tds_thumb_td_300x0
NE İZLEDİK | Angrezi Medium Film İncelemesi

ANGREZI MEDIUM: BİR İNSANIN HAYALİNİ ÖLDÜRDÜĞÜNDE ONUN YAŞAMAK İÇİN BİR AMACI KALMAMIŞ OLUR.

Gösterim Yılı: 2020

Yönetmen: Homi Adajania

Oyuncular: Irrfan Khan, Radhika Madan, Kareena Kapoor Khab, Deepak Dobriyal, Dimple Kapadia, Ranvir Shorey, Pankaj Tripathi, Kiku Sharda, Tillotama Shome , Zakir Hussain

Imdb: 7,3/10

Yavrularını sevme konusunda derin yeteneği olan garip yaratıklara ne ad verilir? Cevabımız tabii ki de anne babalarımız yani EBEVEYNLER…

18 yaşına kadar pek çok ebeveyn canını dişine takarak çocuklarının iyi yerlere gelmesi için çalışır, gerek maddi gerekse manevi yönden çeşitli mücadeleler verir. Çocuklarsa çoğu zaman kendilerine açılan bu kapıların nasıl açıldığını fark etmeden hayatlarına bu şekilde devam ederler. Ve yapılan fedakarlıkların büyüklüğünü hep sonradan anlarlar. Filmimiz bu noktada her yetişkin ve ebeveynin kendinden izler bulabileceği özel bir film.

Udaipur’da ünlü bir tatlı dükkanının sahibi olan Champak Bansal’ın ( Irrfan Khan) hayatı boyunca hep kafası karışmıştır. Kızı Taru (Radhika Madan) ise 18 yaşına gelmiş pek çok kız gibi “özgürlüğünün” tadını çıkarmak isteyen bir genç kızdır. Taru’nun Londra’da okuma isteği, başta muhafazakarlığı yüzünden Champak’a saçma gelse de yaptığı kritik bir hata sonucu kızını Londra’ya yollamak için bütün yolları dener. Filmde Irrfan Khan, kızını rahat bırakmayan süper koruyucu bir baba olarak karşımıza çıkıyor. Radhika Madan ile olan baba-kız diyalogları ise sizi eğlendirirken duygulandıracak cinsten.

Filmimiz; Irrfan Khan ve Saba Qamar’ın kızlarını Chandni Chowk’un eski moda, gelenekçi ortamından çıkarmak için çaresizce savaştığı 2017’nin popüler filmi Hindi Medium’un devamı filmi. Amacına ulaşmak için bazı illegal yollara başvuran babaya bu filmde polis rolüyle Kareena Kapoor Khan eşlik ediyor. Ayrıca bu sefer maceramız geleneksel Eski Delhi’den havalı Güney Delhi’ye kadar kısıtlı da değil. Udaipur’dan Londra’ya uzanan keyifli bir maceraya tanıklık ediyoruz.

Hindi Medium’dan üç yıl sonra gelen Angrezi Medium, ilk filme konu olarak benzese de birkaç tematik noktayı daha gündeme getiriyor: Her şeyi kapsayan aile sevgisi, babalar ve kızlar arasındaki özel bağ ve tabii ki gelişmemiş ülkelerde İngilizce bilmenin size kolay yoldan pasaport sağlayabileceği…😊

Film, Taru’nun özgürlük macerası adı altında, modern neslin yabancı ülkelere olan saplantısını da vurgulamaya çalışıyor. Taru’nun Londra’ya gitme hayalinin gençlerin Batı’da keyif alacaklarını düşündükleri hayatı deneyimlemekle ilgili olduğu da yer yer izleyiciye aktarılıyor.

Bizi güldürmek ve ağlatmak arasında bir denge kurmaya çalışan film, 150 dakika boyunca izleyiciyle buluşuyor. Enerjik klibiyle bir akım haline dönüşen bir de şarkısı var Angrezi Medium’un. “KUDI NU NACHNE DE”. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için selfie tekniğiyle çekilen klipte Bollywood’un ünlü kadın oyuncuları şirinliklerini dansa dökerek güzel mesajlar vermeye devam ediyor.

Pi’nin Yaşamı, Milyoner, Jurassic World gibi filmleriyle tanıdığımız ünlü oyuncu Irrfan Khan’ın da son filmi olma özelliğini taşıyor Angrezi Medium. Kısa zaman önce kanserden kaybettiğimiz Khan, büyük zorluklar içerisinde bu filmi tamamlamış, kısa bir süre içerisinde de vefat etmişti.

