tds_thumb_td_300x0
8 Maddede Sen Anlat Karadeniz 17. Bölümde Ne İzlemiştik?

Yine içimizi okşayan bir bölüm izledik geçen hafta. Kâh ağladık kâh güldük. “Yaa Tahiiir” diye gözlerimizden kalpler çıktığı da oldu, “Ula Nefes” deyip iç çektiğimiz de…

Söylenecek çok şey var ama zaman kısıtlı. Öyleyse yeni bölümü izlemeden önce geçen haftayı şöyle hızlıca bir hatırlayalım :))

17. bölümde ne izlemiştik?

1)Artık hemnefes olmanın yetmediği Tahir Kaleli’yi 🙂

“Lan çünkü yetmiyor anladın mı ? Orda o kız ölüm döşeğinde yatarken ben senin dizinde yatmak için geberiyorum. Saçının kokusunu almak ölüyorum, göğsüm üşüyor sen yokken.”

Bir günlük hasretin birikmişliği gibi duran bu sözler aslında içinde baştan beri süren sevdayla merhametin savaşının dile getirilişiydi. Tüm köyle savaşmaktan yorulmuştu, üstüne bir de kendisiyle savaşmaya mecali yoktu artık. Gel yükümü hafiflet, diyordu. Ama öyle kendin yüklenerek değil, sadece elimi sımsıkı tutmaktan vazgeçmeyerek. Ve bana böyle güzel bakmaktan, inadıma umut olmaktan… Varlığın güç veriyor bana. Ama artık sadece hemnefesim olarak değil sevdiğim kadın olarak da dimdik durmanı istiyorum yanımda. ♥

2)Utanıklı Gelin olma yolunda hızla ilerleyen Nefes Kaleli’yi 😀 

“Asıl senin benim Tahir’ime ettiklerin ne olacak?”

Valla kusura bakma yengem ama Tahir de biz de “benim Tahir’im” dediğini duyduk, ötesini de pek dinlemedik^.^ E bulmuşsun böyle yüreğun attığı göğsü, ondan utanıp yine ona sığınırsın tabi. Normal yani :)) Saniye Kaleli çok dua ettin herhal da az buçuk yanlış tarafından olsa da kabul oldu duan. O, Eyşan’a çemkirip Vedat’a kafa tutan Nefes gitti, yerine utanıklı bi gelin geldi 🙂 Tabii sadece Tahir yanındayken…

3) Sonunda biri okuyana, biri dinleyene, biri de umut etmekten vazgeçmeyenlere düşecek elmaların masalını…

Yine en iyi bildiği şeyi yaptı Nefes. Gözyaşlarını silip yüzüne dünyanın en güzel gülücüğünü kondurarak oğlunu korudu tüm üzüntülerden. Çocukların göğü hep mavi kalmalı, annelerini öperek uyumalılardı çünkü. Bu sefer yalnız değildi. Yanında ona hayranlık dolu bakışlarla bakan ve mümkün olsa gururdan içi taşacak olan kocası vardı. Hayat ortağı olmuşlardı bundan böyle. Can yoldaşı… O masalın sonunu birlikte yazacaklardı.

4)Osman Hocam’ın alemlere râhmet olmanın öyküsüyle köylüye verdiği insanlık dersini…

“Peygamber efendimiz hiç dememiş ki o dul bir kadındır, üç çocukludur. Bana layık değildir dememiş. Almış onu en kıymetlisi yapmış. Ama siz hiç hicap duymadan mazlum bir kadını çocuklu dul kadın diye taşlıyorsunuz öyle mi? Hadi etraftan utanmıyorsunuz; Hatice Anamız’dan, Peygamber Efendimiz’den de mi hiç utanmıyorsunuz? Peygamber Efendimiz’in kendine uygun gördüğünü siz kim oluyorsunuz da hor görüyorsunuz ey cemaat?”

