tds_thumb_td_300x0
Parlayan Yıldız Alarmı: Sümeyye Aydoğan 😍

O aurası ekranın ötesine taşan, yeteneği ve güzelliğiyle büyüleyen oyuncularımızdan. Şimdilerde Taçsız Prenses’te başrol oynayan Sümeyye Aydoğan’ın kariyer yolculuğuna ve etkileyici performanslarına göz atalım! 

Kariyerine Kahraman Babam da canlandırdığı Menekşe karakteri ile başlayan, daha sonra Akif, Geçen Yaz, Sadakatsiz gibi projelerle karşımıza çıkan Sümeyye birçoğumuzun gözüne Duy Beni ile çarpmıştı. “Kendimi bulma yolunda başucumda.” dediği Duy Beni de pek çok hafızalara kazınan etkileyici performansı oldu. 

Bunlardan biri 3. bölümdeki havuz sahnesiydi.

Arkada çalan Madrigal – Dip şarkısının sahneye uyumu, geçmişi hatırlayan Melisa ve Sümeyye’nin performansı çok beğenilmişti. 

Sümeyye’nin en iyi canlandırdığı ve unutulmaz sahnelerinden bir diğeri Melisa’nın intihar girişimiydi. 

Sümeyye’nin bize Melisa’nın çaresizliğini en iyi hissettirdiği sahnelerden biri de “Ben deli değilim!” diye bağırdığı sahneydi. 

Sümeyye öyle iyi oynadı ki Melisa’ya sarılmak istedik diyebileceğimiz, yalnızlığını en iyi hissettiğimiz sahnelerden biri ise 15. bölümdeki tuvalet sahnesiydi.

“Sonra akan gözyaşları kalbini sertleştirdi ve delinemez bir zırh oluşturdu. Ve acıları belli olmasın diye de yüzüne bu maskeyi taktı. Yani o küçük kız çocuğu öldü, yerine bu biyonik insan geldi.”

Melisa’nın sert, kendinden emin ve acımasız görünüşünün altında yatan kız çocuğunu ve yaşadıklarını anlattığı sahne de izleyen herkesi derinden etkilemiştir eminim. 

Yazımın sonuna Sümeyye’nin beni en çok etkileyen sahnesini koymak istedim. Cem Adrian – Ben Sana Veda Edemem şarkısı eşliğinde Melisa’nın kendisiyle yüzleşmesini, annesine olan özlemini ve takıntılarından kurtuluşunu izlemiştik. İzleyen herkesin çok beğendiği bu sahne uzun süre konuşulmuştu.

Sümeyye’nin bizi etkileyen sahnelerini saya saya bitiremeyiz. Şimdilerde bizi Taçsız Prensesle büyülüyor. Çok yakında da kadrosunda yer aldığı yeni Blu Tv dizisi Magarsus’la karşımızda olacak. Kariyer yolculuğunun çok açık ve kendisi gibi ışıl ışıl olacağına eminiz. Seni çok seviyoruz Sümeyye 🙂 

Gözlerimizin Önündeki “Çıplak Gerçek”: Duy Beni 3. Bölüm Yorumu

Merhaba, Ne İzledik ailesi, bugün üçüncü bölüm yorumumu yapmadan önce size, bir hikayeden bahsetmek istiyorum. Üçüncü bölümümüzün ilk sahnelerinde Bekir’i yarı çıplak halde görmüştük. Kıyafetleri, Ozan tarafından yok edilen Bekir eline geçen ilk şeyi, Gerçek Koleji flamasını, vücuduna sarıp okulun bahçesine çıkmıştı hatırlarsınız.

Mitolojik hikayelerle çok haşır neşir olduğumdan mı bilinmez, bana bu kare “Çıplak Gerçek’in” hikayesini hatırlattı. Bilmeyenleriniz olacağı için Çıplak Gerçek’in hikayesinden sizlere kısaca bahsetmek istiyorum. Gerçek ve Yalan bir gün, dışarıda buluşurlar ve Yalan, doğruyu söyleyerek havanın çok güzel olduğunu söyler. Gerçek, havanın güzel olduğunun farkındadır. Gün sahiden de çok güzeldir. Enfes bir hava vardır. Gerçek ve Yalan, güzel havanın keyfini çıkartmaya başlarlar. Yalan, diplerinde duran suya ayağını sokup yeniden doğruyu söyler ve “Su çok güzel, hadi suya girelim der,” ve suya girer. Gerçek, temkinli adımlarla suya yaklaşır ve suyu kontrol eder. Yalan, doğruyu söylüyordur. Su tatlı bir soğukluktadır. Gerçek, soyunur ve suya atlar. Yalan ile beraber bir süre yüzüp suyun tadını çıkarırlar. Derken, Yalan sudan çıkar ve Gerçek’in kıyafetlerini alarak, ortadan kaybolur. Gerçek büyük bir öfkeyle sudan çıkar ve Yalan’ı bulup kıyafetlerini alabilmek için her yerde Yalan’ı aramaya başlar. İnsanoğlu tüm gerçekliğiyle gördükleri Çıplak Gerçek’e öfkeyle bakarlar. Kimisi de gözlerini ondan kaçırır. Gerçek, insanoğlunun bu davranışlarına katlanamaz ve suya geri döner. o da tıpkı Yalan gibi ortadan kaybolur.

Hikayenin Duy Beni ile kesistiği noktalar oldukça fazla, değil mi sizce de? Bekir’in, bütün okulun karşısına flamayla çıkması, alaycı üslubu onu görenlerin Bekir’i tiye alması ve görmezden gelmesi. Çıplak Gerçek’in bir yansıması olamaz mı?