Angrezi Medium, ilk filmi beğeniyle izleyen ve ikinci filme büyük anlamlar yükleyen seyirciler için sınıfta kalmış gibi görünse de verdiği mesajlar ve ünlü oyuncu Irrfan Khan’ın filmografisindeki yeri itibariyle hep özel bir film olarak kalacak gibi görünüyor. İyi Seyirler 😊

 

Distopik Bir Dünyada Modern Toplum Eleştirisi: The Lobster

Dogtooth (2009) filmiyle adını tüm dünyaya duyuran Yunan yönetmen Yorgos Lanthimos ‘’The Lobster’’ filmiyle izleyiciye ”gözetim olgusu” üzerine distopik bir dünyanın kapılarını aralıyor. Ülkesi dışında çektiği ilk film özelliğini taşıyan The Lobster, 2015 Cannes Film Festivali’nde Jüri Ödülünün sahibi olmuştu. Gösterildiği festivallerde büyük bir ilgi gören The Lobster’ın başrollerini Colin Farrell, Rachel Weisz, Ben Whishaw ve Lea Seydoux gibi ünlü isimler paylaşıyor. Senaryosunu da Yorgos Lanthimos’un yazdığı film, modern dünyanın yarattığı toplum kurallarına karşı çıkıyor. Lanthimos, Lobster’da modernizm ve iktidar eleştirisini; kadın-erkek ilişkileri üzerinden yola çıkıp insani ilişkileri irdeleyerek izleyiciye yansıtıyor. Yaratılan distopik dünyada toplum kurallarına karşı yapılan eleştiri ironi ve mizah ile harmanlanarak izleyiciye sunuluyor.

Film bekar kalmanın yasak olduğu ve yalnız kalan insanın bir otelde kırk beş gün içinde kendisiyle uyum kurabilecek bir eş bulamazsa seçtiği bir hayvana dönüştürüleceği bir toplumda geçiyor. Film absürt bir distopyada geçiyor gibi gözükse de gerçeklikten ve gerçekliğin temsilinden izler taşıyor. Film boyunca toplum tarafından kabul edilmiş evlilik düzeni, insanlara dayatılan aile kurumunun yüceltilmesi ve evliliğin toplumun çizdiği normlara göre düzenlenmesi eleştirisi yapılıyor. Filme göre, bekar kalan bir insan ormandaki bir hayvandan farksız değildir. Yalnız kalmak bir suçtur. Lanthimos yarattığı dünyayı, Otel, Orman ve Şehir olarak üç mekâna bölüyor. Filmi de üç ayrı bölümde inceleyebiliriz. (Yazının buradan sonraki bölümü spoiler içermektedir)

OTEL

Filmin ilk bölümünde partneri ölen, terkedilen, hiç partneri olmayan her birey bir otele yerleşip orada 45 gün boyunca eş bulmak zorundadır. Otelde farklı kurallar uygulanmaktadır. Bu kurallara uymayan ve başarısız olanlar bir hayvana dönüştürülmektedir. Ana karakterimiz David bu otelin bir ziyaretçisidir. Otele girerken de yanında abisi yani köpeğiyle beraber girmiştir. Abisinin partneri yoktur ve köpek olmayı seçmiştir. Otelin belirlediği düzenin dışına çıkan ziyaretçiler ağır cezalara çarptırılmaktadır. Politikalar ve yasalar otelde üretilmektedir. Otel içerisindeki sistemin George Orwell’in 1984 kitabındaki düzene benzediğini görebiliriz. Otelde yapılması gereken her şey belli saat dilimlerine bölünmüştür ve o saatlerde yapılmaktadır. Konuklar oluşturulan tekdüzelik sonucunda mekanikleşmiş ve duygusuzlaşmıştır. Oteldeki ziyaretçiler içlerinde bulundukları durumu sorgulamıyor. Bu durum da modern insanın toplumsal normları sorgulamadan kabul edip uygulamasını anlatıyor. David, otelde ayakkabı numarası olarak 44,5 seçtiğinde, 44 ya da 45 seçmesi gerektiği, buçuklu sayıların olmadığı söylenir. Otelde her şey siyah ya da beyazdır, farklılıklara yer yoktur. Buradan da toplumun bireyleri tektipleştirdiği gibi, oteldekilerin de konukları tektipleştirdiğini görüyoruz.

