tds_thumb_td_300x0
İki Aşık Nefer: EyFet ile 52.Bölüm

Sezonun ilk bölümünden sonra çiftler için zengin bir giriş yaptı Söz. FeySu düğünü sonu her ne kadar aksiyonlu olsa da çiftlerimiz için buluşma mekanı gibi oldu. Gelelim bizim deli dolu çiftimize. Eylem ve Fethi. Operasyon dışında cilveleşmeleri, kıskanç Eylem, yeni tim komutanı Fethi ve harika sahneler ile başladık diyebiliriz bu bölüme.

EyFet. İki aşık nefer. Fişek gibi çift desek de yalan olmaz. 52.Bölümde sahne açısından zengin olması delifişekler için bulunmaz nimet. Bölümdeki ilk sahne Erdem Albay, Derya ve tim ile birlikte operasyon odasında gerçekleşiyor. Ateş’in tim komutanlığı yerine saha görevlerini tercih etmesiyle birlikte Fethi tim komutanlığına getiriliyor ve sonrasında belki bölümdeki EyFet sahnelerinin en tatlı ve herkesi kalpten vuran anı geliyor.

Eylem’in Fethi’yi tebrik etmesiyle başlıyor sahne. Fethi’nin Yavuz’un komutan olarak gelmesi isteğiyle, dileğiyle devam ediyor. Devamında da yaklaşık 3 ay boyunca her delifişeğin korktuğu sahne geliyor. ”Bunca zaman yaşadığını biliyordun ve bana söylemedin.” Kafalarda onlarca senaryo, ayrılık, kavga gürültü beklenirken bu kadar sakin olması beni şaşırtmadı değil açıkçası. Ama sonrasında Eylem’in direk empatiye vurma yolu ve görevinin bu olduğunu söylemesiyle konu kapandı. Umarım devamında saçma sebeplerle açılmaz.

Önceki bölümden hatırladığımız kadarıyla Fethi’nin gizli bir telefon sapığı vardı. İşte suratlarda kocaman gülücükleri ortaya çıkaran sahne;

”Gizemli bir aşık olabilir mi?” Eylem’in kıskanç halleri ve imalarıyla tatlı ama gergin bir ortam oluşuyor. Fethi’nin ”Gizem sevmem. Ben ‘Eylem’ adamıyım.” diyerek gergin ortamı silip süpürmesi ve fandomdaki kişilerin ”Aaaaaayyyy”  nidalarıyla sahne bitiyor maalesef.

Her sahnenin başına yazarak laf kalabalığı yapmamak adına EyFet ile ilgili olan her sahnenin suratlarda kocaman bir gülümsemeye, pırpır atan kalbe, mutluluk nidalarına sebep olduğunu belirterek devam edelim.

Şarkı da ”Gülerek çıktık bu yola” sözlerinin geçtiği yerde Eylem’İn gülümseyerek Fethi’yi izlemesi artık Eylem’in de daha açık olduğunu gösteriyor. İkinci sezonda yaşanan ayrılık bizim Rambo Eylem’in aklını başına getirmiş olsa gerek.

Son sahnelere yaklaşıyoruz sanki. Düğünün yapılacağı mekana gelen kalabalık grubun içinde ağzı kulaklarında olan çift kendini belli ediyor.  Yalan söyleyemeyeceğim Eylem’in kızlarla beraber gelin odasına gitmesi beni çok mutlu etti. Daha çok böyle sahneler görebilsek keşke.

Son sahnemiz geliyor. Bölümde açık ara favorim olan sahneden az önce Fethi’nin ayaklanmasıyla Eylem’in ” Noluyor ya?” demesi bir oluyor.  Devamında gelen küçük bir tepki sahnesinden sonra ”Sevgilini izle. ” ve ” Ceketler çıktı.” ile bölümdeki sahneler son buluyor.

Benim bölüm yorumum şu şekilde;

Eylem ve Fethi’yi yeni sezonda uzun süre sonra bu şekilde görmek beni sevindirdi. Operasyon sahnelerini her ne kadar sevsem de diğer çiftlerin sahnelerine özeniyordum ve bu sezon Eylem’in sahaya çıkmadığı zamanlarda bu şekilde sahneler görecek gibiyiz. Yeni sezonda Eylem’in Fethi’ye karşı daha açık olması, geç kalınmış olsa da güzel geldi. Olayların hızlı gerçekleşmesi beni biraz üzse de desteklediğim çiftin normal çiftler gibi davranması keyif verdi.

Bir sonraki bölümde güzel ve keyifli sahneler görmek dileğiye..

Yazıyı bitirmeden önce bölümden komik bir görsel bırakayım;

Mahallem Fişlenmiş Basılmış Evim! | Çukur 35. Bölüm

Bölüme Cumali’nin yaralı Yamaç’ı sarıp sarmalamasıyla başladık. Şefkatli halleriyle kardeşini iyileştirmeye çalışması ve çalan türküyle güzel bir giriş yaptığımıza kanaat getirdikten sonra çokça özlediğimiz Vartolu çıktı karşımıza. Birkaç balici tipli tepesine bindi, yetmiyormuş gibi bir de kolyesine yeltendi bir tanesi. Ama Mihriban verdi onu oğluna, anında yükseldi Vartolu. Anasından kalan emaneti kaybedecek değil ya. Bu hareketiyle tekrar fethetti kalplerimizi.

Mahsun manyağına denk gelen Kemal yine Çukur için bedel ödemekle meşguldu. Acıma yok, kırdılar kolunu. İçimiz gitti ama yapacak bir şey yok. Bu sezonun kahraman kurbanlarından biri de o.

İlk gözüktüğü andan itibaren “Adam mı oldun lan sen” deme isteğime engel olamadığım Meke karakterine beni bu kadar güldürdüğü için kocaman bir teşekkürü borç bilirim. Şu tipi çete babası yapacak kadar ne yaşadınız sadece soruyorum.. Gidip dilenci falan olsaydı ne bileyim biyerlere göçüp depresyona girseydi mesela.

Hiç olmuş mu Allah aşkına? Yanındakiler, bağırıp çağırması.. Cık, komedisin “berberin oğlu”. Yani mahallenin yeni hali yüzünden elbette böyle gruplar oluşacak, yaşam savaşları verilecek. Hatta bunların eski yüzlerden seçilmesi de gayet mantıklı ama doğruya doğru, olmamış Meke. 

Şu sahnede acaba bu manyak Yıldız’a aşık mı oluyor yoksa anlık bi zevk mi veya sadece kullanacak mı diye düşünürken ilerleyen dakikalarda cevabı bize ne yazık ki çok net şekilde verildi. Yıldız değil, başkasıydı. Mahsun’a aşk yazılmasını zaten doğru bulmazken bir de üstüne bunun yazıldığı kişi.. Neyse oraya da geleceğiz.

