tds_thumb_td_300x0
Aykırı Dedektif Enola Holmes ve Macerası

Biliyorsunuz ki uzun zamandır, Sherlock Holmes’un kız kardeşinin hikayesini iple çekiyorduk. O büyük gün geldi ve film, izleyicilerle buluştu. Hikaye, Sherlock Holmes’un kız kardeşini anlatacağı için en başından bu yana herkeste ilgi uyandırdı. Çünkü Sherlock Holmes’un maceralarına duyulan hasretten dolayı izleyenler en azından bu film ile özlemlerini gidermek istiyorlardı. Elbette bir diğer etken ise kuşkusuz Millie Bobby Brown’nın sergileyeceği oyunculuğa karşı duyulan meraktı.

Brown’nın oldukça genç olmasına rağmen birçok çalışmanın başarılı bir şekilde üstesinden geldiğini artık milyonlar biliyor ve kendini ispatlamış bir televizyon ve sinema oyuncusu. Yıldızı, yine Netflix yapımı olan Stranger Things dizisinde canlandırdığı Eleven karakteri ile parlamasına karşın genç oyuncu, pek çok yapımda yer aldı. Üzerinde durmamın sebebi gerçekten Millie Bobby Brown’ı takdir ediyor olmam. Genç yaşta çok şey başardı ve geleceğin Natalie Portman’ı olarak anılıyor. Enola Holmes filminde de hem karakteri çok iyi canlandırmış hem de filmi tek başına sırtlamış. Oyunculuğuna hayran kalmamak elde değil. Mimikleri, doğallığı, aurası o kadar güzel ki asla yapmacık hissettirmiyor. Sırf Millie Bobby Brown için filmi izlediğimi itiraf etmeliyim 🙂

Filmin konusundan daha önce Enola Holmes’un haberini sizler için yazdığımda bahsetmiştim. Gelin konusunu hatırlayalım. Filmde Enola’nın annesine ne kadar bağlı olduğunu izliyoruz. Enola’nın adını da annesi koyuyor. Enola’nın tersten okunuşu, “alone”. Annesi Eudoria Holmes, kelime oyunlarını sevdiği için kızına bu ismi veriyor. Enola, abileri Mycroft ve Sherlock kadar zeki bir genç kız. Eudoria Holmes, Enola’yı dönemin hanımefendilerinden (!) çok farklı bir şekilde büyütüyor. Kızına çeşit çeşit ansiklopediler okuturken dövüş dersleri de veriyor.

Sadece bunlarla sınırlı kalmayıp kızını bilim ve sanat konularında oldukça iyi yetiştiriyor. Yaşanılan dönemde cinsiyet rolleri, kadınlar üzerinde bazı özellikleri dikte ediyor. Kadınlar korse takarak göğüslerini daha büyük ve kalçalarının da daha şekilli görünebilmesi için büyük çaba sarf ediyorlar. Herkes tarafından kabul görmüş bu hanımefendilik algısına girebilmek için duruşlarına dikkat etmeleri gerekiyor. Enola’nın ise bu durumdan sıyrıldığını ve kalıplardan nefret ettiğini görüyoruz. Bir gün Eudoria, esrarengiz bir şekilde kayboluyor. Enola ise annesini bulabilmek için Londra’ya gidiyor ve aykırı çiçeğimizin macerası bu şekilde başlıyor. Annesini aramaya çıktığı sırada tren yolculuğunda genç bir lord olan Tewksbury ile tanışıyor. Her ne kadar annesinin dedikleri üzerine erkeklerin dikkatini dağıtmasına izin vermek istemese de bu genç ile aralarında bir bağ oluşuyor. Sonrasında Enola, annesinin Süfrajet hareketinde önemli bir rol üstlendiğini öğrenirken bir yandan da kendisinin de bu hareketi etkileyen olayın içinde kendisini buluyor. Ağabeyi gibi önüne çıkan bulmacaları teker teker çözüp tehlikelerden kurtularak lordun kim tarafından öldürülmek istendiğini bulmaya çalışıyor.

Filmde eleştirilen bir konu, Sherlock’un çok pasif kalması ve kişisel özelliklerinin tam olarak yansıtılmaması. Özelliklerinin yansıtılamamasında ben de hemfikirim fakat pasif kalması noktasında eleştiride bulunmayacağım. Çünkü film tamamen başka bir karakter üzerine işliyor ve diğer ana karakterlerin gölgede kalması da bu noktada hoş görülebilir. Benim eleştireceğim kısım, Mycroft Holmes gibi bir karakterin gerici, kibirli bir karakter olarak yansıtılması. Sevdiğim nokta ise, filmde kadın gücünden, zekasından bahsedilmesi.

