tds_thumb_td_300x0
Hakan Akay: ”Sinema, diziden daha büyük hayalimdir benim.”

Öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

Tabi ki 1982 İstanbul doğumluyum.  Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Grafik Tasarım Reklamcılık Bölümünü bitirdim. Daha sonra Craft Tiyatro’yu bitirdim İpek Bilgin önderliğinde. Ona borçluyum öğrendiğim şeyleri oyunculukla alakalı. Reklamcılık yaptım uzun süre, müzikle de uğraşıyordum üniversite yıllarında bir albüm, bir klip çektik, Barış Manço Alla Beni Pulla Beni’yi coverladık. Hala da çalıyorlar hatta. Bu pek bir başarı yakalayamadı ama en azından bir yol açmış oldu bana. Daha sonra oyunculuk teklifi geldi televizyon programlarına katıldığım dönemde. Bir şekilde kendimi bu sektörde bulmuş oldum. Yaklaşık 5.5 yıl oldu. İlk reklamlarla başladım. Daha sonra dizilerde ufak rollerle devam ettim. İlk ciddi anlamda çıkış Cesur ve Güzel dizisinde diyebiliriz. Orada bir emniyet müdürünü canlandırdım. O çok güzel bir çıkış oldu. Ay Yapım’la ilk defa çalışmış oldum. Ondan sonra Kalp Atışı’na ani bir giriş oldu. Aslında konuk olarak, bölüm başrolü olarak giriş olmasını düşünmüştük biz ama olaylar öyle bir gelişti ki karakter de çok sevildi dizinin kitlesi tarafından. Daha sonra biraz final yaptıktan sonra ufak bir ara oldu. Güzel reklamlar yaptım. Özel bir projede yer aldım ilk başrolüm, Aşkın 5 Hali diye. TRT bünyesinde olacak. 2019 başı itibari ile girmesi planlanıyor ve 5 bölümden oluşuyor bir dizi belgesel. Aşkın 5 Hali’ni her ayrı bölümde 1 hali olmak üzere anlatılıyor. Bende karakterin bir adı yok ama Aşk Rehberi diye geçiyor senaryoda. Adem ve Havva’mız var, onları, mizahsenleri üzerinden bir çok manipülasyonları anlatım yapıyorum ben. Tarihten bugüne zaman ve mekan olarak her yönüyle Aşkın 5 Hali’ni anlatıyorum. Yurt dışı yayını da olacak, TRT Belgesel formatında çekildi. Şimdi de Söz dizisindeyim. Uzun zamandır o yönde yönlendirmeler vardı, yorumlar vardı fanlar tarafından. Enterasan bir giriş oldu. Şimdiye kadar hiç kötü adam bu şekilde denk gelmemişti. Ben de sürpriz yapmak istedim. Biraz da özletmiştik kendimizi böyle bir giriş oldu güzel bir şekilde ilerliyoruz.

Craft Tiyatro’da İpek Bilgin gibi usta bir isimden eğitim aldınız. Sizin için nasıl bir deneyimdi?

Şöyle ki İpek Bilgin anlatılmaz yaşanır diyeyim ben. Örnek vermekte zorlanıyorum ama diyelim ki bizim güneş sistemimiz var, oyunculuk oymuş gibi farz edelim, İpek Bilgin de bizim galaksimiz, samanyolumuz gibi görebiliriz. Bizde öyle bir etkisi oldu. Birçok başarılı ünlü isim çıkardı kendisinin de emeği oldu onlarda. Holywood metodunun öncülerinden zaten kendisi. Çok seviyoruz kendisini.

Gelecek planlarınız neler? İlerleyen dönemlerde sizi tiyatro sahnesinde de görebilecek miyiz?

Tiyatroyu evet istiyorum aslında ama en başta ben sinema istiyorum. Hayalim hep sinemadır çocukluğumdan beri. Şöyle ki bir sinema filminde ufacık bir rol oynama şansım oldu aslında. Cem Yılmaz’ın Pek Yakında filminde yer almıştım ama sahneler biraz montajda sıkıntıya uğradı. Sarp Akkaya, Aras Bulut İynemli falan da vardı. Benim yer aldığım bölümde onlar bile çok gözükmediler aslında ufak bir paparazzi sahnemiz vardı. O minicik bir tecrübe oldu benim için. Ciddi güzel rollerde sinema, diziden daha büyük hayalimdir benim.

Peki sinemada oynamak istediğiniz, hayaliniz olan bir rol var mı?

Aslında sinemada da dikkat çekici bir kötü adam olabilir. İnsanın hoşuna gidiyor böyle şeyler. Akılda kalır her zaman kötü adamlar 😊

Merhamet, Kalp Atışı, Cesur ve Güzel gibi pek çok başarılı yapımda yer aldınız. Sette unutamadığınız komik bir anınız var mı?

Bir sürü anı var aslında. Cesur ve Güzel’de ilk defa şampiyonlar ligi kadrosunda yer almıştım. Çok büyük isimler vardı. Orada birkaç hata yaptığımı hatırlıyorum. Mesela bir sahnemiz vardı hastanede ziyaret ediyordum Erkan ve Tuba vardı, onlarlaydı sahnem. Tamer Levent hastanedeydi . Onla ilgili bir soruşturma kapsamında bir şeyler sormaya geliyorum. Orada selamlaşmıştık. Tuba Hanım demiştim ben kayıt esnasında halbuki Sühan Hanım demem gerekiyordu. Öyle ufacık bir şey geldi aklıma. Yoksa karavan muhabbetleri sığmaz röportaja 😊

Söz dizisinde şimdiye kadar oynadığınız rollerden biraz farklı bir karakterle seyirci karşısına çıktınız. Sizin için Söz serüveni nasıl başladı? İlk tepkiler nasıl?

Daha önceki işlerde takip eden, seven kitle burada da gayetmemnun kaldı. Hiç kötü yorum almadım bir kere. Daha önce tanımayanlardan bir iki ufak çaplı bu rol sana yakışmadı , kötü olsan da iyisin seviyoruz seni gibi yorumlar aldım. Gayet güzel, olumlu tatlı yorumlar yapıyorlar sağ olsunlar. Şaşıranlar çok böyle bir şey beklemiyorduk gibi. Biz sana Söz dedik de asker falan düşünmüştük, naptın sen bombacı falan diye böyle komik tepkiler oldu.

Hayatınızda dönüm noktam diyebileceğiniz bir olayla karşılaştınız mı?

Böyle bir röportaj vermiştim geçen sene Milliyet’te. Turan Komutan dönüm noktam demiştim, oyunculukta tabi ki. Geçen sene öyle bir gecede bir dönüm noktası oldu hiç beklenmedik şekilde. Dönüm noktam var aslında oyunculuğa başlamamı sağlayan o Barış Manço şarkısını coverını yapmaktır diyebilirim aslında. Çünkü çok yerde tanındı bilindi. Şimdi hala çalıyor. Orada da saçlar uzundu tabi, biraz daha tazeyim orada. Şimdi biraz daha tip oturdu, sertleşti. Aaa o sen miydin biz onu biliyoruz falan gibi tepkiler oluyor. Ben olduğumu bilmiyorlar ama şarkıyı biliyorlar. Onu bir dönüm noktası olarak sayabiliriz. O müzik albümünü yapmak dönüm noktası sayabiliriz.

Hayatınızı bir film karakteri olarak devam ettirecek olsanız bu kim olurdu?

Çok var sevdiğim.

Boş vakitlerinizi nasıl değerlendiriyorsunuz? Takip ettiğiniz bir TV ya da internet dizisi var mı?

Netflix’in hepsini kuruttum zaten. Stranger Things’e hasta oldum. Benim tarihteki en sevdiğim dizi Breaking Bad’tir, ağlatmıştı finalinde. Lost’un da üzerine tanımam. Lily Hammer’ı sevdim yine son zamanlarda. Belgesel gibi olanları seviyorum ben. Gerçek hayattaki seri katillerin hayatları gibi onları baya heyecanla takip ediyorum.

Kitaplarla aranız nasıl? Birkaç kitap önerisi alsak sizden?

Eskiden deli gibi kitap okurdum. Son dönemlerde pek kitap okumaz oldum. Eskiden Netfilix yoktu, herhalde o yüzden kitap daha çok okuyordum. Yaratma Cesareti diye bir kitap var onu önerebilirim aslında.

Sosyal medyayı aktif olarak kullanıyorsunuz. Gelen yorumlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Liseli nesil zaten sosyal medyanın ustası, hepsi caps ustası müthiş capsler yapıyorlar. Baya geçen sene çok güldük yaptıkları şeylere. Çok fazla grup kuruyorlar, çok fazla gruplara ekliyorlar. Aşırı aktifler, çok üstelemeyen ama çok güzel şeyler yazanlar oluyor, anlıyorsun ki içinden gelmiş. Baya bir paragraf döktürmüş. Mesela onları okuyorum, bir emoji, bir teşekkür, bir elsallama, kalp koyuyorum mesela. Takip ediyorum yorumlara falan hepsine bakıyorum. Ben de gayet en az onlar kadar aktifim.

Siz yaşıyor musunuz bilmiyorum ama, sosyal medyada bir resmin, bir profilin arkasına sığınıp çok ilginç yorumlar gelebiliyor. Bu artık tezlere de konu insanların sosyal medyada olduğundan daha farklı görünmesi ve karşısındakini de buna göre yargılaması. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Beni de çok sert mizaçlı sanıyorlar. Fake hesaplar falan da açıyorlar canım olabiliyor öyle şeyler. Fan kulüpler de açıyorlar o güzel bir şey. İnsanın fan kulübünün olması güzel bir şey herkese nasip olmaz. Hiç olmadığımız gibi gözükebiliyorsun paylaştığun fotoğraflarda daha çok iş gereği poz olan fotoğraflar olabiliyor. Orada tamamiyle kendinizi yansıtmanız münkün değil. Ancak storylerde özel hayatınızdan, sosyal hayatınızdan birtakım şeyler koyup da kendinizi yansıtma şansınız olabilir. Onun haricinde yanılgıya düşülüyor olabilir. Ben aslında komedi oynamak istiyorum, çevrem de komedi oynamam gerektiğini söylüyor. Ben mizaçtan dolayı ve ses tonumdan dolayı bu şekilde tercih edildim. Aslında komedi oynamışlığım var. Kardeş Payı’nda bir Fransız iş adamını oynamıştım. Orada mesela çok güzel tepkiler aldım. Ama böyle absürt bir şeyler oynamak isterim. Bu çok sert, çok ciddi adamların aksine kendimi daha çok yansıtabileceğimi düşünüyorum ve bunu hep anlatıyorum aslında her seferinde elime ne zaman fırsat geçerse.