Bekir’i gören ve bir şeylerden şüphe etmeye başlayan Selim Hoca, gerçeğin peşine düşüyor. Hem Bekir’e hem de Ekim’e yaklaşarak gerçekleri öğrenmeye çalışıyor fakat kahramanlarımız inkar etmeyi tercih ediyor. Tabii bir yerden sonra Ekim, kağıda koca harflerle “BEN KORKAK DEĞİLİM,” yazsa da suyun bulanıklığı ne yazık ki berraklığa dönmüyor. Yine de Selim hocanın işin peşini bırakmayarak okulun psikolojik danışmanı Bahar hocayla görüşmesi, ona Ekim’in yazdığı kağıdı göstermesi hikaye açısından bizi ümitlendiriyor. Sessiz kalmayan, kabuğuna çekilmeyen birileri var, çok şükür artık.

Beni deliye döndüren birkaç sahne bu bölümde yaşandı. Ayşe’nin eğitim hakkı elinden alınarak bir konfeksiyon atölyesinde çalıştırılmaya başlaması, psikolojik şiddetin hem ekonomik hem de fiziksel şiddete dönüşmesi, saçımı başımı yolma isteğimi haddinden fazla arttırdı. Ayşe, hatasız demiyorum elbette ama ergen bir çocuğun istekleri ve arzuları görmezden gelinmemeli. Hasan, sadece kızının ne istediğini değil kızını da görmezden geliyor. Konuşmuyor, dinlemiyor yalnızca üzerinden vicdan kasıyor. Ayşe ne yaparsa yapsın, eğitim hakkı elinden alınamaz. Ayşe okula nasıl geri döner bilemiyorum ama bu durum daha fazla uzatılmamalı diye düşünüyorum. Müdürün, devamsızlığı takip ederek Bahar’a bu durumu belirttiğini görsek, hepimiz için iyi olacak gibi. Bilinçlenmemiz gerekiyor, değil mi?

Deli olduğum bir diğer konu “Body Shaming” olarak literatürde yer edinen, fiziksel görünüş üzerinde alaylarda bulunma kişiyi rencide etme çabası. Melisa’nın bu gaddar yanını ilk bölümde de görmüştük. Ekibinin bir parçası olan Naz’ı, görüntüsüyle rencide etmiş “Çirkin Ördek Yavrusu” olduğunu söylemişti. Bunu, sosyal medyaya da taşımıştı. bu bölümde sınırlarını oynayarak Emine adlı arkadaşının kilolarıyla dalga geçti. Yüzmesi için zorladı ve bu anlarla eğlendi. “Ben Emine’nin zayıf bir yönünü göremiyorum,” demesi de yeme bozukluğu olan Emine için oldukça can sıkıcı bir durumdu. Sadece onun için mi, can sıkıcıydı? Değildi tabii. Melisa’dan seyir keyfi alan biri olarak ekrana girip zorbalama nedir, nasıl yapılır Melisa’ya göstermek istemedim, değil. Dizinin esas durduğu nokta zorbalık olduğu için, pek ses çıkartmıyorum ama psikolojik şiddeti çocuk oyuncağı gibi kullanan karakterlerimizin yavaş yavaş iyileşme yoluna girmesini görmek istiyorum. Bahar ve Selim’in olaylara daha fazla müdahil olması bu yardımı ve iyileşme sürecini hızlandıracaktır diye düşünüyorum. Çünkü dizide yalnızca akran zorbalığı değil aile içi şiddet de gırla ilerliyor. Ayşe’nin yaşadığı şiddet sürecinden az buçuk bahsettim, annesinin sessizliği bile Ayşe için travmatik bir durum. Tek istediği iyi bir okulda iyi bir eğitim almak. Babası, mahallede yaşanılanları bu denli benimsemiş olmasa da Ayşe’yi kolejde okutur muydu şüphelerim var. Ekmek parası diyerek kızını, atölye kapısına bırakması acizceydi. On sekiz yaşının altındaki bir bireye, ebeveynleri bakmakla yükümlü. Bakamıyorlarsa, devlet himayesi boşuna değil. Ayşe üzerinden, erdem ve vicdan mastürbasyonu yapmasına gerek yok Haşmetli Hasan Abimizin.

Gel gelelim, daha karanlık tarafa Rıza’ya. Tamamen ruh hastası bir adam ve bu tarafı oğluna da yansımış. İkisi de bir şekilde, evde gördükleri şiddetin hıncını başkalarından çıkarıyorlar. Hem Kanat’ın hem Aziz’in iki ayrı yüzü var. İki kardeş de şiddet eğilimli. Özellikle Aziz, Kanat’tan daha tehlikeli. Henüz potansiyelinin farkında değil. Geçen bölüm tırtılı ezip bundan haz duyması, daha karanlık biriyle yüz yüze olduğumuzun en büyük kanıtı.

Nihayet Birbirini Saran Eller

Bölüm içinde yüzümü güldüren sahneler olmadı, dersem yalan olur. Rıza’nın yine kendine bir bahane çıkarıp Suna’ya sözlü saldırılarda bulunması, Kanat’ın gitar çalmasıyla beraber öfkesini oğluna yönlendirmesi yine Aziz’in şiddete uğrayacağını düşündürtmüştü bana yanıldım. Suna, Aziz ile yüzleşti ve Aziz annesinin gözlerine bakarak her gün yaşadığı dramı anlattı. “Siz ana oğul, babamın zorundan nasıl kurtulduğunuzu konuşurken ben rutin dayağımı yiyeceğim,” dedi. Kapı kilitlemenin bir çare olmadığını, günün sonunda o dayağı yiyeceğini annesine söyledi. Suna, klasik müziği son ses açmak yerine bu bölüm oğlunun yanına oturdu ve ellerini sıkıca sardı. Rıza, anne-oğlu yan yana görünce geri çekildi ve Aziz’e dokunmadan odadan çıktı.

