tds_thumb_td_300x0
Anne with an E’yi Neden Seviyoruz?

2017 yapımı 3 sezonluk dizi Anne with an E, kısa zamanda kendisine çok güzel bir kitle edindi. Hatta hepinizin bildiği üzere, bitmemesi için kampanyalar düzenlendi, farklı ülkelerden binlerce insan bu hikayeyi daha uzun süre izleyebilmek için seferber oldu. Sıcacık atmosferi ve hem keyifli hem duygusal senaryosuyla, bu diziyi neden sevdiğimizi sizler için anlattık! Keyifli Okumalar.

Harika Oyunculuklar

 

 

 

 

 

 

 

 

Diziyi güzel kılan en büyük sebeplerden biri tabii ki oyunculuklar. Başta Anne Shirley’i canlandıran Amybeth McNulty olmak üzere, Gilbert’ı canlandran Lucas Jade Zumann, Geraldine James, R. H. Thomson ve tüm diğer yardımcı oyuncular öyle iyi performanslar sergiliyor ki ortaya son derece gerçekçi, inandırıcı bir sonuç çıkıyor. İzlediğimiz hikayenin kurgu hissiyatının azalıp doğal hissettirmesinden daha güzel ne olabilir ki? O dünyanın içine giriyor, maceraları karakterlerle birlikte yaşıyoruz adeta. Onların yolculuklarına dışarıdan şahit olmak yerine, yakından, yanlarından eşlik ediyoruz.

Görsel Başarısı

 

 

 

 

 

 

 

 

Anne with an E, geçtiği dönemi çok güzel yansıtıyor. Henüz gelişmiş teknolojik icatların olmadığı, insanların kasabalarda sakin yaşamlar sürdüğü bir zaman diliminde geçen dizi, bu konsepte gerçekten iyi hazırlanmış. Ekiptekiler yalnızca mekan ve dekorlar konusunda iyi iş çıkarmakla kalmıyorlar, aynı zamanda çekimler de inanılmaz keyifli.

Açılar, ışıklar, kullanılar teknikler.. İzlemeye doyamayacağınız bir masal var ortada anlayacağınız. Görmekten sıkılmayacağınız, tekrar tekrar bakacağınız sevimli kostümler de cabası. Dolayısıyla diziyi çok sevmemizin nedenlerinden biri de kesinlikle bu. Unutmayalım, iyi bir dizi/film yalnızca iyi senaryodan ibaret değildir. Tamamlayıcılar gerekir.

Cinsiyetçiliğe Karşı Duruşu

 

 

Dizide toplumsal hak ve özgürlükler konusunda birçok konuya değiniliyor. Kadın erkek eşitliği ve ayrımcılığın reddedilmesi de bu vurgular arasında önde gelenlerden tabii ki. Çoğunlukla güzel kızımız Anne aracılığıyla ve çocukların olduğu sahnelerde bahsedilen bu meseleler, bu bilincin daha genç yaşta oluşması ve sonrasında sürdürülmesi konusunda da farkındalık oluşturuyor. Awae’yi, Feminist diziler listesine koyabiliriz yani.

Yazının sonuna geldik. Elbette herkesin sevme nedenleri farklı olabilir ve bu liste uzayıp gider. Biz esas, herkes tarafından kabul edilenlere değinmeye çalıştık. Umuyoruz ki hoş bir anlatım olmuştur

Sen Çal Kapımı 1. Bölüm | Hayatımı Mahveden Adam

Hande Erçel ve Kerem Bürsin’in başrollerini paylaştığı, yeni yaz dizilerinden biri olan Sen Çal Kapımı ilk iki bölümüyle seyirciden çok alkış topladı. Erçel’in Eda adında çiçekçilik yapan, daha doğrusu yapmak zorunda kalan, genç bir kadını, Bürsin’in ise hayli zengin bir patronu canlandırdığı dizinin konusu, birbirleriyle sorunlu bir tanışıklıkları olan bu ikilinin belli seperlerle sahte bir ilişki kurması. Şimdi gelelim detaylara, incelemeye.

