tds_thumb_td_300x0
“Hayallerini gerçekleştirmeye devam etmek ister misin?” | Bir Litre Gözyaşı 9.Bölüm

“yatarken düşlediğim masallar gibisin
geri gelmesen bile beklerim bilirsin
yalnız kaldığımda susmuyor hislerim
beni duymasan bile bilmeni isterim
acıtıyor hislerim” * 

Hoş bir gece planlamıştı Mahir, her şey çok güzel olacaktı. Cihan’ın yanında kendi olup hislerini açıklayacaktı. “Dünyam ol” derdi, “Leylam ol…” Ama işler istediği gibi gitmedi. Beklenmeyen bir hamle, herkesin yüreğine oturdu. Ne zaman kalkar, nasıl olur bilmiyorum.

Hande bölüm boyunca patlamaya hazır bomba gibiydi. Mahir’in de ondan hoşlandığını düşünmesi normaldi, sevdiğimiz insan da bizi sevsin ister, bunun hayalini kurarız, değil mi? Sonra da o hayale inanırız. Bir gün gelir, olur da dile getirsek hislerimizi, canımızı en çok yakan da bu değil mi?

Bilmediğimiz bir şeye inanmak… Hayal kırıklığına uğrarız, çünkü düşünmeden yanıp tutuşuyoruz. Ve Hande canını yakanı kabullenmek istemiyor. Etrafındakileri yaktığının, üzdüğünün farkında da değil. Çünkü üzülüyor. Bu durumuna üzülüyorum ama aynı zamanda ona kızıyorum da. Bencil davranıp Mahir’i dinlemedi bile. Yalnızca kafasının içindekilere inanıyor, gerçeklerle yüzleşmek istemiyor. Oysa Mahir’i bir dinleseydi daha çabuk iyileşecekti belki de.

“Bir sorunu çözmen, yaptığın bütün hataların üstünü örtmüyor.”

İnsanlar hatalar yapar, küçük ya da büyük… Bilmeden ya da kasten… Bazılarının geri dönüşü vardır, ama bazıları kendini affettiremez. Ali de affedilemeyecek hatalar yaptı. Şimdi de hiçbir şey olmamış gibi, geri dönülebilir bir yoldaymış gibi kendini affettirmeye çalışıyor. Oysa yürüdüğü yol çıkmaz sokağa çıkıyor, ilerisi yok. Ama o bunun farkında değil ya da farkında değil gibi davranıyor. Sürekli Cihan’ın etrafında dolaşıyor, kızın rahatsız olması umurunda bile değil. Onu sevdiğini söylüyor ama Cihan’ı üzdüğünün farkında bile değil.

Gerçekten seviyor mu? Yoksa hırstan mı bütün bunlar? Sevdiğini söylediği kız hayata karşı savaşmak zorundayken onun yanında kalmak yerine korkup kaçan Ali için neler değişti? Ya da gerçekten bir şeyler değişti mi? Çok soru sorduğumun farkındayım, düşünelim istiyorum. Farklı açılardan bakalım istiyorum. Yorum yapıp düşüncelerinizi paylaşırsanız çok sevinirim ☺

“Durum karışık… ama hayat da kısa. Hatta belki, bazılarımız için daha da kısa. Demek istediğim şu ki; Cihan’a da bir seçim hakkı bırakmalısın. Belki hayatına bundan sonra, senin gibi kafası karışık ama kalbi net biriyle devam etmek ister.”

Doktor Onur’un Mahir’e öğüt verdiği sahneleri gerçekten seviyorum. İki arkadaş oldular, dertleşiyorlar. Bazen en yakınınızdaki kişiler bile size ulaşamazken, zor anlarınızda yanınızda olan birkaç kişi çok değerli. Özellikle de Mahir için… Mahir kalbine yalnızca Cihan’ı almışken, ona olan hislerini anlatmak istediği zaman uğrayabileceği bir durağı var. Kalbimizi açabildiğimiz duraklar iyi ki var ❤

“Ben gidip bunu Cihan’ın yüzüne söyleyemem. Yani bugüne kadar hiç söylemedim.”

“Yüzüne söyleyemiyorsan, o zaman başka bir yol bulacaksın.”

