tds_thumb_td_300x0
Efe Tunçer: ”Tiyatro, alternatifi olmayan bir sanat dalı”

Biz Efe Tunçer’le keyifli mi keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Sohbet diyorum çünkü okumaya başladığınızda sizi de içine alacağından eminim tıpkı bizimleymişsiniz gibi… Onu zaten Analar ve Anneler, Mutlu ol Yeter, Bir Kadın Bir Erkek gibi başarılı televizyon yapımlarından ve tiyatroyu yakından takip edenler ise Martı, Pera’daki Hayalet, Aşkın Sıradanlığı, İstila ve Kral Lear gibi pek çok başarılı oyunda izlemiştir. Kendisi ile birkaç kez oyun çıkışlarında görüşüp sonra da bu sohbeti yapabildiğim için çok şanslıyım biliyorum. Bu yüzden de;

Bu keyifli sohbet için bir kez daha sevgili Efe Tunçer’e ,

Ve bu sohbete ortak olan sizlere çok teşekkür ederim…

Canım Gizem iyi ki benimleydin.

Keyifli Okumalar!

 

Sizi daha yakından tanımak isteriz. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

Bunu soracağından korkuyordum. Kesin bunu soracak dedim 😊 Çok zor bir şey insanın kendinden bahsetmesi. Ben ne desem ki İstanbul’da doğdum 1989’da. Kültür Koleji’nde okudum ilkokulu ve şansıma o zaman sahneye çıktım daha çok küçükken 3. Sınıfta. Okulda tiyatro kulübü vardı hala var mı bilmiyorum. Öyle bir şey ki orda zehir girince kanına ondan kopamıyorsun, ufak ufak oyunlar oynuyoruz falan. Sonra bizim oradaki hoca dedi ki gel biz özel tiyatro yapıyoruz çocuk tiyatrosu Yunus Emre’de Ataköy’de şimdi Bakırköy Belediye Tiyatrosu’nun yeri. Gel işte hafta sonları oyna falan dedi. Ben de ona gittim çok eğlendim tabi bir de küçüksün ya o zaman bambaşka bir duygu insanlar izliyor annen baban falan. Sonra orta okul lise bi gitti kafa futbol falan 😊 Sonra bizim zamanımızda LGS’ydi adı. Şimdi değişti hepsinin adı galiba. Ben o işi hiç beceremedim tabi testti falan. Mesela türevi biraz hatırlıyorum. İntegral önüme koy tanıyamam. Orada benim bir kafama dank etti dedim ki galiba benim bir meslek yapmam gerekecek para kazanmak için. Bir düşündüğümü hatırlıyorum. Film izliyordum sürekli. Sağ olsun ailem çok destek oldu. Birçok insana olmuyorlar bu konuda. Tahmin ettiğimizden daha fazla reaksiyon gören de var aslında ailesi tarafından. Ben o konuda çok şanslıydım tamam oğlum sen ne istersen arkanda dururuz dediler. Ama herhalde benimkiler benden başka da bir şey olmayacağının da biraz farkındaydılar. Bir sene Haliç Üniversitesi’nde okudum konservatuarda. Hatta Müşfik Hoca, onun da öğrencisi oldum bir sene. Sonra Mimar Sinan’ı kazandım, oradan mezun oldum 2011’de. Oradan beri de oyunculuk yapıyorum profesyonel olarak. Devlet Tiyatrosu’nda ilk oyunum “Aşkın Sıradanlığı” konservatuardan hocam Özgür Yalım davet etmişti. Sonra ‘Pangar’ Demet Evgar aradı ya bi rol var oynar mısın? Bülent Şakrak bir rolden ayrılması gerekti. Kapıcıyı oynadım. Sonra televizyon falan ama böyle hiç ya ben tiyatroda ne oynasam hiç hayatımda daha bir kere bile başıma gelmedi. Mutlaka ya telefon çalıyor. Mesela Seda aradı İstila için evde oturuyordum. Şu ana kadar hep öyle oldu.

 

 

Teras Noir fikri nasıl ortaya çıktı? En başından beri Meriç (Aral) Hanımla birlikte mi planladınız?