İlk bölüm yorumunda bahsettiğim https://neizledik.com/bize-bi-dizi-ac-heyecanli-olsun-cukur-yeni-sezon/ o ürpertici, iç karartan atmosfer için de uygun bir sahneydi bu anlar.

Özellikle Mahsun’un söylediği Hepinizin de hayatı zor be. Ama bak siz zor hayat ne demek bilmiyorsunuz. Daha haberiniz yok, yavaş yavaş öğreneceksiniz. Hayatta kalmak için arkadaşlarınızı satmak zorunda kalacaksınız. Yetmez! Ailenizi feda edeceksiniz. Niye, çünkü yaşamak için. Sadece sen değil bak bütün Çukur yapacak bunu, hepiniz!” cümleleri.

Geberesice kel hastalanmış, ah pek üzüldüm anam babam. Ruhunun içindeki zifti dışarı akıtmaya çalışırken tıkanmıştır belki. Bu adamın çocukluğunu yaşayamadığına dair kesitler verildi dizide bize daha önce. Zaten zaman zaman gösterilen oyun sahneleriyle de bu durum destekleniyor. Ancak her acı çeken, zor büyüyen bu kadar gaddar, acımasız olmak zorunda mı orası tartışılır. Bunun ayarı biraz kaçmış sanki. Tepkilerini de kontrol edemiyor, sonsuz öfkesini de. Çok tehlikelisin Çeto, çok da itici!

Hoş geldin Meke’m, çayımız taze!

Meke’nin aksine Celasun’a çok güzel oturmuş bu rol. Zaten fazla sakin olmayan yapısı, asi ruhu, deli tavırları ve hayatta kalma çabası birleşince ortaya çok güzel bir elebaşı çıkmış. Liderlik yapacak vasıf da zaten başından beri mevcut..

Oturup kalkması, hali tavrı, ses tonu hatta bakışlarını kullanma şekliyle Kubilay Aka öyle güzel işlemiş ki karakteri, evine gidene kadar Celasun’u yapayalnız kalmış zannettim. Sevdiği herkesi kaybetmiş, onlarla birlikte içindeki iyi tarafını da. Durum bundan pek de farklı değilmiş zaten, aşağılarda değineceğiz.

Bu hallerini tekrar izlemek isteyenlere youtube’daki Hesap Sormaya Geldim sahnesini tavsiye ederim.

“Birbirinizi öldürmeyin. Size verilen ekmeği bölüşün. Kurallar bunlar, uymayan gider”

Şu yeni tipi ilk baş seveceğimi zannettim, malum Çukur’da alışığız değişik değişik insanlar görmeye.

-Bakın dövmeliler, isminizin hatrına önceki sefer sizi eşek sudan gelinceye kadar dövdük-

Ama bölüm sonunda fikrim değişti. Sevilecek bi yanı yokmuş, şimdilik oradan oraya koşturan hafif yetkili bir piyon sadece. Okey?

“Sakın çocuğunu yalnız bırakma..”

Çoğu izleyicinin Mahsun’a üzüldüğü bu sahnede sıra. Çeto’nun yanından ayrılırkenki konuşmalarında bebeği n’apalım? diyip öldürmesi gerektiği cevabını alınca yüzü değişmişti. Orada hepimiz anladık zaten yapamayacağını. Gitti verdi annesine, kendince tavsiye de ekledi. Muhtemelen bir çocuğun daha hayatı kararmasındı niyeti.

Zaafsız gözükür zannettik ama şimdiden takır takır dökülüyorsun Mahsuun. Şu surat ifadesine bakın, ya merhamete muhtaç garip bir çocuk olacak ilerde, ya da bu yüzden ölecek bence. Sana olan nefretimde hiçbir eksilme yok, zalimden başka bir şey değilsin çünkü. Haline üzüldüm doğru, ama hepsi bu. O yanındaki kel yüzünden insanlıktan çıkmışsın çoktan. Geçmiş olsun.

“Geçmiyor”

Yüreklerimizi dağlayan bir Yamaç Koçovalı ve hepimizi mahveden oyunculuğuyla Aras Bulut İynemli & Necip Memili koalisyonu. Ne denir ki, birlikte ağladık. Biz de sarılmak istedik bebeye abisi gibi.

Hazır ağlamak demişken bir diğer dokunaklı sahneye geçelim hemen. Akşın Koçovalı. İlk sezondaki pasifliği gitmiş, yerine muazzam bir hikaye gelmiş. Aklını kaybetmiş, ailesini kaybetmiş, huzurunu kaybetmiş, güzelliğini kaybetmiş bir genç kız. Bi sevdiği adam kalmış yanında, onun da hali belli. İlayda çok güzel altından kalkmış rolün, bayıla bayıla, biraz da ağlaya ağlaya izledim sahnelerini.

Celasun’un dünya iyisi anasına ya nazar değdirdik ya da senarist bize “Görün bakın mahalle öyle halde ki, herkes karanlıklar içinde. Ne hale geldiler.” demek için bambaşka bir hale getirdi kadını. Zaten ne günışığı ne de evin ışığını görmek istemeyişinden belli psikolojisi. Zifiri karanlığa boğulmuş, yaşama dair hiçbir beklentisi kalmamış. Tüm gerçeklikten kaçıyor.

Akşın’a sırf soyadı yüzünden mi bu kadar kızgın, bu kadar kötü, bu kadar nefret dolu bilmiyoruz. Ama her şeyin acısını o zavallıdan çıkarıyor. En çok destek olması gereken yerde köstek oluyor. Ölse şükredecek kıvamda. Çok büyük hayalkırıklığı oldu bizim için, çok.

Diğer zavallı, Celasun. Evine girerken her seferinde yüzüğünü takan Celasun. Muhtemelen karısının varlığını saklıyor korkudan. Başına bir şey gelmesin diye çırpınıyor. Nasıl tükendiğini, mekandaki o duruşunun arkasında nasıl kan ağlayan biri olduğunu gördük.

                                “Celasun, gelinliğim delinmiş”

Çaresizce elinden tutuyor karısının. Hüznün verdiği yorgunlukla konuşuyor, hareket ediyor. Kıyamıyor ki bir şey desin güzeline. Hem ne denir ki böyle bi zamanda.

Ellerinden kayıp giden her şey için ağlıyor. Yaşadığı yerin yuvadan cehenneme dönüşüne.