Lanthimos, modern dünyadaki normları metorofik bir biçimde oteldeki kuralların içerisine iliştirmiştir. Örneğin; otelde kendisine uygun eşi seçen bireyler arasında bir sorun çıkarsa bu çiftlere çocuk verilmektedir. Gerçek toplumda da çocuk yapmanın evliliği kurtardığını savunan bir fikir mevcuttur. Düzenlenen çeşitli etkinlik ve uygulamalarla çift olmanın önemi sık sık vurgulanıyor. Çift olmak için ise uyumlu olmak en önemli özelliktir. Çiftlerin ortak özellikleri ve hobileri keskin sınırları olan bir yasaya dönüştürülmüştür. Bir hayvana dönüşmemek için karşısındaki kişiyle ortak özelliği varmış gibi davranan insanlar mevcuttur. Örneğin oteldeki bir konuk, burnu kanayan bir kadın ile çift olabilmek için kendi burnunu kanatır. Bu da günümüz ilişki yapısını ortaya koymaktadır.

Otorite – Özgürlük İlişkisi

İnsan iradesini devlet aygıtına bırakır. Devlet onun yerine içinde bulunduğu kurumu ve yaşam biçimini düzenleyip denetler. Filmde mekan olarak tasvirlenen oteli, devlet olarak konumlandırabiliriz. İçindeki konuklar da otel sahipleri tarafından denetlenmektedir. Orwell’in 1984 kitabındaki gözeten ve denetleyen ”Big Brother” benzetmesi yapılabilir. Gözetim olgusu, önemli bir denetim türü olarak insanlık tarihinde yer almaktadır. Olgu ilk olarak Bentham’ın panoptikon modeli ile ele alınmış, Foucault’un çalışmaları ile kavramsallaşmıştır. Foucault’a göre iktidar toplumun her alanında hatta bireyin bedeni üzerinde bile gözetim ve denetim mekanizması haline gelmiştir. İlişkilerin merkezinde dahi yer alan iktidar, toplumu düzenlemektedir. Gözetim olgusuna göre bireyler doğumdan ölüme kadar yaşamın her alanında denetlenmektedir. Bireyin toplumda uyması gereken kurallar belirlenmiştir. Bu olgu ise doğrudan ya da dolaylı şekilde iktidar ile ilişkilendirilmektedir. İktidarlar “Görülebilen her şey denetlenebilir” ilkesinden yola çıkarak güçlerini kullanmaktadır.

Filmde de iktidarın temsilleri ve toplumsal normlar ile sık sık karşılaşıyoruz. Örneğin; otelde insanlara özgür davranabilecekleri iki tane hak verilmektedir. Birincisi eğer yalnız kalmayı seçerlerse dönüşecekleri hayvanı seçebilmektedirler. Ana karakterimiz David, dönüşeceği hayvan olarak Istakoz seçmiştir. İkinci hak ise eğer ormandaki yalnız insanları avlayıp öldürürlerse otelde bir gün daha fazla konaklayabilirler. Otel bu şekilde yalnız yaşayanların sayısını azaltmaktadır. Otoriteyi korumak için her tür yaptırım uygulanabilir. Bireyler ise, toplumdan dışlanma korkusu ile özgürlüklerinden vazgeçmektedir. David’in kendine hayvan olarak ıstakoz seçmesinin sebebi ise; karakterin deyimiyle ”ıstakoz uzun yaşar ve aristokrattır.” Ayrıca sistemin dışına çıktığında hayvana dönüşüm Franz Kafka’nın Dönüşüm kitabını çağrıştırmaktadır.

Gregor Samsa bir gün uyandığında kendini böcek olarak bulmuştur. Kitapta Kafka şöyle söylemektedir: ”Herkes beraberinde taşıdığı bir parmaklığın ardında yaşıyor.” Birey toplum içerisinde özgür değildir. Lobster’daki oteli de büyük bir hapishane olarak tasvir edebiliriz.

ORMAN

Otelin dayattığı düzenden kaçan yalnızlar ise ormanda yaşamaktadır. Filmde ikinci bölüm David’in otelden kaçıp kendisi gibi yalnızlardan oluşan bir topluluğun içine girmesi ile başlar. Sistemin aslında karşısında gibi görünen ve ona muhalif olarak yaratılan sistemin de aslında öteki sistemden farklı olmadığını görüyoruz. Ormanda geçen bir sahnede ormandaki liderin tasma takıp yürüttüğü domuz gösteriliyor.