Suna ve Aziz

Rıza’nın, Suna’ya dokunmama sebebinin Kanat’ın bahsettiği dededen kaynaklandığını düşünüyorum. Bu küçük bir teori olacak ama şahsım adına kuvvetli bir teori olduğunu düşünüyorum. Suna, malikanenin hizmetlisi olabilir ve Rıza, Suna’ya cinsel bir saldırıda bulunmuş olabilir. Suna’nın hamileliği ikisinin evlenmesine sebep olurken Rıza’nın babası, mirası yönetilmenin tek yolunun bu evliliğe bağı olduğunu söyleyen bir vasiyet bırakmış olabilir. Böyle düşünmemin birkaç sebebi var. İlki Rıza’nın, Suna’ya “Seni geldiğin çöplüğe döndürmek vardı da,” demesiyken diğer sebebim Suna’ya hiçbir şeyi yakıştıramaması, sürekli aşağılaması. Aşağılarken de Suna’dan bir paçavraymış gibi bahsetmesi. Kendi çocuklarına “Bozuk Gen,” dediğini de duydunuz değil mi? Bunlar statü farkına çanları çalıyor gibi.

Birkaç sır bu bölüm de ortaya çıktı. Tahmin ettiğimiz gibi, Leyla ile konuşan Aziz. Bunu bilerek ve planlayarak yapıyor. Nasıl bir motivasyonu var bilinmez ama büyük ölçüde, Kanat’a zarar verme derdinde gibi. Leyla’yı konuşmalarıyla etki altına alması hem Kanat hem de diğerleri için canlı bomba etkisi yaratacak bence. Kanat’ın ona aşık olduğunu düşünen Leyla her şeyi yapabilecek durumda ne yazık ki. Çocukluk arkadaşını bile karşısına almaya hazır.

Yine tam bu noktada bir teorimden daha bahsetmek istiyorum. Aziz’in, Leyla’ya Melisa için intihar ettiğini söylemesi, öylesine ortaya atılmış bir yalan değil gibime geliyor. Melisa daha önce intihar etmiş olabilir. Kanat’ın, Melisa’ya karşı o kalın duvarlarının olmayışı bundan kaynaklanıyor olabilir. Ama tabii bu sadece bir çıkarım. Bir teori.

Açığa çıkan bir diğer sır, Kontrol Odası’nda kimlerin olduğuydu. Burada da hedefi on ikiden vurduk. Kanat, Melisa ve Ozan, bu kanlı oyunun parçası çıktı. Üçü de Melisa’nın paylaşımına gelen yorum üzerine tutuştu. Melisa, Ekim’den şüphelenip Ozan’ı ve Kanat’ı kışkırtırken okulun müdürü Fikret’in şüphe listesinde Halil vardı. Yaşanan her şeyden Fikret gibi Halil’de haberdar ve para karşılığında sahip olduğu bilgiyi satmış. Biz sadece, Halil’in okuldan birinin kazaya sebep olduğunu sanırken yaşanılanlar, olayların pek de öyle olmadığını gösterdi. Halil, çok daha fazlasını biliyor. Kazaya neden olanın kimler olduğunu biliyor olabilir. Hatta çok daha fazlası bile olabilir elinde. Belki histeri kriziyle gelen bir itiraf belki Ziya hocanın kalp krizi belki bambaşka bir şey… Kim bilir?

Hazal, Hazal, Hazal. Kendimi yineleyeceğim ama Hazal pek de masum biri gibi değil. Melisa gibi açıktan oynamak yerine kendini saklıyor gibi geliyor bana. İzleyicilerden biri Kontrol Odası’ndaki kızın Melisa değil de Hazal olduğunu söylemiş, görüntüler bu teoriyi kuvvetlendiriyor. Kontrol odasındaki kızımız sahiden de Hazal olabilir.

https://twitter.com/Nazerol23/status/1551885021677510656?s=20&t=0kY1ke_kUvbdAO8uw3yJ6w

Süleyman’ın “Kızımın hapse girmesine izin veremem,” dediği başka bir ilişkiden olan babasının soyadını almayan Hazal’dır belki de. Seyircinin aklını karıştırmak, okları Melisa’ya çevirmek için yapılan bir kelime oyunu olamaz mı bu? Neden olmasın? Çok mu entrikaya, bağladım? Olabilir. Melisa bu işe Kanat için karışmış olabilir. Tek derdi, Kanat’ı kurtarmaktır, belki de. Ne dersiniz?

Şimdi biraz da romantik ilişkilerden bahsedelim.

EkKan ve OzMel! Dinamikleri yüksek iki ayrı çift. Açıkçası ben uzun vadede bu çiftleri görebileceğimizi düşünmüyorum. Evet, geçtiğimiz bölüm bir öpüşme yaşandı ama bu, duygulu bir yakınlaşma değildi. Fragmanda da gördüğümüz gibi, iki tarafında birtakım planları var. Fakat ortada olan bir diğer gerçek, Ekim’in Kanat’tan, Kanat’ın Ekim’den etkilendiği. Birbirlerine çekiliyorlar fakat ikisi de, diğerinin kendisi için tehlike olduğunu biliyor. Bu yüzden her adımları planlı ve temkinli. Ava giderken avlanmaları oldukça muhtemel.

