tds_thumb_td_300x0
Sen Anlat Karadeniz Sezon Finali: Kurban Olduğumsun

“Nefes’im… Sen zaten benim gerçekten karımsın. Sen benim kurban olduğumsun…”

Sevdiği kadının içindeki tüm korkuları silmeye niyetliydi adam. Bedenindeki yansımalarına gücü yetmiyordu belki ama ruhundaki izleri bir bir silecekti. Dokunmaya kıyamadığının yaralarını öptü okşayarak. O yaralar açılmadan yetişemediği için içi yanarak. Onun gözünden akmasına engel olamadığı her bir damla göz yaşı için kendini suçlu sayarak. “Kokun aklımda kalsın istiyorum.” dedi kadın. Kokular unutulmuyordu. O zindandan kurtulunca denizin kokusuna sakladığı özgürlüğe kavuşmuştu. Şimdi de sevdiği adamın kokusunda saklamak istiyordu umudunu, kadınlığını, canına can katan sevdasını. İstiyordu ki genzine doldurduğu bu koku onu hayatta tutsun. Denizin öte kıyısındaki varlığı güç katsın varlığına

“Senin tüm kötü anılarını iyisiyle değiştireceğim.” demişti adam. Tutuyordu da sözünü. Yavaş yavaş, acıtmadan işliyordu ruhuna. “Artık zaman yok.” dedi kadın.“Gidiyorsun…” En kötü anısını iyisiyle değiştirmesini istedi adamdan. Hemen. Şuan. “Aldırma gözyaşlarıma. Sebebi sen değilsin.” Nasıl aldırmazdı adam? Parmaklarının ucundaki beden yüklendiği acının ağırlığında tir tir titrerken nasıl yapardı kendinden isteneni? “Kıyamam ki…” Ne kadar çok istese de o izlerin hepsini bir anda silmeye yetmiyordu gücü. Öpemediği dudaklardan alnına uzandı onun yerine ve bilmem kaçıncı kere yazdı kaderini kaderine. Sımsıkı sardı onu tüm soğuklardan korumak adına. Sımsıkı sardı kollarıyla. İstedi ki o titreme geçsin, istedi ki onun hissettiği aidiyeti o da hissetsin. Sevdasını kanıtlamaya, onun nefsi için kendini kanatmaya ihtiyacı olmadığını bilsin. Yavaşça yatağa yatırdı onu, uzandı yanına. “Şu güzel başını benim koluma koy yeter.”

“Ya unutursan beni, ya gelmezsen?..”

“Ya unutursan beni, ya gelmezsen?” derken en büyük korkusunu dile getiriyordu kadın. Sesi titriyordu ama sormasa ölürdü. “Tüm hayatım olmuşken ya kaybedersem seni? İmkansız olmadığımıza inanmışken tam da… Ya yokluğunla bitersem oğlum için yaşamaya mecburken?” İçi titreyerek baktı adam. Mümkün müydü sanki bu dedikleri? “Ya ölürsen diyorsun yani?..” Gülümsedi kadın. “Bundan sonra ölümden başka hiçbir güç yetmez beni sizden ayrı tutmaya.” Biliyordu kadın. En çok korktuğu anda bile içten içe emindi alacağı cevaptan. Sevdiğinin gözlerinde son gecelerinde huzura kitledi gözlerini olabileceği en güvenli yerde. Tek memleketinde…❤

Sonsuz karanlığa gömüldü umut…

“Eyşan Sayar… O çok korktuğun karanlıkta yapayalnız kıyıya vurdun ha?”

Böyle bitti o dirayetli kadının hikâyesi. İyileşmiş Eyşan olarak değil hayata yenilmiş bir kız çocuğu olarak etti vedasını. Gücü yetmedi daha fazla kanatılmaya. Kanatıldığı ölçüde kanatmaya başlamıştı çünkü. İnsanlığın öldüğü anların kurbanı olarak sığındı Karadeniz’e. Dalgalar tarafından sarmalandığında belki biraz olsun hafiflemiştir yüreği. Bulutların üzerine uçmuş ruhu karanlıktan korkmuyordur artık. Kıyıya vurmuş bedeni bir kafesten başka neydi ki onun için?

Eyşan karakteri için umut dolu hayallerimiz vardı. Onun Vedat’tan kurtulup Nefes’e destek olacağı zamanı bekliyorduk. Nefes’in hâlinden en iyi o anlayacaktı. Çok kötülük yapmıştı, yapma şansı varken yapmadıkları yaptıklarından da ağırdı ama yine de affedilmeyi hak ediyordu. Gerçek sevgiyi tatmayı, içindeki küçük kız çocuğunu yaşamayı hak ediyordu. Devremle shiplemiştim ama Mithat Komiser’le de olurdu. Yeter ki mutlu olsundu :’)

Gözde Kansu’nun diziden ayrılışıyla ona veda etmek zorunda kaldık. Yerine başka bir oyuncu alınmadığı için memnunum çünkü kimse onun gibi Eyşan olamazdı. Dışarıdan kaya gibi sağlam, içeriden bir karanfil kadar narin bu kadına hayat verdiğin için teşekkürler Gözde Kansu ?

“Geç bulmasun Mustafa’m. Dayanamam…”

Vedat’ın komplosuna kurban gitti Mustafa. Kendi canını unutmuş, ailesinin derdine düşmüştü yine. Asiyesi’nin de ondan farkı yoktu ki? Kendi canı kavrulurken Nefes’in derdindeydi. Paşası öğrenirse canının yarısından vazgeçer, ailesini bırakmazdı biliyordu. Yüreği iki parçaya bölünür, ikisi de ayrı ayrı yanardı. Oysa onun güçlü durup karısıyla evladına sahip çıkması gerekiyordu. Bu sebepten durumu Tahir’e söylememesi için tutamayacağı bir yemin verdirdi eltisine. Vicdanını rahatlattı ama sevdiği yanına gelene kadar haram ona huzur. Onun gözü önünde bi lema ağlayıp güç topladı “Her nasip vaktine esirmiş.” diyebilmek için. Asiye Reis’in göz yaşına ihtiyaç duymadan yüreğimize işlemesini sağlayan Öykü Gürman’a can-ı gönülden sevgilerimi gönderiyorum.

“Ya sen geldiğinde ben çok büyürsem?”

“Ya Mustafa amcayı kurtaramazsan? Ya bir daha gelmezsen? Ya sen geldiğinde ben çok büyürsem? Ya sen beni bir daha tanımazsan?”

Korkuyordu Yiğit. Tıpkı annesi gibi. Hayatın ondan esirgediği “baba” kavramının yerini Tahir abisiyle doldurmuştu. En korktuğu anlarda bile “Tahir abim beni bırakmaz ki ya.” diye yine koşup sığındığı bu sıcacık kucağı kaybedecekti. “Bekle.” diyorlardı, “Kavuşacağız.” diyorlardı; o bu yaşına kadar yeterince beklememiş miydi zaten? Annesini korumaya kendi gücü yetmiyordu işte, öyleyse şimdi neden gidiyordu Tahir abisi? Artık aya bakıp varlığını hissetmeye çalışmak değil normal bir aile olmak istiyordu. Okuldaki arkadaşlarınınki gibi… Sabah evden beraber çıkılıp beraber dönülen, geceleri annesinin iyi geceler öpücüğüyle uykuya dalıp haftasonları. Tahir abisiyle balığa çıkılan bir aile… Çok mu zordu?

“Ben seni bu cennet kokundan tanırım ki ya, ben seni tanırım ki Yiğidim.”