Son olarak bu röportajı okuyan okuyucularımıza, sizi izleyen destekleyen kişilere iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı?

Çok güzel duygular ve özgüven aşılıyorlar. Çok güzel duygular veriyorlar. Hepsini tek tek öpüyorum. Çok teşekkür ediyorum. Desteklemeye devam etsinler. Biz de güzel şeyler yapalım.

Altın 61 Ödülleri Sahiplerini Buldu!

Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen törenle İstanbul Üniversitesi Altın 61 Ödülleri sahiplerini buldu.

Bu yıl 5.si düzenlenen ödül töreni sanat, spor, müzik ve televizyon dünyasından çok sayıda kişinin katılımıyla gerçekleşti.

Gelin ödül alan kategorilere birlikte göz atalım. 😊

Yılın En İyi Dizisi –DİRİLİŞ ERTUĞRUL

Yılın En İyi Fantezi Kadın Sanatçısı- Ebru Yaşar

Yılın En İyi Çıkış Yapan Erkek Oyuncusu – Furkan Aksoy

Yılın En İyi YardımcıKadın Oyuncusu – Yağmur Ün


Yılın En İyi Kadın Pop Sanatçısı – Merve Özbey
Yılın En İyi YouTube Kanalı – Babala Tv
Yılın En İyi Şarkısı – Gülben Ergen / İnfilak

Yılın En İyi Dj’yi – Doğukan Manço

Yılın En İyi Filmi – Yol Arkadaşım 2


Yılın En iyi Cover Şarkısı – Rober Hatemo

Efe Tunçer: ”Tiyatro, alternatifi olmayan bir sanat dalı”

Biz Efe Tunçer’le keyifli mi keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Sohbet diyorum çünkü okumaya başladığınızda sizi de içine alacağından eminim tıpkı bizimleymişsiniz gibi… Onu zaten Analar ve Anneler, Mutlu ol Yeter, Bir Kadın Bir Erkek gibi başarılı televizyon yapımlarından ve tiyatroyu yakından takip edenler ise Martı, Pera’daki Hayalet, Aşkın Sıradanlığı, İstila ve Kral Lear gibi pek çok başarılı oyunda izlemiştir. Kendisi ile birkaç kez oyun çıkışlarında görüşüp sonra da bu sohbeti yapabildiğim için çok şanslıyım biliyorum. Bu yüzden de;

Bu keyifli sohbet için bir kez daha sevgili Efe Tunçer’e ,

Ve bu sohbete ortak olan sizlere çok teşekkür ederim…

Canım Gizem iyi ki benimleydin.

Keyifli Okumalar!

 

Sizi daha yakından tanımak isteriz. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

Bunu soracağından korkuyordum. Kesin bunu soracak dedim 😊 Çok zor bir şey insanın kendinden bahsetmesi. Ben ne desem ki İstanbul’da doğdum 1989’da. Kültür Koleji’nde okudum ilkokulu ve şansıma o zaman sahneye çıktım daha çok küçükken 3. Sınıfta. Okulda tiyatro kulübü vardı hala var mı bilmiyorum. Öyle bir şey ki orda zehir girince kanına ondan kopamıyorsun, ufak ufak oyunlar oynuyoruz falan. Sonra bizim oradaki hoca dedi ki gel biz özel tiyatro yapıyoruz çocuk tiyatrosu Yunus Emre’de Ataköy’de şimdi Bakırköy Belediye Tiyatrosu’nun yeri. Gel işte hafta sonları oyna falan dedi. Ben de ona gittim çok eğlendim tabi bir de küçüksün ya o zaman bambaşka bir duygu insanlar izliyor annen baban falan. Sonra orta okul lise bi gitti kafa futbol falan 😊 Sonra bizim zamanımızda LGS’ydi adı. Şimdi değişti hepsinin adı galiba. Ben o işi hiç beceremedim tabi testti falan. Mesela türevi biraz hatırlıyorum. İntegral önüme koy tanıyamam. Orada benim bir kafama dank etti dedim ki galiba benim bir meslek yapmam gerekecek para kazanmak için. Bir düşündüğümü hatırlıyorum. Film izliyordum sürekli. Sağ olsun ailem çok destek oldu. Birçok insana olmuyorlar bu konuda. Tahmin ettiğimizden daha fazla reaksiyon gören de var aslında ailesi tarafından. Ben o konuda çok şanslıydım tamam oğlum sen ne istersen arkanda dururuz dediler. Ama herhalde benimkiler benden başka da bir şey olmayacağının da biraz farkındaydılar. Bir sene Haliç Üniversitesi’nde okudum konservatuarda. Hatta Müşfik Hoca, onun da öğrencisi oldum bir sene. Sonra Mimar Sinan’ı kazandım, oradan mezun oldum 2011’de. Oradan beri de oyunculuk yapıyorum profesyonel olarak. Devlet Tiyatrosu’nda ilk oyunum “Aşkın Sıradanlığı” konservatuardan hocam Özgür Yalım davet etmişti. Sonra ‘Pangar’ Demet Evgar aradı ya bi rol var oynar mısın? Bülent Şakrak bir rolden ayrılması gerekti. Kapıcıyı oynadım. Sonra televizyon falan ama böyle hiç ya ben tiyatroda ne oynasam hiç hayatımda daha bir kere bile başıma gelmedi. Mutlaka ya telefon çalıyor. Mesela Seda aradı İstila için evde oturuyordum. Şu ana kadar hep öyle oldu.

 

 

Teras Noir fikri nasıl ortaya çıktı? En başından beri Meriç (Aral) Hanımla birlikte mi planladınız?

O biraz komedyenliğe başlayınca oldu. O enteresan şekilde Meriç’in fikri bu arada. Biz onunla hep buluşuyorduk perşembeleri. Ya o arıyor bu tarafta ya ben arıyorum falan. En son bir gün bana dedi ki podcast mi yapsak dedi. Dedim tamam yapalım da emin misin ne konuşacağız falan. Öyle girdik şimdi de gidiyor.

Konuklara nasıl karar veriyorsunuz?

Valla işte söylüyoruz Hazar mı olsa aa tamam Hazar olsun. O ara Hazarı aradık mesela.

Konuklarınızla eskiden beri arkadaş olmanızın da rahatlığı var o zaman?

Tabi ki hiç tanımasak o başka bir hazırlık gerektirir. Ben onu hatta podcastte anlatmıştım. Bir kere açık radyoya çıktık biz Esme, Ulaş, Hakan, Ben, Tuğçe.

Yeniden Aralık Hareketi gibi bir radyoya çıkma fikriniz var mı?

Ulaş Trabzon’da, Hakan’ın seti var, benim oyun çok yoğun, Esme’nin çocuğu oldu herkesin bir işi var. Tuğçe çok çalışıyor geziyor filmden dolayı hala. O ara biz çok beraberdik, Kimsenin başka bir işi de yoktu. Şuan biz podcasti de çok zor yapıyoruz Meriç’le. O her gün sette, benim oyun oluyor. Şöyle yapıyoruz onunla, ya benim oyundan önce bir saat buluşuyoruz falan. Tabi ki programlar uyuşunca müzik de olur ama dediğim gibi programların uyuşması lazım.

 

Mimar Sinan Devlet Konservatuarı mezunusunuz. Öğrencilik yıllarınız nasıldı? Özel değilse bizimle bir anınızı paylaşmak ister misiniz?

Muhteşem! 😊 Aklıma öyle spesifik özel bir anı gelmiyor ama ben çok severek okudum. Hepimiz öyleydik ama ben her anını çok güzel hatırlıyorum. Çok yoğun ve zordu bu arada. Hani bazen oluyor böyle oyuncu olmak isteyenler tavsiye istedikleri zaman bütün güzelliklerinin yanı sıra çok zorluğundan da bahsediyorum, bahsetmek gerekli çünkü. Hakikaten zor başka bir üniversiteye benzemiyor bizim okul. Sabah 9 akşam 9 hep. Ders bitti ben eve gideyim gibi bir şey yok. Kalıyorsun orada zaten dört tane falan sahne hazırlaman gerekiyor sürekli. Ama tabi o kadar bir arada olduğun içinde ufak bir kabile oluyorsun. 40 kişi zaten bir bölüm. Hani çok yakın ve çok sıcak bir şeye dönüşüyor. O yüzden çok zor, çok keyifli. Mesela elektrik kesilince herkes sahne çalışmayı bırakıp, saklambaç oynardık mesela o bir ritüeldir. Atıyorum mesela çalışıyorsun Hamlet falan ışık kesilir, haydi saklambaç oynarsın. O kadar çok var ki böyle anı.

Oyuncu olmasam kesin şunu olurdum dediğiniz bir meslek var mı?

Psikolog olmak isterdim ya da gitarist olmak isterdim. İkisinde de çok yetenekli miyim bilmiyorum. Oyunculukta da çok yetenekli miyim bilmiyorum ama 😊 Gitar çalıyorum ama gitar çok emek isteyen bir şey. Ben mesela prova yapmayı çok seviyorum. Koy beni bir ay bir yere kapat yaparım. Başkasına da o çok zor gelir. Bir gitar ile saatler harcamak iyi bir gitarist olmak demek, gerçekten saatlerce çalacaksın. Bir de doğa meselesi birazcık. Hani çalıyorum ama daha da ilgilenmek gerekiyor. Bu ara hiç dokunamıyorum.

 

Oyunculuk hayatınızda rol model olarak gördüğünüz, örnek aldığınız bir oyuncu var mı?

Çok var, hep oldu. Hatta ben çok şanslıyım çoğuyla da çalışma fırsatı buldum. Bülent Hoca, hocamdı Bülent Emin Yarar, Ali Atay’la dizide oynadık onu da çok severim. Haluk (Bilginer) Abi ile şimdi oyunda oynuyoruz. Ertan Saban, Serkan Keskin bunları söylemiş oldum aslında. Ben şansa hepsi ile de tanıştım. Sonra Berkun Oya ve hepsi de hayal ettiğimden de muhteşem insanlar.

Genelde ekranlarda olmayı değil de tiyatro sahnesinde olmayı tercih ediyorsunuz gibi gözüküyor. Sebebi televizyon sektörü mü yoksa başka bir sebebi var mı? Yeniden ekranlarda görebilecek miyiz?

Ya tabi canım benim öyle bir tavrım yok açıkçası. Bundan sonra ben dizide oynamıyorum falan gibi bir şey hiç olmadı ve hani tabi ki olursa uğraşıyoruz da zaten belki bir şeyler yapacağız. Kesinliği olmadan bir şey diyemiyorum. Tabi ki olursa, güzel bir şey olursa, heyecan verici olursa böyle herkesin ortak payda da buluştuğu, mutlu eden bir şey olursa isterim tabi neden olmasın.