Ozan ve Melisa’ya gelirsek… Beni alevlerin ortasına atan çift. Enerjileri o kadar yüksek ki, ekrana kilitlenip kalıyorum. Ozan’ın tutkusunu hissetmemek imkansız. Abartmıyorum, son zamanlarda izlediğim ve beni kendine çeken tek ikili Ozan ve Melisa olabilir. Ozan’ın cüretkarlığı, Melisa’nın bilinçli adımları alev atan dayılara dönmeme sebep oluyor. Dinamikleri çok başka.

Oyuncuların her birini ayrı ayrı paragraflarla övebilirim ama bu bölüm için üç genç yetenekten bahsedeceğim. İlki Burak Can olacak. Aziz’i bize daha iyi yansıtabilecek biri var mıdır, sanmıyorum. Yaşadığı korkuyu, hissettiği çaresizliği ve öfkeyi göz bebeklerine kadar yansıtıyor. Kendisini izlerken “Vay sosyopat,” demeden edemiyorum. Öylesine muhteşem bir seyir zevki veriyor ki, Aziz için bir spin off çıkabilir diyorum, kendi kendime.

Bir diğer övgüm, Helin Kandemir’e olacak. Histerik bir karakteri canlandırıyor ve üstünden kalkmayı başarıyor. Girdiği duygusal karmaşa, mantığı ve duygularının birbirine girmesi, bocalaması fazlasıyla sahici. Helin’de tıpkı Burak gibi, göz bebeklerinde yaşatıyor tüm duygularını.

Ve ve ve. Ozan’ım. Utku Coşkun. Kendisini ilk kez bu projede izledim ve bayıldım. Bayılmak ne kelime? Aşık oldum. Psikopatlığı öyle güzel yansıtıyor ki seyirciye, aşırı seyir zevki alıyorum. Ozan’a kendinden bir şeylerde katıyor, üstelik. İlk bölüm gördüğümüz sarkastik hareketlerin birçoğu Utku’nun doğaçlamasıymış. Bu, Ozan’ı nasıl sırtlandığını göstermiyor mu? Umarım, hak ettiği değeri görür. İşini ciddiye alan her oyuncuya bayılırım. Utku’da listemde yer almaya hak kazandı şimdiden. Yolunuz açık olsun, gençler!

Duy Beni dördüncü bölümüyle perşembe akşamı Star tv’de! Kaçırmayın derim.

Üçüncü bölümü izlemek için tıklayın.

Yankıları Duyuyor Musunuz? Duy Beni 2. Bölüm Yorumu

Perşembe akşamından beri sosyal medyada gündem olan ve trend topicten düşmeyen dizimizin bu hafta ikinci bölümü yayınlandı ve tabiri caizse ortalığı yangın yerine çevirdi. Başta twitter olmak üzere, Instagram ve Tiktok gibi mecralarda sürekli konuşuldu. YouTube’da izlenme rekoru kırdı. Peki bu hafta Duy Beni’de ne oldu?

Final Sahnesi

Söze, final sahnesiyle başlamak gerekiyor sanırım. Arka fonda Franz Schuabert’in Ave Maria’sı çalarken ona eşlik eden yangın alarmı sahneyi biraz daha ürpertici kılan etmenlerden ama asıl insanı ürküten, sahnede yaşananların kendisi.

Ekim’in altı boyunca zorbalığa uğrayacağını, birinci bölümün ilk sahnesinde zaten anlamıştık. Bizler, zorbalık boyutunun günden güne azalacağını düşünürken Melisa ve Ozan, düşüncelerimizin aksinin yaşanacağını söyleyen olaylara imza attılar. İkili, Bekir ve Ekim’e hayatları boyunca unutamayacakları bir travma yaşattılar. İşin kötü yanı bunu haz alarak yapmaları oldu.

Özellikle Ozan, Bekir ve Ekim’i yarı çıplak bırakıp kameraya alınmalarına vesile olurken ve ikisini ittirip kaktırırken büyük bir zevk aldı. Öyle ki, devreye giren su sistemini dikkate bile almadan anın tadını çıkarmaya başladı. Yüzündeki gülümsemeyle, üzerine yağan suyu selamladı.

Metaforlar Ne Anlatıyor?

Daha önceki yazımda, dizide bazı metaforlar olduğunu düşündüğümü söylemiştim. Ave Maria’nın da dizinin seyri adına bazı ipuçları taşıdığını düşünüyorum. Aryanın sözlerinde Hazreti Meryem’e sesleniliyor. Affedilmek ve günahlardan arınılabilmek için. Günahsız ve kutsal olarak dini mitlerde yer edinen Meryem’in iffetsizlikle suçlandığı bilinir. Ekim’in de suçlandığı, hakkında tag açıldığı konu tam olarak bu değil mi? İlerleyen bölümlerde iftiracılarımızın, zorbalarımızın Ekim’den af dileyeceğini umuyorum. Ümit ediyorum. 

Fiziksel ve psikolojik şiddetin en etkili yollarından birini gördük, final sahnemizde. Ekim ve Bekir, yarı çıplak bir şekilde kameraya alınıp ardından bir araya getirildi. Ozan, Bekir ve Ekim’i ittirirken kameraya “ikisinin basılmış” izlenimini de verdi tabii. Ekim’in ne ile suçlanacağı ortada, ne yazık ki.

