Gözlerimizin Önündeki “Çıplak Gerçek”: Duy Beni 3. Bölüm Yorumu

Merhaba, Ne İzledik ailesi, bugün üçüncü bölüm yorumumu yapmadan önce size, bir hikayeden bahsetmek istiyorum. Üçüncü bölümümüzün ilk sahnelerinde Bekir’i yarı çıplak halde görmüştük. Kıyafetleri, Ozan tarafından yok edilen Bekir eline geçen ilk şeyi, Gerçek Koleji flamasını, vücuduna sarıp okulun bahçesine çıkmıştı hatırlarsınız.

Mitolojik hikayelerle çok haşır neşir olduğumdan mı bilinmez, bana bu kare “Çıplak Gerçek’in” hikayesini hatırlattı. Bilmeyenleriniz olacağı için Çıplak Gerçek’in hikayesinden sizlere kısaca bahsetmek istiyorum. Gerçek ve Yalan bir gün, dışarıda buluşurlar ve Yalan, doğruyu söyleyerek havanın çok güzel olduğunu söyler. Gerçek, havanın güzel olduğunun farkındadır. Gün sahiden de çok güzeldir. Enfes bir hava vardır. Gerçek ve Yalan, güzel havanın keyfini çıkartmaya başlarlar. Yalan, diplerinde duran suya ayağını sokup yeniden doğruyu söyler ve “Su çok güzel, hadi suya girelim der,” ve suya girer. Gerçek, temkinli adımlarla suya yaklaşır ve suyu kontrol eder. Yalan, doğruyu söylüyordur. Su tatlı bir soğukluktadır. Gerçek, soyunur ve suya atlar. Yalan ile beraber bir süre yüzüp suyun tadını çıkarırlar. Derken, Yalan sudan çıkar ve Gerçek’in kıyafetlerini alarak, ortadan kaybolur. Gerçek büyük bir öfkeyle sudan çıkar ve Yalan’ı bulup kıyafetlerini alabilmek için her yerde Yalan’ı aramaya başlar. İnsanoğlu tüm gerçekliğiyle gördükleri Çıplak Gerçek’e öfkeyle bakarlar. Kimisi de gözlerini ondan kaçırır. Gerçek, insanoğlunun bu davranışlarına katlanamaz ve suya geri döner. o da tıpkı Yalan gibi ortadan kaybolur.

Hikayenin Duy Beni ile kesistiği noktalar oldukça fazla, değil mi sizce de? Bekir’in, bütün okulun karşısına flamayla çıkması, alaycı üslubu onu görenlerin Bekir’i tiye alması ve görmezden gelmesi. Çıplak Gerçek’in bir yansıması olamaz mı?

Bekir’i gören ve bir şeylerden şüphe etmeye başlayan Selim Hoca, gerçeğin peşine düşüyor. Hem Bekir’e hem de Ekim’e yaklaşarak gerçekleri öğrenmeye çalışıyor fakat kahramanlarımız inkar etmeyi tercih ediyor. Tabii bir yerden sonra Ekim, kağıda koca harflerle “BEN KORKAK DEĞİLİM,” yazsa da suyun bulanıklığı ne yazık ki berraklığa dönmüyor. Yine de Selim hocanın işin peşini bırakmayarak okulun psikolojik danışmanı Bahar hocayla görüşmesi, ona Ekim’in yazdığı kağıdı göstermesi hikaye açısından bizi ümitlendiriyor. Sessiz kalmayan, kabuğuna çekilmeyen birileri var, çok şükür artık.

Beni deliye döndüren birkaç sahne bu bölümde yaşandı. Ayşe’nin eğitim hakkı elinden alınarak bir konfeksiyon atölyesinde çalıştırılmaya başlaması, psikolojik şiddetin hem ekonomik hem de fiziksel şiddete dönüşmesi, saçımı başımı yolma isteğimi haddinden fazla arttırdı. Ayşe, hatasız demiyorum elbette ama ergen bir çocuğun istekleri ve arzuları görmezden gelinmemeli. Hasan, sadece kızının ne istediğini değil kızını da görmezden geliyor. Konuşmuyor, dinlemiyor yalnızca üzerinden vicdan kasıyor. Ayşe ne yaparsa yapsın, eğitim hakkı elinden alınamaz. Ayşe okula nasıl geri döner bilemiyorum ama bu durum daha fazla uzatılmamalı diye düşünüyorum. Müdürün, devamsızlığı takip ederek Bahar’a bu durumu belirttiğini görsek, hepimiz için iyi olacak gibi. Bilinçlenmemiz gerekiyor, değil mi?