 

Sizi tiyatro sahnesinde izlemek inanılmaz keyifli ve sizin de sahnede olmaktan keyif aldığınız izlerken o kadar hissediliyor ki. Geçmişe nazaran tiyatroya ilgi arttı. Sizin için tiyatro ne ifade ediyor, bu ilginin geçmişe göre artması hakkında siz ne hissediyorsunuz?

Tiyatro kutsallaştırma çabasına sokmadan söylüyorum o da başka bir kafa çünkü çok kutsal falan. Ama alternatifi olmayan bir sanat dalı. Yani ilk çağda da insanlar artık bilmiyoruz ama mağarada resim var birisi belli ki sıkılmış, o gün vurduğu hayvanın taklidini yapmış ve çizmiş. Sonra Teksas’a git, Ohio’ya git insanlar orada ufak ufak perdeler kurup oyunlar oynamışlar. 2. Dünya Savaşı’nda Berlin’e git siper kazıp oyun yapmışlar. Bu her yerde böyle. Çünkü bir insanın o an deneyimlediği bir şeyi onu izleyen biri ile paylaşması alternatifi olmayan bir şey. Bunun hiçbir alternatifi yok çünkü başa da alamıyorsun. O an ne yaşıyorsan onu paylaşmak zorundasın seni izleyen biriyle. Hem hata kabul etmiyor çok zor o yüzden, bir yandan da ertesi akşam bir daha var. Bir yandan da dünyanın en güzel şeyi, telafi edebiliyorsun. O yüzden çok adaletli bir yerdir sahne, gerçekten her şeyini ortaya çıkarır. Bütün eksikliklerini, komplekslerini, öfkeni anlaşılır hemen neyin ne olduğu. İlgi evet artıyor ama bence hiç azalmamıştı. Evet hani sayıya vurursan az izleniyordu, şimdi daha çok izleniyor. Tiyatrolar arttı onunda etkisi var. Daha da artmalı, bu da yetmez her yer tiyatro olmalı. Ben şok olmuştum Londra’ya gittiğimde. Bar-tiyatro, bar-tiyatro sokak böyle. Orada çok oturmuş bir kültür var.

Geriye dönüp baktığınızda “keşke yapsaydım” dediğiniz bir şey oldu mu?

Vardır tabi, çok vardır. Ben şey diyemem hiç yok falan gibi bir şey yok ama böyle majör büyük bir şey soruyorsan Bülent Hoca derdi hep “Hep yapmadansa yap derim ben kızıma da öyle söylüyorum.” derdi, bize de öyle söylerdi. Ben daha çok sonucunu düşünmeden bir şeyi yapmak yanlısı olduğum için tabi ki sana ya da başkasına zarar vermeyecek bir özgürlük alanından bahsediyorum. O yüzden hani böyle ne bileyim daha çok eğlenseydim diyorum. Çok stresli dönemlerimde oldu kafaya taktığım, hani hep ben baktığımda ilk söylediğim şey “Oğlum daha çok eğlenseydin ya, ne kadar kafaya takmışsın.”  genelde böyle şeyler.

Youtube’da Bahçe Masası muhabbetlerini tekrar yapmayı düşünüyor musunuz?

Onu nasıl yapacağız ya 😊 O da şöyle valla tabi ki yapmayacağız falan demiyorum ama o da çok zor. Çünkü onu bizim çeken arkadaşımız Muhtar Pattabanoğlu hatta şimdi Dünyada Karşılaşmış Gibi’nin dekorunu yaptı. O burada oturuyordu Cihangir’de biz onunla buluşup yapıyorduk. Şimdi o Moda’ya taşındı. Selen çok yoğun. Hepsi zamansızlıktan. Ama evet o da bir içimde kaldı. Yapmayacağız demiyorum ama şu an bazı programsal aksaklıklar var. Ama o olmaz başka bir şey olur. İllaki bir şey yapacağım. O konuda rahat olsunlar. Herhangi bir şey yapacağım, sürekli olarak yapıyor olacağım. İnşallah tabi, büyük konuşmayayım da 😊

Hayatınızda dönüm noktası diyebileceğiniz bir durumla karşılaştınız mı?

Çok iddialı bir soru, cevabı da çok iddialı olur. Şunu diyebilirim tabi benim öyle “şu an” falan dediğim bir şey yok. O da çok iddialı olur, sevmiyorum iddialı şeyler söylemeyi falan ama herhalde oyuncu olmaya karar vermek ve bunun peşinden gitmek sayılabilir. Çünkü gerçekten çok farklı bir hayat seçiyorsun. Şey açısından söylemiyorum bunu bohemlik işte falan gibi değil, gerçekten yön çiziyorsun ve o yön puslu ve belli değil. İki hafta sonra ne olacağı belli olmayan bir şey seçiyorsun. Bir anda atıyorum kendini çok “vay herkes beni tanıyor” falan gibi de hissedebiliyorsun, öyle bir köşe de kendini atılmış bir şekilde de hissedebiliyorsun. Bu tabi oyunculuğun pek konuşulmayan tarafları. Bizde tabi oyunculuk biraz böyle sadece havalılığı ile anlatılan bir şey olduğu için, öyle bir şey değil çok zor işsizliği var, parasızlığı var, rol buluyorsun bir oyun çıkarmak, sete gitmek hele de zaten çok zor işler. Dolayısıyla bunu diyebilirim buna karar verip, ailemin de desteği ile bir de stand up yapmaya karar vermek. O da benim için çok önemli. Zaten yeni başladım bir sene falan oluyor. Onu da arkadaşlarım hep söylüyorlardı yap diye o da bi kafamda bir şeyin açıldığı bir an benim için. “Aaa evet bu da varmış, evde rol beklemek , işte ay bana bu rolü verseler ne güzel olur” yerine sen kendi hikayeni yazıp, anlatıyorsun. Onu da stand up sayesinde öğrendim.

Youtube’da sadece 7 dakikalık bir video var sanırım bununla alakalı, devamı gelecek mi?

Evet Tuz Biber’in var. Devamı şimdi tek kişilik yapacağım zaten ben böyle 40 dakikalık falan, onları da belki çekeriz. Yayınlar mıyım bilmiyorum ama çünkü stand up biraz sürprize dayalı bir şey. O an orada o şakayı duyarsın. Biraz az koyuyorum bilerek ki zaten o 15 dakikalık bir setti. Orada şakayı önceden duyurmak, “spoil” etmek popüler tabiri ile doğru değil. Stand up o yüzden çok kayda alınması bilmiyorum o konuda biraz şüpheliyim yani. Benden daha deneyimli komedyenlere de soruyorum işte Deniz’e falan. Onlar da yani çok kaydı yoktur. Netflix special’ları vardır ona özel bitişinde yaparsın. Ama koyarım tabi yine.

Siz kitap okumayı seviyorsunuz ve podcastlerde de pasajlar okuyorsunuz. Bunu kesin okuyun dediğiniz, tavsiye edebileceğiniz kitaplar var mı?

Mesela oyunculukla ilgili Peter Brook’un “Boş Alan” diye bir kitabı vardır. “Boş Mekan” diye çevirdiler o çevirisi daha iyi. Tabi ki oyunculukla ilgilenenlerin ilgisini daha çok çeker ama muhteşem bir kitaptır, bence kesin okunması lazım. “Savaş ve Barış” Tolstoy, “Hamlet”. Modern de ne okuyorum, ben polisiye çok severim. Klasikleri tabi okumak lazım, çok zor klasikleri oturup okumak. Oğuz Atay muhteşem “Tehlikeli Oyunlar”, “Korkuyu Beklerken” öyküleri vardır ya onun. Jo Nesbo müthiş Macbeth uyarlaması, mesela o seri olacak şimdi, Hogarth Shakespeare diye ve şey Margeret Atwoord  Fırtına’yı yorumladı. Damızlık Kızın Öyküsü’nün yazarı, dizisi var ya Blu TV’de falan onu uyarladı. Esas şimdi Kral Lear’ı uyarlıyorlar onu çok merak ediyorum. Ve Gillian Flynn’ de Gone Girl diye bir film var Kayıp Kız, o bir romandı onun yazarı da Hamlet’i uyarlıyor baya 2020’ye. O seri çok önemli. Çünkü insanlar böyle Shakespeare oku deyince bir anda oyunu alıp, hani tabi ki okunur tabi ki muhteşem de, bir oyunu okumak zaten başka bir kafa. Oradan başlanabilir bence Shakespeare okumak.

Genelde ama bir oyunu neden okuyayım ki gider izlerim diyorlar. Ama niye öyle olsun ki?

Evet ama o Hogarth Shakespeare’i bizde de Shakespeare Yeniden diye çevrilmiş oradan başlanabilir bence. Hem de bir roman yani. Baya önerdim 😊

 

Bir de sosyal medyadan sormam istendi, özelden de çok mesaj atıldı bunun hakkında, sizi birine benzetiyorlarmış 😊 Jack Nicholson’a siz de kendinizi benzetiyor musunuz?

Evet ona arkadaşlarım falan da benzetiyor. Benzetiyorlar bende hiç bozmuyorum tabi. Yani ben benzetmiyordum tabi ki hani öyle bakıp “Ooo aynı Jack Nicholson’ım” falan demiyorum tabi ki ama bana söylüyorlar. Benim de hoşuma gidiyor, hiç bozmuyorum 😊 Çok büyük oyuncu. Bizden de Enis’e benzetiyorlar, Enis Arıkan’a. Enis’le bir karşılaştığımızda “Abii Abii Abii sana da mı?” falan olduk. Ona da çok söylüyorlarmış.

 

Bu röportajı okuyan, sizi takip eden okuyucularımıza iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı?

Teşekkür ederim öncelikle size de, onlara da. İyi ki varlar çok sağ olsunlar. Onlara da mutluluk dilerim. Çünkü dünyanın bizim kendimiz olmamızı çok zorlaştırdığı bir dönemde yaşıyoruz. Hani sosyal medya, bir sürü imaj kasırgası, çevremizde sürekli olarak bir hedefe veya bir şey olmaya onu podcastte de çok konuşmaya çalışıyorum. Sağ olsun Meriç’te çok destek oluyor. Bir şey olmaya, olduğumuzdan daha farklı, olduğumuzdan daha başarılı, olduğumuzdan daha güçlü görünmeye bizi ittiren bir dönemine denk geldik dünyanın. Umarım hep kendileri olurlar. Umarım hep hayatla bağları, doğayla bağları, evrenle bağları hep sıkı olur. Hep kendileri olurlar. Yani olmadıkları bir şeyi olmaya çalışmayız hiç birimiz inşallah. Çünkü ben bunu çok tehlikeli görüyorum ve çoğu insanı mutsuz ediyor. Nereden çıktı diye sorarsan zaten takılı olduğum bir konu bu benim. Çünkü insan bence kendisi olduğu zaman, çok uzun bir süreç tabi bu, inanılmaz bir hafiflik, inanılmaz bir rahatlık ve aslında hayat o zaman yaşanılası oluyor.

