Onur Durmaz: İyi bir ekibin parçasıysanız, doğaçlamalar en keyifli kısımlar haline geliyor
Öncelikle bizi kırmayıp röportaj teklifimizi kabul ettiğin için hem Ne İzledik ekibi ve hem de sevenlerin adına teşekkür ederiz. Umarız keyif aldığın bir röportaj olur. 🙂
•Seni daha yakından tanımayı çok isteriz. Bize dışarıdan herkesin göremediği Onur’u biraz anlatır mısın? Seni çok iyi tanıyan bir arkadaşına sorsak Onur’u bize nasıl anlatırdı?
Beni çok iyi tanıyan bir arkadaşımın beni anlatmasını duymayı ben de çok isterdim. Zira öyle bir arkadaşım var mı, onu da çok merak ediyorum. Çünkü ben bile kendimi yeterince tanıyormuş gibi hissetmiyorum. Ama muhtemelen, beni çok iyi tanıyan bir arkadaşıma sorsanız o da net bir cevap veremeyecek ve ‘O, Onur işte… Şahsına münhasır, sürekli gülümseyen, iyi biri’ diyecektir gibi hissediyorum ve ümit ediyorum. Hayatını, mümkün olan en iyi şekilde, deneyimlerle; tabiri caizse dolu dolu yaşamaya çalışan, anı yaşayan biriyim. 😊
•Küçüklüğünden beri müzik ve tiyatro ile iç içe olduğunu öğrendik. Meraklı, sevgi dolu, neşeli bir çocukmuşsun. Oyuncaklarınla gösteriler yapman üretken ve yaratıcı bir kişi olacağının kanıtıymış aslında. Ana okulu ve ilk okuldaki Onur’u merak ediyorum. İlk kez sahneye çıkışını hatırlıyor musun? Hangi karakterle ilk deneyimini yaşamıştın?
Tabii ki hatırlıyorum, ilk defa bir topluluğun önüne çıkışım, oyuncaklarımdan sonra, anaokulunda (tabii, bir anaokulu gösterisi; detaylar çok net değil) Yalancı Çoban hikayesinin bir canlandırmasıydı ve ben Yalancı Çoban olmuştum. İlk başrolüm diyebilirim. 😊
Hemen hemen aynı dönemde müziği de keşfettiğim bir dönemdi. Babam evde sık sık ud çalardı, ben de ona eşlik ederdim. İlk söylediğim şarkı ‘Darıldın mı cicim bana’ idi. Anonim olarak bilinse de sanırım bir Rum şarkısıydı. Şarkının sözlerinde ‘Tuti dillim’ dediği yer, o yaşlardayken çok komik geliyordu ve söylemeyi en sevdiğim kısımdı.
Türk sanat müziğini aslında çok severim. Sonra o dönemde babamın kasetleri arasında bir Chick Corea albümü buldum ve bütün dünyam değişti. İnanılmaz bir keşifti benim için ve katman katman açıldı tabii. Caz müzik bir yandan, TSM bir yandan ve tabii ki kuzenlerim sayesinde de Hard Rock ve Metal müzik. İlginç bir kombinasyon olmuştu ama hâlâ bu üçlüde devam ettiğimi söyleyebilirim. 😊
Müzik ile oyunculuk birleşti. İlkokul yıllarında bir sürü piyes ve müzikalde rol aldım, hatta sınıfların kendi piyesleri yanında başka sınıflara da konuk oyuncu olarak gidiyordum. Bazen de sınıfı örgütleyip oyunları biz yazıyorduk. Mesela, öğretmenimize hediye olarak bir oyun yazmıştım ama tema tamamen o dönemin efsane çizgi filmi Şirinler’di. Ben Gözlüklü Şirin olmuştum, şarkı bile bestelemiştik. 😊
•Audition anıları da genelde unutulmaz olur. İlk auditionını hatırlıyor musun? Unutamadığın bir ön çekim anın var mı?