Şimdi gelelim film izlenir mi sorusuna? Aileyle izlenebilecek çok güzel bir film olduğunu düşünüyorum, güzel zaman geçirebilmek için izleyebilirsiniz ama şöyle de bir gerçek var ki Sherlock severler bu filmi sevmeyebilir, beklentilerini karşılamaz. Bazı noktalarda haklı olarak yerden yere vurabilirler. 10/10 dizi diyemem ama çok kötü diye de haksızlık etmemek gerek. Siz yine de bir şans verin Enola’ya, ne dersiniz?

Yıldız Oyuncuların Yer Aldığı “Enola Holmes” Filminden Beklenen Fragman Geldi

            Netflix, Sherlock Holmes’un onun kadar ünlü olmayan kardeşi Enola Holmes’un hikayesinin anlatıldığı filminin fragmanını izleyicilerle paylaştı. Açıklanan tarihe göre film için geri sayım başladı.

Stranger Things dizisindeki Eleven karakteriyle ünlenen Millie Bobby Brown, filmde başrolde yer almaktadır. Harry Bradbeer’ın yönettiği filmde Brown’a Henry Cavill, Sam Clafflin ve Helena Bonham Carter eşlik etmektedir. Filmin oyuncu kadrosunda Fiona Shaw, Adeel Akhtar, Frances de la Tour gibi isimler bulunmaktadır. Nancy Springer’ın Enola Holmes Mysteries adlı roman serisinden uyarlanan Enola Holmes, 23 Eylül tarihinde izleyenleriyle buluşacak.

Filmin fragmanında ilk olarak Enola, kendisinden ve annesinden bahsetmektedir. Enola, annesini kendisinin her şeyi olarak gördüğünü ifade etmektedir. Annesiyle olan ilişkisini anlattıktan sonra annesinin bir gün kaybolduğunu aktarmaktadır.

Annesinin kaybolmasıyla beraber Enola, kendisini yok sayan ağabeyleri Sherlock ile Mycroft’tan yardım ister. Sherlock ve Mycroft, bu olayı çözerken Enola’yı uzaktaki yatılı bir okula gönderme kararı alırlar ancak Enola oradan kaçacaktır. Olaya dahil olmak isteyen Enola, Sherlock ile tam bir saklambaç oynamaya kalkışacaktır. Serinin her bir devam kitabında Enola Holmes yeni bir ortadan kaybolma vakası üzerinde çalışmalarını sürdürür ve Sherlock’un izinden gider.

Netflix, Enola Holmes için “Sherlock’un genç yaştaki kız kardeşi, ortadan kaybolan annesini bulmak üzere yola koyulur. Hem ünlü ağabeyini kurnazlıkla alt eden hem de gizemli, genç bir lordu çevreleyen tehlikeli bir komployu ortaya çıkaran Enola, bu süreçte başlı başına bir süper dedektife dönüşür.” açıklamasını yapmıştır.

Merakla beklenen filmin fragmanına aşağıdan ulaşabilirsiniz.

https://twitter.com/netflixturkiye/status/1298254847406293000

Sherlock’ta Favori 15 Sahnemiz!

5.sezonunu beklerken gözümüzün yollarda kaldığı, büyük hasretler çektiğimiz dizimiz Sherlock’un yönetmeni ve senaristinden gün geçtikçe kötü haberleri almaya devam ediyoruz. “Altı üstü bir sezon çekeceksiniz kardeşim, ne diye bu kadar bekletiyorsunuz?” diye isyan etmekten kendimizi de geri alamıyoruz tabi. 5. sezonu hala ümitle ve sabırla bekleyen siz okuyucularımıza kısa bir özlem gidermek için bu yazımda Sherlock’un en sevdiğimiz, etkisinden günlerce çıkamadığımız 15 sahnesini ele alacağım.

‘Bir mucize daha, Sherlock, benim için ölme. Sadece benim için, yapabilir misin?’

1.) John’un Sherlock’u ölü sandığı ve mezarının başına geçip konuşması. John’un çaresizliğini iliklerine kadar hissettirdiği bu sahnede Sherlock’tan sadece bir mucize olarak ölü olmamasını istemesi, konuşurken sesinin titreyişi, kendine engel olamayışı… Tamamen gözyaşlarınızı durduramayacağınız bir sahne.