Nemrudun kızı türküsüne verdiği tepki yüzünden kalacak yeri kalmayan Medet’in elinden, bir zamanlar sadece didiştiği Celasun tutuyor. Anladığım kadarıyla Medet abisini değil, Vartolu onu bırakmış. Muhtemelen suçlu hissettiğinden. Uzaktan uzağa izlediği eski dostuna ne zaman kavuşacak bilmiyoruz ama o an geldiğinde biraz gerileceğiz, biraz da üzüleceğiz gibi. Medet’in hali hal değil. Elbet bir sonucu olacaktır.

Desteklemediğim bu ilişkide Sena’yı genelde haksız ve bencil bulsam da Yamaç’ın sevgisi ve acısı uğruna tahammül ediyorum izlemeye. Bebek mevzusunu umarım saklamaz. Bilmeye hakkı var sonuçta ama başına bir şey gelmesi de muhtemel. Kim bilir belki Yamaç doğmamış çocuğunun katledildiğini bizzat katilleri olan Karakuzular tarafından öğrenir ve o saatten sonra kimse tutamaz onu.

Bu sahneden Sena’nın kime emanet edildiğini tahmin edememiştim. Emmi’nin yaşaması güzel oldu ama böyle herkes ortaya çıktıkça o sezon finali niye yapıldı diye daha çok sorguluyorum. Madem kimse ölmeyecekti, neden herkesi heyecanlandırdın ey Horzum? Anlık kurtarışlar için mi böyle saçmalıyorsun anlamıyorum ki..

Yamaç’ın avradını ele geçirip eziyet etmeyi düşünen Mahsun’a ilk görüşte aşk şoku! Hoş onunkine aşk denmez, hastalıklı bir his, iğrenç bir saplantı izleyeceğiz muhtemelen ama.. Resmen kıza vuruldu, silahını geri çekti, üstüne bir de kardeşlerine yalan söyledi (!) Tehlikeli sular anam babam. Kim bilir başınıza neler gelecek, göreceğiz.

Etrafta dolaşan şu her biri kaslı karakuzu askerlerinden de, eski Çukur çocukların yerini alıp etrafta koşturan yeni serserilerden de nefret ediyorum. Bu kadar iticiyi nerden bulup toplamışlar bilemiyorum. Senaryo gereği o ruhunuzun çirkinliği yüzünüze mi yansıdı ya, vallahi şaşkınım. Soğuk, robot bakışlar. Kimisi konuşmaz, sadece emir alır. Sanırsın etten kemikten değil çelikten yapılmış itler : ) 

Kurt değil kuzu tabii ama etrafta sürü de kalmamış ki. Kimisi boyun eğmiş, kimisi mecbur kalmış. Hepsi perişan.

Bir an evvel çoban lazım başlarına. Cumali mi olur bu yoksa Yamaç mı göreceğiz.

“Benim adım Cumali Koçovalı lan! Ben intikamımı alırım!”

Cumali karakterine ciddi manada ‘hayat veren’ Necip Memili’nin tabiri caizse döktürdüğü bu sahneyi kaç kere izledim bilmiyorum. Çukur’dan, intikamdan, gidişattan, olaylardan bahsediliyor ama benim gördüğüm de duyduğum da sadece Cumali Koçovalı ve intikamı.

Heybetini gizli tut yiğidim! Böyle güzel bir yükselmek, böyle güçlü kendinden geçmek yok. Tarihe geçen bu sahneyi izlerken seyirci bile korktu, titredi Yamaç n’apsın. Anca babakaldı öyle çocuğum abisi kükreyince. 

Bu abiden korkun. Öyle bir geldi öyle bir yürüyor ki..

Psikopatlığın hakkını veriyor aynı zamanda. Kukumanlara hazırladığı süpriz, gelinini tereyağından kıl çeker gibi bulup getirişi.. Bize de hayran hayran izlemek düşüyor tabi.

Bu sezon izlemesi en keyifli karakter benim için. Adam nasıl bir yetenek, nasıl bir profesyonelse komedide de en az diğer sahneler kadar başarılı. Dizinin mizahi kısmının ona teslim edilmesi büyük şans. Çok dengeli, kimseyi rahatsız etmeyecek miktarda komiklik herkesi memnun eder. Elbette bu karanlık hava gereği ilerleyen bölümlerde yer yer dozaj düşürülecektir ama şimdilik tastamam.

Özellikle Yamaç taklidi sahnesine o kadar çok güldüm ki, sette neler yaşadılar, en son krize girmeden nasıl durup çektiler aşırı merak ettim. Hele ki Aras Bulut İynemli’nin doğal, samimi hallerini bilenler için daha da cezbedicidir. Çok güzel bir enerji geçiyor ekrandan bize. 

Cumali’nin diğer bütün kardeşlerden farklı bir karakteri var. “Delikanlı ağabey, kabadayı” modu açık. İyi yürekli, babacan ama fazlaca sert. 

Yamaç konuştuğunda “Hesap mı soruyosun sen bana, kim var karşında!” demişti mesela.

Aynı zamanda özgüvenli tavrı da çok hoş. N’aptın sorusuna “Kara kuzu kulağı topladım, adam asmaca oynadım” cevabını verdi.

Biraz geleneksel bir dili, eskiye yakın kafa yapısı var. Olması gereken de bu, itiraf etmek gerekirse bazı halleri İdris’i de andırmıyor değil.

“Adamın biri Kahraman’ımı öldürmüş, öyle kardeşin..”

Vartolu için söyledikleri hepimizi bi korkuttu. Ama Cumali’nin yapmasını beklediğimiz şey tam da buydu. Bağrına basacak değil ya tanımadığı etmediği “kardeşinin katili”ni. Daha ılımlı olması hata olurdu zaten.Önce sağlam bir çatışma süreci göreceğiz. Hatta çatışma değil. Vartolu muhtemelen iliklerine kadar pişmanlığını yaşadığı bu mevzunun yine defalarca acısını çekecek ve abi’sine sesini çıkarmayacak.

Canını kurtarır inşallah.. Şaka bi yana Cumali bu kadar katıyken neden istiyor da hizmet Yamaç gidip yanlarına alıyor acaba. Eğer onun isteği değilse hangi akla hizmet? Yamaç, gidip babamınoğlunu yanımıza alayım da birlikteyken ben bi şekilde korurum tek yaklarsa abim şişler kesin mi dedi ki. Sonuçta duydu Cumali’yi ve henüz aralarındaki bağdan habersiz. Acaba Cumali önce bi görüp,tartıp sonra mı kıyacak Vartolu’muza 🙁 Amaan ne bileyim bu konu çokça beynimi yakıyor benim, bir an önce kavuşsak.