Aslında çok öne çıkan bir anım yok. Benim için ve eminim ki birçok oyuncu için, bu audition olayı çok gergin bir durum. Karakteri kısıtlı bilgilerle kısa sürede yorumlamaktan daha zor kısmı ise, özellikle benim gibi yalnız yaşayan biriyseniz, yardımcı olması için birini bulmak. Bulduğunuzda ise bu sefer de ışık, kamera, diyalogların doğru takibi derken bir kaos süreci olabiliyor.
Hatta kimi zaman diyalog karşılıklarını kendim okuyarak kaydedip, kamera karşısında o diyaloglara cevap vererek çektiğim de oldu ama pek verimli olduğunu söyleyemem. 😊 Yine de istenmese de bir projeye başlarken audition çekmeyi tercih ederim. Bu arada galiba en olaylı audition çekimim yine Yargı projesi için Engin karakteri çekimiydi. Şimdi detay vermeyeceğim ama hayatımın en garip deneyimlerinden biriydi. 😊
•Viyana’da okumuşsun. Farklı bir coğrafya, farklı insanlar, bilmediğin bir ortam ve dil… Viyana’ya ilk adım attığında ne hissettin? Sana hem okulun hem şehirde kazandığın deneyimlerin etkisi ne oldu? Merak ediyoruz. 🙂
Evet, hemen her şey çok farklıydı; fakat ben, yurt dışında okuyacağımı kendimi bildim bileli biliyordum. Bu kısım bana pek aşinaydı. Şehre ilk indiğimde, kalacağım yurda eşyalarımı koyup yıllardır hikayelerini dinlediğim o sanatçıların evlerine koşa koşa gittim. Tabii ki en başta Mozart, Strauss, Beethoven, Gustav Klimt ve daha niceleri… O insanlarla aynı sokaklardan geçmek, aynı banklara oturup ‘Acaba onlar ne düşünmüştü?’ diye düşüncelere dalmak harikaydı. (Uzatmamak için hepsini yazmıyorum. 🙂 )
Aslında o dakika başlıyor her şey. Okulda öğrendiklerimden daha çok, hayata dair çok şey öğrendim: Tek başına hayatta kalmayı, çalışmayı, dil öğrenmeyi, iletişim kurmayı, düşünmeyi, özgürlüğün sınırlarını, cesaret etmeyi, hayattan keyif almayı, hata yapmayı ve nasıl öğreneceğini öğrenmeyi… Özetle kendimi tanımayı öğrendim ve tabii ki mesleğime en çok katkıyı bunlar sağladı bence. Tabii ki hocalarımın emeklerini asla küçümsemiyorum, yanlış anlaşılmasın. 😊
•Müziğe de yakından ilgilisin. Oyunculuk ve müzik denildiğinde aklıma ister istemez müzikaller geliyor. Bir müzikalde yer almak ister miydin? Müzik ile ilgili bir planın var mı?
Ahh, nasıl isterim, nasıl bayılırım, anlatamam. Ama kendimde eleştirdiğim bir yanım var; biraz fazla mükemmeliyetçiyim ve bu, bugüne kadar yapmak istediğim bazı projelere engel oldu. Belki de hâlâ demlenmesi gerekiyordur, bilmiyorum. İçimde ukde kalan şeyler var ama dediğim gibi, üzerinde çalışmaya devam ediyorum. Bir gün ansızın bir proje çıkabilir, neden olmasın? 😊
•Oyunculuğun üstüne konuşmadan önce yardımcı yönetmenlik deneyimin ile ilgili de konuşmak isterim. Araştırmamız sonucunda “Bir Baba Hindu” ve “Kaçın Kurası” gibi yapımlarda yardımcı yönetmenlik yapmışsın. Bu deneyimin parçası olma sürecin nasıldı? Bir oyuncu olarak sana katkısı neler oldu?