Ne güzel konuştu Osman Hocam. O konuştukça Nefes’in yanaklarından süzülen yaşlar, ona hemnefes olmak üzere uzanan eller, Tahir’in yüzündeki gurur ve saygı ifadesi… Tüm bu detaylar öylesine güzeldi ki… O an için başı öne eğilen cemaatin sonraki tavırlarında pek bir değişme yaşanacağını düşünmüyorum ama bu sahne izleyenler arasında tek bir kişinin bile bakışlarını değiştirmeye yettiyse ne mutlu emeği geçenlere…

5) Eyşan’ın vicdanı ve minnet duygusu arasında verdiği savaşı…

O da ölmek istemişti Mercan’ın asıldığı biçimde. Hayatına son verip kurtulmak istemişti yaşadığı eziyetten. Vedat engel olmuştu onun hayattan vazgeçmesine. Ona sahip çıkmış, kâbuslarına sebep olanı öldürmüştü. Vaktiyle ona hayat veren adam şimdi ondan hayat almasını istiyordu. Üstelik tam da Eyşan’ın anılarındaki gibi bir genç kızın canını almasını istiyordu. Susmayı ve delilleri kaldırmayı öğrenmişti, bunları yapması gereken bir iş olarak görüyordu Eyşan. Ama ya içinde kalan son insanlık kırıntısından da vazgeçebilir miydi? Kötülüğe sessiz kalanın en az onu yapan kadar suçlu olduğunu unutmuş, vicdanını ağlata ağlata bu zamana kadar gelmişti. Şimdi o vicdanı tümüyle yerinden koparıp atmaya yetecek miydi gücü?.. Yetmedi. Yapamadı Eyşan, kıyamadı Mercan’a. Ondan çok içindeki yaralı genç kıza kıyamadı belki de… Bunu bilemiyoruz ama bildiğimiz bir şey var: Vedat bunun bedelini ona ağır ödetecek.

6)Benim Tahir’im mi oldun sen şimdi bu yüzükle?

Önce içi sevgiyle dolup taşarak baktı ömürlerini ortak eden halkanın, yarinin parmağındaki duruşuna. Sonra uzandı, okşadı onu incitmekten korkarcasına. Sahi bu yüzük müydü şimdi ikisini bir kılan? Sonra düşündü. İki canı tek yapma marifeti sevdaya aitti. O yüzükse onları bir kılmaktan çok Nefes’e güzel hayaller kurmaya devam etmesini hatırlatmakla yükümlüydü. Hayaller ancak kuruldukça kâbusların yerini alabilirdi çünkü.

7)Uyurken izliyorum/O en sevdiğim hâlini…*

Bu sefer kapıyı çalmadı Nefes. Bir adım daha mahremine girmek istedi sevdiğinin. İçini titreten gözlerin ona başını eğdiremeyeceği bir anda doya doya bakmak istedi yüzüne. Normal zamanda deliliğiyle Karadeniz’i yerinden oynatan bu adamın uyurken bir çocuk kadar masum ifadesini izledi. Vaktiyle dokunmaya çekindiği o başı okşadı şefkatle. Buram buram akıyordu sevgi… Bizim deli kaplan uyanınca tabii tutkuya bıraktı yerini 😉

8)Yine bi fırtına dindirme meselesi 

O orada kendi vicdanıyla savaşırken sevdiğini kanatıyorlardı. Daha fazla kapının önünde koyamadı Tahir. Anlamıştı ki kendi göğsü nasıl üşüyorsa onun dizleri de öyle hasretti varlığına. Tuttu elinden çekti onu herkeslerden uzak mabedlerine. Fırtınasını sürdü o hep tanıdık olan limana. Hani şu hiçbir rüzgarın daimi olamadığı, en sert dalganın bile durulduğu liman. Saçlarını okşayan yumuşacık ellerin verdiği huzura bıraktı kendini. Her bir zerresini ayrı ayrı öpmek istedi o ellerin. Yorgunluğunu almak istedi. Kırılmışlık değil öpülmüşlük hissiyle kalsınlar istedi. Ve sevdaya kapadı gözlerini. Geyik yine deli fırtınasını dindirmeyi bilmişti.