Mahir’den de böyle güzel bir aşk itirafı beklenirdi. Yüzüne söyleyemem dedi, kağıtlara yazdı dünyaya haykırırcasına… Onlar için en özel şeyi seçti, birlikte geçirdikleri vakti doldurdukları kutuya koydu sevgisini. “Hayallerini gerçekleştirmeye… devam etmek ister misin?” Anlamlı, değerli, sevgi ve dostluk dolu… Aşk dolu. Bu aşkın en sevdiğim kısmı, her şeyden önce birbirleri ile dost olmaları. Görünmez bir bağ var aralarında, hiç çözülmez…

“Artık bu oyuna bir son vermeliyiz. Bu oyun yüzünden seni de, sevdiğim insanları da üzüyorum.”

“Ne?.. Ne üzmesi Cihan? Ne alakası var? Kimi üzüyorsun?”

“Var işte. Anlamıyorsun… Biliyorum, sen iyi niyetinle bana yardım ediyorsun, ama… Ama insanlar yanlış anlıyor. Daha fazla uzatmayalım.”

“Cihan… Umurumda değil. Sen bir tane çek, bak bakalım insanlar yanlış mı anlıyor. Hadi.”

“Senin yüzünden hiçbir şey berbat olmadı ki Cihan. Sen, dokunduğun her şeyi güzelleştiriyorsun.”

Cihan… Mucize gülümsemesiyle, baktığı her yere ışık saçan, bulunduğu ortama neşe katan, hayatına hep bir heyecan katan, dokunduğu her şeyi güzelleştiren Cihan… Mahir ne güzel görüyor onu, ne güzel seviyor. “Birini sevdiğinde, o sana güzel görünür.” diyordu bir dizide. Mahir Cihan’ı seviyor. Onu her şeyiyle, her dokunuşuyla, her gülüşüyle seviyor. Yaptığı her şeyi güzel görüyor. Cihan yaptıklarını, insanları mutlu etmek amacıyla yapıyor. Tıpkı anne ve babası için hazırladıkları festival gibi…

Hayatımızın o en güzel anlarından biri olabilecek olan, babasının annesine evlenme teklif ettiği zamanı onlara tekrar yaşatmak… En ufak ayrıntısına kadar canlandırmaya çalıştılar. Bazı aksaklıklar, can sıkıcı noktalar yaşamış olsalar da yaparken çok eğlendiler. Çabaladılar ve başardılar. O harika zamanı ailecek tekrar yaşadılar, keyifli bir gün geçirdiler. Birbirini sevmenin değerini gösterdiler; sıradan şeylerin de hayatımızda izle bırakabileceğini, bunun için illa gösterişe gerek olmadığını öğrettiler.

Elif pek mutlu değildi. Ergenliğin getirileri onu olumsuz etkiliyor. Ailesinin onu sevmediğini, umursamadığını düşünüyor. Karmaşık ve kötü sonuçlar doğurabilecek işlere bulaşıyor. Şu an onun için tek temennim, umarım yara almadan ailesinin ona ne kadar değer verdiğini görür de canı çok yanmaz.

Maalesef Mahir yine dile getiremedi hislerini. Cihan hissediyor, ama Hande’yi kırmamak için bilmezden geliyor, kendine bile belli etmiyor.  “Bu üçgende, en az birinin kalbi kırılacak maalesef.” demişti ya Doktor Onur, umarım ki herkes canı çok yanmadan çözebilir sorunlarını. Hayat, bazı şeylerle uğraşmaya değmeyecek kadar kısa.

Bölümlük dizi yorumu yazmaya yeni başladım. Bir hatam olduysa affedin. Tavsiyelere açığım 🙂 Sevgiyle kalın… 💖 

* Kutay Uçar – Beklerim Bilirsin

twitter: sunnyryefields_

Küçük Bir Mucize: Cihan ve Mahir

Mucizelere inanır mısınız? Ben inanıyorum. Mahir de mucizelere inanıyor ve Cihan’ı da inandırıyor. Birlikte, mucizelerin aslında çok da uzakta olmadığını gösterdiler bize bu bölümde. Olağanüstü şeyler olmak zorunda değil bir şeye mucize dememiz için. Çünkü hayatta olmamız bile mucizeler silsilesinin bir sonucu. Nefes alıyorsak bu bir mucize. Konuşabiliyorsak, gülebiliyorsak bunlar hep mucize.

