Yankıları Duyuyor Musunuz? Duy Beni 2. Bölüm Yorumu

Perşembe akşamından beri sosyal medyada gündem olan ve trend topicten düşmeyen dizimizin bu hafta ikinci bölümü yayınlandı ve tabiri caizse ortalığı yangın yerine çevirdi. Başta twitter olmak üzere, Instagram ve Tiktok gibi mecralarda sürekli konuşuldu. YouTube’da izlenme rekoru kırdı. Peki bu hafta Duy Beni’de ne oldu?

Final Sahnesi

Söze, final sahnesiyle başlamak gerekiyor sanırım. Arka fonda Franz Schuabert’in Ave Maria’sı çalarken ona eşlik eden yangın alarmı sahneyi biraz daha ürpertici kılan etmenlerden ama asıl insanı ürküten, sahnede yaşananların kendisi.

Ekim’in altı boyunca zorbalığa uğrayacağını, birinci bölümün ilk sahnesinde zaten anlamıştık. Bizler, zorbalık boyutunun günden güne azalacağını düşünürken Melisa ve Ozan, düşüncelerimizin aksinin yaşanacağını söyleyen olaylara imza attılar. İkili, Bekir ve Ekim’e hayatları boyunca unutamayacakları bir travma yaşattılar. İşin kötü yanı bunu haz alarak yapmaları oldu.

Özellikle Ozan, Bekir ve Ekim’i yarı çıplak bırakıp kameraya alınmalarına vesile olurken ve ikisini ittirip kaktırırken büyük bir zevk aldı. Öyle ki, devreye giren su sistemini dikkate bile almadan anın tadını çıkarmaya başladı. Yüzündeki gülümsemeyle, üzerine yağan suyu selamladı.

Metaforlar Ne Anlatıyor?

Daha önceki yazımda, dizide bazı metaforlar olduğunu düşündüğümü söylemiştim. Ave Maria’nın da dizinin seyri adına bazı ipuçları taşıdığını düşünüyorum. Aryanın sözlerinde Hazreti Meryem’e sesleniliyor. Affedilmek ve günahlardan arınılabilmek için. Günahsız ve kutsal olarak dini mitlerde yer edinen Meryem’in iffetsizlikle suçlandığı bilinir. Ekim’in de suçlandığı, hakkında tag açıldığı konu tam olarak bu değil mi? İlerleyen bölümlerde iftiracılarımızın, zorbalarımızın Ekim’den af dileyeceğini umuyorum. Ümit ediyorum. 

Fiziksel ve psikolojik şiddetin en etkili yollarından birini gördük, final sahnemizde. Ekim ve Bekir, yarı çıplak bir şekilde kameraya alınıp ardından bir araya getirildi. Ozan, Bekir ve Ekim’i ittirirken kameraya “ikisinin basılmış” izlenimini de verdi tabii. Ekim’in ne ile suçlanacağı ortada, ne yazık ki.

Bölümümüzdeki, akran zorbalığı final sahnesiyle sınırlı değildi. Melisa’nın, yakın arkadaşlarını, aşağılaması; Kanat’ın Ekim’e kurmaya çalıştığı üstünlük çabası; Ozan’ın sandalyeye bal sürüp Ekim’in oturmasını sağlaması ve sosyal medya üzerinden Ekim’in siber zorbalığa uğraması yaşananlardan sadece birkaçıydı. 

Türk televizyon tarihi boyunca, lisede yaşanan akran zorbalığını gördüğümüz birkaç dizi oldu. Ana konuları “zorbalık” olmadığı için bu konu üzerinde durulmadı. Bir şekilde yaşanılan zorbalıkların üstü ya kapatıldı ya da zamanla romantize edildi.

Örneğin yakın bir zamanda ekran serüveni başlayan Kardeşlerim dizisinde, ana karakterlerden birinin başı pisuvara sokuldu. Yine aynı dizide, ayakkabı yalatıldı. Ekran macerasına veda eden Kırgın Çiçekler dizisinde, kızlar, zengin erkek grubu tarafından eskortlukla suçlandı. Güneşin Kızları adlı dizide Selin’in kıyafetini değiştirdiği anlar internete sızdırıldı. Genç kızların ölüp bittiği Kerem Sayer efsanesi (!) Zeynep’in iç çamaşırını okulun penceresinden sarkıttı. Yukarıdaki dizilerden hiçbirinde psikolojik bir yardımla iyileşme göremedik. Kimi karakter Eros’un okuyla kimisi de Peri Anne’nin sihirli değneği ile birden bire iyiye evrildi ve yapılan her şey bir anda unutuldu.