Evet, Türkiye’ye geldikten sonra işin mutfağını da öğrenme konusunda çok hevesliydim. Zira set dinamiklerini öğrenmek için kamera önünün yanı sıra kamera arkasını da bilmek istedim. Set, inanılmaz bir yer; gerçek bir kolektif çalışma alanı. Herkesin, her birimin işi çok zor ve askeri bir nizamda yapılmalı. Bu da disiplin, tecrübe ve uyum gerektiriyor, tıpkı tiyatro sahnesi gibi. İyi ve kötü birçok tecrübe edindim; bunlar da bana mesleğimde kefeme koyduğum yeni deneyimler olarak geri döndü. Mesela, artık gerçek 5 dakika ile set 5 dakikası arasındaki farkı biliyorum. 😊 Şaka tabii. 😊
•Yargı’nın en çarpıcı karakterlerinden biri Engin’di. Seyir keyfi veren bir karakterdi Engin. Yargı’yı izlerken pür dikkat ekrana kesildiğim zamanlar olmuştu. Tilmen Erkekleri bu dikkatin başlıca sebeplerindendi. Engin karakterine nasıl hazırlandın? Ceylin’in en yakın arkadaşı, Yekta’nın oğlu Engin’den, İnci’nin katili Engin’e evirilişine nasıl adapte oldun da bize inanılmaz bir seyre ortak ettin?
Öncelikle çok teşekkür ederim, bu güzel geri dönüşler beni çok mutlu ediyor ve gururlandırıyor. Daha önce dediğim gibi, aslında audition sürecinden beri zor bir karakterdi Engin. Kendimde daha çok içeri girmeme, daha çok sorular sormama sebep oldu; hatta bir dönem imgeye düştüm diyebilirim. Zira o dönem kişisel hayatımda da çalkantılı zamanlar yaşıyordum. En çok ikisini ayırmak zor oldu. Ben, Engin’in asla salt bir kötü olduğuna inanmadım, zaten salt kötülüğe de inanamam; kimse kötü biri olarak doğmaz inancındayım.
Lakin insanı kötü yapanın da diğer insanlar olduğuna inanmıyorum, bu da kurbanlık psikolojisi bence. Asıl kötüye ya da iyiye evrilme ise hayattaki seçimler ve tercihler ile olur. Bu durumda da Engin, hep sevilmek ve sayılmak istenen biriydi. Hani her ailede var olan, kafası her şeye basan, ailenin uçak biletlerini alan, bilgisayar işlerini, hukuki işlerini çözen, ‘Engin be, sen anlarsın, şunu halletsene…’ denilen adamdı Engin.
Buna rağmen ailesi ve değer görmek istediği insanlar tarafından aşağılanıyor, hor görülüyordu. Tıpkı salt kötü olamayacağı gibi, salt iyi de yoktur. Ve her dengesiz ilişki bir gün kırılmaya mahkûmdur. Engin, tercihlerini kötü biri olmaktan yana kullandı ve bu, onun ne olursa olsun bir katil olduğu gerçeğini değiştirmeyecek. Zaten bundan sonraki tek gayesi de hayatta herkesin bir noktada kötü olduğunu ispatlamaktı. Son günlerinde cezaevinde bunu planladı durdu.
Özetle, Engin bir psikopata evrildi ama kendi tercihleriyle; bu da onu kötü biri yapıyor. Bu yüzden ona Onur olarak hak vereceğim hiçbir alan yok. Ama sette koltuğa o oturdu ve ben de onu izledim. 😊 Ve tabii ki hikâye çok keyifliydi, bu konuda bana çok alan tanındı. Sevgili Sema Ergenekon ve yönetmenlerimiz Ali Bilgin ve Beste Sultan K. ile çalışmak harikaydı.
•Yekta-Engin cephesi dizinin en güçlü dinamiklerindendi. Başta Uğur Polat olmak üzere, Kaan Urgancıoğlu, Pınar Deniz, Mehmet Yılmaz Ak, Nergis Öztürk gibi isimlerle karşılıklı oynamak sana hissettirdi? Şeyi de merak etmiyor değilim, 9. Bölüm’ün o efsane sahnesi (Pars ve Engin’in yüzleştiği, Pars’ın Engin’i tutuklatmak için kendini hırpaladığı sahne) nasıl çekildi? Tek çekimle bitirdiniz mi merak ediyorum. Çok profesyonel bir ekipsiniz elbette ama ben gülemeden duramazdım herhalde. Siz neler yaşadınız? Yargı setinde unutamadığın bir anı var mı?
