sağlayacak katkıyı yapabilmesi çok önemli ama bu bir noktada kakafoniye dönüşüp işin aksamasına sebep olmamalı. Ben kendi adıma içinde yer aldığım her projede elimden gelen katkıyı en faydalı haliyle karaktere ve hikayeye sunmak için çabaladım ve çabalıyorum. Tozluyaka’da da Semih Hoca ile karakter üzerine çok paylaşımımız ve sohbetimiz oldu. Bütün bunlar süreci çok çok daha özel kılıyor.

Batuhan Sevimo Arya’nın ve yardımcı yönetmenimiz Burak Turhan’ın arkadaşıydı. Ben Tozluyaka sayesinde tanıdım, tanıdığıma da çok mutlu oldum açıkçası.

Berk Yağızoğlu’na bir şarkı armağan etsen, bu hangi şarkı olurdu?

Mor ve Ötesi – Bir Derdim Var

Kendisi yazacak olsa Berk ve Cemre için nasıl bir son yazardı?

Benim hayal dünyamda Berk ve Cemre kriminal bir çift olup yargı dağıtırdı ama sonu ne olurdu bilmiyorum.

error: Korunan İçerik!