tds_thumb_td_300x0
La Casa De Papel 3.Sezon 8.Bölüm İnceleme: Sapma

Yeni sezonunu büyük bir heyecanla beklediğimiz La Casa De Papel’in son bölüm yorumuna gelmiş bulunmaktayız.

Geçen bölüm oldukça heyecanlı bir yerde bitmişti. Rio ve Tokyo’nun ayrılışı, Lizbon’un tehlike altında olması… Lizbon’un öncesinde Profesörle büyük bir kavga etmiş olması da, duruma pek katkı sağlamadı tabi.

Berlin’in Tatiana’ya olan aşkına inanmayan ve sevdiği kişiyi bu işe bulaştırmanın yanlış olduğunu düşünen Profesör, kendi tuzağının içine düştü diyebiliriz. Artık Berlin’i anlıyordu fakat Berlin’in yaptığı gibi, kendisinin de gruba ihanet ettiğini düşünüyordu. Ne zaman ki Lizbon tehlike altına girdi, ne zaman ki yakalanmanın eşiğine geldi, işte o zaman kendinin ve yaptıklarının farkına vardı.

‘Beni affet çünkü, önceki tartışmamızda konuşan aslında, hayattan zevk almayı bilmeyen Profesör’dü. Ama Sergio, yani ben, Raquel örümü seninle geçirmek istiyorum.’

Oldukça duygusal bir sahneydi çünkü bu sefer izlediğimiz Profesör değil, Sergio’nun ta kendisiydi. Üstelik geçmişten gördüğümüz sahnelerde, onların ne kadar mutlu ve uyumlu bir çift olduklarını gördük. İkinci sezon sonunda en merak ettiğim şey, onların arasındaki ilişkinin nasıl devam ettiğiydi.

Fakat Lizbon yakalandı. Çiftçi aileye de bir o kadar kızgınım. Ele vereceksen ver, vermeyeceksen sakla gitsin. Ne iki arada bir derede kaldın arkadaş! söz konusu para olunca, ahlaki değerler yeniden sorgulanmıyor tabi ki…

Lizbon yakalandığında bir an cidden öldü sandım. Dünyam başıma yıkıldı. Profesör her şeyi tehlikeye atıp, Raquel’e doğru koşması ve silah sesini duyduğu an yere yıkılması hala gözlerimin önünde… Keşke ‘hayır ölmedi, kendine gel! ‘ diye teselli edebilseydim. Fakat Profesör, acısını yaşamayı erteleyip Palermo’ya ‘vur!’ emri verdi. Artık alınacak iki intikamı vardı.

Ve itiraf etmeliyim dedektif, bu çok güzel bir plandı.

Koskoca dizinin bir sezonunda da Tokyo delirmeyiversin. Ayrılır ayrılmaz kendine, Rio’ya ve etrafındaki kişilere acı çektirmek isteyen Tokyo, iyice saçmaladı ve asansörde Denver’e sataştı. Kime kızayım bilemedim? Onu kurtarmak için bir soygun planlayan birinden o soygunun ortasında ayrılan Rio’ya mı? Yoksa yine bir soygunun ortasındayken herkesin canını tehlikeye atan Tokyo’ya mı? Hangisine?

Denver doğru söyledi. Rio sanki Tokyo’yu tanımıyormuş gibi davrandı. Ne olurdu soygundan sonra ayrılsaydı?

Nairobi’nin olayı ise apayrı şaşırtıcı… Ben çocuğunun öldüğünü sanmıştım. Meğer sosyal hizmetler almış. Tabi ki geçmişteyaptıklarının farkında ve pişman. Fakat son pişmanlığın fayda etmediği gibi Nairobi canından oluyordu. Oluyordu diyorum çünkü öleceğini düşünmüyorum. Bence öldürmek isteselerdi bu sezon bunu daha süslü bir şekilde yaparlardı.

Çete de Profesörde hem duygusal anlamda hem de gerçek anlamda sıkışmış bulunmaktalar. Etrafları sarılı ve çıkmak için vakitleri artık azaldı.