Öyle güzel zaman geçirdiler ki, bir kar tanesinin gökten yere düşüşü gibi hoş bir mucizeydi sanki zaman. Hayat, güzel insanlarla güzel anılar yarattığında çok daha güzel gerçekten. An’lara anlam kattıkça güzelleşiyor hayat… Zorluklarla mücadele ettikçe de anlam kazanıyor, değerleniyor. Hayat, zorluklarıyla ve güzellikleriyle birlikte hayattır. Kim olursak olalım, ister genç bir kadın ister çocuk kalpli bir adam isterse görmüş geçirmiş bir amca ya da teyze, hayat önümüze engeller çıkarır. Bize düşen de bu engelleri aşıp mucizeler yaratmak. Mutluluğa ulaşmak… Eğer zorluklar olmasaydı mutluluğun kıymetini nasıl bilebilirdik ki?

“Hep bir şeyler düşündük, bir şeylerin savaşını verdik ya. Bir gün de bizim olsun dedim. Hiçbir şey düşünmediğimiz tek bir gün…”

“Hiçbir şey düşünmediğimiz tek bir gün… Bunca şeyden sonra bir mucize olurdu herhalde.”

“Mucizeler, gerçek olsun diyedir, dimi?”

“Sen mucizelere inanır mısın?”

“Artık inanıyorum. Sen?”

“Bilmem. Ben mucizemi kaybettim herhalde.”

“Belki buralarda küçük bir tane vardır.”                      

Mahir’in mucizelere inanması çok hoşuma gidiyor. Cihan hastalığını öğrendiğinde haklı olarak umutsuzluğa kapılıyordu. Mahir ona destek oldu, canına can kattı. Hayat önlerine zorluklar çıkarsa da zorluklarla baş etmeye çalışıyorlar.  Hayatın koyduğu bir engelle tanışmadılar mı zaten? Cihan sınava yetişecekti ve sınava girmeyecek olan Mahir ile karşılaştı, sınava birlikte gittiler.Daha ilk günden zorlukların üstesinden geldiler, ilk günden mucize yarattılar. İlk günden birbirlerine destek oldular, dost oldular. Aralarındaki ilişkinin en sevdiğim tarafı da bu, birbirlerine aşık olmaktan önce çok iyi dost oldular. Bu çok kıymetli…

Hayat Cihan’ın önüne yenilmesi zor bir engel çıkardı. Cihan yine de pes etmedi. Mutluluğun peşini asla bırakmadı. Çevresindeki insanların güzelliği, ona tutunacak bir ip verdi. Kocaman güzel bir ailesi var onun, arkadaşı var, Mahir’i var… Biri düşse biri kaldırır, asla pes etmez. Çünkü hayat, güzel insanlarla çok daha güzel, çok daha kolay. Hangi zorluk olursa olsun karşısında duramaz, tabii pes etmedikçe. Cihan pes etmiyor ve her anını değerlendiriyor. Çünkü zaman kıymetli bir şey ve hayat kısa, kuşlar uçuyor. Bu yüzden Cihan zamanının kıymetini biliyor ve mutluluğun peşinden koşuyor. Bu mutluluk koşusunda da Mahir hep yanında. Cihan ile mutlu anlar yaratıyor ve onu mucizelere inandırmaya çalışıyor. Başarıyor da.

“Bana ellerini ver, hayat seni sevince güzel.”

Mahir çok güzel seviyor. Sevdiğinin canına can katıyor. Cihan’la gülüyor, Cihan’la ağlıyor. İki bedende tek bir kalp atıyor gibi yaşıyor… “Yüzündeki gülümsemeyi hiç kaybetme diye… Seni hiçbir şeyin üzmesine izin verme diye… Yalnız olmadığını bil diye… Asla umudunu kaybetme, mucizelere inan diye…” Cihan mutlu olsun diye onunla maceradan maceraya atlıyor. Sokakta yürürken, evde otururken, etrafa bakarken, nefes alırken dikkat etmediğimiz hayatlara dokunuyorlar birlikte.

Nasıl ki Mahir Cihan’a iyi geliyorsa, Cihan da Mahir’e çok iyi geliyor. Mahir artık gülüyor, ağlıyor, hayatın tadına varıyor. Daha önce yapmadığı şeyleri deniyor, Cihan ile… Onu gülerken gördüğünde gülümsüyor, yüzüne yerleşen o kocaman gülücük neler neler anlatıyor bize. Gözünden akan yaşlar ne duygular barındırıyor içinde…

“Gülüşünden tanırım mesela, o gülünce dünyadaki herkes güler çünkü. Yani ben öyle hissederim. Ağlamasından tanırım. Benimle birlikte ağlıyordur çünkü. Kalbinden tanırım. Öyle çok ve saf seviyordur ki beni, belki bir çocuğu sever gibi…  Mucizelerinden de tanırım, çünkü aşk varsa herkesin bir küçük mucizesi de vardır.”

