tds_thumb_td_300x0
Eda Şölenci: ”Kendimin en iyi versiyonu olmak en büyük isteğim.”

Adı Efsane ile hafızalarımıza kazınan Aslan Ailem, Aşk Ağlatır ve Şahsiyet gibi dizilerde yer alan başarılı ve güzel oyuncu Eda Şölenci ile röportajımız sizlerle! Bizi kırmayıp röportaj teklifimizi kabul ettiği için kendisine tekrar teşekkür ederiz. 🙂

Merhaba Eda. Öncelikle bize vakit ayırdığın için Ne İzledik Ekibi ve tüm sevenlerin adına teşekkür ederiz. Ekranda görmeyi özlediğimiz bir isimsin. Umarız hem televizyonda hem dijitalde harika işlere imza atarsın. Yeni projelerini dört gözle bekliyoruz. 🙂

  • Sosyal medyana baktığımızda cıvıl cıvıl, enerjisi yüksek, sanata düşkün, seyahat etmeyi seven bir Eda görüyoruz. Seni motive eden şey/şeyler nedir?

Herkese merhabaaa, hemen konuya giriyorum:).

Beni motive eden en önemli şeylerin başında keşfetme açlığı geliyor. Kendimi bildiğimden beri hep meraklı biri olmuşumdur. Doğduğumuzdan beri bize gösterilen, kendi doğrularımızın olduğu bir dünya var. Peki ya diğerlerinin dünyası nasıl, doğruları ne? Diğer insanlar aynı konular hakkında nasıl düşünüyorlar, bakış açıları ne, nasıl bir hayat perspektifleri var hep merak ederim. Dolayısıyla bu empati yeteneğimi geliştirip, daha çok insan tanıma, daha çok yer görme, daha çok deneyim kazanma ve sanata&psikolojiye karşı öğrenme arzusu doğuruyor bende.

Cıvıl cıvıl olmaya gelince de küçüklüğümden beri kendi küçük dünyamda hep bir şekilde mutlu bir insan olmayı başarabildim. Beni tanıyan insanlar kahkahalarımdan bile tanır uzaktan, o kadar severim gülmeyi. Ayrıca gülmenin, gülümsemenin muazzam ve çok hızlı yayılan bir pozitif etkisi olduğunu düşünüyorum (lütfen evde deneyiniz).

  • Seni Adı Efsane dizisinde Çiler olarak tanıdık. Hemen sonra karşımıza Pelin, Nalan ve Fatoş olarak çıktın. Dört ayrı karakteri başarıyla canlandırmıştın. Peki gerçek hayattaki Eda kimdir? Bize biraz kendinden bahsedebilir misin?

En olmazsa olmazım özgürlük. Özgür olmadığımı hissettiğim her andan koşarak uzaklaşırım. Aynı şekilde etrafımdaki insanlara da özgürlüğünü hissettirmeye bayılırım. Bana ne oluyo ki, bana mı kaldı cümlelerini çok kullanırım. Aynı şekilde etrafımda olan insanların da bu şekilde olmasına özen gösteririm. Küçük şeylerle mutlu olmayı küçük yaştan beri çok iyi bilen biriyim. ‘Zahmetsiz’ biriyimdir ve sevdiğim insanların hayatlarını kolaylaştırmaktan çok keyif alırım, (yeri geldiğinde zahmetli olmayı da çok iyi bilirim hehe). Hayata bakışımda ‘hallederiz’ sözü hep vardır. Hayatın sonu gelmediği sürece hep bir çözüm var olduğuna inanırım, öyle de olur (en azından şimdiye kadar bu hiç beni yanıltmadı).

Yürümeye ve konuşmaya başladığımdan beri olabildiğince her şeyi kendim halletmekten, korkusuzca soru sormaktan hiç çekinmem (bu konuda anneme kocaman sarılırım, onun eseridir). Cesaret edilerek yapılması gereken şeyler olduğunda ilk sıradaki kişilerden biri olurum. Sınırları zorlamakta üstüme yoktur, yasaklardan pek hoşlanmam :). Eşitsizlikten de hiç hoşlanmam. Eğer bir eşitsizlik veya haksızlık varsa filtresiz bir şekilde konuşmaktan hiç çekinmem. İyi olmadığımı bildiğim, yetersiz olduğum konularda bilmişlik taslamam, tam oldurana kadar sessiz kalır öğrenmeye çalışırım ya da sorularım bitmek bilmez. Kendimi yüksek sesle eleştirmeyi de çok iyi bilirim, kendimle dalga geçmeyi de. Zekaya, iki beynin çarpışmasına bayılırım. İkili ilişkilerde zekâ beni baştan çıkarır.