Duy Beni’de umutlu olduğum nokta orta-alt sınıftan gelen ve üç maymunu oynamayan edebiyat öğretmeni Selim ve psikoloji alanında eğitim almış olan Bahar öğretmenin varlığı. Karakterler eğer bir iyileşme sürecine girecekse bu öğretmenlerinin onlara rehber olması ve yol göstermesi ile olmalı. Aşk ile değil. Sevginin elbette iyileştirici gücü vardır fakat kişi iyileşmeden duyguları da iyileşemez. Bu bağlamda her bir karakterin iyileşme sürecine giderken ki yolculuğunda onlara en başta Bahar öğretmenin eşlik etmesini diliyorum.

İkinci bölüm genel anlamda sinir bozucu bir bölümdü. Ufak tefek tatlı sahnelerimiz yok değildi. Bu sahnelerden ilki Ayşe ve Dağhan’ın tatlı tatlı ( ya da ballı ballı) flörtleşmesiydi. Dağhan’ın Ayşe’yi düşünüp mahalleye gitmesi, onunla ayaküstü olsa da konuşması, Ayşe ıslanınca Ayşe’ye ceketini vermesi yumuşacık olmamızı sağladı. Pek tatlı bir sahneydi. 

Ayşe ve Dağhan’ın sahnesinde ilk bölümde gördüğümüz ama tanışamadığımız karakterlerimizden biriyle de tanışmış olduk. Orijinal. Mahalle bakkalının çırağı. Ayşe’den hoşlanıyor. Ayşe bunun farkında mı değil mi bilemeyiz ama biz yerimizi AyDağ’dan yana aldık. 

Gel gelelim, dizinin en ama en tatsız yerine. Aile içi şiddete. Hem fiziksel hem psikolojik şiddete yuva yapan Günay Ailesine geçmeden önce, Ayşe’nin ailesinden kısaca bahsetmek istiyorum.

Ayşe’nin babası, görmeye alışkın olduğumuz aile babalarından biri. Fazla gururlu, fazla onurlu. Çukur’un bir ferdiymiş gibi mahallesinde yaşanan kazayı benimsemiş, Gerçek Koleji’ne karşı gard almış. Kızının, kolejde alabileceği iyi eğitimi de bu uğurda hiçe sayıyor. Kızını dinlemiyor, onunla konuşmuyor. Annesi ise daha fena. Sessiz kalıyor. Hatta kızının okula gitmeyişini kendi için fırsata bile çeviriyor. En ufak bir uğraşa girmiyor bile, eşiyle. Bu Ayşe’ye yapılabilecek en büyük haksızlık. Eğitim hakkı elinden alınmakla tehdit edilmemeli. Edilememeli.

Okları Günay Ailesine çevirirsek… Her üye, ayrı ayrı problemli. Rıza Günay tam anlamıyla şiddet faili. Sadist. Akıl hastası bir adam. Adalet duygusunu şiddetle harmanlıyor ve şiddetle doyuruyor benliğini. Evin küçük oğlunu, Kanat ve eşini cezalandırmak için kullanıyor. Kanat’ı “Sıradaki kim biliyorsun?” diyerek tehdit ediyor ve Aziz’den vazgeçen Kanatla beraber Aziz’den alıyor hıncını. Aziz hatalı olsun olmasın, şiddete uğrayan hep o oluyor. Rıza’nın sesi çıkmayan Aziz’e şiddet göstermesi için bir bahaneye bile sığınmasına gerek yok. Masaya geç gelmesi, kaşığını düşürmesi, Kanat’ın sorguya alınması, televizyon kumandasının ortadan yok olması Aziz’in şiddete uğraması için yeterli ne yazık ki. Bunun altında nasıl bir motivasyon yatıyor bilemesek de bazı fikirlerimiz de yok değil. Rıza’nın tüm öfkesi Kanat’a. Kanat’ın canını yakabilmenin tek yolu da Aziz ve annesinden geçiyor. Kanat belki de fiziksel acıyı hissedemiyordur ve babası onu bu şekilde cezalandırıyordur.