O bagajın kapağını açtığı an baba olmuştu Tahir. O kokuyu içine çektiği ilk anda ezberlemişti, bağımlısı olmuştu. Ondan vazgeçmesi hele o kokuyu unutması nasıl mümkün olabilirdi ki? Kendinden kaçan o minik bedene sımsıkı sarıldı Tahir. Oğulların bazen içi küsse bile babalar oğullarına küsemezdi ki…

“Tabii ki çocuklarımız.”

Son sahne hakkında hâlâ konuşmak istemiyor canım. Ne yapsam da tam olarak dinmiyor fırtınam. Ama el mâhkum, atlayamıyoruz. Biraz konuşalım bakalım:

Tahir bu sefer Devrem’le gönderecekti Nefes’le Yiğit’i. Canının yongasını ancak can dostuna emanet edebilirdi bundan sonra. Onlar oraya alışana kadar yanlarında durma sözü verdirdi ona. (Şurada az araya girmeden duramayacağım. Bu kadar izni bir yurdum polisi olarak nerden buldun aga? Bizimkiler bulamıyor da.)

Neyse işte Devremle muhabbeti bitince ailesiyle son saatini geçirmeye gitti Tahir. Üç yüreği tek göğse sığdırdı. O bu planları yaparken Vedat da boş durmuyordu elbette. Kaçma-kovalama macerasının nihayetinde Ceylan’la beraber sızmıştı gemiye. Psikopatça bir planla Devremi bayıltmış, küçücük çocuğa gemiye benzin döktürtmüş, elinde çakmakla dikilmişti karşılarına. Olabilecek en kötü şekilde Ceylan gerçeğini açıkladı Nefes’e. Biraz ağlayıp hızlı bir şekilde kabullendiler bu gerçeği. Sonra çocukların gitmesini istedi Vedat. Onlar gidince Nefes’e Tahir’in elini ayağını bağlattı, Tahir atlama işini Nefes’e bırakmayarak kendi atladı ve fonda Nefes’in çığlığı, Vedat’ın zafer cümleleri… Ekranda beliren son yazısı… Total izleyici merakta, e hazır mahkeme sahnesi de var ikinci sezonun ilk bölümü net izlenecek. Bu amaca ulaşıldı, tamam. Peki ya bu hikâyeyi umut vaadleri için izleyen kitle ne olacak? Bu işi sahiplenen, her detayı gören, sahneleri analiz eden sorgulayan kitle ne olacak? Bu tek derdi merakta bırakmak olan sezon finali anlayışından ne zaman kurtulacağız?

Ki sorgulayan kitle olarak biz çok da merakta kalmadık. Ne olacağını aşağı yukarı biliyoruz. Birkaç tanesini sıralayacak olursak:

*Tahir Yiğit’i göndermeden önce kulağına bir şeyler fısıldadı. Muhtemelen telsizle sahil güvenliğe ulaşmasını söyledi. Çünkü Tahir zamanında Yiğit’e telsiz kullanmasını öğretmişti. Onlar Vedat’la uğraşırken Yiğit içeride yardım çağırdı.

*Nefes’le Tahir’in aşırı rahat tavırları dikkati çekti. Muhtemelen olayların bu şekilde gelişeceğinden haberdarlardı ve zaman kazanmaya çalışıyorlardı.

*Nefes Tahir’e daha önceden Mustafa’nın yaptığı konuşmayı yaptı. Haklıydı ama yanlış zamandı. “Senden eş olmaz.” ifadesi bendeniz dahil hepimizi ilk başta çıldırttı ama düşündüğümüzde olayların çözülüşünde en büyük ipucu o cümle ve buna beklediğimiz tepkiyi vermeyen Tahir’di. Nefes daha bir gün öncesinde “Kokun aklımda kalsın istiyorum.” dediği, canının ortağı saydığı adamı ölüme gönderirken nasıl kıyıp da kurabilir o cümleyi? Tabii gerçekten ölüme gönderiyorsa…

*Tahir’in 14. bölümde Nefes’e Yiğit’in yokluğunda günleri kazıması için verdiği çakıyı hatırlayın. Ve son sahnede Tahir’in önce açık sonra sımsıkı yumruk yapılmış elini hatırlayın. Sonra da Nefes’in Tahir’i itmek üzere elini uzattığında o yumruğu okşarcasına nasıl rüzgarında gezindiğini… Büyük ihtimalle Nefes bu sefer Tahir’in hasretini kazımak üzere yanına aldığı çakıyı gizlice ona verdi. Onu verirken Vedat’ın dikkatinin oraya yönelmesini engellemek için de onun hoşuna gidecek terk etme cümlelerini kurdu. Elini ayağını ne kadar gevşek bağladığı bariz zaten. Şehir içinde bomba patlatarak(!) askeri geçmişini ortaya koyan Tahir’in oradan kurtulacağına şüphe yok.

Devrem de çok geçmez uyanır zaten. Herkes kurtulur. Sonrası canımızın sağlığı… Peki bi sorun bakalım bunca gereksiz ekşın mı bizi delirten şey? Hayır. Birkaç bölümdür bu akışa alıştık zaten. Çok memnun olmasak da idare ediyoruz.

Ceylan’ı bile kendini zorlayarak kabullenmeye çalışan bendenizin kabullenemediği kısım bir umut hikâyesi olacağını vaat eden hikayenin sezona böyle veda etmesi. Kötülerin kazanmış gösterilmesi… Saniye’nin yaptıklarının yanına kalması… İşlenecek onca hikâye varken devamlı yeni bir şeyler çıkartılarak asıl temanın zayıflatılması…

Eğer siz bir umut hikâyesi olarak yola çıktıysanız sezonu böyle bitiremezsiniz. E ama zaten hiçbir şey bitmiş değil, e ama heyecan, e ama total diye başlayanlar olacak. Çok rica ediyorum başlamasınlar. Yaşanılan bunca saçma olaya rağmen hâlâ diziyi bırakmamış kitle hak ettiği sezon finalinden sonra gayet de güzel açar izlerdi ikinci sezonu. Burada isim vermek istemiyorum ama bunun örneklerini yakın zamanda gördük. Heyecan yaratmanın farklı yolları da var. Şuan izlemeyi bırakacağını söyleyen bir kesim var. Onların içinde miyim? Tabii ki de hayır. Ortada çok ciddi bir emek ve çok güzel bir ekip olduğunun farkındayım. Ortilere de güvenerek izlemeye devam edeceğim. Tabii her şeyin bambaşka olabileceğinin bilincinde olarak.

“Sakın pes etme güzel kız!”

“Sen pes edersen, ben pes edersem, biz pes edersek kazananlar hep zalimler olacak. Ama buna izin vermeyeceğiz. Belki zalimin sesi çok çıkar ama son sözü mazlum söyler. Er ya da geç…”

Yazıyı bu sahneyle bitirmek istedim çünkü benim hikâyeye yakıştırdığım sezon finali sahnesi burasıydı. Nefes’in Mercan’a ve diğer tüm mazlumlara yeniden umut olması… Güçlü duruşu… Nazar’ın pişmanlığı… Murat’la aralarında geçen diyalogsuz sahnedeki kırıklık… O mektubu Mercan’ın elinden almaya çalışmak yerine onunla beraber okuması ve anne demek istemediğim Türkan’a verdiği cevaplar gelecek sezonda onun da doğuş hikâyesini izleyeceğimizi gösteriyor. Şükür 🙂

Yeni sezon Mustafa’nın mahkeme tarihinin çarşambaya denk geldiğini göz önüne alırsak 5 Eylül’de başlayacak. Fırtınamızın dineceği, eksik kalmış yanlarımızın giderileceği, esas temaya geri döneceğimiz çok güzel bir sezon diliyorum.

Sağlık durumumdan ötürü bu yazıyı tamamlamak benim için kolay olmadı ama yazmasam eksik kalacaktım. Hatam varsa affola.