Oyun oynamaya bayılırım, Tabu’da üstüme yoktur. Oyunlarda kazanmak isteyenler zaten benim grubumu seçerler 😛 (sizi seviyorum). Her türlü spora, gezmeye, yeni bir aktivite denemeye, film izlemeye, ikna etmeye, sevdiğim insanları evimde ağırlamaya, yemek yapmaya&yaptığım yemeklerden yedirmeye bayılırım. İnsanlarla farklı bakış açıları paylaşmaktan, olaylara farklı yönden baktırmaktan büyük zevk alırım; aynı şekilde farklı yönlerin bana gösterilmesine, etrafımda kendini dinlettiren insanların olmasından da. Yaşayabilecek tek bir hayatımız varken (bildiğimiz kadarıyla) başkalarının yaşanmışlıklarından ders almayı da çok severim.

Hayatta çok güzel hikayelerim var ve iyi bir hikâye anlatıcısıyım. Sanırım böyle olduğu için, evren bana anlatmaya değecek hikayeleri de bol bol gönderiyor bir şekilde :). Tabii ki herkes gibi yaşamamış olmak isteyeceğim şeyler de oluyor, fakat onlardan da keyif almayı çok iyi biliyorum. En önemlisi de etrafımdaki kişiler de hayattan keyif almayı bilen insanlardan oluşuyor. Hatta en yakın arkadaşımla aramızda bir espridir; mesela aşşşşırı sinirleneceğimiz ya da kötü durumda kaldığımız bir an olur, göz göze geldiğimiz anda ‘deneyim’ diyerek gülmeye başlarız ve kahkahalarla devam eder. Sonuçta o ‘kötü’ durumdan keyif almanın bir yolunu yine buluruz.

  • Küçüklükten beri hayalini kurduğun, çok istediğin bir şey var mı?

Kendimin en iyi versiyonu olmak, yarını düşünmeden yaşamak; her küçük isteği içinde bulunduran en büyük isteğim. Hep daha kaliteli yaşamak, daha çok öğrenmek, daha çok deneyim kazanmak üstüne hayallerim. Kafayı koyduğum her işte iyice derinleşmek ve altından başarılarla kalkmak. Ve gıpta edilen bir kadın, insan olmak. Geriye bakarak düşünüyorum da; hepsine de bir şekilde sahip oldum, olmaya da devam ediyorum. Bence burada en önemlisi hayal kurarken zaman kıstası koymayıp, hedeflerine ilerlediğin her süreçte keyif almayı becerebilmek. Bunu yaparken bu yolculukta karşına çıkan diğer fırsatları da değerlendirdiğin zaman, bitiş çizgisine geldiğinde beraberinde hesaba katmadığın bambaşka başarıları da getirmiş oluyorsun. E daha ne olsun :).

  • Master için önce Roma’ya yerleştin. Daha sonra Berlin’e adımladın. Rotanı akademik kariyerine çevirmen nasıl oldu? Türkiye’ye dönmeyi planlıyor musun?

Bu uzun bir cevap olacak şimdiden söyliyim 🙂 . 2020’de herkesin de çok iyi bildiği pandemi dönemiyle yüzleşince tüm planlar bir şekilde askıya alınmış oldu. O dönemde üniversiteden mezun olmak üzereydim ve bir sonraki adımımın belirsizliğiyle gelgitler yaşıyordum. Tam da o huzursuzlukta yavaş yavaş kavrulmaya başlamışken 1 yıllık reklam kampanyası yapma şansı buldum ve elime toplu bir para geçti. Tabii ki bu parayı mantıklı bir şekilde, bir amaç için kullanmalıydım. Ayrıca İstanbul’da tek başıma kurduğum hayatı bir üst seviyeye taşıyıp, bunu yurtdışında deneyimlemeyi, kendime yeni bir challenge yaratmayı uzun zamandır hayal ediyordum.

2020 Kasım’da artık elimde bir miktar parayla üniversiteyi bitirmiş ve ‘ne yaparsam daha fazla inkişaf edebilir, kendime daha fazla özgürlük ve deneyim kazanabilirim’ diye düşünüp dururken, Instagram’da en son 10 yıl önce görüşmüş olduğum ilkokul sıra arkadaşımın Roma’da çekilmiş bir fotoğrafıyla karşılaştım. Onu soru yağmuruna tutup 10 dakika içinde her bilgiyi aldıktan sonra (Roma’da master yapmaya başlamış); büyük bir karar verip, ona ‘seneye bu fotoğrafın içinde buluşmak üzere’ deyip tüm enerjimi orada olmaya yoğunlaştırdım.