Bir kere, başta Uğur Polat ile baba-oğul oynamak başlı başına bir okul ve çok büyük bir şans. Gerçekte de aslında biraz baba-oğul ve abi-kardeş gibiyiz. O da çok iyi bir caz dinleyicisidir. Hâlâ sık sık birbirimize şarkılar paylaşırız. Ve hemen herkesle arkadaş olduk tabii, çok değerli isimler, çok değerli bir cast oluşturulmuştu. Çoğu sahne yağ gibi akıp giderdi; iyi oyuncularla oynamak, bir oyuncu için inanılmaz keyifli bir duygu.
9. bölümdeki sahneye gelince, aslında tıpkı diğer sahnelerdeki gibi akıp gitti. Hatta yanlış hatırlamıyorsam o sahneden sonra 2. ekibe gitmem gerekiyordu ve bir pazar günüydü; o yüzden mümkün olan en hızlı şekilde çektik çünkü akşam Yargı izleyecektik. (O gün sette izledik gerçi 😊) Ve evet, o sahne çok konuşuldu ve ne yalan söyleyeyim, Mehmet’in bir an sandalyemi o şekilde kendine çekeceğini bilmiyordum ama tepki vermedim. Keyifli kısmı da burada zaten; iyi bir ekibin parçasıysanız, doğaçlamalar en keyifli kısımlar haline geliyor. Ve tabii ki bol kahkahalı ama bir o kadar da ciddi ilerliyor.
•Tuzak, reytinglerde karşılık bulmamış olsa da bence olay örgüsü ve karakter hikayeleriyle başarılı bir işti. Her karakterin merak uyandıran bir yolculuğu vardı. Tuzak’ın senaryosunu okurken neler hissettin?
Evet, Tuzak’ın hak ettiği değeri görmediğine inanıyorum ben de. Genelde projeleri seçerken ilk önce beni heyecanlandırıp heyecanlandırmadığına bakarım, hissetmeye çalışırım. Tuzak da böyle projelerden bir tanesiydi. Ali’yle çok ortak yönümüz vardı. Ali tam bir sinefildi aslında, son dönemlerde ‘Geek’ diye tabir ettiğimiz biri; bilgisayar oyunları, çizgi romanlar, müzik, fantastik edebiyat ve daha nicelerine hâkimdi. Ve hemen her bölüm, bu izlediği filmlerden edindiği bilgilerle farklı kılıklara girip ana hikâyemize katkıda bulunuyordu.
Her bölüm Ali olarak başka kılıklara girip başka karakterleri oynamak, çok keyifli ve heyecanlı bir deneyimdi. E tabii, elimizde olmayan birçok sebepten dolayı istediklerimizi tam gerçekleştiremedik. Ama yine de muhteşem insanlar tanıma, harika arkadaşlıklar edinme şansına eriştim. Kendi adıma keyifli yolculuklardan biriydi. 😊
•Yönetmenlik ve oyunculuk tecrübene dayanarak bir gün bir tiyatro oyunu yönetmek ister misin? Planlarının arasında bu tarz bir proje var mı?
Direkt tiyatro oyunu yönetmek şu an kulağa korkutucu geliyor çünkü bu bambaşka bir birikim, refleks ve içgüdü gerektiren bir dinamik. Fakat şahsen yazdığım hikayelerim var ve bunların sahneye uyarlanmasını çok istiyorum. Yönetir miyim bilmiyorum ve sanmıyorum ama kendi yazdığım bir hikayeyi sahnede oynamayı çok isterim.
•İnanılmaz bir oyuncusun bence. Üstünden kalkamayacağın bir karakter olmadığını düşünüyorum. Peki sen nasıl bir karakteri canlandırmak istersin?
Çok çok çok teşekkür ederim, bu geri dönüşler benim için gerçekten çok değerli. Aslında altından kalkamayacağımı düşündüğüm birçok karakter var gibi geliyor. Yine de kendime meydan okumaya bayılıyorum. Emin olmasam bile denemeyi, karakter üzerinde çalışmayı ve elimden geldiğince karakteri yaratmayı çok seviyorum. Buna rağmen başarısız olursam ki tabii ki olabilirim, denedim ve olmadı derim, yüzüm yine güler. Belki daha zamanı değildir ya da bu, bu karakterin Onur versiyonudur, neden olmasın. Bugüne kadar oynadığım bütün karakterleri 10 yıl sonra tekrar oynasam nasıl oynardım, kendi adıma en çok merak ettiğim şeylerden biri.