 

Söylediklerinizden yola çıkarak söylüyorum. Bu durum sosyal medyada daha fazla var. Hani klavye başında ve bazen de kendisinin dışında sahte bir hesapla sürekli farklı bir şey yapıyor.

Yani şimdi o kadar tehlikeli bir şey ki o. Bunu sabaha kadar konuşuruz. Bu ayrı bir konu tartışsak. Bu konuda çok fazla tez yazılıyor, ben çok fazla makale okuyorum. Bu tabi ki bizim hayatımızda çok büyük kolaylıklar getiren, çok büyük imkanlar sağlayan bir şey internet ve sosyal medya ama seçici ve iyi kullanmak lazım. Şeyleri zaten geçtim hakaret, küfür onun zaten tartışılacak bir tarafı yok, saçmalık. Ama daha da önemlisi senin bir isim bir persona yaratıyorsun kendine ve onun altından kendine yarattığın bir alternatif gerçeklikte yaşıyorsun. O kadar sıkıntılı bir şey ki. Çık sokakta bir köpeği sev desen kalacak belki.  Ama oradan yardırıyor anlatabiliyor muyum? Ve bu niye tehlikeli biliyor musun? Şimdi sen insanın hikayesini bilirsen o senin için bir insandır. Onu tanırsan, dokunursan, konuşursan, geçmişini, hikayesini tanırsan o senin için bir insan olur. Ve o zaman ona olan insani ruhunu geliştirirsin, onun için üzülürsün, empati kurarsın, dertleşirsin. Fakat bir insan senin için bir rakamsa, bir fotoğrafsa hiçbir önemi yoktur senin için. O bir isim, bir emojidir senin için. Ve sen o zaman onunla bir empati kurmazsın ve bu sefer de ele geçirir. Herkes o niye öyle, bu niye böyle, onu öyle yapma. Sıkıntı, insanlıktan gidiyor. Aynısını söyle yapsan tamam. Çık dışarı de ki kardeşim bu niye böyle? Bak şimdi biz konuşuyoruz değil mi, muhabbet ediyoruz. O yüzden dedim yüz yüze yapalım.

Öyle insanlar yüz yüze geldiğinde bir şey söyleyemez ki, cesaret edemez.

Söyle, kavga et hiç önemli değil. Ama tehlikeli bu senden götürüyor. Çok sakat bir şey. İnstagram’a bende çok sık bakıyorum. O kadar sakat bir şey ki. Şimdi böyle evde oturuyorsun atıyorum. O gün öyle canın sıkkın, o hepimizin başına gelir. Bir açıyorsun İnstagram’ı millet partiler falan ama sen öyle sanıyorsun. O öyle değil. Hepimiz en mutlu, en yüksek anımızı koyuyoruz. Kimse oraya şey koymuyor “Bugün bok gibi bir gün, kendimi de bok gibi hissediyorum, hiçbir şeyinde anlamı yok.” bunu koymadığın için. Hayat öyle bir şey değil ki zaten. Zannedersin her an bir parti var. Bu çok yalnızlığa sebep oluyor. Ve kıskançlığa da sebep oluyor en kötüsü. Allah aşkına ne olur söyle bazen şöyle yapmıyor muyuz? “Bu ne , bu ne, bu niye böyle?” boşu boşuna insanlara kuruluyorsun.

 

Bunu sosyal medyada sürekli yapanlar bana samimi gelmiyor artık. Sürekli “Ben çok mutluyum ben çok mükemmelim.” tarzı paylaşımlar yapanlar sanki özel hayatlarında mutsuzmuş gibi geliyor.

Herhalde yani. Sen şimdi bi yere yemeğe çıktın, romantik bir an yaşıyorsun işte denize karşı. Aklına o anda o geliyorsa zaten bir sıkıntı vardır. Bu çok sakat ve tek tarafla çözülecek bir şey de değil.

Biz bazen sizin sosyal medyanızda ki yorumlarınızı da görüyoruz. Bazen çok komik yorumlar da oluyor😊

Ben elimden geldiğince onunla dalga geçmeye çalışıyorum. Hani dalga geçeceksin. Çünkü öbür türlüsünün sonu yok. Şu problem şimdi nasıl desem? Birbirini tanımayan milyonlarca kişi tanıyor -muş gibi yapıyor, o çok sakat. Şöyle bir şey var işin sıkıntılı tarafı şu bizde yapabiliriz. Sen öyle bir noktaya gelirsin ki ben sinir olup George Clooney’in fotoğrafının altına “Bu ne biçim gömlek?” falan olabilir yani olmaz diyemem ya da Scarlett Johansson’a “İyi ki doğdun nice 34 yaşlara.” olamaz diyemiyorum. Çünkü öyle bir şeyin içindeyiz ki seni de o duruma getirir. Şu çok iddialı bir söz “Bunlar ne yapıyor?”. Öyle değil sen o sisteme komple bakman lazım. Niye bütün futbol maçlarında kavga çıkıyor? Maç izleyemiyoruz bir tane keyfimiz var. Kavga, gürültü, hakem.

Sizin bir videonuz vardı, dünya kupası o baya dolaştı sosyal medyada 😊

O çok komik. Hakan’la işimiz gücümüz yok oturuyoruz maç izleyeceğiz, kuruluyoruz tam 0-0. Artık geldiler bana. O hiç yapmayı sevmediğim de bir şey benim. Ama artık dedim bir şey yapmam lazım, bir şey yapmam gerekiyordu o an çok sıkıldım çünkü. Abi çok uzakta bak beni duymazlar diye düşünüyorum falan. O yüzden bağırsam da bir şey yok. Sonra biraz ama hareketlendi diye hatırlıyorum 😊

Ben “Ne olur daha çok yorum yapsana” diye çok yorum okumuştum. Maç yorumu falan istediler baya. Size denk geldi mi bilmiyorum ama 😊

Hoşuna da gidiyor insanın tabi beğenilmek, bir sürü yorum geliyor falan. Ama o da sakat bu sefer de “Kanalıma hoş geldiniz bugün Güney Kore maçını yorumlayacağız.” Oraya gidecek iş. Bu Youtube işi de manyaklık. Biz Bahçe Masası için açmak zorundaydık bir kanal, açtık falan stand upları falan da koyuyorum. İlk başlarda “Kaç kişi izledi, kaç kişi baktı?” o da manyaklık, onda da kafa yine gidiyor. Bak işte o sıkıntılı, rakamlara göre yaşarsan sıçtın. Ben bütün beğendiğim fotoğrafları beğenmiyorum yani. Sen hayatını rakamlara göre yaşarsan bittin. O zaman nasıl desem biz hepimiz çıkmayalım evden. Onlara pek takılmamak lazım. Şimdi mesela ata falan binmek istiyorum çok. O Bojack’den dolayı olabilir biraz tabi. Biraz doğayla, ağaçla, kuşla, böcekle. Demiyorum ki evi, arabayı sat git ama neyin önemli, değerli ve kıymetli olduğu çok karıştı, onu unutmamak lazım. Kafayı yeriz yoksa.

 

Zaten belli oluyor. Bunu söylemek benim haddime değil ama, sizi izlerken ya da örnek veriyorum sizin arkadaş grubunuzdan kişileri izlerken, popülarite düşkünü bir kesim vardır ya öyle değil de sadece işimi yapayım iyi yapayım diyorsunuz ve bu bize çok güzel geçiyor ve hiç kaybolmayın, hep var olun, hep buralarda olun 😊

Estağfurullah, olur mu öyle şey. Ne mutlu 😊 Hep beraber, siz de aynı şekilde canım. Buraya kadar geldiniz, ettiniz. Bu da çok önemli. Bu ne biliyor musun birazcık ipin ucunu salarsan şey de buluyorsun kendini “Kaç kişi izlemiş, off arttırmam lazım” falan. Bak uzak şeyler değil bunlar. Çok dikkatli olman lazım. Hep böyle kendinde ve hayatında sana duymanı istemeyeceğin şeyleri de söyleyecek insanların olması lazım. Biz Meriç’le her seferinde konuşuyoruz bunu, her seferinde işin içinden çıkamıyoruz. Bu telefonu bırak öyle bir şey yapamazsın. Bir de iş güç oradan paylaşıyorum, Stand up, podcast falan. Nereden koyacağım ki başka? En çokta oradan iletişim kuruyorsun. Ama işte orada çevren çok önemli. Tekrar söylüyorum bunu çevren senin sadece duymak istediğin şeyi söyleyen adamlarla ve kadınlarla çevrili ise geçmiş olsun yani. Ki çok örneği var önümüzde maalesef. Düşünsene böyle arkadaşlık olur mu? “Ne yaptın abi? İşte ben geçen küfrettim, çıktım. Helal Olsun!” Böyle arkadaşlık olur mu? “İşte ben bu çocuktan ayrıldım. İyi yapmışsın, amaan!” böyle bir arkadaş olur mu bir anlat ne oldu? Çünkü yalnızlık o kadar korkunç bir şeye dönüştü ki bizim için, beni sevsinler ve bir grubun mutlaka bir parçası olayım diye kendinden vazgeçiyorsun.

 

İnsanın bence kendi yalnızlığını da sevmesi gerekiyor, ben kendime ayırdığım o vakitleri seviyorum.