Koca sezon boyunca beni okuyan, destek olan, güzel yorumlarıyla kocaman kocaman gülümseten her cana bin minnet bin teşekkür. Kıymetlimsiniz?❤

Umut etmekten vazgeçmeyelim diye yazının sonuna Nazım’dan o güzel dizeleri bırakıyorum. Sevgiyle kalın ?

“Güzel günler göreceğiz.

Güneşli günler…”

Sen Anlat Karadeniz 19. Bölüm: Küçüğüm…

“Küçüğüm, daha çok küçüğüm…”*

Kaç yaşına gelirsek gelelim içimizin bi yanı her daim çocuk kalır. Onunla ağlar onunla güleriz aslında. Bizi insan kılan da o hiç büyümeyen yanımızdır, gelişen dünya şartlarının kabul etmeyeceği hataları yaptıran da…

Bu hikâye aynı zamanda bir çocuğun hikâyesi…. Şiddetin içinde yazılan bir masalın kahramanı olan çocuğun; genç kız olamadan kadın olan çocuğun; hayata kaç sıfır geriden başladığını sayamadığım çocuğun; damarındaki deliliğe inat huzura aşık çocuğun; delikanlı olacağı zamanlarda baba olmak zorunda kalan çocuğun; kendisini kâbustan kurtaran kahramanı bir başkasının kâbusu olan çocuğun; sevgi içinde büyüdüğü söylense de saygının zerresini tanımamış çocuğun ve daha nicelerinin hikâyesi… Elbet içlerinde kendi çocukluğumuzdan izler bulduğumuz vardır. Çocukluğunuza iyi bakmanız dileğiyle lafı daha fazla dolandırmadan sahnelere geçiyorum 🙂

“Benim adım Nefes…” :))

“Gözleri Konuşan Ceylan” ile “Gözlerini Pörtletince Çok Tatlı Olan Geyik”

Saniye Kadın gibi sade kendi çocuğuna değil, yüreğinin eriştiği tüm çocuklara anneydi Nefes. Bu yüzden kendi çocuğu olduğunu bilmediği hâlde Yiğit’ten ayırmadı Ceylan’ı. Tüm kalbini ve umudunu açtı ona da. Şefkatiyle öptü yaralarından, sımsıkı sarıp sarmaladı o küçücük bedeni. Nefes’ti onun adı. Yüreğinin değdiği tüm güzel yüreklere hayat üfleyebilecek kadar güçlü bir nefes…

Acayip güçlü takım acayip güzel bi aile olursa temalı ♥

*Allahım konuyu biliyorsun, çok çok amin*

Sabah uyandığında karşısındaki manzaraya inanamayan Nefes gibi izledim bizim üçlünün sahnelerini. Suratımda kocaman kocaman bir gülümseme ve dilimde “Yaaa ama ben sizi yerim kiiii.” nidalarıyla… Ne güzel oldular öyle. Yiğitcim senden “Sabahlar seninle olunca daha güzelmiş Tahir abi.” tarzı bir cümle bekliyordum. Hayal kırıklığına uğrattın beni annem, daha nice sabah var diyerek kendini affettirmeni bekliyorum. Ayrıca Demir dişi düşünce nasıl da bir şeker olmuş, ekrana dalıp mıncırasım geldi benim de. Ortiler sizden de bu dişle ilgili bir sahne bekliyorum. N’olur, n’olur, n’olur… Saniye’ye bile “babaanne” deyip sarılmış bu minnağın bi diş perisi masalı olmasın mı? :)(:

“Merhaba ben Nefes KALELİ, sen kimsin?”

“Ne sağa ne bağa kodik oni toprağa” :)(:

Kıskanan bi adet Nefes KALELİ, on bin yüz milyon kaplan gücündedir. Ya ahahah ne güldüm bu sahnede  😀 Çok rica edicem kıskanan hep Nefes olsun, Tahir kıskanınca sapıtıyor. Bu yürek bi dördüncü bölümü daha kaldırmaz. Ama kıskanıldığını anlayan Tahir sırıtmalarından alın 10 bölüm yazın, gıkım çıkmaz bak. Yazıya devam edemem diye buraya koymuyorum, gözünüzün önüne getirin yengem.

Nazar… Üzerimdeki tüm nazarlar sana değsin.

Vedat’ın kendini kurtarmak adına yaptığı saçma sapan evlilik teklifini kabul eden Nazar sinirlerimi hoplatıyor. Psikopat damat alıyor diye havalara uçan Türkan’dan bahsetmiyorum bile. Kapatır giderim buraları yeminlen. Nazar’a ikinci üçüncü beşinci hatta belki onuncu şansı verecek olmam sade Murat’tan. Çocuğum öyle güzel sevmiş ki kıyamıyorum. Abisi gibi konak ahalisine sevdasını haykıracak kadar çok sevmiş. Aslında haykırmak yanlış kelime oldu. Sevdalandığı kadın sevdasının onurunu kırmış, nasıl da çaresiz kılmış sesini. Nazar da boş değil, ondan sebep tüm salaklığına ve kalbindeki tüm kötülüğe rağmen kıyamadı ona, sakladı Vedat’tan. Ah bi aklı yerine gelse… Belki çoğu şey için geç olacak ama şöyle rahat bir nefes alacağız. Bu nikah gerçekleşir de olaylar biraz daha geçerse sinir katsayımı kaçla çarparız bilemiyorum.

Sevginin Gücü ♥

Nefes Mercan’ı bırakmadı. Ailesinin vermediği desteği verdi ona. Umudunu paylaştı. Kimsenin gerçek mânâda tutmadığı o ellere sımsıkı sarıldı. Öyle sıkı sarıldı ki küçücük bir dokunuşuyla onun kimselere diyemeyeceği sırrına ortak oldu. Ama onu sır olarak taşımayacak, tüm gücüyle savunacak Mercan’ı. Ve biz biliyoruz ki o güç hiç tükenmez. Mercan da artık biliyor. Hayat onu da kendi yöntemleriyle güçlü kılacak. Bu ikili beni acayip heyecanlandırıyor arkadaşlar.

Elimde yalandan rengarenk/Geçici oyuncak zaferler…

Gözde Kansu…

Bu bölümün yıldızları kesinlikle Gözde Kansu ve Demir Birinci’ydi. Eyşan’ın gençliğini oynayan kıza da buradan kocaman sevgiler. Güzel insanlarla karşılaştığı sürece yolu açık, bu belli. “Ben Vedat’ın kurbanı değilim.” diye haykırdı kendine Eyşan. “Evet ben kurbanım. Ama Vedat’ın değil…” O da Nefes gibi genç kız olamadan kadın olmak zorunda bırakılmıştı. Üstelik babam diyeceği insan yapmıştı bunu ona. Onun neler hissettiğini belki de en iyi anlayan insanlardan biri olmasına rağmen yıllarca susmuştu. Çünkü o Nefes kadar güçlü değildi. Onu o kâbustan kurtaran kahraman ne varlığıyla hayata bağlayan bir evlat ne de merhametiyle içini ısıtan bir adamdı. Onun kahramanı Vedat’tı. Onu celladından kurtaran adam bir başkasının celladı olmuştu. Yüreğine umut doldurması gerekirken bitmez tükenmez bir minnet yüküyle ezmişti onu. Bu yükün altında ezilmiş, ruhunu tacizle değil kötülükle kaybetmişti bu sefer. Onun durumu hepsinden beter. İnsan kendinden kaçamaz ki…

“Sen yenilme diye…”

Demir Birinci…

Daha önce gelemediği için özür dileyen Tahir Kaleli’nin oğlu da annesinin yenilmemesi için verdiği karardan dolayı annesinden özür diliyor. Ona da böylesi yakışırdı, o kocaman yüreğine daha kaç dünyayı sığdıracak kim bilir küçüğüm? Bi de böyle güzel ağlamasa hiç laf etmeyeceğim ama bu da kalp be annem. Dayanmıyor… Yanağına akıttığın incilerinden öperim seni çocuk.