O biraz komedyenliğe başlayınca oldu. O enteresan şekilde Meriç’in fikri bu arada. Biz onunla hep buluşuyorduk perşembeleri. Ya o arıyor bu tarafta ya ben arıyorum falan. En son bir gün bana dedi ki podcast mi yapsak dedi. Dedim tamam yapalım da emin misin ne konuşacağız falan. Öyle girdik şimdi de gidiyor.

Konuklara nasıl karar veriyorsunuz?

Valla işte söylüyoruz Hazar mı olsa aa tamam Hazar olsun. O ara Hazarı aradık mesela.

Konuklarınızla eskiden beri arkadaş olmanızın da rahatlığı var o zaman?

Tabi ki hiç tanımasak o başka bir hazırlık gerektirir. Ben onu hatta podcastte anlatmıştım. Bir kere açık radyoya çıktık biz Esme, Ulaş, Hakan, Ben, Tuğçe.

Yeniden Aralık Hareketi gibi bir radyoya çıkma fikriniz var mı?

Ulaş Trabzon’da, Hakan’ın seti var, benim oyun çok yoğun, Esme’nin çocuğu oldu herkesin bir işi var. Tuğçe çok çalışıyor geziyor filmden dolayı hala. O ara biz çok beraberdik, Kimsenin başka bir işi de yoktu. Şuan biz podcasti de çok zor yapıyoruz Meriç’le. O her gün sette, benim oyun oluyor. Şöyle yapıyoruz onunla, ya benim oyundan önce bir saat buluşuyoruz falan. Tabi ki programlar uyuşunca müzik de olur ama dediğim gibi programların uyuşması lazım.

 

Mimar Sinan Devlet Konservatuarı mezunusunuz. Öğrencilik yıllarınız nasıldı? Özel değilse bizimle bir anınızı paylaşmak ister misiniz?

Muhteşem! 😊 Aklıma öyle spesifik özel bir anı gelmiyor ama ben çok severek okudum. Hepimiz öyleydik ama ben her anını çok güzel hatırlıyorum. Çok yoğun ve zordu bu arada. Hani bazen oluyor böyle oyuncu olmak isteyenler tavsiye istedikleri zaman bütün güzelliklerinin yanı sıra çok zorluğundan da bahsediyorum, bahsetmek gerekli çünkü. Hakikaten zor başka bir üniversiteye benzemiyor bizim okul. Sabah 9 akşam 9 hep. Ders bitti ben eve gideyim gibi bir şey yok. Kalıyorsun orada zaten dört tane falan sahne hazırlaman gerekiyor sürekli. Ama tabi o kadar bir arada olduğun içinde ufak bir kabile oluyorsun. 40 kişi zaten bir bölüm. Hani çok yakın ve çok sıcak bir şeye dönüşüyor. O yüzden çok zor, çok keyifli. Mesela elektrik kesilince herkes sahne çalışmayı bırakıp, saklambaç oynardık mesela o bir ritüeldir. Atıyorum mesela çalışıyorsun Hamlet falan ışık kesilir, haydi saklambaç oynarsın. O kadar çok var ki böyle anı.

Oyuncu olmasam kesin şunu olurdum dediğiniz bir meslek var mı?

Psikolog olmak isterdim ya da gitarist olmak isterdim. İkisinde de çok yetenekli miyim bilmiyorum. Oyunculukta da çok yetenekli miyim bilmiyorum ama 😊 Gitar çalıyorum ama gitar çok emek isteyen bir şey. Ben mesela prova yapmayı çok seviyorum. Koy beni bir ay bir yere kapat yaparım. Başkasına da o çok zor gelir. Bir gitar ile saatler harcamak iyi bir gitarist olmak demek, gerçekten saatlerce çalacaksın. Bir de doğa meselesi birazcık. Hani çalıyorum ama daha da ilgilenmek gerekiyor. Bu ara hiç dokunamıyorum.

 

Oyunculuk hayatınızda rol model olarak gördüğünüz, örnek aldığınız bir oyuncu var mı?

Çok var, hep oldu. Hatta ben çok şanslıyım çoğuyla da çalışma fırsatı buldum. Bülent Hoca, hocamdı Bülent Emin Yarar, Ali Atay’la dizide oynadık onu da çok severim. Haluk (Bilginer) Abi ile şimdi oyunda oynuyoruz. Ertan Saban, Serkan Keskin bunları söylemiş oldum aslında. Ben şansa hepsi ile de tanıştım. Sonra Berkun Oya ve hepsi de hayal ettiğimden de muhteşem insanlar.