Güzel insanlar ve iyi kötü anılar biriktirelim, hayata anlam katalım. “Hayat kısa, kuşlar uçuyor.” Hayatın ellerimizin arasından kayıp gitmesine izin vermeyelim. Güzel insanlar, iyi kötü anılar biriktirelim. Pes etmeyelim ve zorlukların üstesinden gelmek için çabalayalım. Çünkü Cihan öyle yapıyor, Yürekli ailesi öyle yapıyor, Mahir öyle yapıyor. Cihan, sevdikleriyle birlikte bu hayata tutunuyor ve engellere rağmen mutlu olmanın yollarını buluyor. Küçük mucizelere inanıyor, biz de inanalım ve hayata kıymet verelim.

Güzel kalpli insanlar etrafınızda olsun. Mucizelerinizden hiç ayrılmayın. Zamanınıza ve hayatınıza sahip çıkıp mutluluk peşinde koşun. Sağlıcakla kalın… ❤

Kalplerin Güzelliği: Queen of the Ring

“Kes şunu, böyle bir şey için ağlama. Çirkin biri ağladığı zaman kimse kötü hissetmiyor. İnsanlar yalnızca güzel kızlarla ilgilenir.”

Güzellik nedir?  Ne tür şeyleri, nasıl insanları güzel buluyoruz? Güzellik algımız neye göre şekilleniyor? Ya da ‘güzel’ olan için ölçütlerimiz neler? Bu konuda biraz konuşmak ister misiniz? Bu aslında bir mini Kore dizisi tanıtımı/yorumu. Konumuz güzellik, ve ben diziyi anlatırken bu konuda konuşalım istiyorum. Eğer okuduktan, hatta izlerseniz de dizi bittikten sonra yorum yaparsanız ya da bana yazarsanız çok sevinirim 🙂

Queen of the Ring, 6 bölümlük bir mini dizi. Bol komedili. Biraz düşündürücü, biraz da dram içerikli. Nan Hee, çirkin olduğunu düşündüğü için hep mutsuz. Aslında çok yetenekli ama ‘çirkin’ olduğu için umutsuz. Bir gün okulun yakışıklısına aşık oluyor.. Onu seviyor, ama çirkin olduğu için oğlanın onu beğenmeyeceğini düşünüyor. Keşke insanların güzellik algısını değiştirebilmenin bir yolu olsaydı… Belki de bilmediği bir şey var, sihirli bir yüzük… Annesi ona aile albümünü gösteriyor ve kızımız bir şey fark ediyor: Ailedeki bütün kadınlar çirkin ama erkekler oldukça yakışıklı! Bunun üzerine annesi ona aile yadigarı bir yüzük veriyor. Yüzüğü sana kim taktıysa, ona ideal tipi gibi görünüyorsun. Dizide olaylar bunun üzerine gelişiyor.

“Görmeye alışık olduğun yüzünü sil ve boş bir tuval gibi düşün. Gözlerini kapat, beyazlar içerisine güzel bir kadın çiz.”

Mo Nan Hee sevilmek istiyor. İnsanlar tarafından saygı görmek, kendini iyi hissetmek istiyor. Kendini çirkin görüyor ve 1-0 yenik olduğunu düşünüyor. Yine de kendini sevdirmeye çalışmaktan asla vazgeçmiyor. Vazgeçmemeli de. Çünkü o Mo Nan Hee. Üniversitede moda tasarımı öğrencisi. Kısa boylu ve ona sorarsak çirkin bir kız. Bir gün sınıfına gelen erkek modele aşık oluyor. Park Se Gun… Okulun yakışıklı ve havalı erkeği…  Mo Nan Hee gibi moda tasarım öğrencisi. Yalnızca ‘güzel’ kızlarla çıkıyor, bir güne kadar… Bir gün, Park Se Gun’un yolu, Mo Nan Hee ile kesişiyor. Sizce yakışıklı bir oğlan, çirkin bir kıza aşık olabilir mi? Merak ettiyseniz sizi diziye doğru alalım 🤭

“Bazı insanlar, senin gibi hep sahne önünde; benim gibi olanlar ise hep sahne arkasında.” 