Yengem yanayi buralar :)(:

Kiss sahnesine az buçuk yükselsek de bizimkilerin ilki öyle haşin olmaz biliyoruz. Halvetçilere inat naifçiyuk yengem. Senaristleri de almışız arkamıza, ohooo 😀 Vedat Mercan’ı da tehditlerinin kurbanı etmeye hazırlanırken kardeşini de nikahına alıyor iyi mi? Murat ya da Cemil ikinizden biri o nikahı basmazsa biz basarız! Fandomun deli damarını attırmayın ula! İkinci fragman az buçuk geç kaldı ama olsun. Umarız güzel gelir.

Bu hafta pek bi acele yazdım. Yoksa hiç gelmeyecekti. Olası hatalarım ve atladıklarım için affınızı diler, okurken yorulan gözlerinizden öperim.

Sevgiyle kalın…

*Küçüğüm/Söz:Sezen Aksu/Müzik: Uzay Hepari- Sezen Aksu/Şarkı

8 Maddede Sen Anlat Karadeniz 17. Bölümde Ne İzlemiştik?

Yine içimizi okşayan bir bölüm izledik geçen hafta. Kâh ağladık kâh güldük. “Yaa Tahiiir” diye gözlerimizden kalpler çıktığı da oldu, “Ula Nefes” deyip iç çektiğimiz de…

Söylenecek çok şey var ama zaman kısıtlı. Öyleyse yeni bölümü izlemeden önce geçen haftayı şöyle hızlıca bir hatırlayalım :))

17. bölümde ne izlemiştik?

1)Artık hemnefes olmanın yetmediği Tahir Kaleli’yi 🙂

“Lan çünkü yetmiyor anladın mı ? Orda o kız ölüm döşeğinde yatarken ben senin dizinde yatmak için geberiyorum. Saçının kokusunu almak ölüyorum, göğsüm üşüyor sen yokken.”

Bir günlük hasretin birikmişliği gibi duran bu sözler aslında içinde baştan beri süren sevdayla merhametin savaşının dile getirilişiydi. Tüm köyle savaşmaktan yorulmuştu, üstüne bir de kendisiyle savaşmaya mecali yoktu artık. Gel yükümü hafiflet, diyordu. Ama öyle kendin yüklenerek değil, sadece elimi sımsıkı tutmaktan vazgeçmeyerek. Ve bana böyle güzel bakmaktan, inadıma umut olmaktan… Varlığın güç veriyor bana. Ama artık sadece hemnefesim olarak değil sevdiğim kadın olarak da dimdik durmanı istiyorum yanımda. ♥

2)Utanıklı Gelin olma yolunda hızla ilerleyen Nefes Kaleli’yi 😀 

“Asıl senin benim Tahir’ime ettiklerin ne olacak?”

Valla kusura bakma yengem ama Tahir de biz de “benim Tahir’im” dediğini duyduk, ötesini de pek dinlemedik^.^ E bulmuşsun böyle yüreğun attığı göğsü, ondan utanıp yine ona sığınırsın tabi. Normal yani :)) Saniye Kaleli çok dua ettin herhal da az buçuk yanlış tarafından olsa da kabul oldu duan. O, Eyşan’a çemkirip Vedat’a kafa tutan Nefes gitti, yerine utanıklı bi gelin geldi 🙂 Tabii sadece Tahir yanındayken…

3) Sonunda biri okuyana, biri dinleyene, biri de umut etmekten vazgeçmeyenlere düşecek elmaların masalını…

Yine en iyi bildiği şeyi yaptı Nefes. Gözyaşlarını silip yüzüne dünyanın en güzel gülücüğünü kondurarak oğlunu korudu tüm üzüntülerden. Çocukların göğü hep mavi kalmalı, annelerini öperek uyumalılardı çünkü. Bu sefer yalnız değildi. Yanında ona hayranlık dolu bakışlarla bakan ve mümkün olsa gururdan içi taşacak olan kocası vardı. Hayat ortağı olmuşlardı bundan böyle. Can yoldaşı… O masalın sonunu birlikte yazacaklardı.

4)Osman Hocam’ın alemlere râhmet olmanın öyküsüyle köylüye verdiği insanlık dersini…

“Peygamber efendimiz hiç dememiş ki o dul bir kadındır, üç çocukludur. Bana layık değildir dememiş. Almış onu en kıymetlisi yapmış. Ama siz hiç hicap duymadan mazlum bir kadını çocuklu dul kadın diye taşlıyorsunuz öyle mi? Hadi etraftan utanmıyorsunuz; Hatice Anamız’dan, Peygamber Efendimiz’den de mi hiç utanmıyorsunuz? Peygamber Efendimiz’in kendine uygun gördüğünü siz kim oluyorsunuz da hor görüyorsunuz ey cemaat?”

Ne güzel konuştu Osman Hocam. O konuştukça Nefes’in yanaklarından süzülen yaşlar, ona hemnefes olmak üzere uzanan eller, Tahir’in yüzündeki gurur ve saygı ifadesi… Tüm bu detaylar öylesine güzeldi ki… O an için başı öne eğilen cemaatin sonraki tavırlarında pek bir değişme yaşanacağını düşünmüyorum ama bu sahne izleyenler arasında tek bir kişinin bile bakışlarını değiştirmeye yettiyse ne mutlu emeği geçenlere…

5) Eyşan’ın vicdanı ve minnet duygusu arasında verdiği savaşı…

O da ölmek istemişti Mercan’ın asıldığı biçimde. Hayatına son verip kurtulmak istemişti yaşadığı eziyetten. Vedat engel olmuştu onun hayattan vazgeçmesine. Ona sahip çıkmış, kâbuslarına sebep olanı öldürmüştü. Vaktiyle ona hayat veren adam şimdi ondan hayat almasını istiyordu. Üstelik tam da Eyşan’ın anılarındaki gibi bir genç kızın canını almasını istiyordu. Susmayı ve delilleri kaldırmayı öğrenmişti, bunları yapması gereken bir iş olarak görüyordu Eyşan. Ama ya içinde kalan son insanlık kırıntısından da vazgeçebilir miydi? Kötülüğe sessiz kalanın en az onu yapan kadar suçlu olduğunu unutmuş, vicdanını ağlata ağlata bu zamana kadar gelmişti. Şimdi o vicdanı tümüyle yerinden koparıp atmaya yetecek miydi gücü?.. Yetmedi. Yapamadı Eyşan, kıyamadı Mercan’a. Ondan çok içindeki yaralı genç kıza kıyamadı belki de… Bunu bilemiyoruz ama bildiğimiz bir şey var: Vedat bunun bedelini ona ağır ödetecek.

6)Benim Tahir’im mi oldun sen şimdi bu yüzükle?

Önce içi sevgiyle dolup taşarak baktı ömürlerini ortak eden halkanın, yarinin parmağındaki duruşuna. Sonra uzandı, okşadı onu incitmekten korkarcasına. Sahi bu yüzük müydü şimdi ikisini bir kılan? Sonra düşündü. İki canı tek yapma marifeti sevdaya aitti. O yüzükse onları bir kılmaktan çok Nefes’e güzel hayaller kurmaya devam etmesini hatırlatmakla yükümlüydü. Hayaller ancak kuruldukça kâbusların yerini alabilirdi çünkü.