Deli olduğum bir diğer konu “Body Shaming” olarak literatürde yer edinen, fiziksel görünüş üzerinde alaylarda bulunma kişiyi rencide etme çabası. Melisa’nın bu gaddar yanını ilk bölümde de görmüştük. Ekibinin bir parçası olan Naz’ı, görüntüsüyle rencide etmiş “Çirkin Ördek Yavrusu” olduğunu söylemişti. Bunu, sosyal medyaya da taşımıştı. bu bölümde sınırlarını oynayarak Emine adlı arkadaşının kilolarıyla dalga geçti. Yüzmesi için zorladı ve bu anlarla eğlendi. “Ben Emine’nin zayıf bir yönünü göremiyorum,” demesi de yeme bozukluğu olan Emine için oldukça can sıkıcı bir durumdu. Sadece onun için mi, can sıkıcıydı? Değildi tabii. Melisa’dan seyir keyfi alan biri olarak ekrana girip zorbalama nedir, nasıl yapılır Melisa’ya göstermek istemedim, değil. Dizinin esas durduğu nokta zorbalık olduğu için, pek ses çıkartmıyorum ama psikolojik şiddeti çocuk oyuncağı gibi kullanan karakterlerimizin yavaş yavaş iyileşme yoluna girmesini görmek istiyorum. Bahar ve Selim’in olaylara daha fazla müdahil olması bu yardımı ve iyileşme sürecini hızlandıracaktır diye düşünüyorum. Çünkü dizide yalnızca akran zorbalığı değil aile içi şiddet de gırla ilerliyor. Ayşe’nin yaşadığı şiddet sürecinden az buçuk bahsettim, annesinin sessizliği bile Ayşe için travmatik bir durum. Tek istediği iyi bir okulda iyi bir eğitim almak. Babası, mahallede yaşanılanları bu denli benimsemiş olmasa da Ayşe’yi kolejde okutur muydu şüphelerim var. Ekmek parası diyerek kızını, atölye kapısına bırakması acizceydi. On sekiz yaşının altındaki bir bireye, ebeveynleri bakmakla yükümlü. Bakamıyorlarsa, devlet himayesi boşuna değil. Ayşe üzerinden, erdem ve vicdan mastürbasyonu yapmasına gerek yok Haşmetli Hasan Abimizin.

Gel gelelim, daha karanlık tarafa Rıza’ya. Tamamen ruh hastası bir adam ve bu tarafı oğluna da yansımış. İkisi de bir şekilde, evde gördükleri şiddetin hıncını başkalarından çıkarıyorlar. Hem Kanat’ın hem Aziz’in iki ayrı yüzü var. İki kardeş de şiddet eğilimli. Özellikle Aziz, Kanat’tan daha tehlikeli. Henüz potansiyelinin farkında değil. Geçen bölüm tırtılı ezip bundan haz duyması, daha karanlık biriyle yüz yüze olduğumuzun en büyük kanıtı.

Nihayet Birbirini Saran Eller

Bölüm içinde yüzümü güldüren sahneler olmadı, dersem yalan olur. Rıza’nın yine kendine bir bahane çıkarıp Suna’ya sözlü saldırılarda bulunması, Kanat’ın gitar çalmasıyla beraber öfkesini oğluna yönlendirmesi yine Aziz’in şiddete uğrayacağını düşündürtmüştü bana yanıldım. Suna, Aziz ile yüzleşti ve Aziz annesinin gözlerine bakarak her gün yaşadığı dramı anlattı. “Siz ana oğul, babamın zorundan nasıl kurtulduğunuzu konuşurken ben rutin dayağımı yiyeceğim,” dedi. Kapı kilitlemenin bir çare olmadığını, günün sonunda o dayağı yiyeceğini annesine söyledi. Suna, klasik müziği son ses açmak yerine bu bölüm oğlunun yanına oturdu ve ellerini sıkıca sardı. Rıza, anne-oğlu yan yana görünce geri çekildi ve Aziz’e dokunmadan odadan çıktı.