Neden çirkiniz? Nasıl güzel olunur? Ne oluyor da böyle geride kalıyoruz? Hayır, geride kalmıyoruz. Nan Hee’nin sandığı gibi sahne arkasında yer almak zorunda da değiliz. Bu bizim ellerimizde. Bir şeyleri değiştirebiliriz, tıpkı Mo Nan Hee gibi… Nan Hee, bunu beklemese de bir şeyler değiştiriyor çevresinde. Yalnızca çabalamak gerek. Çabalamak için de inanmak ve kendimizle barışık olmak… Kendimizi sevmeliyiz. Bu yalnızca ‘çirkin’ olduğunu düşünen insanlar için geçerli değil, diziyi izlerseniz anlayacaksınız.

“Çirkin elmalar da elmadır… Değersizlermiş gibi davranıyorsunuz.”

Bu dizinin en beğendiğim özelliklerinden biri de sorunların yalnızca sevilmeyen insanların üzerine yıkılmamış olması. Nan Hee’den okulun yakışıklısına, hatta dünyanın en güzel kızına kadar hiç kimse mükemmel değil. Herkesin sorunları var, güzel olsun çirkin olsun, fark etmiyor. Hepimiz insanız ve asla mükemmel değiliz. Nasıl ki elmayı tatmadan ekşi ya da tatlı olduğunu anlayamıyorsak, kimseyi tanımadan da iyi mi kötü mü, güzel mi çirkin mi bilemeyiz. (Ayrıca şu elma sahnesi de çok güzel 💕 Yazanın, emeği geçenin ellerine sağlık 💐)

“Çirkin elmaların güzel elmalarla aynı olduğunu sen söyledin. Tatlarının bal gibi olduğunu söylemiştin. O halde bu çirkin elmanın da çok güzel olduğunu göster onlara.”

Güzellik kişiden kişiye göre değişir. Değerimizi başkaları belirlemiyor; içimizde biriktirdiğimiz, kalbimizde sakladıklarımız belirliyor. Biz olduğumuz gibi güzeliz. Güzellik içimizde… İçimizdeki güzelliği çevremize bulaştırmıyorsak, dünyayı güzelleştirmiyorsak görünüşümüzün ‘güzel’ olmasının hiçbir anlamı yok. Kalbimiz güzelse, biz zaten güzeliz. Sevdiğimiz için, sevildiğimiz için güzeliz. Çünkü sevgi göz ile değil, kalp ile beyin ile olur. “En iyi yüreğiyle görebilir insan. Gözler asıl görülmesi gerekeni göremez.” diyor Küçük Prens’te. Yüreğimizle görelim, yüreğimizle sevelim. Çünkü bence güzellik yürektedir.

“Eğer düşünürsen, sevilmek için güzel olmaya ihtiyacın olmadığını anlarsın. Birini sevdiğinde, o insan sana güzel görünür.”

Dış güzelliğe, maddeye önem veren insanlar yerine, yüreğiyle görebilen güzel insanların hayatınızda olması ve dünyayı güzelleştirmesi dileğiyle… Hep güzel kalalım. İyi seyirler…

❤🧡💛💙💚💜🖤

 

 

Mucizevi Bir Aşk: 100 Days My Prince

“Dünyada hiçbir şey planladığın gibi gitmez.”                                                                                                          

Hayaller kuruyoruz. Planlar yapıyoruz kurduğumuz hayalleri gerçekleştirebilmek için. Bazen başarısız oluyoruz, bazen yakınından geçiyoruz ve bazen de hayalleri gerçeğe dönüştürüyoruz. Bazılarımız ta çocukluktan kurar hayallerini, ömrünü ona adar; bazılarımız da usul usul inşa eder, adım adım… Birçoğumuzun vardır hayalleri, öyle değil mi? Vardır elbette. Birkaç gün sonrası için istediğimiz bir şey bile küçük bir hayal olabilir. Belki de hayalleri hayal yapan, onlara olan gönül bağlılığımızdır. Gerçekleşmesi için de gönülden inanmak ve çabalamak gerekiyordur.

“Bir insanın kaderi, onun kalbine bağlıdır. Ne kadar kararlı olursan, kaderini o kadar değiştirirsin.”       