Genelde ekranlarda olmayı değil de tiyatro sahnesinde olmayı tercih ediyorsunuz gibi gözüküyor. Sebebi televizyon sektörü mü yoksa başka bir sebebi var mı? Yeniden ekranlarda görebilecek miyiz?

Ya tabi canım benim öyle bir tavrım yok açıkçası. Bundan sonra ben dizide oynamıyorum falan gibi bir şey hiç olmadı ve hani tabi ki olursa uğraşıyoruz da zaten belki bir şeyler yapacağız. Kesinliği olmadan bir şey diyemiyorum. Tabi ki olursa, güzel bir şey olursa, heyecan verici olursa böyle herkesin ortak payda da buluştuğu, mutlu eden bir şey olursa isterim tabi neden olmasın.

 

Sizi tiyatro sahnesinde izlemek inanılmaz keyifli ve sizin de sahnede olmaktan keyif aldığınız izlerken o kadar hissediliyor ki. Geçmişe nazaran tiyatroya ilgi arttı. Sizin için tiyatro ne ifade ediyor, bu ilginin geçmişe göre artması hakkında siz ne hissediyorsunuz?

Tiyatro kutsallaştırma çabasına sokmadan söylüyorum o da başka bir kafa çünkü çok kutsal falan. Ama alternatifi olmayan bir sanat dalı. Yani ilk çağda da insanlar artık bilmiyoruz ama mağarada resim var birisi belli ki sıkılmış, o gün vurduğu hayvanın taklidini yapmış ve çizmiş. Sonra Teksas’a git, Ohio’ya git insanlar orada ufak ufak perdeler kurup oyunlar oynamışlar. 2. Dünya Savaşı’nda Berlin’e git siper kazıp oyun yapmışlar. Bu her yerde böyle. Çünkü bir insanın o an deneyimlediği bir şeyi onu izleyen biri ile paylaşması alternatifi olmayan bir şey. Bunun hiçbir alternatifi yok çünkü başa da alamıyorsun. O an ne yaşıyorsan onu paylaşmak zorundasın seni izleyen biriyle. Hem hata kabul etmiyor çok zor o yüzden, bir yandan da ertesi akşam bir daha var. Bir yandan da dünyanın en güzel şeyi, telafi edebiliyorsun. O yüzden çok adaletli bir yerdir sahne, gerçekten her şeyini ortaya çıkarır. Bütün eksikliklerini, komplekslerini, öfkeni anlaşılır hemen neyin ne olduğu. İlgi evet artıyor ama bence hiç azalmamıştı. Evet hani sayıya vurursan az izleniyordu, şimdi daha çok izleniyor. Tiyatrolar arttı onunda etkisi var. Daha da artmalı, bu da yetmez her yer tiyatro olmalı. Ben şok olmuştum Londra’ya gittiğimde. Bar-tiyatro, bar-tiyatro sokak böyle. Orada çok oturmuş bir kültür var.

Geriye dönüp baktığınızda “keşke yapsaydım” dediğiniz bir şey oldu mu?

Vardır tabi, çok vardır. Ben şey diyemem hiç yok falan gibi bir şey yok ama böyle majör büyük bir şey soruyorsan Bülent Hoca derdi hep “Hep yapmadansa yap derim ben kızıma da öyle söylüyorum.” derdi, bize de öyle söylerdi. Ben daha çok sonucunu düşünmeden bir şeyi yapmak yanlısı olduğum için tabi ki sana ya da başkasına zarar vermeyecek bir özgürlük alanından bahsediyorum. O yüzden hani böyle ne bileyim daha çok eğlenseydim diyorum. Çok stresli dönemlerimde oldu kafaya taktığım, hani hep ben baktığımda ilk söylediğim şey “Oğlum daha çok eğlenseydin ya, ne kadar kafaya takmışsın.”  genelde böyle şeyler.

Youtube’da Bahçe Masası muhabbetlerini tekrar yapmayı düşünüyor musunuz?