Şimdi orda çok büyük bir fark var da maalesef Türkçede bunun karşılığı yok. Şimdi İngilizce’de ‘loneliness’ ve ‘solitude’ diye bir kelime var. Loneliness yanlızlık, solitude tek başınalık demektir. İkisi aynı şey değil. Bizde maalesef karşılığı o kadar iyi çıkmıyor. Şimdi sen tek başına kalabiliyor olursan insanlarla mutlu ve sağlıklı ilişkiler kurabilirsin. Öbür türlü yalnızlıktan kaçtığın için birilerine bilenirsin. Biriyle otururken “Allah ben eve gidince ne yapıcam?” Bunu düşünürsen sıkıntı. O zaman hop telefonu çıkarıyorsun işte abi dur Mehmet’e de mesaj atayım işte buradan çıkınca aman yani falan. Nerden aklıma geldi bilmiyorum tabi de, aslında bu da önemli bir şey. National Theatre’da ilk bir oyun izlemeye gitmiştim Londra’da hiç unutmuyorum orada mesela şeyi gördüm. Şimdi oyun 8.30’daydı, ben gideyim gezeyim diye 4.30’da gittim. Ya size anlatamam orada oyundan önce bir etkinlik top çeviren, kahvesini içen, kitabını okuyor adamlar orada bir eğleniyorlar zaten. Sonra oyun başlıyor. Çıkınca da beraber Westminster Bridge’den yürüye yürüye gidiyorlar. O onlar için bir etkinlik mesela ve BBC bank yaptırmış oraya diyor ki “Burada da biraz yalnızlığınızı yaşayın.” yazıyor bankın üstünde. Sosyal yaşam, tiyatro da öyle. Sağ olsun Oyun Atölyesi bu konuda biz çok mutluyuz yani. Antre kafesi yenilendi. Ben zaten çok eskiden beri, sadece ben değil bütün oyuncular gidiyorduk. Tiyatronun amacı da biraz o hem eğleneceksin, çorbanı içeceksin. Hayatında güzelleşmesi lazım. Zor ama mücadele edip o kitabı okuyacaksın, o köpeği seveceksin.

Bir de günümüzde “Vaktim Yok” var herkes her şeye hemen vaktim yok diyor.

Ben bunu hiç anlamıyorum mesela. Ya benim çok vaktim var, ya ben uyduruyorum, Tamam yoğun dönemleri olur insanın ona bir şey demiyorum ama e hiçbir şeye vaktim yok e ne yapıyorsun peki? Kim izliyor, kim bakıyor bu 5000 beğeniyi kim yapıyor? Ama öyle düşünüyorsun işte, ona inanıyorsun herhalde.

 

Ama o yine sizin dediğiniz şeye bağlanıyor, yalnız kalmayayım, sürekli buradan çıkıp şuraya gideyim falan. Yine ona bağlanıyor. Kafasında aslında bir yoğunluk yaratıyor.

Yes, bravo! Kafasında bir şey var onun. Kolay bir şey değil insan olmak kabul ediyorum yani ama doğru söylüyorsun bak önemli o kafasında zaten. Muhtemelen o yaşamın böyle bir boşluğu ile yüz yüze gelince aaa oluyorsun ya sanırım biraz onu dememek için. Oyuncuların çok oluyor boş zamanı sanılanın aksine o da başka bir ucu işin. O boşluğu iyi değerlendirmen lazım. O da çok zor. O zaman da kendinde çok büyük bir beklenti yaratıyorsun. Her anını da muhteşem bir şeyle dolduramazsın. Mümkün değil. Beynin gücü belli, bedenen gücün belli 24 saat üretemezsin. Kubrick mesela kaç filmi var? 8 diye biliyorum. Dünyanın en iyi yönetmenlerinden birinin bütün ömrü boyunca 8 filmi var, belki daha az bile olabilir. Ben onu hep diyorum bak oyunculuk yapmak değil asıl zor olan, yapmadığın zamanlar. Yaparken bir şekilde belli başlı bir donanımın ve doğan uygunsa bu işi yapıyorsun, yapmadığın zaman ne yaptığın belirliyor seni. Sahnedeyken sahnedesin, setteyken settesin sıkıntı yok. Zaten akıştasın. O olmayınca ne yapacaksın işte. O yüzden çevren çok önem kazanıyor. O yüzden okudukların, yazdıkların, yediğin yemek, içtiğin su o yüzden çok önem kazanıyor.

 

Sevgiyle Kalın.

Mine K.

 

Türkiye’nin İlk Bilim Kurgu Oyunu: Üçüncü Türden Yakın İlişkiler

Uğur Uludağ’ın yazıp yönettiği, Türkiye’nin ilk bilim kurgu tiyatro oyunu olan “Üçüncü Türden Yakın İlişkiler” ilk sahneye çıkışından tam 18 sene sonra yeniden sahnede, üstelik yepyeni kadrosu ile!

Kadrosunda Melissa Yıldırımer, Eren Pekgöz, Can Ceylan, Dilek Dilan Saydut, Aytaç Er, Merve Bağdatlı’nın yer aldığı Üçüncü Türden Yakın İlişkiler oyunu, 4 Aralık Salı Günü Akatlar Kültür Merkezi’nde prömiyerini yapacak!

 

Deniz Celiloğlu: ”Tiyatro unutmuş olduğunuz şeyleri hatırlatıyor, sorgulatıyor”

Kanıt dizisindeki ‘Komiser Selim’ karakteri ile hafızalarda yer edinen, sonrasında Siyah Beyaz Aşk, Poyraz Karayel, Gecenin Kraliçesi, O Hayat Benim, Çalıkuşu gibi önemli TV dizilerinde izlediğimiz,  şimdiler de ise prömiyerini Uluslararası Tokyo Film Festivalinde yapan ‘Son Çıkış’ filmi ile beyaz perdede olan Deniz Celiloğlu ile Kendisi Bir Mekan’da keyifli mi keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.

Kitap-cafe konseptinde açılan ve hayran kaldığım mekanın fotoğraflarını da röportajda bulabilirsiniz. Söylemeden geçemeyeceğim hem kahvenizi içip hem de kitabınızı okuyabileceğiniz harika bir mekan olmuş.  Yolunuz düşerse  Deniz Bey de oradaysa inanılmaz keyifli sohbet edebilirsiniz. Çağla Hanım’ın güler yüzü de ayrı kıymetli! 🙂

Bu güzel röportaj için Deniz Celiloğu’na bir kez daha teşekkür ediyoruz. Keyifli okumalar! 🙂

-Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

İnsanların çok bilmediği Bulgaristan göçmeniyim. Burada yani Türkiye’de doğmadık 3 yaşındaydım geldiğimde. Bizden önce hiç burada yaşayan da yoktu aslında. Onun için göçmencilik zor bir psikolojiydi herhalde. Ben ortaokul ve lisede çok farkına varmazdım ama tiyatroya geçtikten sonra göçmenciliğin ayrı bir mesele olduğunu atlatılması için baya kişisel gelişime ihtiyaç olduğu falan zorlu bir travmatik bir süreç olduğunu sonradan tiyatro ile tanışınca biraz daha kavramış oldum. Ama tiyatro çok iyi geldi her şey için iyi ki tiyatrocu olmuşum diyorum. Bir tane kardeşim var benden çok alakasız beyaz yakalı kurumsal bir şirkette çalışıyordu ama o da kendince çok mutlu. Şimdi taşındılar Prag’ta yaşıyor. Bizim aile gene dağılıyor herhalde. Göçmencilik bitmeyecek galiba. Bunun dışında çok sosyal bir insan olduğum söylenemez. Daha çok kapalı ortamlarda vakit geçirmeyi seviyorum. Kapalı ortam dediğim içsel olarak da kapalı çok açık dışa dönük bir insan olamadım hiçbir zaman. Tipik bir yengeç burcuyum belki de. Evden çok çıkmam. Aktivitelerim, hoşuma giden her şey evin içinde kapalı ortamlar. Herhalde benim kontrolümde bir alan ihtiyacı hissediyorum her zaman. Böyle bir yer yapmak çok hayalimdi uzun zamandır. Çağla ile birlikte açtık burayı da kız arkadaşım. Şu an hayallerimin büyük bir kısmı gerçekleşmiş sayabilirim kendimi bu mekândan sonra. Aslında bu da bir başlangıç ama büyük bir hayalin tamamlanması diyebilirim burası için ama burası başladıktan sonra da kendi süreci başlamış oldu. Yani oyunculuğun yanı sıra bana ait üretimlerini yaratımlarını bir çatı altında yapabileceğimiz bir mekân her zaman için ikinci en büyük hayalimdi o da yavaş yavaş gerçekleşiyor gibi. Çünkü oyunculuk daha tepenizde bir çatısı olmayan bir şey yani her yerdesiniz sineması tiyatrosu dizisi başka başka ekipleri bu başını sokacak bi yer kavramı benim çok sahip olmayı istediğim bir şeydi. Şimdi o gerçekleşti.

İnsanların hayalleri biraz sınırsız aslında?

Sınırsız evet ama böyle ana birkaç nokta var ki o hayaller gerçekleşirse zaten diğerleri de onun etrafında gezenin etrafındaki uydular gibi bir şekilde gerçekleşeceğine inanıyorum.

Şanslısınız o zaman hayallerini gerçekleştirebilen biri olarak?

(gülüyor) O kadarda değil ya. Ben ona çok inanmıyorum şans kavramına. Yani evet doğru yerde doğru zamanda olmak. Şans eğer ona deniyorsa denebilir ama ben insanın kendi şansını kendi yarattığı inancında olanlardanım. Çünkü o küçük küçük bir zincir gibi, zincirin halkaları gibi hayat. Sizin arka arkaya koyduğunuz bağlantılar bir süre sonra önünüze çıkan, çıkacak olan şeyi belirliyorlar. Çokta her şey şans değil aslında. Hatta hiç katılmıyorum şanslara ve tesadüflere.

Onun dışında bir kedim ve köpeğim var evde hayvanları seviyorum ama son zamanlarda evde bile beslemek biraz insanlık dışı bir hareket mi falan demeye sorgulamaya başladım. Çünkü evet sokaktan kurtarıp evde zaten hali hazırda perişan olmuş bir hayvanı evde bakıp kurtarmak mantıklı olabilir.

Doğası gereği aykırı diye mi düşünüyorsunuz?

Doğası gereği de değil. Şimdi bu mekânda o kadar çok hayvan kedi köpek dışarıda sokak hayvanları ile muhatap olmaya içli dışlı olmaya başladık. Tamam onları besliyoruz seviyoruz. Yatacak yer, yemek tedarik etmeye çalışıyoruz ama bir yandan da bu duruma teşvik ediyoruz. Her gün çoğalıyor dışarıda mesela sokak hayvanları. Yani o çoğalma için ben kısırlaştırmadan yanayım sokak hayvanlarının özellikle ki bizim daha sonradan onları koruyacağımız hale düşürmeyelim onları. Çünkü dışarısı dolu onlarla. Ama gerçek hayvanseverlik bence sokağa düşürmeden onu engellemek. Sokağa düştükten sonra evler, barınaklar yapıyoruz besliyoruz.

Yurt dışında bu daha etkin mesela sokakta çok hayvan göremezsiniz, hatta hiç yok.

Yurt dışında yok, onları tutuyorlar. Çünkü onların iyiliği için.  Onların dışarıda kalıyor olması, dışarıda kaldıktan sonra besleniyor olmasından daha tehlikeli. Hiç dışarıda kalmamaları lazım.