10 aylık hazırlık sürecinde de tüm gerekli sınavları ve belgeleri tamamlayıp tam 1 sene sonra kendimi o fotoğrafın içinde, Sapienza Üniversitesi’nde master öğrencisi olarak bulmayı başardım. Tabi bu hazırlık süreci burada yazdığım kadar hızlı ve pürüzsüz geçmedi. IELTS sınavı ve yüksek lisansta kullanmak üzere akademik İngilizce çalışmaya başladım mesela. Çok rahatlıkla İngilizce konuşuyor ve biliyor olmama (ya da öyle sanmama 🙂 ) rağmen, işin akademik tarafına gelince ‘aa ben ingilizce bilmiyomuşum meğer’ oldum. ‘Yok ben yapamıycam bunu, kafam almıyor’ dediğim bazı zamanlar da oldu. Bunu her hissettiğimde, beni yeniden ayağa kaldırıp hadi aslanım sen yaparsın dedirtecek bir olay yaşadım hep, ya da yanımda bunu söyleyecek harika insanlar vardı. En kötü ihtimalle de bunları söyleyebilecek kendim vardım.

Asıl serüven sonrasında başladı tabi, Roma’nın ilk senesi hayatımın en zorlayıcı senesiydi diyebilirim. Roma’ya çokça kez tatil için gitmeme rağmen yaşamaya başladığımda çok farklı zorluklarla karşılaştım. Dilini bilmediğin ve sistemi, bürokrasisi çok da iyi çalışmayan, sana yepyeni olan bir şehirde; şehire alışma evresinden ev bulma sürecine, ekonomik kaygılardan yüksek lisansta başarılı olma kaygısına kadar hepsine tek bir beden olarak çözüm bulmaya çalışmak çok ağır gelmişti.

Beni en çok zorlayanı da bir Avrupa şehri olmasına rağmen Roma’daki birçok kişinin İngilizce bilmiyor olmasıydı. Mesela dil farklılıklarını seyahat ederken çok anlamazsınız, çünkü ya yanınızda birisi olur ya da seyahat ettiğiniz süreçte başka insanlarla çok da derinleşme ihtiyacı duymazsınız. Fakat sıra yaşamaya geldiğinde, derinleşmeden, bağ kurmadan tamamlanmış hissetmek çok zordur. Yıllardır özenle yetiştirdiğiniz, ilmek ilmek ördüğünüz karakteriniz dil sayesinde görünür olur. Kendinizi açıklayamadığınız, düşüncelerinizi aktaramadığınız bir düzende aslında her şeye sıfırdan başlarsınız. Bu da yüzeyselliği ve yalnızlık hissini getirir. İş bulamama korkusu da cabası. Ama her seferinde içimden bir ses (yine kendim kendime 🙂 ) bunu da başaracaksın ve o an geldiğinde hissettiğin haz bambaşka olacak diyordu, nitekim öyle de oldu. Kendimi farklı açılarda tanıma fırsatı buldum ve her şeyi en hızlı şekilde çözmek isteyen, yerinde duramayan ben, en çok da sabretmeyi öğrendim.

Roma’nın ikinci senesinde artık oranın düzenine alışmış, ev düzenimi kurmuş, dili az çok öğrenmiş ve düzenimi kurmuşken Şahsiyet çıktı karşıma. Tüm planlarımı altüst edip bana yepyeni bir yol çizdi. Okuldaki sınavlarımı projelerimi bir iki ay içinde en hızlı şekilde tamamlayıp bazılarını da yaza erteleyip, kendimi İstanbul’da buldum. Çekimleri tamamladıktan sonra ışık hızıyla yeniden Roma’ya dönüp geriye kalan bütün sorumlulukları tamamlayıp Roma’nın ikinci senesini de böyle tamamlamış oldum. İlk gittiğimde bana korkudan kalp çarpıntıları yaşatan bu şehir artık avcumun içi gibi bildiğim ikinci evim olmuştu. Ama artık orda yaşamak istemediğimi yavaş yavaş hissediyordum.