Öncelikle, Hande ve Kerem gerçekten çok yakışmış. Ortalık resmen yıkılıyor. İkisinin de güzelliği harika seviyelerde, dolayısıyla ortaya çıkan görsel şöleni izlemek çok keyifli. İzleyicilerin büyük bir çoğunluğu da buna odaklanmış ve bu yüzden diziyi çok sevmiş durumda ama, ne yazık ki bu yeterli değil. O yüzden ama’lar bol olacak bu yazıda.

Dizideki inanılmaz yapaylık bir tek beni mi rahatsız etti bilmiyorum. Sadece o da değil, tüm bölüm boyunca akla mantığa uygun tek bir şey aradım, ama bulmak pek kolay olmadı. Tamam bu bir dizi, hem de yaz dizisi farkındayım da, bu demek değil ki her şey gittikçe daha anlamsız ve kalitesiz bir hal alsın. Gerçekçilikten bu kadar uzak olması beni baya rahatsız etti.

Burs kesilme mevzusu tamam, gayet gerçekleşebilecek bir durum. Ama Eda’nın konferans salonunda ikidebir okulun konuğuna yüksek sesle hakaret etmesi, dalga geçmesi ve kimsenin onu uyarmaması, herkesin tiyatro izler gibi izlemesi.. Yok artık yani. Daha farklı sahnelerde yazılabilirdi ilk karşılaşma.

Sen Çal Kapımı konusu ve oyuncuları! Sen Çal Kapımı dizisi ne ...

Serkan’ın eski sevgilisi ayrı bir şok. Kendi nişanında bile, bakın tekrar ediyorum BAŞKASIYLA NİŞANLANDIĞINI DUYURDUĞU TÖRENDE, açık açık Serkan’la ilgilenmesi, onu düşünmesi, kıskanması, garip garip hareketler.. Hala onu seviyor diye bu kadar da abartılmaz. Tat kaçırıcıydı.

Dizinin güzel taraflarından biri, hakkını yemeyeyim komik olmasıydı. Gerçekten güldüren sahneler vardı. Özellikle Sarp’ı görmek beni çok mutlu etti. Karakteri de baya hoş. Bol bol eğlendirir izlerken.

Düşündükçe baygınlık geçirmeme sebep olan şeylerden bir tanesi de Eda’nın sevgiliye benzer bir şeyi olan canlıydı. Asla sevgili gibi değillerdi, bi ara arkadaşlar da Eda platonik sandım hatta. Çok çok saçma, anlamsız bir ilişki, diyaloglar ve sahneler yumağıydı ikisi. Neyseki çabuk bitti de, çocuğun salaklığı da Eda’nın Serkan’ı öpmesine sebep vererek kapandı olay.

Evet çekimler güzel, Hande’yle Kerem zaten çok güzel ama iki saatlik süreyi bakışmalarla, yavaş çekimlerle, baştan aşağı zoomlamalarla dolduramazlar ki. Biraz güzel konu lazım, doğru düzgün olay lazım. Sağlam bir temele oturmadan ilerlemesi puanını düşürür dizinin. İki dakikada bir kızın halasıyla oğlanın annnesinin bu ilişkiye isyan etmesini, onayvermez konuşmalarını dinleyemeyiz.

Açık konuşmak gerekirse hayal kırıklığı oldu Sen Çal Kapımı benim için. Bu uyum harcanmış senaryoyla. Fikri değiştirmese bile, işlenişle oynama yapsaları keşke. İkinci bölümü açıp açmamak konusunda bile kararsız kaldım, o kadar çekmedi beni. İzlenmiyor yani. Evet sıkıcı değil, ite kaka bir şekilde akıyor ama keyif vermiyor uzun lafın kısası. Umarım sonraki bölümlerde güzelleşir.

When They See Us 2. Bölüm | Adaletin Uğramadığı Mahkeme

İlk bölüme göre daha hareketli olan bu bölümde, duruşma sahneleriyle birlikte tansiyon yükseliyor. Masum olan çocukların hakkını savunmak için bir araya gelen avukatlar, birtakım anlaşmazlıklar ve sonrasında dava günleriyle geçiyor bölüm.