Öte yandan, ben karakterlerden çok hikayelere hayran kalıyorum ve o hikayelerin bir parçası olmak istiyorum hep. O hikaye evreninde yaşayabileceğim bir hayat gibi geliyor. İlla net bir şey söylemek gerekirse, Tolkien külliyatından bir karakteri oynamak çok isterdim; yahut The Witcher’dan (dizisinden bahsetmiyorum, kitaplar ve oyunları baz alalım 😊). Onun dışında, biyografik hikayelere bayılırım ve tarihten gerçek insanları oynamak çok isterdim.
•Dönüp geçmişine baktığındaki 5 sene önceki Onur bugünkü Onur’a ne söylerdi?
Güzel soru, zira genelde bugünden geçmişe dönüp ne derdim diye düşünürdüm; ama geçmişten bugüne baktığımda, o Onur şöyle derdi sanırım: ‘Daha yeni başladık, şimdi yaratma, yaşama ve keyif alma zamanı bizde. Aferin, daha çok hata yap, daha çok dene, daha çok risk al ve asla korkma, tıpkı eski günlerdeki gibi.’
•Gökçe hanımla geçen sene tanışma fırsatı bulabilmiştim. Titiz ve disiplinli biri. Çalışma arkadaşlarıyla özenle bir araya geldiği belli. Nasıl bir araya geldiğinizi bu yolculuğa nasıl adım attığınızı merak ediyorum. 🙂
Evet, Gökçe ile çalışmak son derece özen gerektiriyor, iki taraf için de. “İşinde çok disiplinli ve titiz biri”, tanımının hakkını sonuna kadar veren biri. Bu titizliğini insan seçiminde ve projelerde de pür dikkat yapıyor olması özellikle bir oyuncu için çok güven verici oluyor. Yaklaşık 5 sene önce bir ortak arkadaşımız vasıtasıyla tanıştık, bir pastanede konuştuk ve yola çıktık. 5 sene olmuş bile 😊
•Hayranı olduğun, idolüm dediğin oyuncu, yönetmen ya da senarist varsa öğrenebilir miyiz?
İşine saygıyla yaklaşan ve doğal olarak da iyi yapan hemen herkese hayranım aslında. İdol olarak hepsinin iş disiplinini, düşünce yapısını görmeye çalışırım. Ancak spesifik olarak isim vermek gerekirse, bu liste hiç sonu olmayan bir liste gibi uzayıp gidecek; ama bir nefeste sayabildiklerimi sıralayayım: Al Pacino, Rowan Atkinson, Taika Waititi, Benedict Cumberbatch, Christoph Waltz, Dustin Hoffman, Uğur Polat, Jack Nicholson, Natalie Portman, Tim Burton, Daniel Day-Lewis, Anthony Hopkins, Roberto Benigni, Olivia Colman, Adam Driver, Tom Hanks, Şener Şen, Metin Akpınar, Philip Seymour Hoffman, Robert Zemeckis, Steven Spielberg, Peter Jackson… Durduramıyorum kendimi; bu kadar yeter sanırım.
•Seni etkileyen ilk sinema filmini merak ediyoruz. Favorilerini öğrenebilir miyiz? Defalarca izlesem de sıkılmam dediğin bir film var mı?
Bu biraz zor bir soru çünkü fark etmişsinizdir, tek bir cevap verebileceğim durumlar pek olmuyor. İlk sinemada izlediğim film Çakmaktaşlar’dı, 1994 yapımı. Sonra tabii ki Geleceğe Dönüş serisi, Jurassic Park serisi, Indiana Jones serisi, Hayalet Avcıları gibi içi oyun dolu ve hep içinde olmayı hayal ettiğim hikayeler geldi. Bu filmler, oyuncu olma güdümü ve o filmlerin içinde olma hayalimi çok artırdı. Ama bir seri var ki, ezberden filmlerin senaryosunu yazabilirim: Ben çok büyük bir Tolkien hayranıyım. Daha çocukken okuduğum Yüzüklerin Efendisi üçlemesi (eski versiyonlarında 6 kitap hatta) benim için çok özel. Tabii ki sonra Tolkien külliyatına katman katman girdim, derinleşebildiğim kadar derinleştim.