7)Uyurken izliyorum/O en sevdiğim hâlini…*

Bu sefer kapıyı çalmadı Nefes. Bir adım daha mahremine girmek istedi sevdiğinin. İçini titreten gözlerin ona başını eğdiremeyeceği bir anda doya doya bakmak istedi yüzüne. Normal zamanda deliliğiyle Karadeniz’i yerinden oynatan bu adamın uyurken bir çocuk kadar masum ifadesini izledi. Vaktiyle dokunmaya çekindiği o başı okşadı şefkatle. Buram buram akıyordu sevgi… Bizim deli kaplan uyanınca tabii tutkuya bıraktı yerini 😉

8)Yine bi fırtına dindirme meselesi 

O orada kendi vicdanıyla savaşırken sevdiğini kanatıyorlardı. Daha fazla kapının önünde koyamadı Tahir. Anlamıştı ki kendi göğsü nasıl üşüyorsa onun dizleri de öyle hasretti varlığına. Tuttu elinden çekti onu herkeslerden uzak mabedlerine. Fırtınasını sürdü o hep tanıdık olan limana. Hani şu hiçbir rüzgarın daimi olamadığı, en sert dalganın bile durulduğu liman. Saçlarını okşayan yumuşacık ellerin verdiği huzura bıraktı kendini. Her bir zerresini ayrı ayrı öpmek istedi o ellerin. Yorgunluğunu almak istedi. Kırılmışlık değil öpülmüşlük hissiyle kalsınlar istedi. Ve sevdaya kapadı gözlerini. Geyik yine deli fırtınasını dindirmeyi bilmişti.

9)Meleğin meleği varmış 

Geyik Kaplan’ın fırtınasını dindirir de Kaplan durur mu hiç? O da sevdiğinin en büyük acısını dindirme mücadelesi veriyordu. Zekice bir planla Nefes’ini nefesine kavuşturacaktı ki birden kendi nefesi kesildi. O yarinin evlat acısını dindirmeye giderken aynı acı elinde silahla karşısına çıktı. Cemil Dağdeviren kızının intikamını almaya gelmişti. Hayır, şimdi olmazdı. Geyiği ceylanına kavuşturmadan ölemezdi. Dinlemedi Cemil. Bastı tetiğe ve bilerek kalbinden değil kalbinin az aşağısından vurdu onu. Kendi kızı gibi can çekişsin istiyordu. Bilmiyordu ki onun canını yakınca kendi acısı geçmeyecek. Kimseler bulamasın diye oradaki bir kulübeye kapattı yaralı Tahir’i. 

Tahir orada kanayadursun umudun kızının annesinden aşağı kalır yanı olur mu hiç? Oyuncak bebeğini almak için geldi oraya. Daha onu gördüğü ilk anda “kızını” tanımıştı Tahir. Yarinin canından can duruyordu karşısında. Elini uzattı küçük meleğe. Ve hissettik ki adı konulmayan bir bağın ilk düğümleri oracıkta atıldı. Yardım çağıracaktı Ceylan, tabii melek yüzlü şeytanla karşılaşmasaydı…

Tahir’i orada kanlar içinde, Kaleli Konağı’nı da Cemil’in verdiği haber üzerine acılar içinde bıraktık. Şu son sahne adına çok azcık konuşmak istiyorum. Ulaş Tuna Astepe oyunculuğu diye bir kavram girmeli literatüre. Sosyal medyanın etkisiyle Ceylan karakterinden zerre etkilenmemiş olmama rağmen o sahnede ta içimi acıtmayı başardı. Her duyguyu aşama aşama öyle güzel yansıttı ki… O olmasa son sahne sıfır duyguydu benim için. Elimden geldiğince umut olmaya, iyi düşünmeye çalıştım ama o son sahne o kadar yabancı geldi ki… Sanki başka bir dizi izliyormuşum gibiydi. Yani bilemiyorum. Keşke demeyi sevmem ama hadi bu yazıya özel ufak bir keşke bırakayım: Keşke en azından eldeki konular bitmeden böyle bir yola girilmeseydi… Daha açılmış bir dünya mesele yarım dururken sezon finalinin nasıl bağlanacağını merak ediyorum. Ay sezon finali deyince bir kalbim sıkıştı. Neyse demedim sayın…

BONUS 

“Ne güzel sığdı yarinin göğsüne…” ♥

Gelelim beni gaza getirip bu yazıyı böyle uzun yazdıran o meşhur fragmana… Kurmaya korktuğum hayallerin gerçeğe dönmüş hâliydi resmen. “Kocasını” kaybetme korkusu yaşamış bir Nefes Kaleli’nin önünde artık kimse duramaz. E pek tabii sevdasının da… Anlayacağınız Tahir’in göğsü artık hiç üşümeyecek çünkü kaybetme korkusu beraberinde ekstra bir cesareti de getirir. İçimde çok güzel hisler uyanıyor yengem. İyisi mi biz lafı daha fazla uzatmayalım. Nefes’in kokusu Tahir’in burnunda, Tahir’in eli Nefes’in saçında kalsın ve benim bölümü izleyebileceğim günü beklesinler. Evet elimde olsa bu kötülüğü yapardım ama işte kader :)) Cumaya kadar bana yeni bölüm spoisi veren puttur!

Bu yazının kısa olması gerekiyordu ama işte yazanı biraz geveze olunca pek mümkün olmadı ^.^ Sonuna kadar okuyanların güzel gözlerinden öperim…

Sevdayı doğru insan ve doğru zamanda tatmamız dileğiyle. Sevgiyle kalın♥

*Bir Pazar Kahvaltısı/Şarkı/Söz-Müzik: Can Temiz

Sen Anlat Karadeniz 16. Bölüm: Sonumuz Ne Olacak?

 

“Söylesene güzelim, sonumuz ne olacak?”

Deli Tahir’in fırtınasını dindirdi yine Nefes. Dizine koyduğu başını okşarken sevda türküleri söyledi yarine. Liman oldu, umut oldu, huzur oldu ona. Evliliğin en güzel yanı huzurdur. Gün boyu yorulan, binbir türlü insanla uğraşmaktan bitkin düşen eşler akşam oldu mu yuvalarına döner ve birlikte olmanın verdiği huzura sığınırlar. Sevdiğinin kolları arasına girdin mi geri kalan tüm dünyayı dışarıda bırakırsın çünkü. Onun sesiyle dinlenir, sıcaklığıyla durulursun. Bi çeşit birbirine iyi gelme hâli…

Geyik Kaplan’a fırtınasını dindirmeyi öğretirken Kaplan da ona fırtınayla mücadele etmeyi öğretir. El ele çıkarlar yiğitler meydanına. Böyle diyorum ama ordaki yiğitler bizimkiler gibi yüreklerinden değil çenelerinden alırlar güçlerini. “Bir kişinin yanılması bütün halkın yanılmasına yol açar, bütün halkın yanılması da sonradan teklerin yanılmasına.” diye ifade eder bu durumu Montaigne o meşhur Denemeler’inde. Yanılanların karşısında doğruyu bilmenin gururuyla dimdik durur Kaplan. Ve geyiğin eğilmiş başını kaldırır, elinden sımsıkı tutar; dalar pazarın ortasına. O pazara ikinci kez gelişidir. İkisi de aynı kadın içindir. Sevdasıyla sevdiğine güç vermek adına itirafta bulunur; onu o ilk seferde kolundan tutup pazardan çıkarırken Vedat’ın karısı olmadığı için naralar atmak geliyordur içinden. Şimdiyse onu kendi karısı olarak bu sefer elinden tutup yine aynı pazara getirmiştir. Ondan mutlusu var mıdır?