2.) Sherlock’un, içinde istediği fotoğraflar bulunan Irene’in telefonunun şifresini çözdüğü sahne… Efsanelerden biri. Irene’nin Sherlock’a bir duygusal bağ beslediğini Sherlock’un anlaması ve şifreyi bulması harika bir detaydı. ‘Sherlock’a kilitlendim.’ Ah Irene’ciğim, biz de öyle.

‘Güle güle John…’

3.) İzlerken hepimizin nefesini kesen, başrol olduğu için ölmeyeceğini düşünsek de yürekleri ağza getiren sahne. Atlamadan hemen önce John’la konuşmaları da sahneyi duygusal yapan unsurlardan biri.

4.) Sherlock’un düğün konuşması… Her ne kadar soğuk bi insan gibi gözükse de Sherlock’un hazırladığı konuşma ilk saçmalaması ve sonradan duygusala bağlaması yönünden çok güzeldi. John’un kalkıp ona sarıldığı sahnede hepinizin gözlerinin dolduğunu biliyorum!

5.) John’un Sherlock’u karşısında gördüğü an! John Sherlock’u ölü bildiği için ee doğal olarak 2 sene boyunca da tek bir mesaj bile bırakmadığı için karşısına çıkıp yaşadığını öğrenince çok sinirlendi. Tek istediği yaşadığını belirten bir mesaj, bir nottu. O an Sherlock’u bencillikle suçlayıp o 2 yılın acısını fena halde çıkarttı diyebiliriz! 😀 Benim için izlemesi keyifli bir sahneydi.

6.) Kardeşler… Her ne kadar takıntılı bir psikopat olduğunu düşünsek de Eurus ve Sherlock’un karşılıklı keman çalması çok güzeldi. Sadece ilgi istediği ve göremediği için bunca oyuna kalkışan bu kızı Sherlock’un yanında böylesine sakin ve huzurlu görmek şaşırtıcıydı.

‘- Benim adımı bile bilmiyorsun. + Mary Watson sana yetmez mi? – Evet, tanrım evet! +O zaman benim için de yeterli. ‘

7.) Mary’nin John’a geçmişiyle ilgili söylediği tonla yalandan sonra, John’un onu affetmesi kısa sürdü. Çünkü onu seviyordu. Bu yeterli bir sebepti.

8.) Mary’nin Sherlock’u vurduğu sahne… Evet hepimiz burada ona kızdık ama sonradan nedenlerini anlayınca affetmiş olabiliriz. Bu sahnede Sherlock’un vurulduktan sonra ölmemesi için nasıl düşmesi gerektiği ile ilgili zihin sarayında Molly ile beraber düşünmesi… Harikaydı!

9.) Ameliyattayken gördüğü rüyada Moriarty’nin ona John’un tehlikede olduğundan bahsetmesi ve Sherlock’un kalp ritminin normale dönmesi! Bu nasıl güzel bir ayrıntıydı? Sherlock’un zaafının ve hassas noktasının John olduğu gözler örüne serilmişti.

‘Sherlock aslında bir kız ismi.’

10.) Sherlock ve John’un helikopter önünde vedalaştığı sahne… Çok tatlı değil miydi?

11.) Mary’nin ölümünün ardından duygusal çöküş yaşayan John’a Sherlock’tan destek…

12.) Sarhoşken ‘Who Am I’ oynadıkları sahne çok tatlı değil miydi? Sherlock’un üzerinde kendi adı var ve o kişiyi tahmin etmeye çalışıyor. John’a sorduğu ‘insan mıyım’ sorusundan sonra John’un ‘bazen’ demesi çok güzel bir göndermeydi. 😀

‘Ben Sherlock Holmes’üm. Tabi ki şapkamı takacağım.’

13.) Uzun bi aradan sonra gazetecilerin karşısına çıkmaya hazırlanan Sherlock ve ikonik sözü. Herkes onu bu garip dedektif şapkasıyla ve uzun kabanıyla tanıyor tabi ki! Sherlock’un olmazsa olmazlarından.

‘Benim arkadaşlarım yok. Sadece bir tane var.’

14.) Sherlock’un o tüm saçmalamalarını, garipliklerini, kahrını, çilesini her şeyini bu dünyada çekebilen sadece bir insan var. O da John Watson. Sherlock ta bunu çok iyi biliyor. Onun arkadaşları yok, sadece bir arkadaşı var. :’)

‘Bu… mükemmeldi.’