Bu yüzden asla izlemekten sıkılmam diyeceğim Yüzüklerin Efendisi üçlemesi (tabii ki extended versiyonlarıyla ve Peter Jackson’ın inanılmaz yorumuyla (not hobbit pek olmadı aslında ama neyse yine de Peter Jackson’ı seviyoruz):). Hatta canım sıkkınken terapi olarak açarım, mutluysam yine açarım, yeni TV aldıysam ya da ses sistemi, Yüzüklerin Efendisi ile denerim. Aslında ben tam bir “geek” diye tabir edilen adamlardan biriyim 😊.
Ayrıca neredeyse bütün Yeşilçam filmlerini de asla sıkılmadan izlerim. Size sormamış olsanız da top 5 filmimi söyleyeyim: sırasıyla değil ama hangisini ilk sıraya koyarım bilemedim; “About Time”, “Jojo Rabbit”, “I Origins”, “A.I. Artificial Intelligence” ve yine izlemekten asla sıkılmayacağım “Her Şey Çok Güzel Olacak”. Evet, birçok filme haksızlık etmiş gibi hissediyorum ama sınırlamazsam bu liste akar gider tıpkı diğer listelerim gibi 😊.
•Eğitime çok önem verdiğini biliyoruz. Eğitim cepte! Peki oyuncu olmak isteyenlere başka ne önerirsin? Ne yapmalılar?
İllaki herkesin başka yöntemleri ve süreçleri vardır; bu konuda büyük konuşmak istemem. Zira yol hemen hemen aynı olsa da herkesin ayağına farklı taşlar değer. Hayatın ne getireceğini ve gelecek şartlarımızı bilemeyiz. Bu yüzden sadece her şey gibi sorgulanması gereken kendi fikrimi paylaşayım: Okusunlar, merak etsinler, ilgilerini çekmiyorsa bile o konuda merak edecekleri bir şey bulsunlar, anlam aramaktan korkmasınlar, sormaktan hiç vazgeçmesinler ve kendi adıma da en zoru olan kısım, düşüncelerinde karara varsınlar ve uygulasınlar. Ve en en en önemlisi, kendi fikirleri olsun. Doğru ya da yanlış olmasının bir önemi yok.
•Röportajımız onay alınca profilinde buldum kendimi. 🙂 Ve delicesine hayranı olduğum gruptan bahsettiğini gördüm. Anathema bayıldığım gruplardan biri. Müzik zevkine güvenerek bize şarkı önermeni istesem?
En başta da söyledim, aslında beni müzik sohbetine sokarsanız oradan asla çıkmazsınız. Benim için sorun yok, ama elbet bir yerde sıkılacaksınız; ama ben sıkılmayacağım hahaha 😊 Anathema, hayatımda lise dönemime denk geliyor çoğunlukla. O dönem arkadaş grubumla sık sık şarkılarını dinleyip, evde beraber çalıp söylediğimiz özel gruplardan biriydi. Şimdilerde eskisi gibi dinlemesem de arada aklıma geliyor ve bir nostalji yapıyorum.
Şarkı önerme işine gelirsek, inanın asla durmam, duramam. Yetmiyormuş gibi şarkıyı önerdikten sonra, tıpkı yemeğini sunmuş ve ilk tadın gözlerde göstereceği tepkisini merakla bekleyen bir aşçı gibi gözümü diker bakarım ve geri dönüş beklerim. Ve bu rahatsız edici olabilir hehe.
Ama şöyle bir şey yaptım geçen sene: Instagram üzerinden ‘Today’s’ adında bir kanal açtım. İsteyen herkes buraya katılabiliyor. Mümkün olduğunca o kanala beğendiğim şarkıları paylaşıyorum; hem Türkçe hem de İngilizce olarak açıklamasını da yapıyorum. Haftalık olarak da kanala üye olan ve isteyen herkesin şarkı önerilerini alıyorum. Harika bir şarkı keşif grubu oluşturduk, önerilerimizi de Spotify’dan bir liste haline getirdik ve sürekli güncelleniyor.