Onu nasıl yapacağız ya 😊 O da şöyle valla tabi ki yapmayacağız falan demiyorum ama o da çok zor. Çünkü onu bizim çeken arkadaşımız Muhtar Pattabanoğlu hatta şimdi Dünyada Karşılaşmış Gibi’nin dekorunu yaptı. O burada oturuyordu Cihangir’de biz onunla buluşup yapıyorduk. Şimdi o Moda’ya taşındı. Selen çok yoğun. Hepsi zamansızlıktan. Ama evet o da bir içimde kaldı. Yapmayacağız demiyorum ama şu an bazı programsal aksaklıklar var. Ama o olmaz başka bir şey olur. İllaki bir şey yapacağım. O konuda rahat olsunlar. Herhangi bir şey yapacağım, sürekli olarak yapıyor olacağım. İnşallah tabi, büyük konuşmayayım da 😊

Hayatınızda dönüm noktası diyebileceğiniz bir durumla karşılaştınız mı?

Çok iddialı bir soru, cevabı da çok iddialı olur. Şunu diyebilirim tabi benim öyle “şu an” falan dediğim bir şey yok. O da çok iddialı olur, sevmiyorum iddialı şeyler söylemeyi falan ama herhalde oyuncu olmaya karar vermek ve bunun peşinden gitmek sayılabilir. Çünkü gerçekten çok farklı bir hayat seçiyorsun. Şey açısından söylemiyorum bunu bohemlik işte falan gibi değil, gerçekten yön çiziyorsun ve o yön puslu ve belli değil. İki hafta sonra ne olacağı belli olmayan bir şey seçiyorsun. Bir anda atıyorum kendini çok “vay herkes beni tanıyor” falan gibi de hissedebiliyorsun, öyle bir köşe de kendini atılmış bir şekilde de hissedebiliyorsun. Bu tabi oyunculuğun pek konuşulmayan tarafları. Bizde tabi oyunculuk biraz böyle sadece havalılığı ile anlatılan bir şey olduğu için, öyle bir şey değil çok zor işsizliği var, parasızlığı var, rol buluyorsun bir oyun çıkarmak, sete gitmek hele de zaten çok zor işler. Dolayısıyla bunu diyebilirim buna karar verip, ailemin de desteği ile bir de stand up yapmaya karar vermek. O da benim için çok önemli. Zaten yeni başladım bir sene falan oluyor. Onu da arkadaşlarım hep söylüyorlardı yap diye o da bi kafamda bir şeyin açıldığı bir an benim için. “Aaa evet bu da varmış, evde rol beklemek , işte ay bana bu rolü verseler ne güzel olur” yerine sen kendi hikayeni yazıp, anlatıyorsun. Onu da stand up sayesinde öğrendim.

Youtube’da sadece 7 dakikalık bir video var sanırım bununla alakalı, devamı gelecek mi?

Evet Tuz Biber’in var. Devamı şimdi tek kişilik yapacağım zaten ben böyle 40 dakikalık falan, onları da belki çekeriz. Yayınlar mıyım bilmiyorum ama çünkü stand up biraz sürprize dayalı bir şey. O an orada o şakayı duyarsın. Biraz az koyuyorum bilerek ki zaten o 15 dakikalık bir setti. Orada şakayı önceden duyurmak, “spoil” etmek popüler tabiri ile doğru değil. Stand up o yüzden çok kayda alınması bilmiyorum o konuda biraz şüpheliyim yani. Benden daha deneyimli komedyenlere de soruyorum işte Deniz’e falan. Onlar da yani çok kaydı yoktur. Netflix special’ları vardır ona özel bitişinde yaparsın. Ama koyarım tabi yine.

Siz kitap okumayı seviyorsunuz ve podcastlerde de pasajlar okuyorsunuz. Bunu kesin okuyun dediğiniz, tavsiye edebileceğiniz kitaplar var mı?

Mesela oyunculukla ilgili Peter Brook’un “Boş Alan” diye bir kitabı vardır. “Boş Mekan” diye çevirdiler o çevirisi daha iyi. Tabi ki oyunculukla ilgilenenlerin ilgisini daha çok çeker ama muhteşem bir kitaptır, bence kesin okunması lazım. “Savaş ve Barış” Tolstoy, “Hamlet”. Modern de ne okuyorum, ben polisiye çok severim. Klasikleri tabi okumak lazım, çok zor klasikleri oturup okumak. Oğuz Atay muhteşem “Tehlikeli Oyunlar”, “Korkuyu Beklerken” öyküleri vardır ya onun. Jo Nesbo müthiş Macbeth uyarlaması, mesela o seri olacak şimdi, Hogarth Shakespeare diye ve şey Margeret Atwoord  Fırtına’yı yorumladı. Damızlık Kızın Öyküsü’nün yazarı, dizisi var ya Blu TV’de falan onu uyarladı. Esas şimdi Kral Lear’ı uyarlıyorlar onu çok merak ediyorum. Ve Gillian Flynn’ de Gone Girl diye bir film var Kayıp Kız, o bir romandı onun yazarı da Hamlet’i uyarlıyor baya 2020’ye. O seri çok önemli. Çünkü insanlar böyle Shakespeare oku deyince bir anda oyunu alıp, hani tabi ki okunur tabi ki muhteşem de, bir oyunu okumak zaten başka bir kafa. Oradan başlanabilir bence Shakespeare okumak.