Günümüzdeki mum ışığı gibi çabuk sönen aşkların acısı arasında yaşarken, destansı aşklar arıyor insan. Hepimiz isteriz değil mi şöyle gönlümüze göre birini bulmayı, sevmeyi, sevilmeyi… Birlikte vakit geçirelim isteriz, hatta birlikte yaşlanalım… Bizim gibi, bir aşkın hayalini kuran birini ararız. Arıyor muyuz o aşkları? Öyleyse bu hikâye tam bize göre!

“Sen hangisini seversin? Karı mı, çiçek yağmurunu mu?” 

“Ben… seni. İleride seninle evleneceğim.”                                                                                                                      

Baş karakterimiz Lee Yul, biraz haylaz bir çocuk. Babası eğitim görmesi için çabalasa da o arkadaşıyla savaş talimleri yapmaktan geri kalmıyor. Yine işi oyuna sürdüğü günlerden birinde bir kızla tanışıyor ve hayatı yön değiştiriyor. Yi Suh… Küçük bir kız, bir çocuğu nasıl değiştirebilir?

Yi Suh, yaşına göre çok bilgili bir çocuk. Kendisi bir hanımefendi. Kitaplar okuyor ve abisiyle dövüş pratikleri yapıyor. Bir gün yolu küçük Lee Yul ile kesişiyor ve hayatı değişiyor, etkilediği ölçüde etkileniyor. Ne yazık ki, bir kiraz çiçeğinin baharı getirmesiyle kesişen hayatları, onları ayırıp farklı yollara sürüklüyor. Birbirlerini erken yaşta bulan iki kalp, erkenden ayrılmak zorunda kalıyor.

“Her giden ardında delik kalpler bırakır.” 

Hayat, istediğimiz gibi gitmeyebiliyor. Planlar yapıyor, hayaller kuruyoruz. Bir rüzgar esip her birini yerle bir ediyor. Hepimiz farklı yerlere savruluyoruz. Ardımızda birilerini bırakıyoruz ya da ardında kalan biri oluveriyoruz. Hayat bu konuda acımasız geliyor kimimize. Bazılarımız isyan ediyor, bazılarımız da pes etmeden yola devam etmeye, ortalığı toplamaya çabalıyor. Bazılarımız da mucize arıyoruz, sihirli bir değnek gelse ve kavuşsak geleceğimize…

“Nasıl hâlâ unutamıyorsunuz onu?” 

“Ben… seni. İleride seninle evleneceğim.”                        

Her şeyin bittiğini sanırken, fırtına onları bambaşka hayatlara savurmuşken yolları tekrar kesişiyor. Yıllar geçmiş. İki küçük çocuk büyümüş, hayatlar değişmiş. Onca zamanda zorluklarla mücadele etmişler ve kader, bir oyunla ikisini buluşturuyor. Yalnız, bu buluşmada bir sorun var; ne Yi Suh artık Yi Suh, ne de artık Lee Yul artık Lee Yul. Dedim ya, kaderin bir oyunu…

“Daha aptal olabilir miydim? Ben, kim olduğunu bilmeyen bir adamım.”

Lee Yul, bir saldırı sırasında aldığı darbeyle hafızasını kaybediyor ve köylü bir adam tarafından bulunuyor. Lee Yul ve dışarıda geçirdiği 100 gün anlatılıyor dizide. En başta uyum sağlayamıyor, geçmişini hatırlamasa da yeni hayatına alışamıyor ve bu, diziye komedi özelliği kazandırıyor.

“Hepimiz ayrı şeylere kıymet veriyoruz. Bazıları güce, bazıları ailesine ve bazıları da en çok aşka kıymet verir.” 

Karakterlerimiz zamanla aşkı buluyor, yeni dostlar ediniyor ve bazı şeylerin farkına varıyorlar. Hayat onlar için güzel olsa da her güzelliğin bir zorluğu da var. Hayata karşı mücadele etmek zorundalar. Var olan sırlar ve söylenen yalanları da göz önünde bulundurursak hayallere kavuşmak hiç kolay olmuyor onlar için.

“Ben sahiden Hong Shim olsam, o da sahiden Won Deuk olsa nasıl olurdu?”   