9)Meleğin meleği varmış 

Geyik Kaplan’ın fırtınasını dindirir de Kaplan durur mu hiç? O da sevdiğinin en büyük acısını dindirme mücadelesi veriyordu. Zekice bir planla Nefes’ini nefesine kavuşturacaktı ki birden kendi nefesi kesildi. O yarinin evlat acısını dindirmeye giderken aynı acı elinde silahla karşısına çıktı. Cemil Dağdeviren kızının intikamını almaya gelmişti. Hayır, şimdi olmazdı. Geyiği ceylanına kavuşturmadan ölemezdi. Dinlemedi Cemil. Bastı tetiğe ve bilerek kalbinden değil kalbinin az aşağısından vurdu onu. Kendi kızı gibi can çekişsin istiyordu. Bilmiyordu ki onun canını yakınca kendi acısı geçmeyecek. Kimseler bulamasın diye oradaki bir kulübeye kapattı yaralı Tahir’i. 

Tahir orada kanayadursun umudun kızının annesinden aşağı kalır yanı olur mu hiç? Oyuncak bebeğini almak için geldi oraya. Daha onu gördüğü ilk anda “kızını” tanımıştı Tahir. Yarinin canından can duruyordu karşısında. Elini uzattı küçük meleğe. Ve hissettik ki adı konulmayan bir bağın ilk düğümleri oracıkta atıldı. Yardım çağıracaktı Ceylan, tabii melek yüzlü şeytanla karşılaşmasaydı…

Tahir’i orada kanlar içinde, Kaleli Konağı’nı da Cemil’in verdiği haber üzerine acılar içinde bıraktık. Şu son sahne adına çok azcık konuşmak istiyorum. Ulaş Tuna Astepe oyunculuğu diye bir kavram girmeli literatüre. Sosyal medyanın etkisiyle Ceylan karakterinden zerre etkilenmemiş olmama rağmen o sahnede ta içimi acıtmayı başardı. Her duyguyu aşama aşama öyle güzel yansıttı ki… O olmasa son sahne sıfır duyguydu benim için. Elimden geldiğince umut olmaya, iyi düşünmeye çalıştım ama o son sahne o kadar yabancı geldi ki… Sanki başka bir dizi izliyormuşum gibiydi. Yani bilemiyorum. Keşke demeyi sevmem ama hadi bu yazıya özel ufak bir keşke bırakayım: Keşke en azından eldeki konular bitmeden böyle bir yola girilmeseydi… Daha açılmış bir dünya mesele yarım dururken sezon finalinin nasıl bağlanacağını merak ediyorum. Ay sezon finali deyince bir kalbim sıkıştı. Neyse demedim sayın…

BONUS 

“Ne güzel sığdı yarinin göğsüne…” ♥

Gelelim beni gaza getirip bu yazıyı böyle uzun yazdıran o meşhur fragmana… Kurmaya korktuğum hayallerin gerçeğe dönmüş hâliydi resmen. “Kocasını” kaybetme korkusu yaşamış bir Nefes Kaleli’nin önünde artık kimse duramaz. E pek tabii sevdasının da… Anlayacağınız Tahir’in göğsü artık hiç üşümeyecek çünkü kaybetme korkusu beraberinde ekstra bir cesareti de getirir. İçimde çok güzel hisler uyanıyor yengem. İyisi mi biz lafı daha fazla uzatmayalım. Nefes’in kokusu Tahir’in burnunda, Tahir’in eli Nefes’in saçında kalsın ve benim bölümü izleyebileceğim günü beklesinler. Evet elimde olsa bu kötülüğü yapardım ama işte kader :)) Cumaya kadar bana yeni bölüm spoisi veren puttur!

Bu yazının kısa olması gerekiyordu ama işte yazanı biraz geveze olunca pek mümkün olmadı ^.^ Sonuna kadar okuyanların güzel gözlerinden öperim…

Sevdayı doğru insan ve doğru zamanda tatmamız dileğiyle. Sevgiyle kalın♥

*Bir Pazar Kahvaltısı/Şarkı/Söz-Müzik: Can Temiz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Korunan İçerik!