Bu ikilinin her şeyi aştıktan sonraki ilişkisini öyle merak ediyorum ki! Öncesinde de inşallah Cumali Vartolu’nun mahcubiyetini kullanıp fazla üstüne gitmez, sınırlarını zorlamaz. Acıması yok çünkü bu konuda, canını yakanın canına kıyıyor adam.

Bölüm bitti, önizleme geldi. Sonrası malum. Aras bey’den oyunculuk resitali! Bu kadar mı yaşanır bir duygu be adam, öldürecek misin sen bizi? Üstüne söyleyecek bir şey yok inanın.

Yamaç kendine geldi, yüreğinde olayı deriye de kazıttı. E Koçovalı kardeşler toplanıyor! Ne için ; 

 

**********

 

Yeni sezona genel bir bakış atacak olursak..

İtiraf etmeliyim ki bu bölüm beklediğimden çok daha durgun geçti. Hatta saat ilerledikçe Çukur’un son yarım saatte coşma alışkanlığına umut bağlayıp bekledim ama maalesef. Son 20 dakika, son 10, 5 derken bölüm bitti! Ama çok sürmeden, hemen aynı anlar içinde, bölümü izlerken de kafamdan geçen cümleleri tekrar tazeledim ve senaryoya hak verdim.

Şimdi şöyle ki sezon finali ortaya büyük bir bomba bırakıp gitti. İlk bölüm yapılan iyi girişten sonra o bombanın kalıntılarının temizlenmesi gerekiyordu. Nedir bu kalıntılar; Celasun’un anası, Akşın, Emmi’nin ortaya çıkması, halkın ne halde olduğunun netleşmesi, Sena-Yamaç karşılaşması, karakuzu krallığının işleyişi, yeni düğümler atılması.

Bunların hepsi önemli, ve yazılması gereken şeylerdi. Çünkü EN ÖNEMLİ kategorisine sokamayacağımız kişilerin hayatta oluşunun gösterilmesi ve Sena’nın olayı daha sonraya bırakılamazdı. Gereksiz vakit kaybı yaşanır, uyum sağlaması zor olurdu ilerleyen bölümlere. Halk da bu işin kilit noktalarından, malum dizinin başından beri en çok tekrarlanan şey adını insanlarından alan Çukur da Çukur, Çukur da Çukur : )

İhanet edenler, sadık kalanlar veya kalmaya çalışanlar, ağlayarak boyun eğenler, Koçovalı’lara kızgın olanlar, gidecek yeri olmayanlar, oraya hapsedilenler, karakuzuya hizmet etmeye zorlananlar.. Var da var anlayacağınız. Bunların hepsinin aradan çıkması lazımdı ve Çeto’yla Mahsun’a da bol bol yer veriliyor ki huyunu suyunu öğrenelim. Sonradan şaşırıp itiraz etmeyelim. Çünkü karakterimiz bol, sahne süreleri azalacak ve her şeyi kendimiz anlayıp yorumlamaya başlayacağız. Hoş Horzum bu,her an her şeyi yapma ihitmali hayli yüksek ama neyse: )

Hal böyle olunca bu bölümü “geçiş, alıştırma, hikayeye yedirme, detay gösterme” saydık bağrımıza bastık. Ama elbette ki eksikler vardı. Mesela Selim nerede, n’apıyor, nasıl yaşıyor gösterilebilirdi. Vartolu ne halde, planı ne izleyebilirdik. Ama pardon ya! Sena’nın 9856 farklı kombinle 9856 gün Aliço’ya çorba götürmesi, manyak Mahsun’un küpe için lavabo sökmesi, Sena’nın evini kadastro gibi karış karış 10 saat gezmesi çok daha kritik. Dolayısıyla biz de, hep beraber kıymetli vaktimizi bunlara harcadık. Bu arada hatırlatayım. Çukur neredeyse iki buçuk saat süren bir dizi. Yani, başladığ günden beri, her hafta bir gece, binlerce insanı tam YÜZ ELLİ dakika ekran başına kilitliyor. Bir dizi için biçilen bu devasa zamanı biraz da dizinin en kıymetli karakterlerine ayırmak bu kadar zor olmamalı. Yetkililerden biraz insaf rica ediyoruz. 

Onun dışındaa, bu kadar olumsuz konuştuğuma bakmayın. Ben dizinin gidişatından gayet memnunum. Vartolu yokluğu canımı yaksa da, düzeleceğine tüm kalbimle inanıyorum. Dizide kullanılan şarkılardan türkülerden gayet memnunum. Karakterlerin ruh halini yansıtan sahne ve repliklerden memnunum. Defalarca kez söylediğim gibi, mahallenin ve insanların mahvolmuş, çaresiz, bitik hallerinden, sokakların korkunç, tehlikeli, ürkünç, dikenüstü durumundan memnunum. Gergin bir hava oluşturulmasından, başımıza dağlar yıkılıyormuş, sağanak yağmurlar altında üşüyormuşuz gibi hissettirilmesinden çok memnunum. Benim için Çukur güzel geri döndü, güzel devam ediyor. Dengeyi kurmak üzere, tempoyu tutturduğu an efsane keyifli olacağından eminim ki şu an çoğu kişi için öyle.

Yeni gelen karakterin kendini göstermesine fırsat verilmesi, hikayedeki yeri, kardeşini vurarak belasını bulan Ahmet detayı, sokakta Yamaç’ı konuşmadan uyaran amca, tüm öfke ve kırgınlıklarına, kaybına rağmen İdris babasının resmine sarılıp ağlayan Metin, korkuyla eve kaçıp karısını kontrol eden, daha sonra Medet’e emanet eden Celasun..

Tüylerimizi diken diken boyun kırma sahnesi karakuzuların sınırının olmayışının tarifiydi, Mahsun’un gözlerine gözünü diktikten sonra mecbur başını eğen Celasun mahallenin..

Bunların hepsini görüyoruz. Görüyor ve takdir ediyoruz. 

Bölümün sonunun dövmeyle bitmesi ve sezon finalindeki “Ya öleceğiz, ya alacağız” a henüz varamamızın sebebi bence heyecan yaratmak ve sonraki bölüme güçlü başlamak diye düşünüyorum. Ellerinde Efe’nin ölümü varken o sahneyi de harcamak istemediler ve 36’ya girişte kullanacaklar. Bu kadar bekleyen insanı bölüme çekmek, bölümde tutmak için iyi bir hamle. VarYam birleşmesi ve Cumali tanışması. Umarım daha fazla beklemeyiz ve olaylar hız kazanır.

Ama n’olur birileri de bizi anlasın. 