15.) Son olarak, her şeyin başladığı gün. İlk tanıştıklarında Sherlock’un ilk görüşte John hakkında her şeyi çıkarımlarıyla bilmesi John’u hayli şaşırtmıştı. Takside giderlerken bunu nasıl yaptığını sormuştu. Sherlock ta bizim bayıldığımız o muhteşem hızlı konuşmasıyla bir bir anlatmıştı. John’un Sherlock’tan ilk etkilendiği sahne diyebiliriz. 🙂

bonus! aşırı cool bi sahneydi dimi? 
Ünlü Dedektifler Hercule Poirot Ve Sherlock Holmes Birbirlerine Ne Kadar Benziyorlar?

Bir tarafta son olarak 2017 yılında, Doğu Ekspresinde Cinayet filmi ile karşımıza çıkan, Agatha Christie’nin Hercule Poirot’u;  öbür tarafta 2010 yılından beri, pek düzenli olmasa da, dizisiyle karşımızda olan Arthur Conan Doyle’ün Sherlock Holmes’ü… Bu iki karakterin, aynı yazıda buluşmasının yegane sebebi, edebiyat dünyasının en tanınan dedektifleri olması. Ayrıca, iki karakteri de çeşitli hikayelerle çokça kez dizi ve filmlerde izledik.

Polisiye türde kitaplar sevenlerin Agatha Christie’nin herhangi bir kitabını ya da Sherlock Holmes’ü okumamış olması pek olası değil. Bu türün en bilinen dedektiflerinden olan Sherlock Holmes ve Hercule Poirot’u birbirinden ayıran en büyük özellik, aslında az önceki cümlede saklı. Sherlock Holmes, yazarını gölgede bırakmış bir karakter. Hercule Poirot ise Agatha Christie’nin karakterlerinden biri. 

Poirot ve Holmes kendilerine has yeteneklerle cinayetleri çözedursun, biz ikisinin bu vakaları aydınlatmada birbirlerinden farklı oldukları noktalara bir göz atalım. 

Sherlock Holmes, ipuçlarını değerlendirerek olayları aydınlatır; insanların söylediklerinden çok gördüklerine yoğunlaşmayı tercih eder. Sherlock’un alameti farikası, yaptığı çıkarımlardır. Hercule Poirot ise, Sherlock’un aksine ipuçlarına değil insanlara yoğunlaşır, yaptığı psikolojik analizlerle katili bulmaya çalışır. Ayrıca, Agatha Christie, romanlarında beklemediğimiz kişilerin katil çıkmasıyla bizi sürekli ters köşeye yatırırken; Sherlock’un kitaplarını okurken de, dizisini ya da filmlerini izlerken de katilin kim olduğundan çok, Sherlock’un bunu nasıl çözeceğine yoğunlaşırız. 

Bu iki dedektif arasındaki en büyük farklardan birisi de, Sherlock, ilgisini çekebilecek her türlü davayla ilgilenir, bu davaların illa cinayet olması gerekmez; Poirot ise, genellikle cinayet vakalarıyla ilgilenir. Sherlock’un bir davayla ilgilenmesinin tek sebebi, bundan zevk alıyor oluşu iken; Poirot için ise, adaletin yerini bulmasını daha önemlidir. Doğu Eksperinde Cinayet filminin son dakikalarında da, Poirot’un kendi adalet ölçütlerini izliyoruz. 

İki dedektifimizin, davaları çözme yöntemleri dışında benzer noktalarından birisi de, kendilerine ve zekalarına olan güvenleri. Hatta bu güvenin çoğu zaman kibir derecesinde olduğu da aşikar. Her ne kadar Agatha Christie ve Arthur Conan Doyle, karakterlerinin kendini beğenmişliklerinden hoşlanmıyor olsalar da; gerek Sherlock’u izlerken, gerek ise Poirot’u izlerken bu ukalalıklar hoşumuza gitmiyor değil.

Eski bir yüzbaşı olan Hasting’i bazı davalarda, Hercule Poirot ile birlikte görsek de, Poirot çoğu zaman tek başınadır fakat Sherlock Holmes’ü John Watson’dan ayrı düşünemeyiz bile. Bunun yanı sıra Sherlock’da Poirot’da pek arkadaş canlısı insanlar sayılmazlar. 

Bu iki karakterin, karakter özellikleri olarak birbirlerine en uzak oldukları nokta ise, şüphesiz ki, Hercule Poirot’un titizliğine karşı Sherlock’un mikrodalgasından göz, buzdolabından kafatası çıkacak derecede temiz olmaması. Başak burcu kıvamında titiz ve asimetri hastası olan Poirot ve Sherlock eğer bir evde yaşasalardı; muhtemelen Poirot delirirdi. 