Genelde ama bir oyunu neden okuyayım ki gider izlerim diyorlar. Ama niye öyle olsun ki?

Evet ama o Hogarth Shakespeare’i bizde de Shakespeare Yeniden diye çevrilmiş oradan başlanabilir bence. Hem de bir roman yani. Baya önerdim 😊

 

Bir de sosyal medyadan sormam istendi, özelden de çok mesaj atıldı bunun hakkında, sizi birine benzetiyorlarmış 😊 Jack Nicholson’a siz de kendinizi benzetiyor musunuz?

Evet ona arkadaşlarım falan da benzetiyor. Benzetiyorlar bende hiç bozmuyorum tabi. Yani ben benzetmiyordum tabi ki hani öyle bakıp “Ooo aynı Jack Nicholson’ım” falan demiyorum tabi ki ama bana söylüyorlar. Benim de hoşuma gidiyor, hiç bozmuyorum 😊 Çok büyük oyuncu. Bizden de Enis’e benzetiyorlar, Enis Arıkan’a. Enis’le bir karşılaştığımızda “Abii Abii Abii sana da mı?” falan olduk. Ona da çok söylüyorlarmış.

 

Bu röportajı okuyan, sizi takip eden okuyucularımıza iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı?

Teşekkür ederim öncelikle size de, onlara da. İyi ki varlar çok sağ olsunlar. Onlara da mutluluk dilerim. Çünkü dünyanın bizim kendimiz olmamızı çok zorlaştırdığı bir dönemde yaşıyoruz. Hani sosyal medya, bir sürü imaj kasırgası, çevremizde sürekli olarak bir hedefe veya bir şey olmaya onu podcastte de çok konuşmaya çalışıyorum. Sağ olsun Meriç’te çok destek oluyor. Bir şey olmaya, olduğumuzdan daha farklı, olduğumuzdan daha başarılı, olduğumuzdan daha güçlü görünmeye bizi ittiren bir dönemine denk geldik dünyanın. Umarım hep kendileri olurlar. Umarım hep hayatla bağları, doğayla bağları, evrenle bağları hep sıkı olur. Hep kendileri olurlar. Yani olmadıkları bir şeyi olmaya çalışmayız hiç birimiz inşallah. Çünkü ben bunu çok tehlikeli görüyorum ve çoğu insanı mutsuz ediyor. Nereden çıktı diye sorarsan zaten takılı olduğum bir konu bu benim. Çünkü insan bence kendisi olduğu zaman, çok uzun bir süreç tabi bu, inanılmaz bir hafiflik, inanılmaz bir rahatlık ve aslında hayat o zaman yaşanılası oluyor.

 

Söylediklerinizden yola çıkarak söylüyorum. Bu durum sosyal medyada daha fazla var. Hani klavye başında ve bazen de kendisinin dışında sahte bir hesapla sürekli farklı bir şey yapıyor.