Gerçeküstü bir dünya oluşturmuş Horzum, elbette ki hatalar, kopukluklar olacak. Ama bunları en göze batmayacak şekilde toparlayacak kişi de kendisi. Çok iyi biliyoruz. Bize böyle bir dizi, böyle karakterler verdiği için ona, sette, kamera önü ve arkasında çalışan herkese, yayında ve yapımda emeği geçen tüm kadroya sonsuz teşekkürler.

*İsyankar sorular kısmı*

Celasun yaşıyor, Akşın yaşıyor, Emmi yaşıyor, vesaire. Şimdi sezon finalinde Yamaç kanlı düğüne geldi. Ailesini kurşunlanmış şekilde gördü. Orda delirdi sonra da çekip gitti mi? Hayır diyoruz buna değil mi mantıklı olarak. Ambulans çağırdı diyelim, hastaneye götürdü falan. E sonra bu adam takip etmedi mi ölüp kaldılar mı diye? Direk uzak yerlere taşınıp kendini şarkı söylemeye mi verdi? Sadece çığlık atıp bıraktı mı, kesin ölmüşlerdir yiaa mı dedi? Veya çook büyük güçler öldü gösterip Yamaç’ı mı kekledi, ki bundan hiçbir çıkar elde edilemez. Kukumanlar Koçovalılar öldü, aile kalmadı diye bağırıyor.

Durup durup kimse kalmadı deniliyor. E bu adamın yeğeni hayatta, eşi Celasun hayatta. Nasıl haberi olmaz? Bunca zamandır Çukur’dalar. Hiç mi haberi gitmedi Yamaç’a, hi mi uğramadı oralara? Hadi karakuzu cehennemini duydu ama takati yoktu savaşmaya diyelim. Ailenin kalanı nerde? Anası, yengeleri, yeğenleri. Öldülerse gömmeden bırakacak değil ya, orada olan Muhittin ölmüş, biliyor herkes de iki metre ötesindeki insanların durumu neden meçhul? 

Hadi diyelim heeeerkes, tüm Çukur onları öldü biliyor bi şekilde öyle kabullenildi. O şekilde yaşanıyor. Kemal’in canına tak etti gitti getirdi Yamaç’ı. Yamaç bu bölüm karısını gitti Emmi’ye bıraktı. Onun yaşadığını biliyor, tebrik ediyorum bir bağlantı kurulmuş. E Emmi kurtulmuş, baban da yanındaydı oğlum. Hafızasını mı kaybetmiş? Veya öldüyse –ki ölmedi biliyoruz– neden onla birlik olup kimsenin peşine düşmedin.. Emmi hiç akıl edemedi mi düğün alanındakileri araştırmayı öldüler mi kaldılar mı diye? Siz nesiniz ya? Herkes inzivaya çekilip hayatı mı sorguluyor. Vallahi aklımı çıldıracağım.

Sena gider onun için ölecek Yamaç’tan saklanır, Yamaç sahneye kaçar.. Kim nereye kaçmış, nereye saklanmış, kimler gerçekten ölmüş, kimler nerede artık lütfen açığa çıkarılsın. Bekleyecek halimiz kalmadı çünkü. Sırf şu bozuk gizem yüzünden sezona jeneriksiz giriş yaptık hala bi abuk sabuk mantık zorlayan durumlar bi’ şeyler. Derdiniz ne sizin? Bu boşluklar ne zaman adamakıllı dolacak. Aranızda bu sorularımın yanıtlarına sahip biri varsa lütfen beni bulsun.

BİTTİ TEŞEKKÜRLER. ASABİYETİM VE YER YER DAĞILDIĞIM İÇİN KUSURA BAKMAYIN LÜTFEN :’)

sevgi ve saygıyla..

 

 

 

Söz 52. Bölüm: Ben Bir Ölüyüm

52. bölümünü izlediğimiz söz dizisinin yorumuna hoş geldiniz.

Başta söylemeden geçemeyeceğim, yeni sezonda yenilik olarak oluşan jenerik girmeden önce bir sahnenin kesit verilmesi benim çok hoşuma gitti. Daha kaliteli olmuş.

Dragan her şekilde ortalığı karıştırmaktan geri durmayacağı çok belli. Sevgilisi Nadya ile birlikte daha bir çok insanı öldürüp güvenlik protokolüne ulaşmak için ellerinden gelenini yapacaklarına eminim.

Yavuz yalnız kurt olarak dizide rolünü korurken bu yeni görevinden sadece ustasının haberdar olması biraz zor olacağını gösteriyor. Tim hiçbir şekilde bu kadar vazgeçmesine anlam veremeyecektir. Yine de soğuk kanlılığını koruması taktir edici.

Yavuz komutanın gidişi ile birlikte Tim’in komutanı eksik kalınca bu komutayı Erdem Ateş’e verdi. Fakat Ateş hem istihbarat da hem de sahada kalmak istediği için bunu kabul etmedi. Komuta bu yüzden Fethi’ye verildi. Fethi ise “Komutan olarak Tim’in başında dursa bile Tim’in asıl komutanı hep Yavuz Karasu kalacakdedi. Bence bunu sadece yasal işlemler için yapması ve gönlünden sadece Yavuz komutanın geçmesi bile kardeşliğin bir sembolüdür.

Eylem’in aldığı bilgilerle istihbarat da ifşalanan elemanları kurtarmaya giden Tim yine zorluklarla sınanıyor. Zalımlara zalımca davranmak yerine onları da kurtaran merhametli bir Tim izledik bu bölüm. 

Yavuz’un gizemli halleri aşırı hoşuma gidiyor. Yalnız kurt olarak bile harika sahneler izliyoruz. Adama işkence etmek yerine mesela yaptıkları işkence ve saldırıları gösterip adamı bunaltması bile zekice bir hareket.

Melisa adlı yeni karakterin de değişik bir hikayeye sahip olduğuna inanıyorum. Mücahit de Melisa’nın peşini bırakmayacağından eminim. Güzel bir ilişki izleyeceğimiz belli.

Düğünde iki şeye bayıldım. Birinci olarak şehitlerin anılması ve o duygusallığı hissettirmeleri tüyleri diken diken etti. İkinci olarak da zeybek oynamaları rklerin sadece zeybekte yere çöktüğünün bir simgesiydi aslında.

Bölüm sonu Yavuz’un vurulmasıyla birlikte ortalık da karışmış durumda. Yeni bölümde Nadya kaçacaktır ve Tim bir iz bulacaktır diye tahmin ediyorum. Haftaya görüşmek üzere. 