Suna ve Aziz

Rıza’nın, Suna’ya dokunmama sebebinin Kanat’ın bahsettiği dededen kaynaklandığını düşünüyorum. Bu küçük bir teori olacak ama şahsım adına kuvvetli bir teori olduğunu düşünüyorum. Suna, malikanenin hizmetlisi olabilir ve Rıza, Suna’ya cinsel bir saldırıda bulunmuş olabilir. Suna’nın hamileliği ikisinin evlenmesine sebep olurken Rıza’nın babası, mirası yönetilmenin tek yolunun bu evliliğe bağı olduğunu söyleyen bir vasiyet bırakmış olabilir. Böyle düşünmemin birkaç sebebi var. İlki Rıza’nın, Suna’ya “Seni geldiğin çöplüğe döndürmek vardı da,” demesiyken diğer sebebim Suna’ya hiçbir şeyi yakıştıramaması, sürekli aşağılaması. Aşağılarken de Suna’dan bir paçavraymış gibi bahsetmesi. Kendi çocuklarına “Bozuk Gen,” dediğini de duydunuz değil mi? Bunlar statü farkına çanları çalıyor gibi.

Birkaç sır bu bölüm de ortaya çıktı. Tahmin ettiğimiz gibi, Leyla ile konuşan Aziz. Bunu bilerek ve planlayarak yapıyor. Nasıl bir motivasyonu var bilinmez ama büyük ölçüde, Kanat’a zarar verme derdinde gibi. Leyla’yı konuşmalarıyla etki altına alması hem Kanat hem de diğerleri için canlı bomba etkisi yaratacak bence. Kanat’ın ona aşık olduğunu düşünen Leyla her şeyi yapabilecek durumda ne yazık ki. Çocukluk arkadaşını bile karşısına almaya hazır.

Yine tam bu noktada bir teorimden daha bahsetmek istiyorum. Aziz’in, Leyla’ya Melisa için intihar ettiğini söylemesi, öylesine ortaya atılmış bir yalan değil gibime geliyor. Melisa daha önce intihar etmiş olabilir. Kanat’ın, Melisa’ya karşı o kalın duvarlarının olmayışı bundan kaynaklanıyor olabilir. Ama tabii bu sadece bir çıkarım. Bir teori.

Açığa çıkan bir diğer sır, Kontrol Odası’nda kimlerin olduğuydu. Burada da hedefi on ikiden vurduk. Kanat, Melisa ve Ozan, bu kanlı oyunun parçası çıktı. Üçü de Melisa’nın paylaşımına gelen yorum üzerine tutuştu. Melisa, Ekim’den şüphelenip Ozan’ı ve Kanat’ı kışkırtırken okulun müdürü Fikret’in şüphe listesinde Halil vardı. Yaşanan her şeyden Fikret gibi Halil’de haberdar ve para karşılığında sahip olduğu bilgiyi satmış. Biz sadece, Halil’in okuldan birinin kazaya sebep olduğunu sanırken yaşanılanlar, olayların pek de öyle olmadığını gösterdi. Halil, çok daha fazlasını biliyor. Kazaya neden olanın kimler olduğunu biliyor olabilir. Hatta çok daha fazlası bile olabilir elinde. Belki histeri kriziyle gelen bir itiraf belki Ziya hocanın kalp krizi belki bambaşka bir şey… Kim bilir?