İsyanın boyutu artık savaşa dönüştü. Çete hiç istemediği fakat yapmak zorunda oldukları şeyi yaptı. Rio’nun yakalanmamak için yapmadığı şeyi, şimdi bir saniye bile tereddüt etmeden yaptılar.

Polis de çete de artık daha sert oynuyor.

Dördüncü sezonun bu sezondan çok daha heyecan verici olmasını umuyorum. Fakat üzülmeyin, çıkmadık candan ümit kesilmez derler. Benim de ümidim tam! Yeni sezonda görüşmek üzere…

‘Maria, mi vida mi amor…’ Adios!

 

 

La Casa De Papel 3.Sezon 7.Bölüm İnceleme: Kısa Bir Tatil

Geçen bölümü büyük bir korkuyla izlemiştim. Her an Rio’ya bir şey olacak endişesi taşıyordum. Çok şükür ki bir şey olmadı. Olmadı fakat benim endişem sona ermiş değil. Çünkü bu sezon onu kaybetmediysek, başka birini kaybedeceğiz demektir. Ve evet, ben bu konularda oldukça kötümserimdir.

Profesör’ün planı işe yaradı (Her zaman ki gibi). İşe yaradı yaramasına fakat Rio ile birlikte bir de davetsiz misafirimiz geldi. Gözümüz yollarda kalmıştı Arturo, bir sen eksiktin!

Stockholm (Monica) ile olan konuşması gerekli idi tabi, dizinin gidişatı için… Fakat üstünü kontrol etme ve tulumunu giydirme görevini Monica’nın mı yapması gerekiyordu? En başından Helsinki halledemez miydi?

Ayrıca yine Arturo’nun tuzağına düşüp, çocuğu göstermeye falan kalkmaz İnşallah Stockholm… ‘3 dk için beni yargılama’ demişti Arturo. Eğer soygun olmasaydı, o üç dakikayla sınırlı kalmayacaktı. Bunu da gayet iyi  biliyoruz.

Rio içeriye bir ses kayıt cihazıyla girdi. Başta bunu tahmin edememiş gibi gösterseler de kendilerini, Profesör bu konuyu atlamamış elbette. Ve her zamanki gibi ekibe cerrahi müdahale için eğitim vermiş. Rio’ya ayrıntılı bir şekilde soru sorunca, ses kayıt cihazından haberleri olduğunu anladım. Fakat dedektifler bunu düşünmüş olmalı. Sonuçta karşılarındaki Profesör ve onlardan her zaman bir adım önde, bunun farkındalar. Madem öyle, ses kayıt cihazını fark edeceklerini biliyor olman lazım. Bu kadar mantıklı planlar yaparken, bu mantıksızlığa da düşmemek lazım yani…

Rio neler yaşadığını anlattıkça, çetemiz gibi ben de kendimi çok kötü hissettim. Polislerden bazıları da öyle hissetti. Hatta Albay, yapılmasına göz yumduğu şeyleri dinleyince arkasını dönmeyi tercih etti. Fakat dedektifin kılı kımıldamadı. Bir insan, vakalarına karşı soğukluk geliştirebilir. Ama bu… Bir insanın canını yakıyorsun ve hiçbir şey hissetmiyorsun. Bunun için insanın kalbinin buz gibi olması lazım. Ve evet, karşımızda buzların kraliçesi bulunuyor.

Her şeye rağmen işler polislerin lehine doğru ilerliyor. Profesör ve Raquel maalesef polislerin ağına düşmüş bulunmakta… Açıkçası, bana kalırsa da Profesör bu işte tek başına çalışmalıydı. Bu Raquel’in işe yaramazlığından kaynaklı söylediğim bir şey değil, tabi ki de katkısı var. Fakat bir kişi her zaman daha az risk alır. İkinci bir kişi olduğunda ve işler kötüye gittiğinde, devreye doğaçlama girer. Ve bu durumda da tam olarak böyle oldu. Raquel ağaca tırmanamadı ve bir samanlığa sığındı. Büyük ihtimal ona aşık olan polisin gelip, onu bulacağı ve onu ihbar etmeyeceği bir sahne yaşanacak. Neler olacak bilemeyiz tabi… Sonuçta, o köprünün altından çok sular aktı.