O, kötü anılarının yerine bir bir güzellerini koymak adına bu kadar çabalarken Nefes durur mu hiç? Soluk Benizli’nin ruhunda açtığı yaralardan birini daha kapatmak adına çalar sevdiğinin kapısını. Ellerinde dışardan sadece iki halka gibi görünse de aslında gücü iki ömrü bir kılmaya yeten, takan elleri başka el tutmaktan men eden, sahiplerinin etrafına hiçbir derdin giremeyeceği güçte bir koza ören yüzükler… Önceden cesaret edememişti ama şimdi severek takacak. Hem kendisine, hem sevdiğine… Elini ellerine bırakırken ömrünü ömrüne emanet eder. Geyik ömrünü emanet ederken Kaplan da onu alnından öperek kaderini kaderine…

“Senin bu ellerinde ne var, bilmiyorum.
Tuttukça güçleniyorum, kalabalık oluyorum.”*

Tahir emanetine ne de güzel sahip çıktı. Sevdasının elinden tutup dimdik durdu Saniye Kadın’ın karşısında. “Nefes’e saygı göstereceksin ama sadece benim nikahlı karım olduğu için değil! Nefes olduğu için! İnsan olduğu için! Ömründe görebileceğin başı en dik kadın olduğu için!” Sana da böylesi yakışırdı Tahir Kaleli. Bilmem izlerken içimin gururla dolup taştığını söylememe gerek var mı?..  Vedat’ın evine gider gitmez önce Yiğit’in odasına girdiğinde, onun üzerini örterken gözlerinden akan şefkatte kaybolduğumu söylememe de gerek yoktur herhalde. Nefes Kaleli! Emanetin güvende, bilesin 🙂

“Üstüne yatsan da kızmazdım ki, yorgun gelirdin. Kıyamazdım…”

Mercan… Ah be kızım… Fillerin savaşında ezilen çimen gözlü kızım benim… Hayallerinin, umutlarının en önemlisi duygularının hiç sayılacağı bir aileye doğmak senin suçun değildi. Sen orada çeyizlerinle beraber umutlarını da yakarken seni değil elalemin ne diyeceğini düşünen bir anneye sahip olmak da… O sahnede kendi annemi düşündüm. Benzer bir durumda beni nasıl sarıp sarmalayacağını… Tüm kalbiyle acımın ona geçmesini dileyeceğini düşündüm. Ağlamam biraz geçince de gözyaşlarımı elleriyle silip umut dolu bir konuşma yapardı kesin. Kırılan hayallerimin yerine yenilerini kurardık beraber. Ben bunları düşünürken Türkan ağlıyordu. Hayır, kızı ağladığı için değil. Oysa oracığa çöktüğünde acı dolu bir hikaye anlatacak, neden böyle davrandığını açıklayacak sanmıştım. Onu hemen affedecektim ama onun kızı için değil, elalemin diline düşecek kendisi için ağladığını duyunca duraksadım. Onu düşürdüğü durumun cezasını kesti kızına, sanki karşısında canının parçası değil de düşmanı varmış gibi. Şükrettim Rabbime.  Seçme şansım olmamasına rağmen bana böyle güzel bir aileye doğmayı nasip ettiği için…

Ceylan meselesine gelince de… Twitter’da konuyla ilgili yazdıklarımı buraya aktarıyorum. Ceylan mevzusuna girilmemesini tercih ederdim ama girildi bir kere. Artık “Neden?” diye sorgulamamız gerekiyor. Neden hikâyede böyle bir şeye ihtiyaç duyuldu? Neden biz Tahir’le Nefes’in kızını beklerken devreye Vedat’tan doğma yeni bir çocuk girdi? Verilmek istenen mesaj ne? Baştan beri asıl amacın izleyiciye sosyal mesajlar vermek olduğu söylenen bir hikâye izliyoruz. O zaman bize direk tepki göstermek yerine bi durup kendimize böyle sorular sormak düşüyor. 

Ceylan Nefes’in en acıtan yarası… Bir türlü bitmeyen kâbuslarının başrolü… Güçlü bir kadını sadece evladının kaybı yıkabilir çünkü. Nasıl güç sembolü olan erkeklere BABA diye hitap ediliyorsa, güçlü bulunan kadınlara da ANA diye hitap edilir. Bundan sebep Yiğit, Nefes’in en güçlü tarafı. Yaşadıkları üzerine gücü tükenmiş olan Geyik, söz konusu evladı olunca mavi tüyünü takarak Soluk Benizli’ye kafa tuttu. Onun için savaştı. Onun varlığıyla hayata tutundu. Açıkçası ben Yiğit olmasaydı Nefes’in ölümü seçebileceğini bile düşünüyorum. Kendini öldürüp de kurtulabilirdi ama oğlunu böyle bir canavarın eline bırakmaya kıyamadı ve savaşın sonuna kadar vazgeçmedi. Onu şefkatiyle sımsıkı sardı, kaçtı zindandan. Şimdi Kaplan’ın merhametiyle kuşatıldı Geyik’le Kurt. Soluk Benizli artık onlara bir şey yapamaz.

Ama dedik ya Nefes’in en büyük yarası Ceylan… Hangi merhem evlat acısına şifa olabilir ki?.. Sevdiği adamın çocuğunu doğurunca unutacak mı kaybını? Unutmayacak. Tahir öpe okşaya sarsa da o yara orada durdukça sızlamaya, Nefes’in nefesini kesmeye devam edecek. İşte tam da bu yüzden ben Ceylan’ın bir mucize eseri olarak yaşıyor olmasını istiyorum artık. Kabul, başlarda Vedat’ı seven, hatta belki onunla olmak isteyen bir çocuk izleyebiliriz ama zamanla onun da kendisine baba modeli olarak Tahir’i seçeceğine eminim. Böylelikle Nefes’in yüreğindeki en ağır yük, gülümsemesine inen hüzün perdesi kalkacak. Olayın mesaj boyutunu da düşünürsek benzer durumda olan birçok kadın var. Doğurduğu çocuğu ölmüş sananlardan bahsetmiyorum, elbet onlardan da çok vardır ama şuan konumuz şiddet mağduru olan annesine rağmen kendisine iyi baba olan adamı seven çocuklar. Bu hikâye onlara da umut olacak. Ve ben yazan kalemlere de güveniyorum. Onlar bu konuyu olabilecek en hassas ve en güzel şekilde işleyecekler. Tahir’i sevdiği kadının en büyük yarasına şifa olmak için mücadele ederken izleyeceğim için mutluyum. Güzel baba-kız sahneleri izleyeceğim için heyecanlı ve artık gözlerinin içine kadar gülecek olan Nefes Kaleli için de umutluyum.