Bölümümüzdeki, akran zorbalığı final sahnesiyle sınırlı değildi. Melisa’nın, yakın arkadaşlarını, aşağılaması; Kanat’ın Ekim’e kurmaya çalıştığı üstünlük çabası; Ozan’ın sandalyeye bal sürüp Ekim’in oturmasını sağlaması ve sosyal medya üzerinden Ekim’in siber zorbalığa uğraması yaşananlardan sadece birkaçıydı. 

Türk televizyon tarihi boyunca, lisede yaşanan akran zorbalığını gördüğümüz birkaç dizi oldu. Ana konuları “zorbalık” olmadığı için bu konu üzerinde durulmadı. Bir şekilde yaşanılan zorbalıkların üstü ya kapatıldı ya da zamanla romantize edildi.

Örneğin yakın bir zamanda ekran serüveni başlayan Kardeşlerim dizisinde, ana karakterlerden birinin başı pisuvara sokuldu. Yine aynı dizide, ayakkabı yalatıldı. Ekran macerasına veda eden Kırgın Çiçekler dizisinde, kızlar, zengin erkek grubu tarafından eskortlukla suçlandı. Güneşin Kızları adlı dizide Selin’in kıyafetini değiştirdiği anlar internete sızdırıldı. Genç kızların ölüp bittiği Kerem Sayer efsanesi (!) Zeynep’in iç çamaşırını okulun penceresinden sarkıttı. Yukarıdaki dizilerden hiçbirinde psikolojik bir yardımla iyileşme göremedik. Kimi karakter Eros’un okuyla kimisi de Peri Anne’nin sihirli değneği ile birden bire iyiye evrildi ve yapılan her şey bir anda unutuldu.

Duy Beni’de umutlu olduğum nokta orta-alt sınıftan gelen ve üç maymunu oynamayan edebiyat öğretmeni Selim ve psikoloji alanında eğitim almış olan Bahar öğretmenin varlığı. Karakterler eğer bir iyileşme sürecine girecekse bu öğretmenlerinin onlara rehber olması ve yol göstermesi ile olmalı. Aşk ile değil. Sevginin elbette iyileştirici gücü vardır fakat kişi iyileşmeden duyguları da iyileşemez. Bu bağlamda her bir karakterin iyileşme sürecine giderken ki yolculuğunda onlara en başta Bahar öğretmenin eşlik etmesini diliyorum.

İkinci bölüm genel anlamda sinir bozucu bir bölümdü. Ufak tefek tatlı sahnelerimiz yok değildi. Bu sahnelerden ilki Ayşe ve Dağhan’ın tatlı tatlı ( ya da ballı ballı) flörtleşmesiydi. Dağhan’ın Ayşe’yi düşünüp mahalleye gitmesi, onunla ayaküstü olsa da konuşması, Ayşe ıslanınca Ayşe’ye ceketini vermesi yumuşacık olmamızı sağladı. Pek tatlı bir sahneydi. 

Ayşe ve Dağhan’ın sahnesinde ilk bölümde gördüğümüz ama tanışamadığımız karakterlerimizden biriyle de tanışmış olduk. Orijinal. Mahalle bakkalının çırağı. Ayşe’den hoşlanıyor. Ayşe bunun farkında mı değil mi bilemeyiz ama biz yerimizi AyDağ’dan yana aldık. 

Gel gelelim, dizinin en ama en tatsız yerine. Aile içi şiddete. Hem fiziksel hem psikolojik şiddete yuva yapan Günay Ailesine geçmeden önce, Ayşe’nin ailesinden kısaca bahsetmek istiyorum.

Ayşe’nin babası, görmeye alışkın olduğumuz aile babalarından biri. Fazla gururlu, fazla onurlu. Çukur’un bir ferdiymiş gibi mahallesinde yaşanan kazayı benimsemiş, Gerçek Koleji’ne karşı gard almış. Kızının, kolejde alabileceği iyi eğitimi de bu uğurda hiçe sayıyor. Kızını dinlemiyor, onunla konuşmuyor. Annesi ise daha fena. Sessiz kalıyor. Hatta kızının okula gitmeyişini kendi için fırsata bile çeviriyor. En ufak bir uğraşa girmiyor bile, eşiyle. Bu Ayşe’ye yapılabilecek en büyük haksızlık. Eğitim hakkı elinden alınmakla tehdit edilmemeli. Edilememeli.

Okları Günay Ailesine çevirirsek… Her üye, ayrı ayrı problemli. Rıza Günay tam anlamıyla şiddet faili. Sadist. Akıl hastası bir adam. Adalet duygusunu şiddetle harmanlıyor ve şiddetle doyuruyor benliğini. Evin küçük oğlunu, Kanat ve eşini cezalandırmak için kullanıyor. Kanat’ı “Sıradaki kim biliyorsun?” diyerek tehdit ediyor ve Aziz’den vazgeçen Kanatla beraber Aziz’den alıyor hıncını. Aziz hatalı olsun olmasın, şiddete uğrayan hep o oluyor. Rıza’nın sesi çıkmayan Aziz’e şiddet göstermesi için bir bahaneye bile sığınmasına gerek yok. Masaya geç gelmesi, kaşığını düşürmesi, Kanat’ın sorguya alınması, televizyon kumandasının ortadan yok olması Aziz’in şiddete uğraması için yeterli ne yazık ki. Bunun altında nasıl bir motivasyon yatıyor bilemesek de bazı fikirlerimiz de yok değil. Rıza’nın tüm öfkesi Kanat’a. Kanat’ın canını yakabilmenin tek yolu da Aziz ve annesinden geçiyor. Kanat belki de fiziksel acıyı hissedemiyordur ve babası onu bu şekilde cezalandırıyordur.