O sırada yüksek lisansımın son senesi olan tez yazma sürecim için başka bir serüvene atılma fikri oluşmaya başladı. Tam da o sırada karşıma okuduğum üniversitenin bir değişim programı çıktı (başvuruların son günü tabii ki haha) ve en çok yaşamak istediğim şehirlerden biri olan Berlin için başvuru yaptım ve kabul aldım. Vee çok da uzun süre geçmeden kendimi Berlin’de buldum. Berlin’e geldiğimde de benzer, zor ama çok daha keyifli ve kendimden emin adımlardan geçtim. Küçük bir kıyaslama yapacak olursam; Berlin gerçekten eğitim, sistem, ulaşım ve kültürel anlamda çok ileride bir şehir. Bu tarafı çok daha detaylı anlatmak isterim aslında. Gerçekten sizlerin ilham almasını isteyeceğim çok hikayem var. Bu konuda birkaç düşüncem var bakalım 🙂

Türkiye’ye dönmeye gelince de, dedim ya Şahsiyet tüm planlarımı alt üst etti diye. Bu durumdan inanılmaz hoşnutum. Şu an başladığımı bitirme sürecinde olduğumdan dolayı birazcık yavaştan alsak da menajerimle projeleri değerlendiriyoruz ve bu konuda çok heyecanlıyım. Kendi hayatımda olacakları ben bile heyecanla bekliyorum, yani neden olmasın 🙂

  • Eğitimine devam ederken Şahsiyet’ten teklif aldın ve bildiğimiz kadarı ile önceki röportajlarından birinde Haluk Bilginer ile çalışmak istediğini söylemiştin. Casta baktığımızda inanılmaz isimlerle aynı sahneyi paylaştın. Haluk Bilginer, Erdal Özyağcılar, Şehsuvar Aktaş, Şebnem Bozoklu ve İlker Aksum ile aynı sahneyi paylaşmak nasıldı? Ne hissettin? Bize Şahsiyet’e Fatoş olarak seçilmenden paydos anına kadar neler yaşadığını anlatabilir misin?

Ben her zaman olması gerekenlerin tam da olması gerektiği zamanda olduğuna inanan, böyle yaşayan biriyim. Şahsiyet de hayatımda bunu belgeleyen en parlak noktalardan biri oldu. Bambaşka bir yöne doğru süzülürken bi’ kelebek gibi dokunup tüm yönümü, bakış açımı değiştirdi. Bambaşka bir ülkede, bambaşka şeylerle uğraşırken kendimi Şahsiyet setinin ortasında Türkiye’nin en iyi oyuncularıyla, en çok çalışmayı istediğim insanlarla çalışırken buldum. Çalıştığım en profesyonel set ortamıydı. Bu konuda inanılmaz şanslı hissediyorum. Tabi aralarında en deneyimsiz ve uzun süredir setlerde olmayan biri olarak çok gergin hissetmek de buna dahildi.

Yönetmenimiz Onur Saylak’ın iletişimi, yönetmenliği, tüm oyuncuların sıcak kanlılığı ve profesyonelliği, tüm set çalışanlarının işlerini en iyi şekilde yapması beni tam anlamıyla oraya ait hissettirdi. Haluk Bilginer’le aynı set ortamını solumaktan zaten bahsetmiyorum bile, onu gözlemlemek, ondan öğrenmek, hikayelerini dinlemek en iyi oyunculuk okullarından birinden mezun olmak gibi bir şeydi.

Hatta bazen yeni kurduğum düzenimi hiç bozmayıp Roma’da mı kalmalıyım yoksa hayatımda bir kaos yaratıp Şahsiyet için İstanbul’a gitmeli miyim ikileminde kaldığım (bi yandan sancılı bi yandan da o muazzam keyifli) o anı hatırlıyorum da, cesaret etmeyip orda kalsaymışım gerçekten hayatımdan çok şey eksilirmiş (teşekkürler).

  • Recep Usta ile n11 sonrası yeniden bir araya geldin. Reklam serisinde tatlı mı tatlı bir çifti canlandırıyordunuz. Şahsiyet’te yeniden bir araya gelmek nasıldı?

Evet bu çok tatlı bir tesadüf oldu. N11 reklamında nişanlıydık, Şahsiyette evlendik. Bir dahaki projede de çocuklarımız olur diye esprisini de yaptık :). Sanki bıraktığımız yerden devam eder gibiydi. Hani uzun zamandır görüşmediğin arkadaşların olur ama bir araya geldiğinizde yıllar hiç geçmemiş gibi hissedersiniz, kaldığınız yerden devam edersiniz ya öyle hissettik ikimiz de.