Davalı taraf ısrarla ortada olmayan, hiçbir şekilde bulunamayan deliller üzerinden yürüyüp karar verecek yetkilileri ikna etmeye çalışsa da, hakimin ve diğerlerinin tarafı zaten belli olduğundan bu dava için kasıtlı olarak seçildiğinden tarafsız bir işleyiş göremiyoruz. Kıvırcık şeytanın mantıklı mantıksız her itirazı kabul edilirken, karşı tarafın sözleri sürekli kesiliyor, misal. Tanıklar dinlenirken de benzer muameleler gerçekleşiyor ancak çocuklarından avukatlarından biri hem kendi savunmasıyla hem de tanıklar üzerinden sorduğu sorular ve aldığı cevaplarla güçlü bir mücadele veriyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Endişenin gittikçe arttığı dönemlerde, avukatlarla beraber umutla bekleyen, pes etmeyen ve çocukların suçsuzluğunu “kanıtlayan” çorap mevzusuna sevinen aileler, ne yazık ki karşılarında ikna olmuş bir heyet göremiyor. Yetkililer onları hapse atmaya yer aradığından, Antron’un avukatının verdiği tüm savaşa ve yaptığı güzel hamlelere rağmen aklanma gerçekleşmiyor.

Davacı tarafın ahlaksız, iftira dolu iddiaları hakkında şüpheye düştüğü anlarda “artık geri dönüş olmayacağının, çünkü herkesin gözünün bu davada olduğunun” altı çiziliyor. Makam mevki, itibar dertleri ve korku benzeri duyguların esiri olmuş bu insanlar geri adım atmıyor ve suçlamalarına işin içine kurbanın dahi dillendirmediği detaylar ve sahtelikle dolu duygusal bir üslup da katarak aynı tavırlarını sürdürüyor. Diziyi izlerken aralarda çocukların “düzgün”, neşeli yaşantılarından ve polislerin yanındayken gördüğü eziyetlerden kesitler görmek, işin en vurucu kısımlarından.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yapılan haksızlıklara tepki olarak gerçekleştirilen protestoların da dikkat çektiği bölümde, en güzel olan şeylerden biri günümüzde skandallarıyla ünlü olan ABD başkanı Donald Trump’ın görüşlerine yer verilmesiydi. Bariz ırkçı olan Trump, o dönemde de bizi şaşırtmıyor ve korkunç “idam” fikirlerini gazeteye tam sayfa ilan bastırmak için para harcamaktan çekinmiyor.

Her zaman yaptığı gibi çok doğru şeyler söylüyormuşçasına bir havayla verdiği röportajlar, yaptığı konuşmalar bize bir şeyleri sorgulayıp karar vermek için yetiyor. Bu insanların çirkin düşünceleri, bizim içimizde yalnızca hayalkırıklığına sebep olmuyor, aynı zamanda nefret gibi kötü duygular için de sağlam gerekçeler oluşturuyor. 

Çatı Katı Aşk 1. Bölüm Yorumu

İlk bölümlerini izlediğim Gençliğim Eyvah ve Sen Çal Kapımı’dan sonra bu dizi bana gerçekten çok iyi geldi. Yaz dizisi özelliklerinin bir kısmını taşımakla beraber, diğerlerine nazaran çok daha doğal, tahammül edilebilir bir havası var.

Bölüm ilk başladığında, yaklaşık beş dakika boyunca bizi salmayan müzik hiç bitmeyecek sansam da, ev ortamını sevdim denebilir. Özellikle yaşlı karı kocanın minik sahnesi hoşuma gitti, hiç rahatsız etmedi. Güzel olmuş.

Ayşen kızımızın konuşma tarzına alışmakta zorlanacağım açık, biraz tuhaf ve rahatsız edici çünkü. Duyunca şok olduğum nasırlı el fantezisi, hiçbir acelesi olmadığı halde arkadaşının evine elbise bırakmaya giderken yürümek yerine koşması/sekmesi, telefonda yaptığı asla komik olmayan şaka ve çok da gerekli görmediğim yakışıklı erkeğe “ilk anda vurulma” sahnesi de bonus.