Cezalandırma demişken…

Aziz’de birilerini cezalandırıyor. Kendinden daha aciz olan bir varlığa; bir tırtıla. Tırtılı fark ediyor, onu bir süre izleyip fotoğrafı çekiyor ve hemen ardından tırtılı eziyor. Tırtılı ezdiği andaki zevki göz bebeklerine kadar yansıyor. Psikolojik bir araştırmaya göre, şiddete eğilimli kişilerin insanlara zarar vermeden önceki hareketi hayvanlara zarar vermek oluyormuş. Yavaş yavaş daha güçlüyü hedef haline getiriyormuş. Bir böcek, bir fare, bir kedi, bir köpek, bir bebek, bir çocuk, yaşlı bir kadın… Aziz’de yavaş yavaş harekete geçiyor olabilir mi?

Duy Beni’de konuşulacak çok şey var aslında. Manipülasyon dizide hat safhada. Özellikle Melisa bu işin piri. Duygusal manipülasyon konusunda harikalar yaratıyor. Önce Ekim’in ipini çekmek için Ekim’in annesiyle konuşması ardından Kanat’ı kendine çekebilmek için geçmişi hatırlatması Melisa’nın duygu yönetimi konusunda şeytani bir deha olduğunun kanıtı gibi. Ozan’ın da ona karşı ne hissettiğinin farkında. Ne yazık ki, Ozan’ı ve duygularını da kendi çıkarları doğrultusunda kullanıyor.

Dizideki hemen hemen her karakter iyileşmesi epey zorlu geçecek karakterler. Özellikle Kanat, büyük bir uğraş vermeli. Dengesiz. Duygu durum bozukluğu var. Öfke kontrolü yok. Babası gibi şiddete eğilimli. Öfkesini her zaman daha güçsüzlerden çıkarıyor. İlk bölüm Dağhan’ı yumruklayan Kanat, bu bölüm sahada basket topunu Bekir’in suratına atıyor ardından maç anında dirseği ile burun kemerine vuruyor. Tüm bunları da Ekim’e gözdağı vermek için yapıyor. Evet! Babası gibi. Babası nasıl Aziz’i cezalandırıyorsa, Kanat’ta en güçsüzü Bekir’i cezalandırıyor. Hastalıklı bir adalet anlayışı. Ne denilebilir ki?

Aşk her şeyi mahvetmek için yeterli bir sebeptir, diye bir gönderme yapacakmış senarist. Genel izleyici bunu Ekim’e yorsa da iki bölüm boyunca aşk uğruna Ozan, Melisa ve Leyla’nın her şeyi mahvetmeye hazır olduğunu gördük. Leyla, bir fotoğraf karesi ve iki mesajla, saplantılı şekilde aşık olduğu Kanat’a (?) inanıp yıllardır dostu olan Ekim ile olan dostluğunu bitirdi. Melisa, başlarda iyi davrandığı Ekim’e zorbalık yaparken Ozan, sadece Melisa’nın canı yandığı için Ekim’in canını yakıyor. Üç karakterde sağlıklı olmayan bir şekilde güçlü bağlar kurmuşlar. Bu bağların sebep olabilecekleri de oldukça korkunç görünüyor, şimdiden.

Gizemli kızımız Hazal’a merhaba diyerek, yazıma son vereceğim. Hazal ve Melisa çok yakın iki dost olabilirler mi acaba? Hazal, Ekim’i Kanat hakkında uyarırken, sevmeyi bilmez o derken hangi tecrübesine dayanarak söylemiş olabilir bunu? Melisa’nın grubundaki kızların, Hazal’a tek bir kelam etmemesi, kolayca geri çekilmeleri eski bir dostluğun göstergesi olabilir mi? Ya da şöyle söyleyeyim. İlk bölümün, ilk sahnesinde bahçede kim yoktu?

Bir teori sadece.

Ne dersiniz?

Lise Dizilerine Farklı Bir Soluk: Duy Beni

Geçtiğimiz perşembe izleyiciyle buluşan ve sosyal medyada gündemden düşmeyen “Duy Beni” dizisini konuşacağız bugün. Duy Beni, ilk bakıldığında sıradan bir lise dizisi gibi görünse de özünde “zorbalık”, “sınıf farkı”, “aile içi şiddet” gibi önemli bir konuları işleyen bir dizi. Dizi, özellikle ortaokul ve liselerde görülen akran zorbalığını açıkça ve acımasızca gözler önüne seriyor.

Dizimiz, ana karakterlerden biri olan Ekim’in seyirciye sorduğu bir soruyla başlıyor aslında. Direkt olarak, bizlerle iletişim kuruyor ana karakterimiz.

“Siz hiç yerle bir oldunuz mu? Hayatınızın  herhangi bir döneminde kendinizi bu kızın yerinde buldunuz mu? Yoksa siz ayaktakilerden miydiniz? Çoğunluktan biri… Sadece izleyen, hiçbir şey yapmadan seyirci kalan…” diyor.