Elimi Bırakma: Hayat Bazen Kaybettiğin Yerden Başlar

  Bir pazar akşamı, anneme eşlik etmek için öylesine izlemeye başladığım, sonrasında ise bakmayı pek düşünmediğim halde tanımlayamadığım bir hisle kendimi tekrar ekran başında buluveren ben. Dizide ilgimi çeken bir şey vardı ama tam olarak neydi hala bilemiyorum. Belki de hikâyenin sade bir şekilde işlenişiydi, belki de ilk defa izlediğim gençlerin oyunculuğunu görmekti. Öyle ya da böyle 8. bölüme kadar geldik. Şimdi kısaca geçmiş bölümlerde neler izledik gelin hep beraber bir göz atalım.

   Bir gecede değişen hayat…
   Azra Güneş Amerika’da aşçılık eğitimi alan, güleryüzlü, yardımsever, iyi yürekli bir kızdır. Tatil için Türkiye’ye geldiğinde onu kötü bir sürpriz beklemektedir. Babasının lokantasında meydana gelen bir patlama sonucu babasını da kaybeder. Bir genç için acıların en büyüğü bu olsa gerek hele de bu kişi bir kız ise. İlk bölüme Azra’nın çığlıkları damga vurur adeta. Onun, babasının cesedinin ardından çaresizce koşuşu dizinin en dokunaklı sahnesiydi kuşkusuz.
   Bir genç kız daha ne kadar büyük acı yaşayabilir derken, Sumru’nun bir günde iki kardeşi evsiz barksız bırakması, mecburen gittikleri Mesut’un evinden ayrılmaları ve en sonunda Mert’in; sığınmak zorunda kaldıkları Gönül’ün evinden kaybolması, insana gelin daha yok mu dedirtiyor. Ama durum ne olursa olsun her soruna çözüm odaklı yaklaşan Azra elinden geldiğince güçlü kalmaya çalışır. Çünkü sorumlu olduğu bir kardeşi vardır üstelik otizmli bir kardeş.

   Kendisiyle barışamayan Cenk…
   Cenk Çelen de Amerika’da işletme eğitimini yarım bırakmış, sinirli, bencil, agresif, kendi başına buyruk birisidir. O da Amerika’da eğitim görmekteyken okulu yarım bırakıp Türkiye’ye kesin dönüş yapar. Cenk’in hikayesi biraz daha farklıdır. Henüz altı yaşındayken babasını kaza yapmasına sebep olmuş, bu olayı yıllardır içinde büyütmüş her daim kendini suçlayıp, çevresinden soyut yaşayarak kendi kendini cezalandırmıştır. Çoğu zaman da gerçekle yüzleşmektense kaçmakta bulmuştur çareyi. Hayatın yükünü çekmese de hatasının pişmanlığını her daim çekmiştir.
   Cenk, babaannesinin otoritesine de başkaldıran birisidir. Babaannesinin prensiplerini doğru bulmaz, bunun için de her fırsatta ondan ayrılmayı planlar. Fakat bilmediği bir şey vardır, çocukluklarında ve gençliklerinde annesinden çok babaannesi ilgilenmiştir. Bundan da şu sonucu çıkarabiliriz, farkında olmasa da kişiliğinin oluşmasında babaannesinin etkisi vardır ve kendisi ne kadar inkar etse de derinden bir bağı vardır babaannesine karşı.

   Mert ve otizmle yaşamak…
   Bana göre dizinin ana konusunu oluşturuyor desem yeridir. Mert Güneş; sekiz yaşında otizmli bir çocuktur. Hayatı, normal şartlar altında zor iken bir de alıştığı yaşamın, evinin, rutinlerinin tamamen değişmesiyle daha da zor hale gelmiştir.
   Burada bir parantez açıp, otizm hakkında küçük bir bilgi paylaşımı yapmak istiyorum. Otizmli bir çocuk; kimseyle ten teması kurmak istemez, başkaları ile göz teması kuramaz, adı ile seslenildiğinde bakmaz, bazı sözleri tekrar tekrar söyler, yaşıtlarının oynadığı oyunlara ilgisiz kalır, gözlerinin bir noktaya takılıp kalır, hayatındaki rutinlerinin değişmesine aşırı tepki verir. Bunun yanı sıra bir alanda çok yeteneklidirler ki genelde bu sanat alanında olmaktadır. Mert de piyano çalmada çok yetenekli bir çocuktur.
   Azra bir taraftan hayatın sırtına yüklediği zorluklarla baş etmeye çalışırken diğer taraftan hayata karşı tamamen savunmasız olan kardeşi Mert’i sakinleştirmeye, kontrol etmeye ve korumaya çalışır. Çünkü Mert’in rutin düzeni değiştiği ve kendisini mutlu eden piyanosunu kaybettiği için çok daha hırçın ve saldırgan olur. Mert’in, kendini her çaresiz hissettiğinde sürekli Azra gelsin, Azra gelsin tekrarları insanın içini sızlatmaya fazlasıyla yetiyor. İnsan Sumru’ya saydırmadan edemiyor. Her şey bir yana o durumdaki bir çocuğu bir günde kapı dışarı edip tüm dünyasını altüst etmek de ne demek
   Sırası gelmişken oyunculuk adına Yiğit Kağan’ı ayrıca tebrik etmek istiyorum çünkü o yaşta otizmli bir çocuğu anlama ve doğru şekilde canlandırmak gerçekten takdire şayan bir şeydir. Gösterdiği performans açısından fazlası var eksiği yok.

   Feride Hanım’ın Sofrası…
   Dizinin ana kurgusuna Ferde Hanım’ın; “Aile insanın en değerli hazinesidir. Aynı çatı altında, acısıyla tatlısıyla yaşanan bir ömrün tatlı telaşesidir aslında.” repliğiyle giriş yapılır. Aslında çok merhametli ve duyarlı biri olmasına rağmen, yüklendiği sorumluluk neticesinde otoriter davranmak zorunda kalan ve bunun için acımasızca eleştirilen bir babaannedir o.
   Gerçekte bizler de torunlarının yerinde olsaydık aynı tepkiyi verir miydik bunu yaşamadıkça bilemeyiz. Ama Feride Hanım’ın, ölmeden önce torunlarının hayatın gerçeklerine gözlerini açmaları için verdiği uğraşı takdir ediyorum. Bunu yaşadığı sürede başarabilir mi bilinmez ama ölümün kıyısında olduğunu öğrendiklerinde, torunlarının ne kaybedeceklerinin farkına varacaklarına dair bir his beslemek istiyorum içimde. En azından Cenk’in.