Hazal, Hazal, Hazal. Kendimi yineleyeceğim ama Hazal pek de masum biri gibi değil. Melisa gibi açıktan oynamak yerine kendini saklıyor gibi geliyor bana. İzleyicilerden biri Kontrol Odası’ndaki kızın Melisa değil de Hazal olduğunu söylemiş, görüntüler bu teoriyi kuvvetlendiriyor. Kontrol odasındaki kızımız sahiden de Hazal olabilir.

https://twitter.com/Nazerol23/status/1551885021677510656?s=20&t=0kY1ke_kUvbdAO8uw3yJ6w

Süleyman’ın “Kızımın hapse girmesine izin veremem,” dediği başka bir ilişkiden olan babasının soyadını almayan Hazal’dır belki de. Seyircinin aklını karıştırmak, okları Melisa’ya çevirmek için yapılan bir kelime oyunu olamaz mı bu? Neden olmasın? Çok mu entrikaya, bağladım? Olabilir. Melisa bu işe Kanat için karışmış olabilir. Tek derdi, Kanat’ı kurtarmaktır, belki de. Ne dersiniz?

Şimdi biraz da romantik ilişkilerden bahsedelim.

EkKan ve OzMel! Dinamikleri yüksek iki ayrı çift. Açıkçası ben uzun vadede bu çiftleri görebileceğimizi düşünmüyorum. Evet, geçtiğimiz bölüm bir öpüşme yaşandı ama bu, duygulu bir yakınlaşma değildi. Fragmanda da gördüğümüz gibi, iki tarafında birtakım planları var. Fakat ortada olan bir diğer gerçek, Ekim’in Kanat’tan, Kanat’ın Ekim’den etkilendiği. Birbirlerine çekiliyorlar fakat ikisi de, diğerinin kendisi için tehlike olduğunu biliyor. Bu yüzden her adımları planlı ve temkinli. Ava giderken avlanmaları oldukça muhtemel.

Ozan ve Melisa’ya gelirsek… Beni alevlerin ortasına atan çift. Enerjileri o kadar yüksek ki, ekrana kilitlenip kalıyorum. Ozan’ın tutkusunu hissetmemek imkansız. Abartmıyorum, son zamanlarda izlediğim ve beni kendine çeken tek ikili Ozan ve Melisa olabilir. Ozan’ın cüretkarlığı, Melisa’nın bilinçli adımları alev atan dayılara dönmeme sebep oluyor. Dinamikleri çok başka.

Oyuncuların her birini ayrı ayrı paragraflarla övebilirim ama bu bölüm için üç genç yetenekten bahsedeceğim. İlki Burak Can olacak. Aziz’i bize daha iyi yansıtabilecek biri var mıdır, sanmıyorum. Yaşadığı korkuyu, hissettiği çaresizliği ve öfkeyi göz bebeklerine kadar yansıtıyor. Kendisini izlerken “Vay sosyopat,” demeden edemiyorum. Öylesine muhteşem bir seyir zevki veriyor ki, Aziz için bir spin off çıkabilir diyorum, kendi kendime.

Bir diğer övgüm, Helin Kandemir’e olacak. Histerik bir karakteri canlandırıyor ve üstünden kalkmayı başarıyor. Girdiği duygusal karmaşa, mantığı ve duygularının birbirine girmesi, bocalaması fazlasıyla sahici. Helin’de tıpkı Burak gibi, göz bebeklerinde yaşatıyor tüm duygularını.

Ve ve ve. Ozan’ım. Utku Coşkun. Kendisini ilk kez bu projede izledim ve bayıldım. Bayılmak ne kelime? Aşık oldum. Psikopatlığı öyle güzel yansıtıyor ki seyirciye, aşırı seyir zevki alıyorum. Ozan’a kendinden bir şeylerde katıyor, üstelik. İlk bölüm gördüğümüz sarkastik hareketlerin birçoğu Utku’nun doğaçlamasıymış. Bu, Ozan’ı nasıl sırtlandığını göstermiyor mu? Umarım, hak ettiği değeri görür. İşini ciddiye alan her oyuncuya bayılırım. Utku’da listemde yer almaya hak kazandı şimdiden. Yolunuz açık olsun, gençler!

Duy Beni dördüncü bölümüyle perşembe akşamı Star tv’de! Kaçırmayın derim.

Üçüncü bölümü izlemek için tıklayın.