Sahiden siz hangi taraftansınız? Şiddete maruz kalan mı, şiddeti uygulayan mı yoksa daha fenası gördüklerine karşı üç maymunu oynayan mı? İşte! Bize, sorulan şey tam da bu? Biz kimiz? Ne yaptık, ne yapıyoruz? Duy Beni, bir ayna ve biz de tam olarak onun karşısındayız. Kendimize bakıyoruz, kendimizi izliyoruz…

“Önce kraliçenin soytarıları gelir yanınıza. Sizi sırtınızdan vurup eğlenirler. Utancınız onların küçük zaferleri olur. Siz zayıflığınızı gösterdikçe hor gören bakışlarıyla yaralarınızın üstüne daha çok tuz basarlar. Sonra sahneye kraliçe girer. “Neden?” diye sormak istersiniz. Bunu bana, bize neden yapıyorsunuz? Cevapları basittir oysa. “Ben istediğim için der, yetmez mi? ” Diğerleri de susar. O zaman anlarsınız ki bu yolculukta yapayalnızsınızdır. Ve artık iki seçeneğiniz kalmıştır. Ya  onlar gibi kaderini kabullenmiş bir korkak gibi yaşayacaksınız ya da bu güç oyununu onların kurallarıyla oynayıp kendiniz olarak ayakta kalacaksınız. Ben ikincisini seçtim. Artık düşmeyi biliyorum, kalkmayı da öğreneceğim. Bu zorbalara boyun eğmeyeceğim.”

Statü. Hiyerarşi. Zorbalık. Değişim. Ve başkaldırı… Daha iyi nasıl anlatılabilirdi?

Duy Beni Karakterleri

Hikayeden önce karakterleri tanımamız daha iyi olacaktır. Ekim, orta alt sınıfa mensup genç bir kız. Akranlarının birçoğu gibi büyük hayalleri, üst sınıfa duyduğu hayranlık göze çarpmıyor. Olabildiğince kendi hâlinde bir kızımız. Annesi, en yakın arkadaşı Leyla ve okuluyla kurduğu küçük ve sakin bir dünyası var. Anladığım kadarıyla baba problemi yaşayan bir karakter. Ana odağımızda bir nevi baba problemi zaten. Birçok karakter bu konuda birbirleriyle benzeşiyor. Ekim, babası tarafından terk edilmiş, eksik büyümüş bir çocuk. Bu yüzden annesiyle güçlü bir bağ kurmuş arasında. Ayrıca dizide duvarları en kalın olan ve gardını en iyi almış karakter de kendisi. İyi ve kötü ayrımı, toplumun öğrettiği iyi ve kötüye oldukça yakın. Mücadeleci biri Ekim.

Ekim’in en yakın arkadaşı Leyla ise, üst sınıfa özenen onlar gibi yaşamanın hayalini kuran hatta sosyal medyada kendine böyle bir dünya yaratıp “onlardan” biriymiş gibi davranan bir diğer kızımız. Hırsları, hayalleri ve tutkuları var. Ve bu üç şey, hikayemizin karakterlerinden biri olan Kanat’ta toplanmış durumda onun için. Ona hayran, ona takıntılı. Onlar için herhangi bir gün olan bir günde, Leyla’nın geçirdiği kaza, hem Leyla’nın hem Ekim’in hem de direksiyonun başındaki palyaçoyu ve onu oynatanların hayatını tam anlamıyla değiştiriyor. Dark Side’a geçiş söz konusu diyebiliriz.

Leyla’nın geçirdiği kaza, mahalledekilerin hayatını yavaş yavaş şekillendirmeye başlıyor.  Bu şekillendirmenin baş rol oyuncularından biri mahallenin ağır (!) abisi Halil’den kaynaklanıyor. Kazaya şahit olan ve Leyla’ya çarpan arabayı takip eden Halil, sürücünün Gerçek Kolej’ine girdiğini ve o okuldan biri olduğunu görüyor ve hesap soruyor. Ama ne hesap. Burayı bir kenara not edelim, bu noktaya tekrar parmak basacağız.

Bekir. Dizinin eğlence, güldürme kısmını karşılıyor. Kendisinden Elite-Christian kokusu alan tek ben olamam. Yılışıklığı, espri seviyesi ve ve ve boşboğaz oluşu. Tam anlamıyla Christian değil mi?

Biraz da diğer taraftan bahsedelim. Kanat, Melisa, favorim olan Ozan, Dağhan ve Aziz’den.

Kanat ve Aziz, kardeşler. Bu tam anlamıyla bir kardeşlik mi, baba kaynaklı bir kardeşlik mi henüz öğrenemesek de kardeş olduklarını izledik. Baba figürümüz, öfke kontrolü olmayan şiddete meyilli bir karakter. Kendi kurduğu bir düzen var. Güce aşık, zayıflığa tahammülü yok bu sebeple oğlu Aziz’e katlanamıyor. Çünkü Aziz, sakin, içine kapanık kendi hâlinde yaşayan genç bir adam. Büyük oğlu Kanat gibi değil. Karanlıklar Prensi olarak anılmıyor, kimse ondan korkmuyor veya kimse ona hayran değil. Tam aksine Aziz görünmeyen biri. Bir hayalet.

Kanat ise, bana göre babasının oğlu. Evde yaşadığı alt-üst ilişkisini okulda gösteriyor. Gücü, kendinden daha güçsüz olanlara yetiyor sadece. Okul arkadaşı Dağhan’a fiziksel,  Ekim’e  psikolojik şiddet uyguladığını gördük. Babası, Kanat’ta büyük bir özgüven eksikliği yaratmış. Dışarıdan bakıldığında güçlü, soğuk, karanlık biri olarak görünse de aslında bir zavallı. Üzgünüm kızlar, şiddet failini güzellemeyeceğim. 