Çiftlerin arasındaki gerginlik devam ederken, Rio ve Tokyo cephesinde de işlerin çok iyi gittiği söylenemez. Rio’dan inanılmaz bir çıkış geldi. Tokyo ile beraberliğine son noktayı koydu. Burada durup Rio’yu ayakta alkışlamak istiyorum. Evet, ikisinin arasında bir çekim olduğu doğru. Fakat Tokyo, Rio’yu bırakıp gidebiliyorsa, Rio neden Tokyo’yu bırakamasın? İlk iki sezondur Tokyo’nun çekimi altında olan Rio, başına gelen bu olaylardan ders çıkarmış ve kendi ile ilgili farkındalık kazanmış. Bunun için onu kim suçlayabilir?

Soygundan önce herkesin arası çok iyiydi. Denver ve Stockholm mutluydu. Ne kadar istedikleri gibi bir ilişkileri olmasa da Helsinki ve Nairobi’de öyle… Rio ve Tokyo da mutluydu. Profesör ve Lizbon da… Fakat insan ilişkileri karmaşıktır. Aşk ise daha da karmaşık. Üstelik bir soygunun ortasındaysanız… Daha da karmaşık!

La Casa De Papel 3.Sezon 6.Bölüm İnceleme: Her Şey Önemsiz Göründü

Bölümü öyle bir duygu durumla izledim ki… Bütün nefes alışverişlerimi duyabiliyor, kalbimin atışını hissedebiliyordum.

Öncelikle geçmişi gösterdikleri sahnede, olaya Berlin’in aşkı Tatiana’nın katılmasıyla, ilerde çıkacak yeni sorunumuz da belli olmuş oldu. Tabi Berlin’e göre bu plana Tatiana da dahildi. Fakat ilk iki sezondan da hatırlayacağınız üzere Berlin’in şansı, bu aşktan yana da yaver gitmemişti. Sonrasında darphane planı gerçekleşti, derken Berlin hayatını kaybetti ve günümüz… Ahh Berlin, Profesör’ü dinlemeliydin..

Ekip için ise işler kızışmaya başladı. Açıkçası bu yeni dedektif, olaylara diğerlerinden farklı bir açıdan bakıyor ve kozlarını daha sert bir şekilde oynuyor. Bu da ekibin başına bela açıyor tabi… Öncelikle, devlet sırlarını kendileri oluşturmuş olmaları ve böylelikle karşı tarafın kozunun kendi lehlerine kullanmaları, çok mantıklı bir hareketti. Kozları ellerine aldıktan sonra planlanan uyutucu gazın dahil olduğu saldırı planı da, yapılabilecek en mantıklı hareketlerden bir tanesiydi.

Fakat unutmayalım ki karşılarındaki bizim çete! Tabi ki Profesör, Marsilya sayesinde aldığı bu haberi çeteye hemen iletti ve on dakika içerisinde gerçekleşen plan, onları alt etmelerini sağladı. Polisleri tam olarak istedikleri noktaya ittiler ve karşılığında bir video hazırladılar. Bu video doğru bir karar mı bilmiyorum fakat Rio’yu geri alabilmek için ellerindeki tek çareydi. Ve onların başka bir çaresi kalmamıştı.

Rio’nun ise giyinip, hazırlandığı sahneden beri nefesimi tutuyorum. Her an ölebilir korkusuyla izledim sahneyi… Özellikle en sevindiği anda, insanları selamlarken, Tokyo yukarıdan bakarken, her an bir kurşun gelecek diye nefes almadan bekledim. Bölüm sonunda hiçbir şey olmadı, evet. Bu yazıyı yazarken de diğer bölüm ‘beni izle’ diye gözlerimin içine bakıyor, doğrudur. Ve umarım ben yanılırım. Umarım Rio ölmemiştir. Lütfen, bu sezon kan kaybetmeyelim. Ve lütfen Tokyo delirmesin. Çünkü o delirdiği an, diğerlerinin de sağ çıkma olasılığı azalacak.