   Acıların yakınlaştırdığı hataylar…
   İlk olarak havaalanında yolları kesişen çiftimizin tanışması, Cenk’in ukala tavırları yüzünden pek hoş olmaz. Daha sonra karışan bavulunu Azra’ya götüren Cenk tam da Azra’nın babasının ölümüne denk gelir. Bu olay Cenk’in ruhunun derinliklerinde yatan acısını bir kez daha canlandırır; babasını kaybetme acısı…
   Bu olaydan sonra Azra’yı farklı yerlerde hayat mücadelesi içinde bulan Cenk her fırsatta Azra’ya yardım eder. Buradan da anlıyoruz ki Cenk aslında özünde iyi birisidir. Sadece, geçmişte yaşadığı olaydan kendini sorumlu tutması sebebiyle öfkesini kontrol edemiyor ve bu zayıflığından dolayı her zaman kötü sonuçların doğmasına sebep oluyor.
   Mert’in kaybolmasıyla ikili acıyı adeta ortak yaşarlar ve birlikte çare bulmaya çalışırlar. Burada Cenk’in yaptığı en güzel iyilik, Azra demeden Mert için kayıp ilanı bastırması ve dağıtmasıydı. Bu hareketiyle Azra’nın kalbinde yer bulmaya başlar ta ki yine Azra’yı korumak adına yine şiddete başvurana kadar. Çünkü bu hareketi, tüm sorunları sakinlikle çözmek isteyen Azra’nın hayatını zora sokmaktan başka bir şeye yaramaz. Azra’nın kendisine değil de Tarık’a güvenmesi Cenk’i daha çok sinirlendirir ve bu durum birbirlerinden uzaklaşmalarına sebep olur. Babaannesinden de beklediği konumu elde edemeyen Cenk, artık kendisini buraya bağlayan bir şey kalmadığına inanan Cenk ani bir kararla Amerika’ya dönmeye karar verir tâ ki…

   Tekrar kesişen yollar…
   Amerika’ya dönmeye karar veren Cenk, kardeşinin uyuşturucu komasına girmesiyle eve geri dönmek zorunda kalır. Şirketteki hisselerini satıp yeni bir hayat kurmayı planlarken babaannesinin aldığı bir kararla tüm planları değişir. Babaannesi Azra’yı yasal varisi ilan etmiştir. Bu karar, kendisinin şirketin yöneticimine getirilmesini bekleyen Cenk’in daha çok öfkelenmesine sebep olur. Artık yeni bir karar almıştır; ne pahasına olursa olsun, Azra’nın maskesini düşürmek için kaçarak çıktığı şirketin mutfağına geri dönmektir.
   Cenk kızgındır çünkü; ilk defa aşık olmuş ve ilk defa serseri hayatından vazgeçip birisi için bir yerde daimi kalmayı istemiştir. Ama diğer taraftan tüm bu duyguları hissettiği kız babaannesini kandırmış ve tüm geleceğini elinden almıştır. Aynı anda hem dulutların üstünde olmakla hem de yere çakılmak bu olsa gerek.
   Cenk yine öfkesine kapılarak Azra’yı cezalandırmak için Cansu’yla sevgili olduklarını söyler ve hayatının hatasını yapması bence. Çünkü kendisi kimseyi yarı yolda bırakmadığını söyleyip duruyor. Gün gelip de gerçekleri öğrendiğinde geriye dönmek isteyecek ama Cansu’ya verdiği sözden dolayı dönemeyecek. Bu da kendisi için tam bir cehennem demek olacak. Buradan da anlıyoruz ki öfkeyle kalkan zararla oturuyormuş.
   Çiftimiz bir yandan durmadan birbirlerini iğnelerken diğer yandan gayet güzel pişmektedirler mutfakta. Cenk’in pişmesi desek daha doğru olur çünkü Azra zaten aşçılık okuyan birisi. Aslında babaannenin istediği tam da buydu. Cenk’in işe en alt basamaktan başlaması, alın terinin ve emeğin değerini bilmesi.

    9. Bölüm: Düşen maske…
   Sözde, Azra’nın maskesini düşürmeyi ilke edinen Cenk sonunda aradığı delile ulaşır ve babaannesinin doğum gününü bahane ederek gerçeği gün yüzüne çıkarmak için bir plan yapar. Cenk’in bir gün aydınlanacağını umarak, aslında sürüncemede olan bu süreci hızlandırdığı için kendisine teşekkür etmeliyiz. Cenk bazı şeyleri elbette yaşayarak öğrenecek ama gün gelip de Azra’nın masum olduğunu öğrendiğinde çok geç olacak hatalarını telafi etmek için.
   Azra ve Cenk ilişkisinde en büyük oyun kurucu elbette Sumru olmaktadır. Dünyada değer verdiği tek varlığı kızı Cansu için akla hayale gelmeyen senaryolar hazırlatıp mükemmel bir profesyonellikle sunmakta üstüne yoktur. Bu konuda ben dahil bütün izleyenlerin çileden çıktığını söyleyebilirim.

   Öfke ve pişmanlık…
   Cenk sonunda amacına ulaşır ve annesi Azra’yı kapı dışarı eder. Her ne kadar zafer kazandıklarını sansalar da Feride Hanım Azra’yı yine korur. Ondan beklediğimiz hareket de budur aslında çünkü Azra kendisinin planının bir parçası olduğu için bu duruma düşmektedir ve yine en iyi kendisi biliyor ki Azra, bazı şeyleri söylememiş olsa bile çıkarcı, fırsatçı birisi değildir.
    Azra pastayı yaparken Cenk farkında olmadan mutlu olduğunu belli eder. Hele de Şef en son ne zaman pasta yaptıklarını sorduğunda Azra, babamın doğum gününde deyip de ağlamaklı olunca Cenk, Azra’nın ilgisini başka yöne çekmek için kestaneyi kabuklu bırakması bunun en net göstergesiydi.Tüm bunların ışığında Cenk Azra’ya kızmakta çünkü kendisine göre yalancının birisidir Azra. Diğer taraftan yaptıklarından dolatı pişmandır çünkü Azra hal diliyle doğruyu söylüyordur. Öyle ki Azra’nın akan bir damla gözyaşı için dünyayı yakmayı bile aklından geçirir. Kalbiyle aklı, duygularıyla cüzdanı arasında sıkışıp kalan Cenk bakalım doğruyu ne zaman bulacak.