Doğuyoruz, büyüyoruz ve hayaller kuruyoruz. Büyüyoruz. Hayat önümüze zorluklar koyuyor. Her birini aşmaya çalışıyoruz, çünkü hayallerimiz var. Büyüyoruz. Her şey git gide zorlaşıyor belki de. Yine de zorluklara rağmen güzellikler de var. Önemli olan, yaşarken güzellikleri bulmak, her ne kadar engellerle dolu bir yolda yürüyor olsak da… Bence bu hikâye, zorluklarla yüzleşmek zorunda kalsak da pes etmemeyi, güzellikler için yaşamayı anlatıyor. Aşk, sevgi, dostluk ve aile… Hayaller…

“Hayatta iki yol olduğunu söylüyorlar. Birincisi, mucize diye bir şeyin olduğuna inanmayanların yolu; diğeri, her şeyin bir mucize olduğuna inananların yolu.”

Umarım hayatta hep güzelliklerle karşılaşırsınız. Umarım, zorluklarla karşı karşıya gelseniz de mucizelerin var olduğuna inanır ve hayallerinizin peşinden koşarsınız. Umarım ki bir gün gerçek aşkı bulursunuz. Yalnızca sevdiğini hatırlayan kalplerle buluşmamız dileğiyle… Sevgiyle ve inançla kalın. 💕

Twitter: sunnyryefields_

 

Kalplerimizdeki Güzellik: The Beauty Inside

“Bir adam, bir kadın, yaşlı bir amca… Belki çocuk… Hatta bir yabancının yüzü…Her yeni güne yeni bir yüz ile uyanıyorum.”

Kendinizi her gün farklı bir bedenin içinde buluyor olsaydınız nasıl olurdu? Neler hissederdiniz?

İlk soruya “ilgi çekici olurdu” diyenleri duyabiliyorum. Çünkü ben de böyle düşünüyordum.  Her yeni gün, yeni bir bedenle ufak da olsa maceralar yaşayabilirdik ve ertesi sabah başka biri olacağımız için belki de büyük sorumluluklar almak durumunda kalmazdık. Bu yönden bakınca ilginç bir deneyim gibi duruyor, fakat bunu yaşayan biri için de bu kadar hoş olabilir mi?

“Her sabah, her şeyi ‘yeni ben’ için tekrar hazırlamak zorundayım. Neden her gün dönüşmek zorundayım? Eski halime nasıl dönebilirim?”

Kim Woo Jin, her günü bir başka bedende yaşayan genç bir adam. Sabah uyanıyor ve aynanın karşısına geçiyor. Aynadan ona bakan gözler yabancı… Her gün bambaşka biri duruyor karşısında. Her gün, o gün için yeni baştan kuruyor hayatını. Ve bir gün, hayatını tamamen değiştirecek biriyle karşılaşıyor, Yi Soo…

Bir insan, kaç farklı kişiye aşık olabilir? Birini kaç defa baştan sevebilirsiniz? Karşılaştığınız her birini tanıyabilir misiniz? Elinizi tutuşunu, saçlarınızı okşayışını, size bakarken yüzüne yayılan gülümsemeyi aklınızda tutabilir misiniz? Peki ya o da yapamıyorsa?..

“Aşk, sorunları çözebilir. Ama aynı zamanda aşk, her şeyi yok edebilir de.”

The Beauty Inside, konusu bakımından ilginç bir Kore filmi. Sıradan sandığımız hayatlarımıza bakabileceğimiz yeni pencereler açıyor. Aşka ve dünyaya bakışı içimizi ısıtıyor. İçinizde çiçekler açabilir, ama yeri geldiğinde çiçeklerin de kalplerinin ağrıyabileceğini hissedeceksiniz. Filmin içine serpilmiş hoş müziklerle hayallere dalıp farklı diyarlara yolculuk edebilirsiniz.

Biraz da bu film ile kendi tanışmamdan bahsedecek olursam, ben bu filmle ilk karşılaştığımda (internette konusunu görmüştüm) dizi sandım ve film olduğunu öğrenince hayal kırıklığı yaşadım… Yine de heyecanımı kaybetmeden izledim. Öyle güzeldi ki bir kere izlemek yetmedi ve ertesi gün oda arkadaşımla tekrar izledim. “Çok sevdiklerim” listemde yer alıyor artık! 🙂

Not: Filmi izlerken fazlasıyla düşebilirsiniz, lütfen sağlam bir yere oturup izlediğinizden emin olunuz! 🙂

Keyifli izlemeler…

error: Korunan İçerik!