Yani şimdi o kadar tehlikeli bir şey ki o. Bunu sabaha kadar konuşuruz. Bu ayrı bir konu tartışsak. Bu konuda çok fazla tez yazılıyor, ben çok fazla makale okuyorum. Bu tabi ki bizim hayatımızda çok büyük kolaylıklar getiren, çok büyük imkanlar sağlayan bir şey internet ve sosyal medya ama seçici ve iyi kullanmak lazım. Şeyleri zaten geçtim hakaret, küfür onun zaten tartışılacak bir tarafı yok, saçmalık. Ama daha da önemlisi senin bir isim bir persona yaratıyorsun kendine ve onun altından kendine yarattığın bir alternatif gerçeklikte yaşıyorsun. O kadar sıkıntılı bir şey ki. Çık sokakta bir köpeği sev desen kalacak belki.  Ama oradan yardırıyor anlatabiliyor muyum? Ve bu niye tehlikeli biliyor musun? Şimdi sen insanın hikayesini bilirsen o senin için bir insandır. Onu tanırsan, dokunursan, konuşursan, geçmişini, hikayesini tanırsan o senin için bir insan olur. Ve o zaman ona olan insani ruhunu geliştirirsin, onun için üzülürsün, empati kurarsın, dertleşirsin. Fakat bir insan senin için bir rakamsa, bir fotoğrafsa hiçbir önemi yoktur senin için. O bir isim, bir emojidir senin için. Ve sen o zaman onunla bir empati kurmazsın ve bu sefer de ele geçirir. Herkes o niye öyle, bu niye böyle, onu öyle yapma. Sıkıntı, insanlıktan gidiyor. Aynısını söyle yapsan tamam. Çık dışarı de ki kardeşim bu niye böyle? Bak şimdi biz konuşuyoruz değil mi, muhabbet ediyoruz. O yüzden dedim yüz yüze yapalım.

Öyle insanlar yüz yüze geldiğinde bir şey söyleyemez ki, cesaret edemez.

Söyle, kavga et hiç önemli değil. Ama tehlikeli bu senden götürüyor. Çok sakat bir şey. İnstagram’a bende çok sık bakıyorum. O kadar sakat bir şey ki. Şimdi böyle evde oturuyorsun atıyorum. O gün öyle canın sıkkın, o hepimizin başına gelir. Bir açıyorsun İnstagram’ı millet partiler falan ama sen öyle sanıyorsun. O öyle değil. Hepimiz en mutlu, en yüksek anımızı koyuyoruz. Kimse oraya şey koymuyor “Bugün bok gibi bir gün, kendimi de bok gibi hissediyorum, hiçbir şeyinde anlamı yok.” bunu koymadığın için. Hayat öyle bir şey değil ki zaten. Zannedersin her an bir parti var. Bu çok yalnızlığa sebep oluyor. Ve kıskançlığa da sebep oluyor en kötüsü. Allah aşkına ne olur söyle bazen şöyle yapmıyor muyuz? “Bu ne , bu ne, bu niye böyle?” boşu boşuna insanlara kuruluyorsun.

 

Bunu sosyal medyada sürekli yapanlar bana samimi gelmiyor artık. Sürekli “Ben çok mutluyum ben çok mükemmelim.” tarzı paylaşımlar yapanlar sanki özel hayatlarında mutsuzmuş gibi geliyor.

Herhalde yani. Sen şimdi bi yere yemeğe çıktın, romantik bir an yaşıyorsun işte denize karşı. Aklına o anda o geliyorsa zaten bir sıkıntı vardır. Bu çok sakat ve tek tarafla çözülecek bir şey de değil.

Biz bazen sizin sosyal medyanızda ki yorumlarınızı da görüyoruz. Bazen çok komik yorumlar da oluyor😊

Ben elimden geldiğince onunla dalga geçmeye çalışıyorum. Hani dalga geçeceksin. Çünkü öbür türlüsünün sonu yok. Şu problem şimdi nasıl desem? Birbirini tanımayan milyonlarca kişi tanıyor -muş gibi yapıyor, o çok sakat. Şöyle bir şey var işin sıkıntılı tarafı şu bizde yapabiliriz. Sen öyle bir noktaya gelirsin ki ben sinir olup George Clooney’in fotoğrafının altına “Bu ne biçim gömlek?” falan olabilir yani olmaz diyemem ya da Scarlett Johansson’a “İyi ki doğdun nice 34 yaşlara.” olamaz diyemiyorum. Çünkü öyle bir şeyin içindeyiz ki seni de o duruma getirir. Şu çok iddialı bir söz “Bunlar ne yapıyor?”. Öyle değil sen o sisteme komple bakman lazım. Niye bütün futbol maçlarında kavga çıkıyor? Maç izleyemiyoruz bir tane keyfimiz var. Kavga, gürültü, hakem.