   10. Bölüm: Yüzleşme…
   Gelecek bölümde, fragnmandan anladığımız kadarıyla gerçekler ortaya çıkmaya başlayacak. Cenk’in annesi Serap’ın amacına ulaşmasıyla Cenk kendisini bambaşka bir savaşın ortasında bulması muhtemeldir. Tabii Azra’ya bir şekilde kızması da artık olağan hale geldi. Bu sefer de Feride Hanım’ın hastalığını sakladı diye kızıyor kıza. Ama bilmiyor ki, ne kadar kaçarsa kaçsın dönüp dolanıp geleceği yer Azra’nın yanıdır. Mert olayı da bambaşka yöne doğru evriliyor. Hayatın sillesinin ayırdığı iki kardeşin kavuşması ne zaman olur şu anda kestirmek güç. Ama içimden bir ses Mert’i Azra’ya getirme şerefine Cenk nail olacak diyor.
   Buraya kadar geçmiş bölümleri kısaca hatırlatmaya ve 9. bölümü yorumlamaya çalıştım. Hatalarım var ise affola…
   Kalın sağlıcakla… @zmrdnk001

Bir Deli Rüzgar 2. Bölüm: Geçmişin Sırları

Evettt. 2. Bölümümüz de dün akşam yayınlandı. Reyting sonuçlarını öğrenip geldim. Tahmin ettiğimden daha düşük gelen reytingler hafif moralimi bozdu ama Gökçe’nin de dediği gibi “Pes etmek yok.”

Gelelim bölüm yorumumuza

Bölüm daha çok geçmiş kısmına dayalıydı. Melike’nin vurulması üzerine onun geçmişte ki günlerini, ailesinin nasıl yavaş yavaş dağıldığını gördük. Genç Melike ve Gökçe arasındaki en büyük fark hırs ve azim olsa gerek. Melike azimli, hedefleri uğruna çabalayan bir kız. Gökçe ise hırsını törpülemeyi henüz bilmeyen hırçın, asi bir kız. İkisinin de gözü kara. Melike daha aklı başında gibi şimdilik. Melike ve Reşat Batur’un arasında bir yakınlaşma olacak gibi duruyor ama karakter tanıtımında evli ve bir kızı var yazıyordu. Ben daha çok o yüzden de Kemancı Ali ve Melike’yi yakıştırdım. Ali’nin tatlılığı, içinde gizli gizli yaşadığı sevdası, Melike’nin her anında yanında olması beni ona doğru çekti. Melike’nin babasıyla olan ilişkisi ve şu anda ki halleri koca bir ‘Nereden Nereye’ dedirtiyor.

Melike’nin bu bölüm en beğendiğim repliği ise “Eğer ben de kötü kadınsam siz de bu radyoyu dinlemeyeceksiniz” bu repliği bana tamamen onu sevdirdi. İnsanlar dinlerken mest olurken karşısına çıkınca kötü kadın gibi davranmalarını, iki yüzlülüğünü çok iyi anlatan bir replikti. Gelelim gelecek kısmımıza. Melike’den başladık öyle devam edelim anlatmaya o zaman.  Profesör Cenap’ın, Melike Candan’a olan ilgisinin sebebi ne acaba basit bir hayranlık mı yoksa daha mı fazlası? Karakter tanıtımlarında Cenap’ı Gökçe’nin babası olabilir diye düşünmüştüm. Ama bu fikrim de şuan da kararsızım. Gökçe, baktığında karakter inatçı, kafasının dikine giden biri gibi gözükse de bu hislerini sonradan kötü bir şekilde törpüleyeceğini düşünüyorum. İki Kadın karakterimizin de baba konusunda yarası var. Melike, şöhreti babasına tercih ederken, Gökçe babasına ulaşabilmek için şöhreti istiyor. Uğur, tüm çocukluğunu annesinin şöhreti uğuruna yitirmişken, Gökçe şöhret aracılığıyla kaybettiği çocukluğunu ve babasını bulmak istiyor. Senaristimizin bu kadar ince düşünmesi çok güzel. Gelelim dizinin en kral hareketine Gökçe’nin babasına yazdığı mektuplar düştüğü ve Gökçe’nin toplaması için havaya ateş eden Uğur. Böyle bir harekete düşeceğimi hiç düşünmezdim ama Berk’in cezbedici hareketleri ve psikopat seviciliğim beni Uğur’a itti. Telefon ekranına Gökçe’nin resmini koyması bana Yeşilçam’da aşık olduğu kadının resmini odasına astıran kötü karakterleri anımsattı.

Gökçe’nin kimseye yalvarmam, eyvallah etmem tavrı beni ona büyülüyor resmen. Melike’nin vurulmasını kendi yüzünden olduğunu düşünüp vicdan azabı çekerken, hayalleri için hemen oradan gidebiliyor. Fazla kararlı bir karakter değil Gökçe. Uğur’la olan yakınlaşmaları ise çok güzel ilerliyor. Berk ve Pınar’ın uyumu baya dikkat çekecek gibi bu sezon. Melike karakteri gençken ne kadar hırslarına yenik düşen bir karakter olsa da hala daha düşünüyorum böyle bir kadın nasıl evladını bırakıp gider diye. Tuna’nın anne dediği yerde Uğur’un bakışları beni yıktı. Gökçe’den sırf annesinin gençliğine benzediği için intikam alan Uğur’un ilerde bu intikamdan pişman olup köpek gibi aşık olacağı günü bekliyorum.

Gelelim aklımda ki sorulara;

Uğur’un Gökçe’yi menajer diye yolladığı adam kim acaba? Tunahan kimliğimi unuttum dedi polislere gerçek adı Tunahan değil mi? Melike karakteri nasıl olur da çok sevdiği kardeşinin cenazesi yerine sahneye çıkar? Uğur’un annesi kim olduğunu öğrendik annesinden neden bu kadar nefret ediyor?

Ve oyuncularımızın performansları hakkında ki yorumum;

Berk Cankat bence bu bölüm Uğur karakteriyle herkesi kendini aşık etmeyi başardı. Dizi konularında ki şansızlığı bu dizi de sona erer umarım. Oyunculuğu çünkü gittikçe güzelleşiyor. Hele bölüm sonunda o psikopat hareketi efsaneydi.

Pınar Deniz bu senenin parlayan yıldızlarından biridir. Türkiye güzel kadın oyuncuda bana göre ilk 10’a bile girer. Sesi de oyunculuğu da çok güzeldir. Bu bölüm onu fazla göremedik umarım bir sonra ki bölüm eski zaman yeni zaman eşit olur.

Almila Ada oyunculuk için bu diziyi beklemiş Melike Candan karakterini yaşıyor desek yeridir şu playbeck sahnelerini de düzeltseniz iyi olur. Melike Candan’ın gençlik dönemi herkesi büyüledi başarısını tebrik ederim. Ben ne kadar Ali’ci olsam da Melike ve Reşat Batur çifti daha çok sevildi. Yakın bir zaman da adından söz ettirecek bir çift olabilirler.

İzlemeye devam edeceğim. Umarım reyting kurbanı olmayan bir dizi olur. 

error: Korunan İçerik!