Son sahnede hayata tutunarak ruhundaki yaraların iyileşmeye başladığını gösteren bir Mercan izledik. Ölmeyeceğini zaten biliyoruz. Asıl mevzu bundan sonra ne yapacak? Vedat’ın olası tehditlerine boyun eğmeyip ailesine gerçekleri söyleyebilecek mi? Fragmanda delirmiş bir Cemil izledik. Vedat’ı haklı çıkaracak bir şekilde Tahir’i öldürmeye yeminli. Acısından fırtınası bitkin düşmüş Tahir’i… Önceden onun beklediği yerde şimdi Nefes bekliyor. Ona hemnefes olabilmek adına… Ama Tahir’e yetmiyor artık sadece hemnefes olmak. Madem ömrünü ömrüme emanet ettin gel canıma can ol diyor. Gücüm yetmiyor artık tek başıma savaşmaya. Bari beni kendimle savaşmaktan kurtar. Sadece hemnefes olarak değil, karım olarak da dur artık yanımda… Nefes’in buna cevabı ne olacak izleyip göreceğiz ama şahsen ben ondan ziyade eğer Tahir gerçekten vurulduysa Nefes’in nasıl bir tavır alacağını merak ediyorum. Kaleli ailesiyle tek başına savaşması gerekecek. Kaçacak mı yoksa sevdasının yarasına pansuman olmak için Kaleli gelinine yakışır şekilde mi davranacak? Güzel hayaller bunlar 🙂

Devrem konusuna pek giremedim. Ona bilahare değineceğim ama şahsen çok sevdim. Ve imkansız gibi görünse de Eyşan’la shipliyorum arkadaşlar, hiç kusura bakmayın. Eyşan’ın bakışları çok güzeldi ^.^

Haftaya gününde izleyemeyeceğim. Yorum yazamayabilirim. Bilginiz olsun. Zaten kaç haftadır geç yayımlıyorum. Buna rağmen beni takip eden, destek olan ve şuan bu yazıyı sonuna kadar okumuş olan güzel insanlara teşekkür ederim. Seviliyorsunuz ♥

Sevgiyle kalın…

*Göğe Bakma Durağı/Turgut Uyar/Şiir

Sen Anlat Karadeniz 14. Bölüm: Gel Beraber Yanalım

“Sen ayrı yerde yanacaksın, ben ayrı yerde yanacağım, Yiğit ayrı yerde yanacak. Madem her şekilde yanacağız, gel beraber yanalım be kızım…”

Yanmak… Bitmek… Kibritin ucundaki alevin minik bir kağıt parçasını tutuşturduğu anı gözünüzde canlandırın. Kağıt önce bükülür sonra rengi siyaha döner ve küçük küçük kırılmalar başlar. Alev gittikçe büyür, kağıdın tamamını sarar öyle ki bir süre sonra kağıt, kağıt olmaktan çıkar ve etrafta yanacak başka bir şey kalmadıysa geriye sadece bir parça kül bırakır. Alev sönmüştür evet ama artık o küçük kağıttan da eser yoktur. Bu hikaye Nefes’in küllerinden doğuşunun hikayesi… Bir Zümrüd-ü Anka misali hayata yeniden doğan bir kadının hikayesi… Yaşayamadığı çocukluğu ve genç kızlığının yerine anneliği koyan bir kadının…

Kaybettiği on altı yaşına dönemeyecek bir daha. Yaşadıklarının izleri de öyle kolay silinmeyecek. Kırbaç yarası misali, öyle derine işleyen yaralar kolay kolay iyileşmez; gözyaşıyla sulanmıştır, toprağı sağlamdır yani. Tüm bunlara inat yeniden hayal kurabilmesi için önce o alevi iyice bir harlaması lazım Nefes’in. Çünkü tamamen kül olmadan doğamaz Zümrüd-ü Anka. Güneş ışınlarının tüm sıcaklığıyla sarmasını bekler kuru dalları. İyice yanmayı bekler ki küllerinden doğabilsin. Ve bilir ki yangın ne kadar büyük olursa yağmuru da o kadar güzel olacak. Peşinden gelecek gökkuşağı da cabası…

Bundandır Nefes’in kendini kanatışları. Bir kere yandınız mı dibine kadar gitmeden kurtulamıyorsunuz çünkü. Her sokak, her bakış, her dokunuş onu hatırlatıyor. İyi olan şeyleri bile kötüye yorma kabiliyeti kazandırıyor insana acı. İçinizde bitmek tükenmek bilmeyen bir korku… Ya gelirse… Ya bu gelen de onun gibiyse?.. Ya o haklıysa… Hiçbir şeye ağız dolusu “benim” diyemiyorsunuz artık bir benliğe sahip olmadığınızı düşünürken. En yüksek kahkahalarınızın ardında bile bir hüzün… Zaten kahkahalar da artık sadece bir maskeden ibaret değil mi sizin için? Gözyaşlarınızı çoğu zaman kendinizden bile saklayan… Oysa sizin gülerken gözleriniz kısılıyordur, oysa siz de “bir kalbin kızıl saçlı bacısı”* olmayı hak ediyorsunuzdur. Maruz kaldığınız tüm hayvanlığa rağmen -ki başka ifade bulamadığım için tüm hayvanlardan özür dilerim- içiniz hâlâ insan kalmıştır ve belki güzel bir sevdaya düşer yolunuz. Yaralarınız hemen iyileşmemiş olsa bile sarılmıştır en yumuşak pamuklarla. Öyle güzel siper eder ki kendini size, sizin kanınız kurumuşken onu kanatmaktan korkarsınız. Onu korumak adına milyon sefer gitmelere kalkarsınız da kopamazsınız bir türlü. Bir adım daha atacak olsanız tekrar kesilir nefesiniz. Bu kez kalmak istersiniz. Hem onun için hem de derinlerde bir yerde hâlâ atan kalbiniz için savaşmak istersiniz. Yeniden güçlü olabileceğinize inanmaya başlar, hatta o geçen zamanı yok saymayı denersiniz; konuşulanlara kulaklarınızı tıkamayı bile başarabilirsiniz belki. Ama bu sefer de bambaşka bir korku belirir içinizde: Ya o da giderse?.. Ya o da onlar gibi düşünmeye başlarsa? Ya sizin yükünüz onun sırtına biner de onu yıkarsa? Yıllarca gücünüzü sadece kendinizden alarak yaşamışsınız, tek başına savaşmışsınız şimdi nihayet karınızı paylaşabileceğiniz bir dağ bulmuşken ya onu da kaybederseniz? İnanmak ister kadın. Sonuna kadar güvenmek ister. Sınırlarını zorlar.

İşte Nefes’in yaptığı tam olarak da buydu. İzlerken onun ağzından o kelimeyi duymaktan ne kadar rahatsız olduğumu hatırlıyorum. Kulaklarımı kapayıp yere çökmek istedim. “Daha fazla konuşma!” diye haykırdım içimden. “Sus! Sustuklarımı hatırlatıyorsun bana…” Ama o susmadı. İnadına devam etti, Tahir’i ayrı bizi ayrı kanatarak… “Sen Vedat’ın hiçbir şeyi değilsin.” dedi Tahir Nefes’e. Yanlıştı. Nefes, Vedat’ın oyunundan ayırdığı bir çocuk, umudundan kopardığı bir genç kız; Nefes Vedat’ın insan olmayı bıraktığı tarafı… Kendi içindeki acıyı, eksikliği onu kanatarak giderebileceğini sandığı bir varlık… Oysa birini kendinize merhem etmek istiyorsanız önce sizin onun yarasına merhem olmanız gerekir. Vedat bunu unuttu. Kendi kaybettikçe onun da kaybetmesini istedi. Umudunu, çocukluğunu, kadınlığını, hayallerini, kendine olan güvenini… Hiçliğin ortasına düştüğünde kendisine sığınacağını sandı, böylece onun her şeyi olabilecekti.

Ama beklediği gibi olmadı. Nefes oğluna tutunarak umuda sığındı. Kendisinin kaybettiklerini oğlu kaybetmesin diye savaşmayı seçti. Bunu başardı da diyebiliriz ama şimdi sevdasının karşısında gözlerinden korku akan bir kadın o… Israrla onun damarına basıyor, tahammülünün sınırlarını görmek istiyor çünkü. Ağzından çıkacak tek bir cümleye tâbi: “Her hâlinle kabulümsün…” O tereddüt etmezse Nefes de etmeyecek. Ama ya bir an tereddüt ederse? Ya sadece bir saniye için bile olsa pişman hissederse? Ya kendisinin eksikliği onu da eksik kılarsa? İşte buna dayanamaz. Hayatının o zamana kadar olan kısmında hep sustu, susturuldu. Şimdi o geldi, yıllar sonra ilk defa o çözdü dilini. Kendisinin söyledikleri bu sefer onu susmaya zorlayacaksa bir daha konuşamaz ki. Tekrar susar. Ve ona susarsa artık vazgeçer Nefes… Anneliğinden değil belki ama kadınlığından vazgeçer. Umut etmekten, hiçbir şey olmamışken bir an yüzünde oluşan gülümsemeden vazgeçer. Kendini yeniden temiz hissetme ihtimalinden vazgeçer. Çiçekli elbiseler giymekten, yakar top oynamaktan, bilyalıya binmekten, birine elini uzatmaktan, aya bakmaktan vazgeçer.