Sizin bir videonuz vardı, dünya kupası o baya dolaştı sosyal medyada 😊

O çok komik. Hakan’la işimiz gücümüz yok oturuyoruz maç izleyeceğiz, kuruluyoruz tam 0-0. Artık geldiler bana. O hiç yapmayı sevmediğim de bir şey benim. Ama artık dedim bir şey yapmam lazım, bir şey yapmam gerekiyordu o an çok sıkıldım çünkü. Abi çok uzakta bak beni duymazlar diye düşünüyorum falan. O yüzden bağırsam da bir şey yok. Sonra biraz ama hareketlendi diye hatırlıyorum 😊

Ben “Ne olur daha çok yorum yapsana” diye çok yorum okumuştum. Maç yorumu falan istediler baya. Size denk geldi mi bilmiyorum ama 😊

Hoşuna da gidiyor insanın tabi beğenilmek, bir sürü yorum geliyor falan. Ama o da sakat bu sefer de “Kanalıma hoş geldiniz bugün Güney Kore maçını yorumlayacağız.” Oraya gidecek iş. Bu Youtube işi de manyaklık. Biz Bahçe Masası için açmak zorundaydık bir kanal, açtık falan stand upları falan da koyuyorum. İlk başlarda “Kaç kişi izledi, kaç kişi baktı?” o da manyaklık, onda da kafa yine gidiyor. Bak işte o sıkıntılı, rakamlara göre yaşarsan sıçtın. Ben bütün beğendiğim fotoğrafları beğenmiyorum yani. Sen hayatını rakamlara göre yaşarsan bittin. O zaman nasıl desem biz hepimiz çıkmayalım evden. Onlara pek takılmamak lazım. Şimdi mesela ata falan binmek istiyorum çok. O Bojack’den dolayı olabilir biraz tabi. Biraz doğayla, ağaçla, kuşla, böcekle. Demiyorum ki evi, arabayı sat git ama neyin önemli, değerli ve kıymetli olduğu çok karıştı, onu unutmamak lazım. Kafayı yeriz yoksa.

 

Zaten belli oluyor. Bunu söylemek benim haddime değil ama, sizi izlerken ya da örnek veriyorum sizin arkadaş grubunuzdan kişileri izlerken, popülarite düşkünü bir kesim vardır ya öyle değil de sadece işimi yapayım iyi yapayım diyorsunuz ve bu bize çok güzel geçiyor ve hiç kaybolmayın, hep var olun, hep buralarda olun 😊

Estağfurullah, olur mu öyle şey. Ne mutlu 😊 Hep beraber, siz de aynı şekilde canım. Buraya kadar geldiniz, ettiniz. Bu da çok önemli. Bu ne biliyor musun birazcık ipin ucunu salarsan şey de buluyorsun kendini “Kaç kişi izlemiş, off arttırmam lazım” falan. Bak uzak şeyler değil bunlar. Çok dikkatli olman lazım. Hep böyle kendinde ve hayatında sana duymanı istemeyeceğin şeyleri de söyleyecek insanların olması lazım. Biz Meriç’le her seferinde konuşuyoruz bunu, her seferinde işin içinden çıkamıyoruz. Bu telefonu bırak öyle bir şey yapamazsın. Bir de iş güç oradan paylaşıyorum, Stand up, podcast falan. Nereden koyacağım ki başka? En çokta oradan iletişim kuruyorsun. Ama işte orada çevren çok önemli. Tekrar söylüyorum bunu çevren senin sadece duymak istediğin şeyi söyleyen adamlarla ve kadınlarla çevrili ise geçmiş olsun yani. Ki çok örneği var önümüzde maalesef. Düşünsene böyle arkadaşlık olur mu? “Ne yaptın abi? İşte ben geçen küfrettim, çıktım. Helal Olsun!” Böyle arkadaşlık olur mu? “İşte ben bu çocuktan ayrıldım. İyi yapmışsın, amaan!” böyle bir arkadaş olur mu bir anlat ne oldu? Çünkü yalnızlık o kadar korkunç bir şeye dönüştü ki bizim için, beni sevsinler ve bir grubun mutlaka bir parçası olayım diye kendinden vazgeçiyorsun.

 

İnsanın bence kendi yalnızlığını da sevmesi gerekiyor, ben kendime ayırdığım o vakitleri seviyorum.