  • Mustafa Denizli’nin belgeselinde rol aldığını biliyoruz. Peki bu projede seni cezbeden neydi? Hangi rolde izleyeceğiz seni?

Ne zaman izleyebileceğiniz konusunda hiçbir fikrim yok, yayınlanmayacak bile olabilir. Açıkçası çok hızlı gelişmiş bir olaydı bu. Ben Çeşme’de arkadaşlarımın yazlığındayken (o sıralar her yerde yüksek lisans için IELTS’e çalışıyorum) menajerim aradı ve Eda nerdesin dedi, Çeşmedeyim deyince; bu kadar olur, Çeşme’de set var Mustafa Denizli’nin belgeselini çekiyorlar, gidebilir misin dedi. Gittim çektik. Hatta o aralar sınavımın yaklaştığı gergin bi dönemdi, kendi kendime oradan alacağım parayla birkaç kere daha sınava girme hediyesi verdim. Ama gerek kalmadı tabi :).

  • Reddedip sonradan pişman olduğun bir proje oldu mu?

Olmadı. Sadece rolü benimseyemediğim için audition vermediğim projeler oldu, şimdi olsa en azından kendini dene be kızım en kötü ne olur ki der, sahneye çalışıp audition gönderirdim.

  • Geçtiğimiz aylarda ekibimiz “Eda Şölenci’yi Görmek İstediğimiz Roller” başlığı altında bir yazı oluşturdu. Ajandan ressama, ressamdan katile birçok rolde görmek istiyoruz seni. Peki sen nasıl bir karakteri canlandırmak istersin?

Ajan dedektif gibi rolleri o kadar bayıla bayıla oynarım kii, aynı zamanda ruh hastası deli karakterleri oynamak için de can atıyorum. Neden olmasın. Bi de bu aralar Bir Kadın-Bir Erkek’e takmış durumdayız, aşırı gülüyorum Demet Evgar’a, muhteşem bir oyuncu. Bir Zeynep karakteri oynamaktan da çok keyif alırdım. Bakalım bizi neler bekliyor.

  • Beraber kamera önüne geçmek istediğin isimler var mı? Zerrin Tekindor cevabı cepte! Aldık, kabul ettik! 🙂

777 ahhaha. Bu listeme büyük bir zevkle Demet Evgar, Salih Bademci, Yılmaz Erdoğan ve Serenay’ı da eklemek isterim.

  • Kendinde sevmediğin özellikler var mı? Değiştirme şansın olsa hangi özelliğini değiştirirdin?

Kontrol etmeye çok elverişli bir beynim var ve planlamadığım şeylerle karşılaştığımda veya gelecekle ilgili belirsizliklerle ilgili çok rahatsızlık duyarım. Bu durumu çokça hafifletmiş olsam da biraz daha fazlası fena olmazdı :).

Çok nadir ortaya çıkan ve çokça törpülemek istediğim; kalbe saplanmış bir hançer hissi yaratan sözlerimin bir ayarı olsun isterim. Genel olarak kavgalarla aram iyi değildir, negatiflikten koşarak uzaklaşırım ya da sinirlenince gülerim. Ama bazen uzun süredir rahatsız olduğum ve üstüne düşündüğüm şeyler, içinden çıkılamaz bir hal almış ya da gerçekten can acıtmak istediğim bir durum oluşturmuşsa, bazen istediğimden fazla ileri gitmiş olabiliyorum. Bunu kontrol altına alabilmek süper olurdu.

Son olarak da sevdiğim insanlar benim alanımdaysalar, onların iyi hissetmiş olduğuna emin olana kadar rahat bırakamam. Bir şey ister misin, aç mısın, peki şunun tadına baktın mı, şu an ne düşünüyosun? gibi sorularla darlarım (bknz ‘Gibi; ne oldu, ne düşünüyosun’ sahnesi). Bu kadar da düşünmeme gerek yok tabi sıkılanın dili var söyler ayakları var yürüyüp gider haha.

  • Dönüp geçmişine baktığındaki 5 sene önceki Eda bugünkü Eda’ya ne söylerdi?

Önce bi kocaman uzun uzun sarılır, başaracağını biliyodum, biliyorum. Seni seviyorum derdim, derdi.

Ha bi de izlenecek, okunacak, gezilecek yerler listesini önüne koyar, iyi eğlenceler, keyfine bak derdim 🙂

  • Hayat görüşünü örnek aldığın, ideallerinin çerçevesini oluşturan bir kişi var mı?