Duy Beni-Melisa

Gel gelelim, okulumuzun sahibi kızı Melisa’ya. Ne derler, babasının prensesi, gerçek bir kraliçe. Blair Waldorf ekolünden gelen üstüne biraz Lucrecia Montesinos Hendrich serpiştirilmiş ben merkezli, narsist, şımarık ve takıntıllı bir kızımız. Okulun gözdesi, sosyal medyadaki influencerlardan biri, kız grubunun kraliçe arısı ve babasının gözbebeği. Etrafındakileri kuklası gibi olarak gören gerçek bir arkadaşı ya da ilişkisi olmayan genç bir kız. Babası ile bile doğru düzgün  bir ilişkisi yok. Aralarındaki bağ çok zayıf. Evet, evet o noktaya geldik. Kanat, Aziz, Ekim ve Melisa aynı çemberin etrafında tam bu noktada buluşuyorlar. Baba problemleri birbirinden ayrı olsalar da temelde baba figürünün eksikliği karakterlerimizin zayıf noktalarını oluşturuyor.

Ve Ozan. Tam anlamıyla zorba. Şiddet göstermekten de şiddeti izlemeyi de eğlence olarak görüyor. Burslulardan nefret ettiği, onları aşağıda gördüğü de aşikar. Salt bir çizgisi var ve dizinin belirgin kötülerinden ne yazık ki. Gücünü nasıl ve ne şekilde gösterdiğinin hiçbir önemi yok. Sizi zayıf görüyorsa kelimeleriyle de beden diliyle de zehirleyebilir. Hatta sınırı aşıp özel alanınızı bile ihlal edebilir. Ozan, Kanat’la aynı takımda gibi görünse de aslında Kanat’tan haz almıyor ve onu rakip olarak görüyor. Ama ikili oynamaktan da vazgeçmiyor tabii. Erkek grubunda da bir hiyerarşi söz konusu. Kanat, kral. Ozan onun hemen altında. Diğerleri, isimsiz askerler. Güç kimdeyse, onun yanındalar denilebilir. Ozan’ın zayıf karnı, belki de Kanat’tan nefret etmesinin tek sebebi ise Melisa. Melisa’dan hoşlanıyor. Ondan çekiniyor. Yanlış olarak görünmekten korktuğu tek kişi de Melisa’nın ta kendisi.

Bir de Hazal’ımız var. Kanat’ın sırdaşı. İyi ve kötü arasındaki köprü. Gizemli bir yanı var Hazal’ın. Kanat’ı en iyi tanıyan kişi o. Babası ile olan ilişkisini, Kanat’ın aslında iyiye evrilebilecek biri olduğunu da şu an için bir tek o biliyor.

Bir de öğretmenlerimiz var. Ziya Hoca, Fikret Müdür, Bahar Hoca ve yeni edebiyat öğretmenimiz; Selim.

En iyi tanıdığımız karakter Fikret oldu. Kötülüğü ört bas ettiğini gördük. Halil’i kelimenin tam anlamıyla satın alıp Leyla’nın kan parasını öderken kazaya şahit olan Ekim’i de okula burslu olarak alarak yakınında tutuyor. Dostunu yakınında tut, düşmanını daha yakın taktiğini bilir misiniz? Bu o işte. (Ay sınavla alındı falan filan demezsiniz inş)

Duy Beni’deki Metaforlar

Biraz da, metaforlardan bahsetmek istiyorum ben. Örneğin, palyaço maskesi. Palyaço nedir? Ne anlatır? İnsanları eğlendirir, güldürür. Bir nevi şaklabanlık yapar. Ziya Hoca’nın da, panik içinde yaptığı şey Kontrol Odası’ndakileri eğlendirmekten başka bir şey değildi. Peki, sadece bu mu? Palyaço fobiniz var mı? Benim var. Yalnız olmadığımı da biliyorum. Makyajla yapılmış daimi bir gülümseme, kestirilemez ve güvenilmez oluşları yeterince ürkünç kılmıyor mu onları? Hele bu bir maskeyle işlendiyse yüze. Daha da korkutucu değil mi? Bir maske var. Onun altında kim saklanıyor bilemiyoruz. Herkes şüpheli, herkes fail olabilir düşüncesi insanı delirtmez mi?

Duy Beni işte tam olarak bunu anlatıyor. Güzel yüzler, ışıltılı hayatlar, kahkahalar altında saklanan şiddeti, zorbalıkları, boyun eğmeleri. Herkes fail, herkes kurban hikayede. Her karakter duyulmayı bekliyor ama buna ne yüzlerindeki maske ne de kulaklarını tıkadıkları elleri müsaade ediyor.

Senaryo Nasıl İlerler?

Ufak tefek teorilerime de gelirsek, Kontrol Odası’ndakilerin Melisa, Kanat ve Ozan olduğunu düşünüyorum. Ziya Hoca’ya maske taktırmalarındaki sebepte sahteliği olabilir. Telefonuna gönderilen mesaj, anma töreni esnasında Ece’nin ağlaması Ziya Hoca’nın öğrencisiyle bir ilişkide olduğunun göstergesi bence.

Palyaço maskesini Kanat’ın dolabına saklayan Dağhan, Aziz’in kuklası olabilir gibi geliyor. Çünkü bence Aziz sakinliğinin arkasında karanlık birini saklıyor. Babasına da abisine de öfkeli. Abisi gibi olmak istiyor ama babası dahil kimse onu görmezken bunu yapabilmesi mümkün değil. Belki de bu yüzden Kanat gibi davranıp onun kimliğine bürünerek Leyla ile konuşuyor. Ve öyle ya da böyle karakterlerin birbirlerinin çemberine girmesine sebep oluyor.

Kim bilir?

Duy Beni 1. bölümü izlemek için tıklayın.

error: Korunan İçerik!