Profesörün takip edilmesi ve tam kaçacakları sırada çamura batmaları ise, tam da onların durumunu anlatan bir olaydı. Fakat onlar, halkın yanında olduklarını gösterdiler ve halk, onları kabullenmeye başladı. O köydeki insanların davranışı, bunun en büyük örneğiydi. Çete, o insanlar sayesinde kurtuldu. Pazarlık anlaşması, o insanlar sayesinde yapıldı desek, yeridir.

Büyük gün yaklaşırken, her zaman olduğu gibi masanın etrafında toplanıp yemek yedikleri sırada, Tokyo’nun suçluluk duygusu, o anın mutluluğunu bastırdı. Cinniati’ye baktığında yetim bir çocuk görüyordu. Çünkü annesi ve babasının onun yüzünden bir intihar görevine çıkacağını düşünüyordu. Nairobi ise gelip bu anı durdurdu ve onun suçu olmadığını söyledi. Nairobi’ye göre öncelikli hata Profesör’deydi. Tokyo’nun ıssız bir adada yaşayamayacağını biliyor olması lazımdı. (Evet, hak verilebilir). İkinci hata Rio’daydı. O telefonları almamalıydı. Evet, bu da doğru. Fakat Tokyo’nun hatası yok muydu? Arama yok denildi, ikimizi de tehlikeye atarsın diyebilirdi. Ama Tokyo, hem hayatını yaşamak hem de Rio ile olmak istedi. Üzgünüm tokyo, bu da bedeli…

Her şey bir yana, bu görevi kimse Tokyo için kabul etmedi. Ortada verilecek bir savaş vardı. Çıkarılacak isyanlar, alınacak intikamlar… Ve bütün bunlar kaçarak olmazdı. Onlar da devam etmeyi seçtiler.

Evet, oradan çıkmak için şansları %50’den az… Fakat çete, bunu çoktan göze aldı bile.

Hazırda bekleyin, son iki bölüm, yer yerinden oynayacak!

La Casa De Papel 3.Sezon 5.Bölüm İnceleme: Kırmızı Kutular

Sanırım bu bölüm için, 3. sezondan şu ana kadar izlediğim bölümler arasında, en etkilendiğim bölüm oldu diyebilirim. Yaşanan katarsisler kendini oldukça hissettirdi. Etrafta duygular pır pır ediyordu desek yeri…

Öncelikle, açılması planlanan kasanın patlatılmasının ardından, yaşanan mutluluğu gördük. Çete şimdilik bir zafer kazanmıştı. Albay’ın kırmızı kutuları gördüğü an tansiyonu düşmesi ise o kutuların ne kadar değerli olduğunu gösteriyordu. Meğer içinde devlet sırrı varmış. Takdire şayan tabi… Oradan güvenli neresi olabilirdi ki? Fakat çetemizin erişemeyeceği hiçbir yer yok!

Her zamanki gibi bir yemek masasının etrafında toplanmış sohbet ederlerken, Palermo yine cinsiyetçi kimliğini kullanıp kızları masadan kaçırdı. O konuştukça, onun hakkında yeni teoriler üretmeye başladım. Açıkçası onu Berlinle yan yana gördüğüm ilk an, aklımdan geçen düşünce, Nairobi’nin çıkışıyla doğrulanmış oldu. Palermo gerçekten Berlin’e aşıkmış (kimse seni suçlayamaz Palermo) fakat aşkına hiçbir zaman karşılık bulamamış. Daha doğrusu söylemeye cesaret edememiş. İtiraf etmeliyim ki, Nairobi çok iyi bir yerden yakaladı.

Nairobi’nin ise Helsinki’ye olan aşkını tahmin etmemiştim açıkçası. Onlar gözümde daha çok… Yakın arkadaş gibiydi. Evet, ilk bölümde aklımdan geçmedi değil, geçti. Fakat ‘yok canım, hiç öyle davranmıyorlar’ diye düşünerek bu fikrimden vazgeçmiştim. Bu sefer de Palermo güzel yerden yakaladı.