Ardından anlatıcı; “Bazı cezalar diğerlerinden daha kötüdür.” diyor. Bu replik ve ormanda kurulan yeni düzen akıllara George Orwell‘ın romanı Hayvan Çiftliği’ni getirebilir. Çünkü Orwell de kitapta düzenin değil düzenin başındakilerin önemli olduğunu vurgulamaktadır. Ormandaki lider konumunda bulunan kadın bir süre sonra diktatörleşmektedir. Ormandaki topluluk da çeşitli kurallar ve cezalar belirlemiştir. Örneğin; duygusal ve cinsel ilişki yaşamak yasaktır. Tek bir müzik vardır ve yalnız dans edilir. Lanthimos bu sahnelerde ise bireyciliği işlemektedir. Baskıdan ve otoriteden kaçan insanlar kendilerini burada da bunlara yakın bir düzenin içerisinde bulur. David, ormanda kendisi gibi miyop bir kadını bulur ve aralarında bir ilişki başlar. Karakterler, iktidarın dilini reddederek kendi dillerini oluşturmaya çalışırlar. İlişkiyi açığa çıkarmamak için özel bir beden dili üretirler. Farklı şarkıları senkronize edip dans ederler.

ŞEHİR

Kadın karakter ile David’in ilişkisi ortaya çıktığında, kadın kör edilerek cezalandırılır. Yalnız yaşamak için ormana gelen David, biriyle uyumlu olabileceğini görünce eş adayıyla birlikte toplumsal hayata karışmak için ormandan şehre kaçar. Şehirdeki denetim organı ise polislerdir. Filmin finalinde ise David elinde bir bıçağı gözüne doğru tutmaktadır. Filmin finali ise belirsizdir, izleyiciye bırakılır.

Filmde zaman ve mekan konusunda net bilgiler verilmiyor. Otel, orman ve şehrin nerede olduğu izleyiciye gösterilmiyor. Her ne kadar distopik olarak gözükse de Lobster’da tasvir edilen yaşam biçimi günümüze çok yakın olabilir. Ayrıca aile kurumu evrenseldir. Filmde yaratılan dünya ile Türkiye’de de Amerika’da da karşılaşabiliriz.

Lanthimos genel olarak önceki filmlerinde sabit geniş planlarıyla oluşturduğu tarzını bu filmde de devam ettirmiş. Fakat Lobster’da diğer filmlere göre daha soluk ve kasvetli renk paletleri tercih edilmiş. Yönetmenin soluk renkler tercih etmesi izleyiciye karanlık bir distopik evren izleteceğinin sinyallerini veriyor. Anlatı daha çok mavi, yeşil ve kırmızı renk tonları üzerinden ilerliyor. Bu renkler insanların en çok aşina oldukları renkler olduğu için aslında izleyicilere tanıdık bir dünya da göstermek istemiş. Genellikle izleyiciyi geren müzik seçimleri yapılmış ve yaratılan bu distopik dünya ile uyumu sağlanmış. Şatoya benzeyen bir otel içerisinde; otel müdürü ve partnerinin şarkı söylerken ses tonlarıyla eski İtalyan operalarını anımsatması, savunulan zihniyetin bir parçası haline gelmektedir.

The Lobster, temelinin yakın zamanda atıldığı ‘’Yunan Yeni Dalga’’ sinema akımının en önemli örneklerinden biri. Lanthimos’un filmde kullandığı müzikler, renk ve kamera açıları seçimleri, karakterler seyirciye ulaştırmak istediği mesajları besliyor. Alaycı bir şekilde modern toplum eleştirisi yapılan filmde, birçok metafora ve alt metne rastlamak mümkün. Seyirciyi hem kendisiyle hem de içinde yaşadığı toplum ile yüzleştirmek isteyen yönetmen, bunu film boyunca yarattığı sahneler ile sağlıyor. The Lobster, teması, özgünlüğü, dili ve atmosferi ile son zamanların en iyi filmlerinden!

İnceleme: Enola Holmes Filminde Ne İzledik?