Ayrıca şimdilerde yine aynı tema üzerinde ‘Longajazz.com’ adında bir blog sitesi yapmak için çalışıyorum. Burada da kanala yazamadığım gruplar ve şarkılar hakkındaki uzun uzun anılarımı, bilgilerimi ve yorumlarımı paylaşmak istiyorum. Çok keyifli oluyor; herkesi beklerim 😊
Ama adettendir, mutlaka bir iki şarkı öneriyim: ‘Barış Demirel – Kakülünde Ak Oldum’, ‘Dirty Loops – Next to You’, ‘Lars Danielsson – Cloudland’ ve asla Pink Floyd’dan vazgeçmeyin 😊
•Şu sıralar ne izliyorsun? Bize üç platformdan birer dizi önerir misin? 🙂
Aslında çok uzun zamandır odaklanarak dizi serüvenlerine giremiyorum ama illaki son dönemde izlediklerimden birkaçını paylaşayım:
BluTV: Prens, Magarsus, Masum, Sen Ben O! 😊
HBO: Last Of Us, House Of The Dragon, Watchmen
Prime Video: Hunters (1. Sezon), The Boys (4. Sezon değil 😊), Good Omens, The Rings of Power (ama yani Tolkien’ın külliyatı ile bağdaştırmadan kendi içinde değerlendirin), Undone
Şimdi sırada sosyal medyadan gelen sorularımız var. 🙂
- 3. sezonda Yargı’ya geri dönmek ve tekrar Engin olmak nasıl bir histi? Teklif ve senaryo gelince ne düşündünüz?
- Harika bir histi, neden bu kadar uzun sürdü dedim kendi kendime 😊. Uzun zamandır görmediğiniz ve özlediğiniz biri gibi geliyor, zamansız gitmişti çünkü tam anlatamamıştı derdini. Yine de tam anlatamadı ama sette Engin olmayalı yaklaşık 3 yıl olmuştu. Tekrar o kostümleri giyip kıvırcık olarak sette olmak, bütün rol arkadaşlarını ve set arkadaşlarını orada görmek, hiçbir şey değişmemiş gibi çok duygusal bir deneyimdi. Hep söylediğim gibi, Yargı çok özel ve duygusal bir proje benim için 😊.
- Yargı’da Engin karakteri olmasaydı hangi karakteri oynamak isterdi?
- Projenin içinde bile olmadan, sadece izleyici olarak izleseydim bile hep Engin’i oynamak isterdim. Her karakter ve oyuncu o kadar doğru seçimlerdi ki, her karakteri başka oyuncularla hayal bile edemiyorum. Senaryoyu ilk okuduğumdan beri hep Engin olmak istemiştim zaten ve tabii ki 5 bölüm senaryosunda bu istediğimin ne kadar doğru olduğunu gördüm 😊.
Röportaj teklifimizi kabul ettiğin ve aklımızdaki bunca soruyu sabırla cevapladığın için çok teşekkür ederiz, seni tanıdığımız için çok mutlu olduk 🙂 Son olarak sevenlerine ve ekibimize söylemek istediğin bir şey var mı? 🙂
Hahaha, ne demek; ben bu teklif için size teşekkür ederim. Çok keyif aldım ve sizleri tanıdığım için çok mutlu oldum. Sohbet de çok keyifliydi. Mümkün olduğunca kısa konuşmaya çalıştım ama galiba konu ben olduğunda bu pek mümkün olmuyor. Keyifli olduğumda çok anlatmak istiyorum, belki de bununla alakalıdır. Tekrar çok teşekkür ederim, herkesi çok seviyorum. Hayatta yapmak istediğim hemen her şeyi, oynadığım karakterlerimi, şarkılarımı ve fikirlerimi paylaşabildiğim o güzel insanlar olduğu için çok mutluyum. Herkese çok selamlar kendinize çok iyi bakın rağmen gülümsemeyi de asla unutmayın😊