O sahnede, gözlerim fal taşı gibi açılmış olanları izlerken çok büyük mutluluk duydum. Çünkü bu dizinin en sevdiğim yanı, insan ilişkilerindeki o karmaşıklığın seyirciye geçiyor olmasıydı. İç çatışmaları, doğaçlamaları… Bir insanın zor durumda kaldığında, hangi gizli silahını kullanacağını bilemezsiniz ve dizide bunu net olarak görebilme imkanınız var. Bunu gerçekten yansıtabilen nadir dizilerden…

Aynı şey Profesör ve Raquel arasında da geçti bu bölüm. ‘Sana saldırdı, çünkü zayıf olan sensin.’ dedi Profesör. Bunu söylememek için çok çabaladı fakat ağzından çıkmıştı bir kere. (Yandın Profesör ben söyleyeyim) Ve açıkçası… Ben burada Profesör’e hak veriyorum. ‘Aradın ve kontrolünü kaybettin.’ dese de Raquel, Profesör’ün tarzı bu. Hep buydu. Ve böyle kazandı. Belki de Profesör bu soygunda yine tek başına olmalıydı.

Yeni gelen dedektif ise çok iyi… Yani evet gıcık birisi… Ama çok iyi. Biraz göz korkutuyor tabi, ekibin başına bela olacak gibi de duruyor. Tokyo’nun sürekli arka plandan ‘Her şeyin bir bedeli vardır’ lügatı da maalesef bu konuda pek yardımcı olmuyor. Bu sezon sevdiğim birini kaybetmekten korkuyorum. Geçen sezon Berlin’i feda ettim. Artık buna gücüm yok…

Fakat ben bu işin sonu nereye varacak göremiyorum. Altınları inci boyutuna getirmelerindeki amacın ardını göremiyorum. Bir şeyin içine saklayıp yine aikido tekniğiyle mi çıkartacaklar? Halka mı dağıtılacak? Bölüm sonunda yine de o belgeler tüm halka yayınlanacak mı? Oradan nasıl çıkacaklar? Net bir şey kafamda belirmiyor ve sanırım bu güzel bir şey. Tahmin edebilseydik, ne anlamı kalırdı ki? Hem, La Casa De Papel’i La Casa  De Papel yapan şey bu.

Geçmişi gösterdikleri sahnede ise Moskow ve Berlin’in tartışması neydi peki? Evet, Berlin’in takıntılarını biliyoruz, ona bir şey demiyorum fakat ne gerek vardı böyle bir şeye? Başka bir muhabbet mi yoktu? O muhabbetten birlik ve beraberliğe ise nasıl gelindi ben hiç anlamadım. Daha farklı bir konuşma, tartışma olabilirdi. Berlin zaten kaos aşığı… Bu kadar zor olmamalı…

Bölüm, inanılmaz bir şekilde bitti, bunu söyleyebiliriz. Sonraki bölümde olacaklar için şimdiden heyecanlıyım! İzleyip, göreceğiz bakalım.

La Casa De Papel 3.Sezon 4.Bölüm İnceleme: Güm, Güm, Güle Güle!

Beklediğimiz üzere bu bölümde işler kızışmaya başladı. Görevin başında olan Albay’ın protokollere uymaması sonucu, Profesör ve Raquel kör ve sağır kaldı. Ki bu içinde bulundukları durum için çok kötü bir şey. Fakat bütün bölüm boyunca aklıma bir şey takıldı. Profesör bunu düşünememiş miydi?

Evet, bu plan Berlin’indi. Ve Profesör’ün bu plan hakkında detaylıca düşünmeye fırsatı olmamıştı. Bu açıdan baktığınızda iyi düşünülmemiş fakat dünya çapında ses getirecek bu soygunu yapmak iyi bir fikir değildi. Soygunu tam olarak hazırlamak Profesör’ün 4 ayını alacaktı. Fakat Rio’nun o kadar vakti var mıydı?