Önce sayfalara, sonra ekranlara kendine has tarzlarıyla damga vuran, dünyanın en ünlü dedektifleri Sherlock Holmes ve Hercule Poirot’u hem okurken hem izlerken bizi zekalarıyla defalarca kez şaşırtmışlardı. Biz de istiyoruz ki, bu güzel karakterler, başarılı uyarlamalarıyla sürekli ekranda olsunlar ki bol bol izleyelim. Sherlock’un 5. sezonunun geldiği, Poirot’un başka bir hikayeyle yeniden karşımıza çıktığı gelecek zamana selam olsun!

Benedict Cumberbatch’lı Sherlock’u Neden Sevdik?

Dünyanın en tanınan dedektifi Sherlock Holmes, 1800’lü yıllarda başlayan kitap serüvenini tamamladıktan sonra çokça kez filme ve diziye uyarlanmıştı. Fakat Steven Moffat ve Mark Gatiss’in yapımcılığını üstlendiği Sherlock, diğer uyarlamalardan farklı olarak Sherlock Holmes’ün 2000’li yıllara uyarlamış halini bizlere sunmuştu.

En çok filme uyarlanan kitaplardan birisi olan Sherlock Holmes’ün alameti farikası neydi? Modern zaman Sherlock’unun bu kadar sevilmesinin sebepleri nelerdi? İşte size, Sherlock dizisini sevmemizin beş sebebi: 

1- Sherlock’un Zekası

Polisiye diziler, katilin kim olduğuna dair merak uyandıran ve bu konu üzerine yaratılan gizemle ilgi çeken dizilerdir. Fakat, Sherlock’ta durum sadece bu merakla sınırlı değil. Çünkü diziyi izlerken, katilin kim olduğundan çok Sherlock’un bunu nasıl bulacağını, hangi ayrıntılarla çıkarımlar yapacağını merak ediyoruz.

2- Sherlock ve John’un İlişkisi

Ne kadar izleyenler, Sherlock ve John’u çift olarak birbirine yakıştıranlar ve ikisinin arkadaşlığını sevenler olarak ikiye ayrılsa da, her iki şekilde de, diziyi bize en çok sevdiren sebeplerin başlarında bu ikilinin sıcak ilişkisi geliyor. Baktığımızda birbirlerine siyah ve beyaz kadar zıt olan bu iki karakter, yan yana birbirlerini o kadar güzel tamamladılar ki, izlemeye doyamadık. 

“…ama lütfen, bir şey daha var, tek bir şey, son bir şey, son bir mucize daha Sherlock, benim için lütfen ölü olma. Benim için bunu yapar mısın?”

3- Dizide Sebep – Sonuç İlişkisinin Güzel Kurulması

Sherlock’un herkes tarafından bilinen en önemli özelliği, dizide ki sebep – sonuç ilişkisinin mantık çerçevesinde ve güzel kurulması. Dizide, bölüm içerisinde çözülen sebep – sonuç ilişkileri kadar, zamanla, büyük resme bakmamızı gerektiren bağlantılar da vardı.

4- Beyin Yakan Bölümler

Sherlock, her izlendiğimizde yeni ayrıntılar yakalayabileceğimiz bir dizi. Bir bölümü tek seferde tamamıyla anlayabilmek çok zor çünkü Sherlock, sıradan bir dedektif değil. Her olay onun ilgisini çekmiyor, sadece zekice kurgulanmış katillerin cinayetlerini çözüyor. Sherlock zeki, muhattap aldığı katil zeki… Bize de anlaması zor fakat izlemesi keyifli vakaları izlemek düşüyor. 

5- Dizinin Modern Zamana Uyarlanmış Olması

Sir Arthur Conan Doyle’un profesörü Joseph Bell’den esinlenerek yarattığı Sherlock Holmes, kendi yayımlandığı dönemden itibaren her dönemde popülerliğini korumuş bir karakter. Bu kadar popüler bir karakterin filme ya da diziye oldukça fazla uyarlanmış olması şaşırılacak bir durum değil. Bunca zamandır uyarlanan Sherlockların hepsi kitapta yazıldığı yılları konu almıştı. Sherlock dizisini diğer bütün Sherlock uyarlamalarından ayıran en büyük etmen de, karakterin modern çağa entegre edilmesiydi. Sherlock’u bu çağda görmek hem ilgimizi çekti hem de hoşumuza gitti.

 

Bizlere zekice kurgulanmış bölümler izlettiği için, Sherlock’u modern zamana uyarladığı için, Benedict Cumberbatch’in Sherlock’u ile tanışmamıza vesile olduğı için tüm ekibe minnettarım. Umarım 5. sezon için bizi çok fazla bekletmezler.

error: Korunan İçerik!