Başrollerinde Millie Bobby Brown, Henry Cavill, Sam Claflin ve Helena Bonham Carter gibi başarılı isimlerin yer aldığı, merakla beklenen Netflix filmi Enola Holmes 23 Eylül’de yayınlandı. Holmes ailesine ait bir hikaye ve film olan Enola Holmes, Sherlock hasreti çekerken iyi gelmiyor desek yalan olur. öncelikle hikayenin geçtiği döneme bakalım. BBC dizisi olan Benedict Cumberbatch’li modern Sherock uyarlaması değil de, kitaplarda ve filmlerdeki gerçek döneminde geçiyor hikaye. Victoria dönemi de fonda işleniyor. Filmdeki hikayeler ucundan kıyısından da olsa dönemin siyaseti ile birleşiyor. 

 

Konusu

Holmes ailesini içeren bir hikaye olduğunu söylemiştik. Konuyu biraz daha detaylandıracak olursak, abileri Mycroft ve Sherlock Holmes evden ayrıldığında henüz çok küçük olan Enola Holmes’u annesi büyütüyor. Ancak dönemindeki kız çocuklarından bir hayli farklı olarak ağırlıklı olarak dövüş, satranç ve bilim dersleri ile büyüyor Enola. Zekasının da abilerinden aşağı kalır yanı olmayınca, Enola dönemindeki kızlardan oldukça farklı bir profil çiziyor. 16. yaş gününde annesinin birden ortadan kaybolması üzerine, abileri Enola’nın yanına dönüyor ve macera başlıyor. Abilerinden bir hayır göremeyen Enola, annesinin kayboluşundaki gizemi onlardan ayrı çözmenin bir yolunu buluyor bu sırada da kendi macerasına atılıyor. Bu macera biraz da aşk içeren bir yolculuğa dönüşüyor aynı zamanda.

Filmi Nasıl bulduk?

Konu bu şekilde, hikayeye baktığımızda Sherlock’a kıyasla oldukça zayıf bir hikaye diyebiliriz. Son derece tahmin edilebilen bir kurgu var filmde. Bu da bildiğimiz Sherlock hissini vermiyor. Ama bu noktada Millie Bobby Brown için bir parantez açmak gerekiyor, o kadar iyi oynamış ki. Kendisini Stranger Things’te Eleven olarak izleyenler yeteneğini zaten biliyor. Filmde de yine çok başarılıydı. Özellikle de İngiliz aksanına bayıldım. Millie’nin aksine, Henry Cavill ise çok zayıf bir performans göstermiş. Henry’den Sherlock olur mu konusu zaten filmden önce de tartışılıyordu. Filmi izlemiş biri olarak söylüyorum ki, olmamış. Yanına bile yaklaşamamış. İngiliz aksanını bile yapamamış…

Enola’ya ismini annesi vermiş. bir Holmes olarak elbette kelimelerle oynamayı ve şifreli konuşmayı seviyor. Alone (Yalnız) kelimesinin tersten yazılışı anlamına geliyor.  Filmde Sherlock ve Mycroft hikayeye sıklıkla dahil olsa da biz tamaman Enola Holmes hikayesi izliyoruz ve onunda gerçek bağı annesi ile var. Yani film Enola ve annesi üzerine kurulu. Ancak Sherlock ile de ufaktan gelişen bağlarını izliyoruz. Her ne kadar üzerimizde çoğunlukla bu nasıl Sherlock hissi olsa da… Her ne olursa olsun Holmes ailesini görmek özellikle de Helena Bonham Carter’ı bu ailenin içinde görmek çok iyi geliyor.

film biraz mizahi biraz maceralı biraz da romantik bir hikaye vaat ediyor. Senaryo zayıf olsa da seyirlik güzel bir film olmuş denebilir. Fleabag tarzı çekimlerde de Millie yine o kadar iyi iş çıkarmış ki, sizi bir şekilde alıp sürüklüyor filmde ve izletmeyi başarıyor.

  

IMDb’den Ne Haber?

Benim puanım 10 üzerinden 6.8, filmin güncel IMDb puanı ise 6,6. 

The Devil All The Time’ın Yayın Tarihi Belli Oldu!

Tom Holland, Robert Pattinson, Sebastian Stan ve Bill Skarsgard’ı aynı kadroda buluşturan psikolojik-gerilim türündeki The Devil All The Time 16 Eylül’de Netflix’te yayınlanacak.

Filmin yapımcılığını ise Jake Gylleenhaal üstlenecek.

Filmin konusu

Ölüm döşeğindeki eşini kurtarmak için her şeyi göze alan bir adam, duadan ve daha ekstrem şeylerden medet umar.

error: Korunan İçerik!