 

 

-Mimar Sinan Devlet Konservatuarı’ndan mezunsunuz. Nasıl bir öğrenciydiniz? Bize öğrencilik yıllarınızdan bahseder misiniz?

Çok uyanık bir öğrenci değildim ben galiba ya. 😊 Uyanık derken şu okuduğu dönemde okulun kıymetini, değerini bunun yanında olanaklarını fark edemeyen bir çoğunluk vardır. Aslında her zaman öyledir okuldan mezun olup 4-5 sene sonra iş hayatına ya da gerçek hayata girdikten sonra fark eder okulda neleri kaçırdığını. Keşke daha çok çalışsaydım, keşke daha çok vakit ayırsaydım, kendimi geliştirmeye biraz daha derinleşmeye der genelde bence. Çokta haksızlık etmeyeyim kendime yine iyi öğrenciydim ben ama şimdiden dönüp baktığımda keşke biraz daha az hovardalık, goy goy, şamata biraz daha fazla o okulun olanaklarını kullansaydım. Çünkü bi de konservatuarda bizim öyle çok ders kitabımız falanda yoktu. Daha çok öğrencinin, kişinin kendi motivasyonuna kendi çabasına kalmış bir süreç oyunculuk eğitimi. Sen ne kadar istersen öğrenmeyi, gelişmeyi, derinleşmeyi o kadar. Çünkü sen istemedikten sonra okulunda en iyi öğretmeninde verebileceği bir şey yok aslında. Daha efektif geçirmeyi isterdim ama bence iyi bir öğrenciydim. İkisini de dengeli tuttum. Hem eğlenmeyi unutmadım hiç bi zaman inek bir öğrenci olmadım. Ama şimdi okul yıllarımı özlüyorum evet orası bizim için boş bir sahneydi, okulun bize 4 yıllığına bedava tahsis ettiği. Şimdi öyle bir alan bile hadi oynayalım desen her an kendine yer ve rol bulabileceğin bir tiyatro bulamıyorsun genç oyuncular olarak. Hadi biz kendimiz bir şeyler yapalım desen 3-5 genç arkadaş bir araya toplansan yer bulamıyorsun, mekân bulamıyorsun. Pahalı oluyor parası yetişmiyor bazen. Bir de okulda daha samimiydik. O zaman çok öyle dış dünyanın o yarışma hali o rekabet ortamı yoktu öğrenciyken daha yüksek duygularla bir şeyler yapıyorduk sahne üstünde. Onu hala kaybetmedik de dönülüp nasıl bir öğrenciydin diye sorulduğunda insanın aklına şimdi bir sürü fotoğraf, imge, imaj geliyor 😊

 

Aynı dönem birlikte okuduğunuz bizim hala ekranda izlediğimiz kişiler var mı?

Var, var canım çok var. Çoğu benim sınıf arkadaşlarım Gün Koper var şehir tiyatrosunda ve birkaç bağımsız sinemada işler yaptı, onu takip ettim. Erkan Avcı var benim bir iki dönem üstümdü. Erkan Kolçak Köstendil var, Deniz Arna var son zamanlarda yeni bir şeyler yapacak diye gördüm galiba televizyon sanıyorum. Böyle sorunca aklıma gelmiyor ama çok kıymetli, güzel oyuncular var beraber okuduğum, onlarla okumaktan çok zevk aldığım. Çoğu le beraber çalışma fırsatı bulamadık bir daha sonra hiç birbirimizi görmedik bile ama bazısıyla ya sinemada ya tiyatroda çalıştık. Şimdi en son sinema filmimiz ‘SON ÇIKIŞ’ da Ezgi (Çelik) ile çalıştık. Mesela onunla hiçbir araya gelmemiştik. Taa okul yıllarından beri 10 sene sonra bu sinema filmi için bir araya geldik, çok heyecanlıydı. Aynı dili konuştuğunuz biri ile oyunculuk yapmak, partner olmak çok zevkli bir şey.

 

Günümüzde ne yazık ki çoğu insan duygularını pek kolay ifade edemiyor. Peki siz duygularınızı kolay ifade edebildiğinizi düşünüyor musunuz?

Aslında ona da çok başka bir yönden yaklaşacağım deneyimlerinden kaynaklı. Çoğu insanın duygularını açığa vuramamasının sebebi ne şöyle bi perspektiften yaklaşmak lazım insanlar artık birbirlerinin duygularını karşı taraf bana ne demeye çalışıyor bunu anlayacak zaman, ortam bırakmadığı için aslında. İlk başlangıç bu dediğiniz doğru insanlar artık duygularını pek açığa vuramıyorlar ama. Şöyle bir şey de var karşılıklı insanlar empati kavramını yitirdiler artık. Sen beni dinlemiyorsun ki ya da anlamaya çalışmıyorsun ki ben sana duygularımı açığa vurayım, sana çok samimi bir şekilde duygularımı anlatayım. Çünkü insanlar bence onu deniyorlar özellikle çocukluktan beri. Buraya o kadar çok çocuk girip çıkıyor ki en çok onun için seviyoruz çocukları. Duygularını, kafasındaki düşünceyi, bilgiyi olduğu gibi sorgusuz sualsiz ortaya atar çocuk. E ne oluyor da büyürken biz birden duygularımızı artık korumaya, saklamaya çalışıyoruz. Ya incineceğimizi, kırılacağımızı ya da onların değersizleştirileceğini düşünüyoruz. Bence ilk önce çocukluk aşamasında büyükler ne yapıyorsa yapıyor. Duygularının, düşüncelerinin değersiz olduğunu hisseden ya da ona öyle hissettirilen çocuklar daha sonra duygularını, düşüncelerini saklarlar tabi ki. Bence bu empati yitikliğiyle alakalı.

 

Her gün düne göre farklı bir deneyim ile birlikte değişiyoruz, farklı düşünüyoruz. Konservatuar mezunu ve bir tiyatrocu olarak dün söylediğiniz ‘Neden Tiyatro?’ sorusuna bugün kazandığınız birikim ile neler söylemek istersiniz?

İnsanlar unutmasın diye. Yani bu cevap her zaman değişebilir aslında ki her zamanda değişiyor. 2-3 sene önce sorulduğunda ben başka cevap veriyordum, şimdi de başka. Çünkü mutlaka tiyatronun her şeye bir cevabı oluyor ve her dönem başka bir ihtiyaca karşılık olabiliyor tiyatro. Mesela bu aralar benim için insanlara bir takım bazı değerleri hatırlatmak, sorgulatmak. Bu çok hızlı tüketim dünyasında artık sadece ürünler, metalar değil de zaman, duygular, derinlikler, inançlar her şey çok hızlı tüketiliyor. Zaman o kadar hızlı akıyor ki artık bir şeylerin gerçekten yaşanmasına, hissedilmesine izin vermeyecek şekilde ve tiyatro seyirciyi şöyle bir olanağa götürüyor. Bir hayal ürünü ama gerçekle bire bir özdeş bir dünya kuruyorsunuz, o dünya hızlı geçerken akıp giden dünyanın arasında bir balonun içinde hapsedilmiş ve korunmuş gibi çok özel bir an. Ve orası ile temas ettiğinizde bazı unutmuş olduğunuz artık görmezden geldiğiniz şeyleri tekrar hatırlatıyor, sorgulatıyor size ve bu çok önemli bence.

 

 

Peki sizin oyuncu olarak, bir tiyatro oyunundan beklentiniz ne olur? İzleyiciye öğrenim anlamında bir şeyler verebilmek mi ya da sorgulaması için soru işaretleri bırakmak mı sonuç olmalıdır?

Aslında hepsi aynı kapıya çıkıyor. Bütün çeşitli sonuçlar, buna dair ne söylesek aynı olacak. Bence önemli olan şey duygulara dokunması. Ama ne demek bu duygulara dokunması? Size bir hissel deneyim yaşatması, bilgi vermesi ya da sorgulatması ve tabi ki hissel deneyim yaşatan her şey size bir şey sorgulatacaktır ama bu sorgulatmak ya da onun altında didaktik bir süreçten bahsetmiyorum. Yani özlem gibi, can acısı gibi, tedirginlik gibi, korku ve mutluluk gibi duygular var ya bu duyguları size o kısa anda yaşatabiliyorsa benim için bu önemli.

Geçmişe bakıldığında günümüzde tiyatroya ilgi oldukça arttı. Seyirci de artık seçici ve kaliteli işlere yöneliyor. Bu ilgi ve seçiciliği neye bağlıyorsunuz?

Bu özel ve genç teşebbüsler onu biraz arttırdı. 15-20 sene önce başlayan hatta benimde dönemdaşlarımın, benden bi 2-3 dönem önce onların başlattığı bu kurum tiyatrolarının dışında özel teşebbüsler, alternatif tiyatrolar girince devreye, çünkü kurum tiyatroları biraz geride kaldı genç zihinleri yakalamak adına bence son zamanlarda bence. Repertuarlar biraz olduğu gibi yerinde saydılar. Yeni, modern, çağdaş metinlerin hem çevirileri hem Türk yazını biraz arka planda kaldı kurum tiyatroları için gençler biraz elini taşın altına koyduktan sonra, biraz da cesaretle çünkü çok zor bu dönemde tiyatro açayım, onu ayakta tutayım, bir de geniş kitlelere ulaştırayım çok zor. Onun için bu konuda ki her teşebbüsün desteklenmesi gerektiğine inanıyorum bir şekilde. Bunlar birazcık yeni sorgulayan bir genç nesil hani bize 80 sonrası sen kaç yaşındasın bilmiyorum ama…

-25 

25 işte sizin nesil yani, bizimkiler 80 sonrası bir kayıp falan bir şeyler dendi. 90’lar daha atik olduğu söyleniyor şimdi. Ben de öyle genel geçer sosyolojik kavrayışlardan bahsediyorum ama.

 

Bizim dönemimiz, benim yaşıtlarım da daha fazla ilgi duyuyor artık galiba?  Pazar günü oyunda gördüğüm kadarı ile genç izleyici çok fazlaydı.

Evet evet hatta bizde onu tartışmıştık orda biliyor musun? Allah Allah pazarları normalde emekli günüdür. Daha orta yaş insanlar gelirler matine ederken o kadar çok genç vardı ki 😊 Oyundaki seyircinin yoğunluğundaki genç nüfusu çok fark ediyorum bende.

 

Kral Lear’ı hafta sonu izleme şansı bulan biri olarak gerçekten çok güzel bir oyundu. Biz dahil salondan çıkan herkes bir kez daha izlemek istediklerini söyleyerek ayrıldılar. Emeğinize sağlık. Peki sizin nasıl gidiyor oyun?