Tek bir kişi yok. Etrafımdaki insanların hayran olduğum özelliklerinden oluşan hedefler var önümde. Hayatımda olan veya hayatıma girip çıkmış olan her insandan öğrendiğim, örnek aldığım ve almaya devam edeceğim bir sürü öğreti var. Bu konuda da çok ama çok şanslıyım. Şansı da bi kenara bırakıp tüm seçimlerim için kendime, bana kattıkları için de o insanlara teşekkür ederim.

  • Hayranlarınla etkileşim hâlinde olduğunu takip ediyoruz ve biz de dahil tüm sevenlerin senden ilham alıyor. Bu nasıl bir his?

Bu durumdan o kadar çok keyif alıyorum ki. Öncelikle kendimle gurur duyabildiğim bir yerde olduğum için. Etrafımdaki herkes kendi hayatıyla gurur duysun ve cesaret etsin; bazen zorlansın ama başardığındaki o hazzı tatsın isterim. Dünya’da hayranlık terimi çok tuhaf yerlere gidebiliyor. Bazen şaşkınlıkla izliyorum. Benim tarafımda sizlerle aynı dilden konuşmak bana büyük bir haz veriyor. Bir sürü mesaj alıyorum ‘senin sayende cesaret edip şunu yaptım, senden iham alıp şunu denedim, senden görüp şuraya gittim’ diye ve bu beni çok mutlu ediyor. Hani yukarda da dedim ya gıpta edilen bir kadın olmak diye. İşte burada <3

  • Twitter’da seninle yapacağımız röportajı duyurduğumuzdan beri sevenlerin heyecanla bekliyor. Onların sana olan soruları arasından birini senin için seçtik. Hayatının dönüm noktasını veya noktalarını merak ediyorlar, ‘’hayatım değişti’’ dediğin bir olay var mı?

Süper bir seçim, ben de olsam bu soruyu cevaplamak isterdim 🙂

Bence hayatımın birçok dönüm noktası var. Ve hepsi o kadar keyifli ve büyülü ki. Aklıma ilk gelen 3 tanesi sizlerle. Öncelikle çok sevdiğim ve istediğim Bornova Anadolu Lisesi’ne giriş hikayem, inanılmaz. Bence orada geçirdiğimiz 4 sene bizi her açıdan çok değiştiren, geliştiren ve hayata hazırlayan bir dönemdi. Bunu okuyan tüm BAL’lılara öpücükler.

İkincisi ailemdeki herkes karşıyken (kendilerince haklı sebeplerle), hepsine naifçe karşı gelip, anneme tek başıma yapabileceğimin güvenini verip İstanbul’a taşınmam.

Ve tabii Şahsiyet ve beraberinde getirdikleri.

  • Bize bir dizi bir film önerebilir misin?

Üç tane önermek isterim 🙂

The Dreamers- Bernardo Bertolucci,

Dogtooth- Yorgos Lanthimos,

Eyes wide shut- Stanley Kubrick,

bonus: Lalaland <3

Fleabag, Six Feet Under, The Big Bang Theory, bonus: Better Call Saul

  • Peki ya kitap önerisine ne dersin?

Sinan Canan’ın bütün kitapları, okuyun okutturun 🙂

Human Kind (Çoğu insan iyidir)- Rutger Bregman,

The Myth of Normal- Gabor Mate,

Bonus: 1984- George Orwell.

  • Şimdi en sevdiğimiz ‘’o mu bu mu?’’ köşemiz var. 🙂

Roma mı İstanbul mu?
Seyahat etmek için Roma Yaşamak için İstanbul / Berlin birlikte 🙂

Resim mi heykel mi?
Resim

Fast food mu homemade mi?
Homemade

 Tarantino mu Nolan mı?
Tarantino

Van Gogh mu Botticelli mi?
Van Gogh

Sabah insanı mı Gece insanı mı?
%100 Sabah

Yaz mı kış mı?
Yaz

  • Bu eğlenceli röportaj için Neİzledik ekibi olarak çok teşekkür ederiz. Son olarak sevenlerine söylemek istediğin bir şey var mı? 🙂

Öncelikle bıkmadan usanmadan bu röportajı beklediğiniz için çoooook teşekkür ederim. Ayrıca gönderdiğiniz tüm notlar, çok ince düşünülmüş hediyeler için de. Çok yakında yeniden görüşmek üzere 🙂 Hoşçakalıın.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Korunan İçerik!