Büyük Bedeller Ödemiş Bir Asker: Fethi Kulaksız



tds_thumb_td_300x0
Merhaba! Öncelikle bu yazıyı okuyarak bana mutluluk verdiğiniz için teşekkürlerimi… yanında da bol miktarda sevgilerimi sunuyorum.
Ne kadar başarılı olabilirim bunun cevabı sizlere kalmış fakat yine de minik bir 2012 yolculuğu yapmaktır hayalim.
Devirdiğimiz, devirirken gözyaşlarının altında kaldığımız, zaman zaman özlemden kavrulduğumuz 6 yılı bıraktık geride.
4 küçük çocuğun bedenlerinin ve ruhlarının parmaklıklar ardına bırakıldığı dram hikayesiydi bizlere sunulan.
Bir de masumiyet içine saklanmış, izlerken tarumarlığı iliklere kadar yaşatan aşk hikayesi..
Şerif, Sarı, Iska ve Yanık.
Televizyon ekranlarında “Burası Kuyudibi Takoz! Burdan çıkış yok” cümlesine, Sarı’nın intikam hırsına, Iska’nın zamanla daha da büyüyen masumluğuna , Şerif’in kaçmaya çalıştığı geçmişine, Yanık’ın yarım kalan hikayesine ve Ahu’nun içinde, tüm kırıklıklara rağmen sönmeyen aşkına hasret bırakıldık.
Gün geldi sinirlendik Ahumuza, gün geldi tüm kalbimizle sarılmak istedik.
Sadece Bilal, Ecevit, İbrahim ve Zeki değildi öğretmenimiz.
4 acıyı sırtına alan, 4 kardeşi kalbine gömen bir kadın da öğretti bize sevgiyi, dostluğu, vicdanı.
Fakat en güzeli de şudur ki, aşkı sizle öğrendik Suskunlar Ekibi. Aşkı sizinle hissettik.
Kardeş olmanın insana verdiği sorumluluğu, ‘kardeş’ olmayı siz öğrettiniz bize.
Vicdanın bedenimizde kapladığı her bölgede emeğinize rastladık.
Herkes anlamaz derler ya hani. Bu işte tam olarak.
Küçüktük, azdık, güçsüzdük belki ama hep beraberdik. Karakteri yaşamak, karakteri hissetmek, karaktere bürünmek…
Nice seneler geçecek, bu sevgi daim olacak. Bu sevgi karşısında dilimiz, bedenimiz, kalbimiz vâr olacak.
Kuyudibi çocuklarına ithafen…
Ekranlarda izleyicinin ayarlarıyla oynayan bir karakter var ki hangi kalıba sokmaya çalışsanız olmuyor. Eylem Mercier; sınırları zorlayan, anlaşılması zor kişiliğiyle izleyiciyi kâh ağlatıyor kâh güldürüyor. Bazen kızdırıp bazen gururlandırıyor. İzleyenler bu ilginç karakteri bi an yerin dibine sokup sonra tek hareketiyle omuzlarda gezdirmek istiyor.
Bu noktada herkesi yazı bitimine kadar Eylem Mercier olmaya davet ediyorum.
Öyle biri ki çok yollar yürüyüp gidecek hiçbir yeri olmayan… Kelimenin tam anlamıyla yalnız… Kendine ait bir yaşamdan vazgeçmiş görevi uğruna. Kendini tamamen işine adamış. O kadar ki kendine çok görüyor bir sinema salonunda iki saatlik filmi. Göreve gidiyor ama onca insanın sorumluluğu omuzlarında. İnsanların haberlerde görüp üzüldüğü her vahşetin bizzat şahidi.
Eylem göreviyle sınandı, aşkıyla sınandı, hayatıyla sınandı, ailesiyle sınandı ama bir kere şikayet etmedi. Hatalar yaptı çünkü o da bir insan. Dizilerde tamamen kötü ya da kusursuzlukla süslenmiş sâfi iyi karakterlerden haz etmem. Eylem dayatılmış iyiliğe gerek duymayacak kadar gerçeği yansıtıyor. Doğrularıyla yanlışlarıyla herkesin kendinden bir parça bulabileceği doyumda bi karakter. Özetle Eylem; yaşam kadar gerçek bi karakter.
Taraf seçmek zorunda kaldı ve ne tarafa baksa herkesin sırtı dönük. Sahipleneceği tek şey yalnızlığı. Sürekli vazgeçmek zorunda bu kadın.
Eylem Mercier bir aile bıraktı arkasında. Aldığı nefesi gizlemek zorunda.
Aynı çatıda bir eş hayalini bıraktı. Çünkü iş gününün nasıl geçtiğini hayat arkadaşından gizlemek zorunda.
Gündelik telaşlardan uzak durmak zorunda. Çünkü alışverişe dahi çıksa tedirgin olacak tanınma korkusuyla. Hep saklanmak zorunda.
Kendi yaşlarını kendi siliyor çünkü neden ağladığını gizlemek zorunda.
Hayatından çıkarmamakta direndiği tek insan var ki onunla da mutlu sona eremeyeceklerinin farkında.
Eylem ve Fethi’nin bu kadar zıt oluşlarına rağmen kaderin cilvesi burada birleştiriyor zaten onları. Eylem’in yalnızlığını Fethi’nin yalnızlığı kırıyor bi nebze.
Fethi’nin yanında “Merak etme seviyorum yaşamayı.” diyen Eylem, Fethi’yi kaybettiğini düşündüğü an “Umarım ölmenin bi yolunu bulurum.” diyor. Fethi olmadan, onu yaşama bağlayan her şeyi yitirecek çünkü onu da kaybederse başka kimsesi kalmayacak.
Hikayenin sonunu bilemeyiz ama bu yolun nihayetinde eğer ölüm Fethi’yi ondan alacak olursa Eylem sadece bir sevgili kaybetmiş olmayacak. O da bunun farkında. Ölümün nefesini her an ensesinde hissediyor zaten. Kaldı ki izlediklerimiz bir yana, bizim şahit olmadığımız zamanlarda sevdiği kaç insanı verdi toprağa bilmiyoruz. Kaç hayat ellerinden kayıp gitti ya da kaç hayata son anda yetişti. Onların haberi olmasa da yaşamlarına kast edilmiş kaç hayatı kurtardı.
İnsanları sevdiklerine kavuşturmak için kendi sevdiklerine veda etmiş, onları ya toprağa ya da geçmişe gömmek zorunda kalmış birinden pamuk gibi olmasını elbette bekleyemeyiz. Eylem’in bu kadar zor biri olmasının sebebi şahsımca budur.
Eylem karakterinin altında derin bir duygu yoğunluğu var. Bunun adına ne koysanız yetersiz kalır. Ama ben temelinde yalnızlık olduğuna kanaat getiriyorum. Hata yapmasın istiyoruz, her kötü şeyin altından yarasız beresiz kalksın istiyoruz ama bir şeyi unutuyoruz ki Eylem fiziksel olarak girdiği çatışmalar kadar da yalnızlığıyla da savaşıyor. Kaybetmemeye çalışıyor. Hayatın ona ayrılmış bir köşesinden tutunmaya çalışıyor.
Gülüyor, eğleniyor, duygularını gizlemeye çalışıyor ama Eylem gerçekten çok yalnız. Kimsesizlikten kaynaklı bi yalnızlık değil, feda ettiği onca şeyden sonra yanına kalan tek gerçek bu.
Ve son olarak canını da feda ettikten sonra Eylem Mercier’in gizlemek zorunda kalmayacağı tek şey olacak mezar taşı…