Hadi ya! 🙂 Çok güzel gidiyor. Prova biter ikinci bir prova süreci gibi bir olgunlaşma süreci başlar prömiyer ile birlikte. Seyirci ile karşılaştıktan sonra oyun, pişme süreci devam eder, hala o sürecin içindeyiz biz. Çünkü başka kapılar açılıyor, biz yeni farkındalıklar yaşıyoruz. Onun için çok eğlenceli gidiyor ama çokta ben kişisel olarak tepkilere kulak asmamaya çalışırım. Çünkü bu şey gibi yani dinlerim eleştirileri yani eleştiri de değil karşı tarafın ne algıladığını ne anladığını dinlemeye çalışırım ama bu beni düşürecek, kaldıracak, yaptığım işi tasdikleyecek ya da boşa çıkaracak anlamlara hiç o düzleme sokmadan dinlemeye çalışırım her türlü eleştiriyi. Çünkü bir şeyi seçip ortaya koyduktan sonra artık onu orda öylece bırakmak gerekiyor. Çünkü bizim inandığımız bir şey bu ve çok fazla dinleyince kafalar karışıyor. Ama şimdilik insanların tepkisi çok güzel, çok yüksek enerjili bir şeyler var sahne üstünde. Hem bizim performanslarımızı çok seviyorlar hem Shakespeare’in şiirinin, dilinin çok farkındalar oda çok etkileyici tabi ki seyirciyi çok etkiliyor. Ben trajedi bekleyip komedisi ağır bu kadar gülebileceğini düşünmeyen insanları da görüyorum. Aaa bu kadar gülecek miydik ya? Diyor bazılar mesela 🙂 Hatta ilk perde de gülmeye çok alışıp ikinci perde de birden böyle işler biraz daha karanlık hale gelince kafası karışan seyirci de oluyor. Nasıl desem dalgası, rüzgârı bol bi atmosfer yani.

Biz oyun hiç bitsin istemedik açıkçası 😊

Evet, O etkiyi görüyoruz bizde. Zaten seyirciden oynarken dahi enerji geliyor onu hissediyorsunuz zaten. Bu çok güzel.

 

 

Kanıt Türk Televizyon tarihinde çok rastlanmayan bir diziydi. Sevil Atasoy bilimsel açıklamalar yapıyordu ve hikayeler gerçek olaylardan esinlenilmişti. Gerçeği yansıtan bir işin içinde olmak size nasıl hissettirdi? Süreç nasıl gelişti?

İşin ayakları bastığı için, onun içinde hareket etmesi oyuncu için kendi açımdan çok güven verici ve keyifli oluyor. Fakat diğer işlere nazaran daha ayakları yere basan diyorum ya işte. Hani reyting kurbanı olmaya aday, devam edecek mi etmeyecek mi, seyirci beğenecek mi beğenmeyecek mi kaygıları olan dizilerde bıçak sırtındasınız oynarken ilk bölümlerde tutturacak mıyız biz o işi falan derken. Kanıtta çok öyle olmadı biz zaten sırtımızı dayadığımız gerçeklik, Sevil Hoca’nın birikimi ve katkısı, olayların kurgusu hepsi çok sağlam dayanaklar olduğu için bizim için çok keyifliydi içinde oynaması. Bi kere biraz daha eğitici demeyeyim ama insanlara daha kendi hayatları ile de bir şeyler bağ kurdukları hikayeler. Kurgu dizilerde böyle birden acayip yerlere gidiyor hikâye. Gerçek hayatta olur mu böyle şeyleri sorgulattığı saçma sapan şeyler olurken Kanıt seyirciyi buradan yakaladı. Çünkü gerçekti o hikayeler, karakterler, ilişkiler bizim gündelik hayatta gördüğümüz, karşımıza çıkan ya da mutlaka bi yerlerde ya komşusunun başına gelmiştir ya tanıdığının başına gelmiştir öyle hikayeler olduğu için seyirciyi tutuyordu bence. Birde sıkmıyordu kısaydı çok uzun değildi ve her hafta başka bir hikâye vardı. İstediğiniz yerden girebiliyordunuz oraya, devamlı takip etmek dizinin artık müptelası olmak zorunda değildiniz.

Hala tekrarları da çok izleniyor. Denk geldikçe bizim evde de izlenir 😊

Biliyorum izliyorlar hala izliyorlar. Hatta tekrarları kendisinden daha fazla izlendi.  O zaman bu kadar popüler değildi Kanıt.

 

Siyah Beyaz Aşk’ta abisini affetmekte zorlanan bir karakterdi Yiğit Aslan ve siz bunu ekrana çok iyi yansıttınız. Gerçek hayatta da kolay affedemeyen bir yapınız mı var? Yoksa tamamen oyunculuktan kaynaklı mı biz bunu bu kadar net hissettik?

Bence kalbi kırılan herkes affetmekte zorlanır. O kalbinizin ne kadar paramparça olduğuyla alakalı. Küçük bir çatlak varsa kolay hallediyorsunuz. Paramparça bir kalbin müsebbibini affetmek öyle kolay değildir yani. Ben gerçek hayatta o kadar karşı tarafı da zorlamam affedilebilecek bir husus varsa eğer. O da eğer pişmansa, acı çekiyorsa yani süründürmek bende yoktur mesela. Affetmek gerekiyorsa ve lazımsa affedilir. Ama dediğim gibi ne kadar kalbinizin kırıldığıyla alakalı ama böyle süründürmeye karşı tarafı pişman etmeye acı çektiğini falan görmeyi istemem gerek yok. Oynadığım karakter de oda vardı mesela.  Yiğit karakteri biraz fazlaca işi abartıyordu bence. Ama olsun onu da demek ki çok kırmışlardı belki de.

 

Peki şimdiye kadar oynadığınız karakterleri düşünürsek size yakın gelen ya da size tamamen aykırı bir karakter oldu mu?

Valla ne yalan söyleyeyim oldu tabi olmaz olur mu? Oluyor ki anca öyle oynayabiliyorsunuz zaten ya da mutlaka her karakterde bir yakınlık kuruyorsunuz ama Kanıt da ki Selim karakteri o içindeki çocukluğu, saflığı, direktliği, umursamazlığı kaybetmemiş hala diri kalmış enerjisi ile öyle bir karakterdi. Onu seviyorum, zaten onu oynarken de gençtim. Sonra ‘Ev’ i çekmiştik 2012 falandı ilk sinema filmimdi o benim. Çokta güzel bir işti bence. Oradaki karakteri de çok sevmiştim. O da çok çünkü gerçek dobra bir karakterdi. Bana da sonra hep böyle ya dimi öyle roller geldi. Emniyet mensubu, gerçek, dürüst, dobra karakterler. Ben öyle bir karaktermişim 😊

Aslında değindiğiniz iyi oldu. Bize de hiç böyle birbirini tekrarlayan karakterler gibi gelmedi açıkçası.  Siz rolünüzü seçerken nelere dikkat ediyorsunuz?

Biraz farklı bir şeyler olsun yani çünkü dizi, tv sektöründe insanların sizi görmeye alıştığı şeyleri genelde cast seçimi yapılırken buna dikkat edilir. Çok ters castlar yapılmaz. Çünkü seyircinin alışık olduğu bir formunuz, biçiminiz vardır falan ama bana demek ki bu güzel bir şey demek ki oyunculuğuma güveniliyor. Bunları yapabileceğim öngörülüyor ve inanılıyor ki böyle rol teklifleri geliyor. Evet seçerken bende özen gösteririm evet ama o roller gelmezse de sizin de çok seçecek şansınız olmaz. Demek ki insanlar yapabileceğime inanıyorlar ki farklı farklı roller geliyor ve ben bunu çok seviyorum. O zaman ben sadece bir rolün oyuncusu değilim. Her şeyi oynayabiliyorum bunu da yapabiliyor olmayı kendine göstermek de çok özel bir duygu.

 

Son diziniz erken bitti ve bu sıralar erken final olan birçok dizi var. Yabancı dizilerde sezonluk anlaşmalar oluyor ve onaylanırsa yeni sezon geliyor.  Böylelikle plansız erken finallerinde önüne geçilmiş oluyor. Sizce bunu Türkiye de neden yapamıyoruz?

Hiçbir fikrim yok desem 😊 Bence kimsenin de bir fikri yok. Çünkü zaten birinin gerçek anlamda bir fikri olsa bu işi bulmuş, çözmüş paralar kazanıyor, işleri batmıyor falan olacak. Yoksa her yapım şirketi bi denemeyle yola çıkıyor. Ya tutarsa ya tutmazsa hiç kimse emin değil bundan. Bende en çok buna şaşırıyorum. Dünyada bu işler yapılıyor, koca koca sektör haline gelmiş bizim de örnek alabileceğimiz bakıp adamlar nasıl işler yapıyor diyebileceğimiz örnek var artık. Beni de çok şaşırtıyor neden böyle oluyor kısmı. Yani herhalde bu iş olur tutar biz bu senaryoyla bu karakterlerle seyirciyi yakalarız mı deniyor. Ama bence biraz daha günü kurtarmak algısından çıkmalı bu sektör, sektörün karar verenleri ve önde gidenleri. Bu söylediklerimizi herkes konuşuyor ama deneyen yok. Biz şöyle çekelim bakalım 15 bölüm ya da deniyorlar. Netflix yapmaya çalışıyor bir şeyler şimdi. Bu soruya söylenecek çok şey var aslında. Umarım daha iyi koşullara girer. Para kaygısı diye bir şey de var 15 bölüm dizi çekip yayınlamak arka arkaya onu satacağınızdan emin olunması lazım, o paranın tekrar size döneceğinden emin olmanız lazım. Öyle bir durumda yok. Her şeyin dövize bağlandığı kriz ortamları da çok etkili bunda. Aslında çok karmakarışık kompleks bir yapının sonucu bu. Garip bir ülke de yasıyoruz yarın ne olacağı belli olmayan bir ülkede. Bence yavaş yavaşta oturacak 15 – 20 sene öncesinin dizilerine baktığımız zaman prodüksiyonel anlamda ya da iş hacmi anlamında çok büyüdü bu sektör. Önceden 8-10 diziyken 40-50 diziye çıktı bir sezon içinde. Aslında bu bir uzun süren geçiş aşaması. Bence ilerde orta vadeli süreçte daha iyi şeyler olacak.

Sizce internet dizileri etkili olur mu bu süreçte?