Bu tabi ki de Profesörün gözünü korkuttu. Planın temeli hazırdı. Bu altı hafta herkesin çalışması ve planı ayrıntılarıyla irdelemek için oldukça kısa bir süre zarfıydı. Fakat, bence Profesör şunun farkına varmalıydı. Dediğim gibi dünya çapında ses getirecek bir soyguncu çetesini yakalamak için, gerekirse protokolleri uygulamazlardı. Bunun olmama olasılığını nasıl olur da düşünemezler?

Bu olasılığı düşünemeyen Profesör tam olarak geçtiğimiz iki sezonda yaptığı hamleyi yaptı ve bir arama gerçekleştirdi. Fakat eğer önceki soygundan daha iyi bir soygun planlıyorsan, önceki taktikleri uygulamaktansa, yeni taktiklerde geliştirmelisin.  Hadi ama Profesör! Bu dört ayını almamalıydı. N’olur şaşırt beni…

Bütün bunların bizi yanıltmak amacıyla yapıldığını umuyorum ve ekibin geri kalanına geçiyorum.

Bildiğiniz üzere ekibe üç yeni isim katıldı. Bunlardan birisi Berlin’in yakın arkadaşı Palermo, çetenin başında duran isim. İkincisi Bogota, en iyi kaynakçımız. Üçüncüsü ise varlığını unuttuğumuz, sesini ilk kez duyduğumuz Marsilya. Profesör bu sefer eli farklı bir şekilde oynuyor. Marsilya, dışarda dikkatleri üstüne çeken isim olarak görev alacak. Bu bölümdeki tek görevi, sürekli hareket halinde olup, polislerin dikkati kendine yöneltmekti. Umarım tek görevi bu olmaz. Sonuçta farklı bir karaktere benziyor. Neden izlemeyelim?

Denver ise bu sezon baba olmasından kaynaklı değişimler göstermekte. Çünkü önceki soygunlarda kendisine bir şey olsaydı, bu sadece onu etkileyen bir şey olacaktı. Fakat şu an ona ihtiyaç duyan iki kişiye sahip. Eşi ve çocuğu… Baba olmanın ona kattığı şeylerle baş etmeye hazır değil. Çünkü kendi babasını daha yeni kaybetti. Üstelik bir soygunda… Bu onda bir travma yarattı fakat o, bu üç yıllık arada hayatına yeni anlamlar kattı. Fakat aynı ortama geri dönmek, onun travmasını yeniden canlandırdı ve bu da onda travmanın yeniden canlanmasına neden oldu. Kendisini ise belirgin bir gerginlik ile gösterdi. Monica ile konuşmak bile onu sakinleştirmedi ve sinirini -şifreleri söylemeyen- başkandan çıkardı.

Bu çete soygunda kimseye zarar gelmeyecek dese de mutlaka birileri zarar görüyor. Geçen sezon çok daha fenalarını görmüştük, itiraf etmeliyim. Sezonun 8 bölümden oluşması -bu açıdan- iyi olmadı değil…

Bu arada geçen bölüm takıldığım nokta olan Tokyo’nun Palermo’nun gözünden camları cımbızla çıkarmak istediği kısım bu bölüm gerçekleşti. Gerçekten inanamıyorum. İnanamıyorum çünkü madem çıkartılacaktı bu cam, neden Tokyo’ya kırk tane laf söyleyip  sonra Helsinki’nin çıkartmasına izin verdin? Tokyo’ya camı çıkarttırmayıp, ‘ben işlerimi böyle de hallederim’ cesaretini izlememiz için miydi her şey?

Bu sezon başına bir iş gelmesinden korkuğum isim Denver. Arturo sağ olsun polislere Denver’in çetenin başı olduğunu söyledi. Gerçi o nerden bilsin Palermo’yu… Fakat kişi sayılarına göre tahmin edebilmeleri lazımdı. Çocuğun başı yanacak.

Bu sezon diziden buram buram feminen kokular alıyorum. Erkeklerin söylemlerine karşı onlara iyi bir ders veren Nairobi ve Tokyo’ya ise buradan selam olsun! Hadlerini bildirin kızlar!

Bölümün sonunda kapıların açılmasına 50 saniyeden az kalmıştı. Siper alın. Savaşma vakti.

error: Korunan İçerik!