“Canını çok yaktı dimi? Göründüğünden daha çok…”

İşte kadınları bu hâle getiriyorsunuz. Siz o çirkin saplantılarınızdan vazgeçmediğiniz için o kadın kendinden vazgeçiyor. Bir noktaya kadar savaşıyor savaşmasına ama o da insan… Sevmeye, sevilmeye ihtiyacı var. Kendinden ala ala tükettiği gücünü artık başkasından almaya ihtiyacı var. Savaşmaktan yoruluyoruz. Daima bir şeyler için savaşmak zorunda bırakılmaktan yoruluyoruz. En sonunda bir kahraman arıyoruz kendimize. Kimilerinin şansı Tahir gibi adamlar olurken kimilerinin şansı ise Eyşan gibi oluyor. Mithat Komiser Necip’in eşinin evlenmeden önce Eyşan’ın tacize uğradığını anlattığını söyleyince Eyşan’ın gözlerindeki ışığı fark ettiniz mi? Onun çaresizliğine susmayan bir insanın varlığıyla gözlerinde bir anlık da olsa umut ışıdı. Sonra pişmanlığı gördüm ben o gözlerde, geç kalmışlık hissiydi belki de bilemiyorum. Vedat onu kurtarmak için olabilecek en yanlış yolu seçmişken evlerinde çalışan güçsüz bir hizmetçi kızın onu kurtarmak adına savaş vermesi çok kıymetliydi. O sahnede bir nokta dikkatimi çekti. Hizmetçinin bunu Necip’le evlenmeden önce yaptığının altı çizildi. Necip’in onu vurduğunu biliyoruz. Onu vurmasının bu olaydan farklı bir nedene dayandığı vurgulandı gibi geldi bana. Eyşan’ın verdiği tepki de biraz tuhaf geldi. Oradan bir şeyler çıkabilir. At rez’e bekle…

Neyse ne diyordum? Vedat… Yiğit’e yemek yemesi için yalvardığı sahnede gözlerindeki o yaralı çocuğu gördük. “Açlığı iyi bilirim oğlum.” dedi. Hani ben yaşadım, sen yaşama… Geçen yazımda Vedat’ın babalığı üzerine biraz sert konuşmuştum. Yiğit hiçbir zaman onun oğlu olmayacak tarzı. Şimdi de şunu sorgulamak istiyorum: Tamam Vedat Yiğit’e baba olamadı ama Vedat’ın hiç babası oldu mu? Tahir sevgi dolu kalabalık bir ailede büyüdü. Peki ya Vedat?.. O hangi koşullar altında oturttu karakterini? Tahir’in babasıyla balık tutmaya gittiği yaşlarda Vedat kuzenini taciz ettiği için babasını öldürdü. İkisini aynı bağlamda değerlendirmek ne kadar doğru? Tahir’in etrafında hep onu seven insanlar oldu, gerçek sevgi nedir biliyor. Peki ya Vedat’ı kim sevdi? Eyşan minnet duygusuyla karışık bir sevgiyle bağlı ona. Necip de benzer durumda. Başka? Yok… Vedat sevmek nedir bilmiyor, öğreteni olmamış. Kendince Nefes’i sevmiş, ona bağlanmış ama Nefes onu sevmeyince yine tek bildiği şeye yönelmiş: Babasından öğrendiğine, yani taciz ve şiddete. İnsanları kendine sevgi yoluyla bağlayamayınca bu şekilde bağlamış. Oğlunu da seviyor hatta Yiğit onun insan kalmış tek yanı diyebiliriz. Gözü döndüğünde Eyşan’dan bile vazgeçebilir, sinir anında Nefes’i de öldürebilir ama Yiğit’e kıyamaz. Onun kılına zarar gelse dünyayı yakar. Tamam bizim sevgi anlayışımızdan epey farklı, tamam her şiddet mağduru cani olsa işimiz kötü ama Mehmet Ali Bey’in bu kadar yaşayarak can verdiği bir karakteri anlamamız gerektiğini düşünüyorum. Nefes’e yaptıkları karşısında içimde onu öldürme hissi uyandıran adam az sonra oğluyla konuşurken beni ağlatabiliyorsa karakter sağlam yazılmıştır. Ki bir işin kalitesini kötü karakter belirler. O ne kadar iyi oturtulur ve işlenirse ortaya çıkan iş de o kadar kaliteli olur.

Huzur❤

Fragmanda oğluna ve sevdasına sahip çıkan bir Tahir Kaleli görüyoruz. Öyle ki Nefes’in çekmek istediği elini sıkı tutup bırakmıyor. Canım Tahir ♥ Onlar hayırlısıyla bir evlenince şu saçma sapan ahlak dışı lafları bitecek. Bir rahat nefes alacağım valla ekrana dalasım geliyor! Hele bir de o Esma yok mu o Esma… Nefes’i işe aldı dedik, Asiye reisin amcakızı dedik, “o çocuk” dedik sustuk ama yeter gayrı. Davaya doğru dürüst çalışmadan gelmiş bir de üstüne bizimkilere kızıyor. Yok onu neden  yaptın, yok bunu neden yaptın? E gülüm ona kalırsa sen de bizimkileri savunacaktın? Daha çok “Türk hukuk sistemi eleştirisi” gibisin. Valla benim davam olsa da bedava avukatın olacağım desen kabul etmem. Paraya kıyar, düzgün bir avukat bulurum. Bak bence epey bi laf koydum, senin bana bunların hepsini yedirmen lazım dimi? Lütfen…

Son olarak Tahir’in sert tavırlarını eleştirenlerden onun bir Trabzonlu olduğunu unutmamalarını rica ediyorum. Evet böyle höt zöt hareket etmesi, “Sorduk mu?” lafları bizi biraz delirtiyor ama bizim buranın erkekleri de böyle. Yapacak bir şey yok, olanı yazıyorlar. Zaten biz Nefes’in onun karşısında susmayıp onu yola getirme sahnelerine bayılmıyor muyuz? Sonra Tahir’in yumuşayıp pamuk şekere dönmesi sahneleri de şahsen benim favorim.

Bu hafta epey bir karman çorman yazdım. Kafanızı çorbaya döndürdüğüm için beni affetmeniz adına yazının sonuna şöyle güzel bir şey bırakıyorum. Sözlerin verdiği duygu-hele bir de sonrasında dinlerseniz- sizi kendinize getirir. Rabbim her belaya değecek sevdalar nasip etsin. Okuyan gözlerinizden öperim 🙂

Sevgiyle kalın ♥

*”… kalbimin kızıl saçlı bacısı…/ Karıma Mektup/Şiir/Nazım Hikmet

**Adam/Sibel Alaş

“Durup da söyleyemediğin adımsa
Gizli kapaklı
Sevda türküleri tuttursam da ben
Telli duvaklı,yanıma
Korlar mı adam seni?
Koparıp acıtmazlar mı beni?
Nafile yanar elim dudağım
Seni bana yar ederler mi?

Yağmur bulutu unutursa
Dalında çiçeği kurutursa
Yar benden utanırsa
Düşündüm düşümden ayrı kaldım…”**

error: Korunan İçerik!