Cezalandırma demişken…

Aziz’de birilerini cezalandırıyor. Kendinden daha aciz olan bir varlığa; bir tırtıla. Tırtılı fark ediyor, onu bir süre izleyip fotoğrafı çekiyor ve hemen ardından tırtılı eziyor. Tırtılı ezdiği andaki zevki göz bebeklerine kadar yansıyor. Psikolojik bir araştırmaya göre, şiddete eğilimli kişilerin insanlara zarar vermeden önceki hareketi hayvanlara zarar vermek oluyormuş. Yavaş yavaş daha güçlüyü hedef haline getiriyormuş. Bir böcek, bir fare, bir kedi, bir köpek, bir bebek, bir çocuk, yaşlı bir kadın… Aziz’de yavaş yavaş harekete geçiyor olabilir mi?

Duy Beni’de konuşulacak çok şey var aslında. Manipülasyon dizide hat safhada. Özellikle Melisa bu işin piri. Duygusal manipülasyon konusunda harikalar yaratıyor. Önce Ekim’in ipini çekmek için Ekim’in annesiyle konuşması ardından Kanat’ı kendine çekebilmek için geçmişi hatırlatması Melisa’nın duygu yönetimi konusunda şeytani bir deha olduğunun kanıtı gibi. Ozan’ın da ona karşı ne hissettiğinin farkında. Ne yazık ki, Ozan’ı ve duygularını da kendi çıkarları doğrultusunda kullanıyor.

Dizideki hemen hemen her karakter iyileşmesi epey zorlu geçecek karakterler. Özellikle Kanat, büyük bir uğraş vermeli. Dengesiz. Duygu durum bozukluğu var. Öfke kontrolü yok. Babası gibi şiddete eğilimli. Öfkesini her zaman daha güçsüzlerden çıkarıyor. İlk bölüm Dağhan’ı yumruklayan Kanat, bu bölüm sahada basket topunu Bekir’in suratına atıyor ardından maç anında dirseği ile burun kemerine vuruyor. Tüm bunları da Ekim’e gözdağı vermek için yapıyor. Evet! Babası gibi. Babası nasıl Aziz’i cezalandırıyorsa, Kanat’ta en güçsüzü Bekir’i cezalandırıyor. Hastalıklı bir adalet anlayışı. Ne denilebilir ki?

Aşk her şeyi mahvetmek için yeterli bir sebeptir, diye bir gönderme yapacakmış senarist. Genel izleyici bunu Ekim’e yorsa da iki bölüm boyunca aşk uğruna Ozan, Melisa ve Leyla’nın her şeyi mahvetmeye hazır olduğunu gördük. Leyla, bir fotoğraf karesi ve iki mesajla, saplantılı şekilde aşık olduğu Kanat’a (?) inanıp yıllardır dostu olan Ekim ile olan dostluğunu bitirdi. Melisa, başlarda iyi davrandığı Ekim’e zorbalık yaparken Ozan, sadece Melisa’nın canı yandığı için Ekim’in canını yakıyor. Üç karakterde sağlıklı olmayan bir şekilde güçlü bağlar kurmuşlar. Bu bağların sebep olabilecekleri de oldukça korkunç görünüyor, şimdiden.

Gizemli kızımız Hazal’a merhaba diyerek, yazıma son vereceğim. Hazal ve Melisa çok yakın iki dost olabilirler mi acaba? Hazal, Ekim’i Kanat hakkında uyarırken, sevmeyi bilmez o derken hangi tecrübesine dayanarak söylemiş olabilir bunu? Melisa’nın grubundaki kızların, Hazal’a tek bir kelam etmemesi, kolayca geri çekilmeleri eski bir dostluğun göstergesi olabilir mi? Ya da şöyle söyleyeyim. İlk bölümün, ilk sahnesinde bahçede kim yoktu?

Bir teori sadece.

Ne dersiniz?