Olacak tabi, çünkü internette daha özgür bir alan olacak. Ben yarın küçük bir birikimle bir internet dizisi çekip koyabilirim. Yapımcıya ihtiyacım olmadan, herhangi bir kısıtlayıcı baskı olmadan. Çünkü sponsorlar o işi bitirebilecek miyim bitiremeyecek miyim, üstüne para kazanabilecek miyim kazanamayacak mıyım kaygısı olmadan. Ha tabi ki para kaygısı yine var. Sizin ikinci işinize bir daha devam etmeniz için önemli ama artık herkesin kendi kanalını, herkesin kendini ifade edebileceği ortamı kurabileceği bir internet ortamı var ya o bence biraz daha şey olacak; herkesin işine yarayacak sektöründe işine yarayacak bir şey bence bu. Şimdi Bartu (Küçükçağlayan) dizi yaptı bir tane kendi yazdığı, kendi parasıyla çektiği bilmiyorum tabi kendi parası ile mi çekti hepsini ama vardır mutlaka destekçisi ortak yapımcısı bir şeyi ama sonuçta bu internet mecrası var diye var ve yapabiliyor. Bunu ilerde ondan cesaretle başkaları da yapacak. Biraz daha belki bizim skalamız genişleyecek. Her türlü hikayeler, her türlü karakterler olacak. Ben süre olarak o kadar uzun olacağına da inanmıyorum Bartu’nun herhalde 35-40 dakikaya bağlayacaktır bir bölümü izleyeceğiz. Evet bence internet önünü açacak her şeyin.

 

 

Süresinin kısa olması da etkili olabilir belki. 2,5 saat şu an bir dizi ve özeti ile birlikte gece 12 de bitiyor. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Ben izlemiyorum 2.,5 saat bir dizi akıl karı değil. Böyle sanki dizi izlemek gibi olmuyor.  Tv açık oluyor akşam işten geldikten sonra Tv açık oluyor uyuyana kadar. Ses olsun orda arkada fonda bir şey olsun. Zaten 2,5 saat nasıl dolduracaksın döndür döndür aynı şeyler.  Hepimiz bunları biliyoruz. Ben aynı zamanda oyuncu olmanın dışında bir de seyirciyim de yani.

 

Siz kitap okumayı seviyorsunuz galiba? Kitap-cafe fikri oradan mı geldi? Okumayı sevdiğiniz bir yazar ya da kesin okuyun dediğiniz bir kitap var mı?

Var tabi. Kitap okumayı evet seviyorum. Kitap okumayı seviyorum da değil de şey hani yemek yemeği seviyorum gibi aslında. Çünkü kitap sürekli okunması gereken bir şey. Kitap okumayı sevip sevmemek bence hayati bir şey olduğu için o klasmanda değil hayati bir şey yemek yemek gibi. Nasıl su içmeyi seviyorum, yemek yemeği seviyorum denmez ya. Genelde felsefe, sosyoloji, psikoloji içerikli biraz daha edebiyat ve kurgu dışı insan doğasını kavramaya yardımcı olacak şeyleri seviyorum. Herhalde oyunculuk tarafımdan geliyor. İnsanın nasıl hareket ettiğini hem iç hem dış hem ruhsal hem fiziksel onu kavramayı, onunla ilgili her gün derinleşmeyi daha çok haz alıyorum ondan. Oyunculuğuma büyük katkısı oluyor çünkü. Yani daha çok kuram kitapları okumayı seviyorum felsefe gibi, sosyoloji gibi. Felsefe ile şiiri, insanın ruhuyla daha gündelik çok samimi duyguları birleştiren yazarları seviyorum. Mesela bizim Türk yazınından Oğuz Atay’ı sonra Yusuf Atılgan’ı, Ahmed Arif’i yabancılardan da Pessoa’yı. Goethe ve Niche’yi okumaya başladım tekrar bu aralar. Bir de her yaşta ve dönemde okuduğunda bir şeyler mutlaka bulabileceğin yeni yeni şeyler bulabileceğin yazarlar.

 

Plaklara ve müziğe ilginiz bilinen bir şey. Siz şarkı söylemek ister miydiniz?

Evet evet doğru plak dükkanım bile vardı ortağımla. Müziği dinlemeyi de icra etmeyi de severim. Ortaokuldan beri gitar çalarım. Evde kendi kendime gitar çalıp müzik yapmayı severim. Sonra müzisyen arkadaşlarımda oldu onlarla bir şeylerde yaptık. Beraber plak dükkânı işlettiğimiz Deniz müzisyen. Gitar bölümü, caz mezunu. Hatta beraber şarkılar kaydedip acaba bir şeyler yapsak mı diye düşündüğümüz zamanlarımız da oldu. Yapacağız da herhalde 😊 Ama tamamen amatör ruhla kendimizi mutlu, memnun etmek için. Tabi ki insanlarla da paylaşacağız. Ama şey gibi de değil ‘bundan sonra da müzisyen olalım bakalım 10 sene ‘gibi de değil. Zaten eğlendiğimiz şeyi birlikte derli toplu kayıt altına almak, çünkü  plak, cd, kaset dinliyorum ben hala. Bir şeyi kayıt altına alıp elinde tutabileceğin formda olması müziğin, filmin onu çok önemsiyorum ben.  Çünkü müzik artık sadece dijital ortamda sadece o aplikasyonların, programların, web sitelerinin içinde o biraz yabancılaştırıyor. Yoksa albümü, Plak’ı ya da cd yi kartoneti ile birlikte eline alıp tuttuğunda içindeki o belgesi, yazıları, fotoğrafı o bir bütün ya hazırlanmış bir proje ve onu elinizde tutmak çok önemli. Onu dinlemek için geçtiğiniz süreç ritüel gibi çok güzel. Kalkıyorsun rafa gidip o kaseti alıyorsun, kapağını açıyorsun, kaseti çıkarıyorsun, içine takıyorsun, tuşuna basıyorsun, arkasında şarkılarını okuyorsun, kaç yılında yapılmış, kim kaydetmiş, gitarını kim çalmış hepsini orada görebiliyorsun. Ama bugün şu an burada çalan şarkının kimin olduğunu bile bilmiyorsun. Çünkü bir listeden çalıyor. O hard copy de öyle bir şey yok. İzlediğin filmin yönetmeni her şeyi yazıyor kutusunun üstünde. Onun için elinde tutmak çok önemli ve değer veriyorum. Onlar ölmesin. Kitap gibi.

 

‘Kendisi Bir Mekan’ın hayaliniz olduğundan bahsettiniz. Birkaç ay önce açıldı. Peki neden şu an? Neden daha önce ya da daha sonra değil?

Şartlar galiba. Çağla ile bir araya gelmemizin büyük bir etkisi var. Çünkü hani konuşmanın başında dedin ya birbirini anlayan, hayata aynı pencereden bakan insanlar bir araya geldikten sonra. İnsan hiçbir zaman tek başına yapamaz. Bu her zaman böyledir. Sizin içinizde tohumunu ektiğiniz bitkinin suyu, besini, alacağı güneş bir başkasında olur. O onu katar siz öbürünü katarsınız bir çiçek çıkar, sonra ona beraber bakarsınız, Onun gibi bir şey.  Bazen bazı şeylerin hayata gelmesi için karşılaşmalar olması gerekiyor. Nasıl bir çocuk doğacak bir yumurta döllenecek diye iki kimyanın birleşmesi gerekiyor ya, bu da onun gibi bir şey aslında. Fikir annesi ve babası biziz bu işin. Birbirimize öyle bir destek de bulunduk. Sonra dediğim gibi bazı şeylerin her zaman öyledir ya şekillenmesi, pişmesi gerekiyor. Ben semt değişikliği de yaptım. Onunda biraz etkisi var. Kadıköy’den buraya geldim. 5 sene Kadıköy’de oturdum. Orasının enerjisi çok iyi geldi bana ama. Bir süre sonra daha sakin, daha inziva bir yere çekilme ihtiyacı hissettim. Sonra Selimiye’ye taşındık. Burası çok yakın Kadıköy’ün hemen dibinde Kadıköy gibi insanları, çevresi, popülasyonu ama işte böyle bakir kalmış çok kalabalık değil, daha sakin.  Biraz o sakinliğe de çekilince fikirler biraz daha cesaretle gün yüzüne çıktılar. Bir de mekânı da bulduk. Buranın ekonomik şartları da daha uygun mesela Kadıköy’e göre.  Böyle bir fikir vardı zaten aklımda ama çok geniş bir mekâna ihtiyacımız vardı. Aynı mekânın içinde biz çok şeyi bir araya getirdik. Kitaplarla, cafe kısmı ile yukarda hem çocuklarla hem büyüklerle etkinlik ve atölyeler yapıyoruz. Yavaş yavaş onların organizasyonuna da başladık. Onun için büyük bir mekâna ihtiyacımız vardı. Burada onu da bulduk. Bak bu bile bir şans değil yani semti değiştirmeseydik burayı bulamayacaktık.  O mekân o semt değişikliği o da kendiliğinden gelmedi, ihtiyaçtı.

Son olarak sizi izleyen ve destekleyenlere bir mesajınız var mı?

Evet var 😊 Herkes kendi için o neyse ama insanlar peşinden koştukları bazen yersiz de gelse bazen zor da olsa, hayal kırıklığına çıkışsızlığa da kapılsalar peşinden koştukları hayallerinden hiçbir zaman vazgeçmemeli diyorum ben.  Kimi görsem bunu söylemek isterim. Çünkü garip dönemlerden geçiyoruz hem ülkece hem dünyaca. Hani bir şeylerin tatsızlaştığı, içinin boşaldığı, değerlerin kaybolduğu bir dönem bence.  Fakat hayatta her zaman ‘rağmen’ hayata tutunan, devam eden asla yılmayan insanlar var ya gelecek onların olacak. Geleceği onlar kuracaklar. Bir tane hayatımız var bence kimsenin ne dediğini, kimsenin ne düşündüğünü hiç ona takılmadan hayalini kurduğumuz, peşinden koştuğumuz her türlü değerin arkasında durmamız gerekiyor bence. Siz de onu yapıyorsunuz işte belli ki. Size de teşekkür ederim. Size değer verip ya da konuşmaya, muhabbet etmeye, söylediklerini dışarı aktarmaya değer gördüğünüz için beni, ben teşekkür ederim öncelikle ve bu çabalar önemli. Hiç kimse attığı adımın, gösterdiği çabanın boyunu ya da hacmini ölçmeden yapmaya devam etsin. 😊

 

Deniz Bey’e keyifli sohbeti ve ev sahipliği için bir kez daha teşekkür ederim. Bu güzel kitap cafeyi görmek isteyenler için de adres ve sosyal medya hesaplarını bırakıyorum 🙂

instagram: @kendisibirmekan

Adres: Selimiye mah. Selimiye Kışla cad. No 14’A Üsküdar – İstanbul

Röportaj: Mine K.

error: Korunan İçerik!