 

Ateş’e de başta bi uyuz olacağım sandım ama neyseki toparladılar. Beğenisini açıkça ifade etmesi ve rahat tavırları, ikisinin çay içerkenki halleri hoşuma gitti. Yiğit’in ufaktan Tuna vibeı vermesi duygulandırsa da, buradaki karakterinin daha farklı biri olacağı belli. Bayan kelimesiyle imtihanı da ne kadar sürecek merak ediyorum. 😂

Tamirci çırağımız hakkındaki gerçek ortaya çıkınca ayrı, yaptığı açıklamaya ayrı şok oldum. Yarış dahil sonraki sahneler aktı gitti, gayet keyifliydi. 

Hem aile içindeki, hem de mahalleli arasındaki ilişkiyi çok sevdim. İçimi açtı. Yasemin’in evdeki sahnesi güzeldi. Nilay’a yakışmış bu rol. Ateş’in ilk baş umursamaz takılıp sonra kendini Ayşen’in peşinde bulmasınaysa garip şekilde bayıldım. Çok eğlenceliydi sahneler, bir iki pürüz dışında replikler de gayet tamamdı. 

Furkan’ı yine babadan yaralı bir rolde izlediğimize göre, bol bol hüzünleneceğiz demektir. Adamın da hakkını vermek lazım, baya iyi oynuyor. Her konuştuğunda nefret ettirdi kendinden. Ateş’in ailevi yaralarının Ayşen’le iyleşmesini sabırsızlıkla bekliyorum. Umarım dengeli ve güzel işlenir ilişkileri.

Yasemin’le Ateş’in serüveninde çok eğlendim. Tatlı tatlı atışmaları inanılmaz keyifli olmuş. Olmuş olmasına da, bölümün geri kalanı da hayli şenlikliydi. Çapkınlığın kaçınılmaz sonucu olan kaos neler doğuracak merak konusu.

Genel olarak baktığımda, Ayşen’in kombinlerini, Celal’in celallenmelerini, dayıyı, hepsinin aynı eve düşmesini ve Yasemin’i de (çok) sevdiğimi söylemeliyim. Sonda kazıkçı Sami’nin yakalanmış olmasına çok sevindim. İnşallah borcunu tahsil ederler de bizimkilerin 6 aylık kira için sıkıştırılması boşa çıkar. Belki, umarım yani. Ya da para bulmak için çeşitli maceralara atılırlar, bana o da uyar.

İlk başta babanne, Süheyla ve kocası Şuayip’e pek ısınamasam da, sonra onlara da alıştım. Hele çatıdan sallandırma sahnesinde kadının babasına mikrofonla konuşmasına bayıldım bayıldım. 😂 Karakterler açısından bir sorunum yok, mis. Ateş’le Ayşen’in karşılaşmamaları da güzeldi, atlamayayım. 

Yasemin karakteri her iki erkekle de shiplenebilecek şekilde yazılmış, işin kötüsü ikisiyle de yakışmış. Çıkacak ship savaşlarını şimdiden görebiliyorum derdim de, onlar taa cast ortaya çıktığından beri var.. Ben Ateş’le Ayşen’i beğendiğim için Yasemin’le Demir’ciyim gibi gözüküyor şimdilik. Ama Furkan Nilay uyumuna da nasıl dayanılır bilmiyorum. Zaten dizi de harika olmuş. Çok samimi, doğal, eğlenceli. Bayıla bayıla izleyeceğiz her şeyi, kaçınılmaz.

Bölüm sonu sahiden iyiydi. Tam bir kaos, tam bir cümbüş. Ateş hoşlandığı kıza gerçekten evli olmadığını açıklamaya çalışırken tüm mahallede duyulan, ona seslenen bir “aşkım sevgilim” sesi, Ayşen’le görünce zaten hafiften kıskanmış olan sahte karısının şoku ve ev halkı! Aman aman. 