Şimdi orda çok büyük bir fark var da maalesef Türkçede bunun karşılığı yok. Şimdi İngilizce’de ‘loneliness’ ve ‘solitude’ diye bir kelime var. Loneliness yanlızlık, solitude tek başınalık demektir. İkisi aynı şey değil. Bizde maalesef karşılığı o kadar iyi çıkmıyor. Şimdi sen tek başına kalabiliyor olursan insanlarla mutlu ve sağlıklı ilişkiler kurabilirsin. Öbür türlü yalnızlıktan kaçtığın için birilerine bilenirsin. Biriyle otururken “Allah ben eve gidince ne yapıcam?” Bunu düşünürsen sıkıntı. O zaman hop telefonu çıkarıyorsun işte abi dur Mehmet’e de mesaj atayım işte buradan çıkınca aman yani falan. Nerden aklıma geldi bilmiyorum tabi de, aslında bu da önemli bir şey. National Theatre’da ilk bir oyun izlemeye gitmiştim Londra’da hiç unutmuyorum orada mesela şeyi gördüm. Şimdi oyun 8.30’daydı, ben gideyim gezeyim diye 4.30’da gittim. Ya size anlatamam orada oyundan önce bir etkinlik top çeviren, kahvesini içen, kitabını okuyor adamlar orada bir eğleniyorlar zaten. Sonra oyun başlıyor. Çıkınca da beraber Westminster Bridge’den yürüye yürüye gidiyorlar. O onlar için bir etkinlik mesela ve BBC bank yaptırmış oraya diyor ki “Burada da biraz yalnızlığınızı yaşayın.” yazıyor bankın üstünde. Sosyal yaşam, tiyatro da öyle. Sağ olsun Oyun Atölyesi bu konuda biz çok mutluyuz yani. Antre kafesi yenilendi. Ben zaten çok eskiden beri, sadece ben değil bütün oyuncular gidiyorduk. Tiyatronun amacı da biraz o hem eğleneceksin, çorbanı içeceksin. Hayatında güzelleşmesi lazım. Zor ama mücadele edip o kitabı okuyacaksın, o köpeği seveceksin.

Bir de günümüzde “Vaktim Yok” var herkes her şeye hemen vaktim yok diyor.

Ben bunu hiç anlamıyorum mesela. Ya benim çok vaktim var, ya ben uyduruyorum, Tamam yoğun dönemleri olur insanın ona bir şey demiyorum ama e hiçbir şeye vaktim yok e ne yapıyorsun peki? Kim izliyor, kim bakıyor bu 5000 beğeniyi kim yapıyor? Ama öyle düşünüyorsun işte, ona inanıyorsun herhalde.

 

Ama o yine sizin dediğiniz şeye bağlanıyor, yalnız kalmayayım, sürekli buradan çıkıp şuraya gideyim falan. Yine ona bağlanıyor. Kafasında aslında bir yoğunluk yaratıyor.

Yes, bravo! Kafasında bir şey var onun. Kolay bir şey değil insan olmak kabul ediyorum yani ama doğru söylüyorsun bak önemli o kafasında zaten. Muhtemelen o yaşamın böyle bir boşluğu ile yüz yüze gelince aaa oluyorsun ya sanırım biraz onu dememek için. Oyuncuların çok oluyor boş zamanı sanılanın aksine o da başka bir ucu işin. O boşluğu iyi değerlendirmen lazım. O da çok zor. O zaman da kendinde çok büyük bir beklenti yaratıyorsun. Her anını da muhteşem bir şeyle dolduramazsın. Mümkün değil. Beynin gücü belli, bedenen gücün belli 24 saat üretemezsin. Kubrick mesela kaç filmi var? 8 diye biliyorum. Dünyanın en iyi yönetmenlerinden birinin bütün ömrü boyunca 8 filmi var, belki daha az bile olabilir. Ben onu hep diyorum bak oyunculuk yapmak değil asıl zor olan, yapmadığın zamanlar. Yaparken bir şekilde belli başlı bir donanımın ve doğan uygunsa bu işi yapıyorsun, yapmadığın zaman ne yaptığın belirliyor seni. Sahnedeyken sahnedesin, setteyken settesin sıkıntı yok. Zaten akıştasın. O olmayınca ne yapacaksın işte. O yüzden çevren çok önem kazanıyor. O yüzden okudukların, yazdıkların, yediğin yemek, içtiğin su o yüzden çok önem kazanıyor.

 

Sevgiyle Kalın.

Mine K.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Korunan İçerik!