Bu arada, diziyi izlerken eş zamanlı olarak yazıyı yazdığımdan, bi nevi canlı duygu akışıma şahit oluyorsunuz. Yani başta orta karar sevmiş halimin, sonlara doğru coşması ondan. İzledikçe ekledim yazıya. Sonuç bu 🙂

Kamera önünde ve arkasındaki herkese bol bol tebrik. Emeklere sağlık. Şahane olmuş! Her şey tıkırında, çok tatlı. Umarım bozmadan devam eder. 🧡

I, ROBOT FİLM YORUMU

Merhabalar. Bugün, yakın zamanda kitabını okuyup çok beğendiğim için “bunun filmi vardı sanki, kesin vardır” diyerek arayıp izlediğim bir filmden bahsedeceğiz.

Bilimkurgu eserler arasında klasiklerden sayılan, robot konusunu çok keyifli şekilde ele alan “Ben Robot” kitabından uyarlanan film, genel itibariyle çok seviliyor. Bunu gerek yorumlardan gerekse imdb puanından açıkça anlayabiliyoruz.

Kendi görüşlerimi basitçe anlatmak gerekirse, beklentimin altında kaldığını ve beni genel anlamda şaşırttığını söyleyebilirim. Kitapların sinemaya uyarlanmasında, filmin sönük kalması ve kitabın ihtişamından uzak bir sonuç her zaman karşılaştığımız bir durum. Ama yine de, çok istisna bir şey olmadığı sürece, kitapla alaka düzeyi düşük sayılabilecek filmlerin okuyucuyu/izleyiciyi memnun edemediği de açık.

I, Robot’ta ne izledim diye bir bakınca, hızlı akan ama sahneleri arasında güzel geçişler olmayan, tabiri caizse biraz bölük pörçük orta kalite bir hikaye. Kitabı beyaz perdeye aktarmanın, yalnızca bazı kurum, kişi isimleri ve birkaç detayı almaktan ibaret olmaması gerektiğini düşünüyorum.

Evet tabii ki özenilmiş, özellikle yapım yılına baktığımızda asla kötü bir film değil, hatta kitabı okumadan izlemiş olsam veya birkaç sene önce karşıma çıksa muhtemelen çok daha fazla beğenirdim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ancak mevcut konumumdayken, kitabı okurken hayli yükselip çıtayı yukarı taşıyan heyecanımın filmde ne yazık ki söndüğünü itiraf etmeliyim. Hayalimdekinden çok başka bir iş çıktı karşıma. Yine de konunun “basit bir uzantısı” şeklinde düşünülüp kadrosunun da hatrına, yormayacak bir eğlence gibi düşünülüp izlenebilir tabii. Siz benim detaycı, beklentisi yüksek yorumlarıma çok takılmayın. Daha ileri bir yılda çekilse eminim daha başarılı bir film olurdu. Eğer bu türe ilgiliyseniz kesinlikle şans verin.

DİKKAT: YAZININ BUNDAN SONRAKİ KISMI SPOILER İÇERİR!

Filmde hoşuma giden bazı şeylerden söz etmek istiyorum. Öncelikle, kitapta sık sık vurgulanan Dr. Calvin’in mizacı, tavırları ve mimiklerine dair bir şeyler bulabilmek kesinlikle çok hoştu. Hayalimdeki kadından daha genç ve farklı biriyle karşılaşmış olsam da, oyuncunun bu konuda emek verdiği ve belli ifadeler oluşturduğu çok açıktı.

Sonny’nin sorgulanırken Dedektif’ten öğrendiği “güven anlamına gelen göz kırpma” hareketini öğrenip, zor bir durumda silah olarak kullandığı sahne çok güzeldi. İzleyen herkesin olduğu gibi, benim de favorilerimden biri ve yüzümü güldüren bir sahne oldu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Dedektifin kolunun gerçek olmayışını da sevdim. Sprey sıkıp doğal görünüme kavuşması vs, güzeldi. Sonlara doğru mücadele ederlerken “save her” sahnesinden sonra dedektifin zor bir yerde kaldığında Sonny’ye seslenme şekli ve kurduğu cümle de komikti.

error: Korunan İçerik!