tds_thumb_td_300x0
Yabancı Dizilerle Özdeşleşen Aşk Şarkıları

Şarkılar, izlediğimiz en etkileyici sahnelerin olmazsa olmazı. Ne diyorlardı Begin Again’de,”Müzik, en sıradan anları bile daha anlamlı kılıyor.” Bu söze sonuna kadar katılmakla beraber; hazır Sevgililer Günü de gelmişken, sizler için yabancı diziler ile özdeşleşmiş en güzel aşk şarkılarını derlediğimiz bir yazı ve Spotify listesi hazırlayalım dedik.

This Is Us (The Cinematic Orchestra – To Build A Home)

Jack Pearson’ın evlerini kendisinin inşa etmiş olması diyoruz, daha fazla bir şey demiyoruz çünkü spoiler… Öyle bir yerde çalıyor ki bu şarkı, mendilleri hazırlayın diyebiliriz sadece.

Smallville (James Blunt – You’re Beautiful)

Dizide çalan en güzel ve 00’s klasiği olan şarkılardan biridir. Clark ve Lana’nın ilişkisini en güzel ifade eden şarkılardan da aynı zamanda.

The Vampire Diaries (Within Temptation – All I Need)

Diziyi izleyip de birinci sezon 19. bölümdeki balo dansını ve sonrasında Delena ile özdeşleşen bu enfes parçayı hatırlamayan yoktur.

Gossip Girl (Adele – Rolling In The Deep)

Chuck ve Blair’in son gecelerinde, hiç tanımadıkları bir düğüne dalıp auraları ve danslarıyla gecenin yıldızı oldukları efsanevi vedaları…

Friends (Dean Martin – Everybody Loves Somebody)

Chandler ve Monica’nın Vegas bölümünde atılan zarı işaret kabul edip evlenmeye karar verdikleri o an… (Zar aslında yamuk duruyordu ve tam bir sayı göstermiyordu…)

Mr. Robot (Neil Diamond – If You Go Away)

Dizinin ilk sezonundan, adeta diziye bağlayan müthiş klasik bir şarkı ve sahne…

Chuck (Rivers And Roads)

Chuck’ın finalini unutursak kalbimiz kurusun. Sarah unutsa biz unutmayız… Finalde bu efsane şarkı ile birlikte tüm anıları tekrar yaşamamız şarkıyı diziyle özdeşleştirmişti.

How I Met Your Mother (La Via En Rose)

Tracy yani meşhur Mother’ımızın sesinden dinlediğimiz La Vie En Rose zamanında hangimizi etkilememişti ki?

Yabancı filmlerle özdeşleşen aşk şarkıları yazımızı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

Aşk 101 | En Komik Sahneler!

Selamlar! Hepimiz Love 101 yayınlanır yayınlanmaz koşup izledik ve diziyi malesef bir solukta bitirdik. Yeni sezonun gelmesine uzun bir zaman olduğu için bu süreçte yapabileceğimiz en iyi şey fotoğraf editleri, videolar ve bu tarz yazılar. Hem dizi hakkındaki bilgilerimizi güncel tutarız, sevdiğimiz sahneleri hatırlarız hem de keyifli vakit geçiririz diye düşündüm. O zaman serinin ilki gelsin. Buyrun, en komik sahneleri derledik!

1- Günaydın Allah’ın Belaları

Müdürün çocukları son derece sevgi dolu şekilde selamlaması, onların harika mimikler eşliğinde karşılık vermesi ve Sinan’ın attığı gol 🙂 Gerçekten güzeldi.

 

2- Hiç özür falan dilemeyeceğim

Hiç özür falan dilemeyeceğim diyerek cümleye girip yarım saniye içinde fikrini değiştirmesi.. Çok hoşuma gitti ve dizide komik diye adlandırabileceğimiz anlardan biri bence.

     

3- Senden hoşlanmıyorum

Of Kerem beni o kadar eğlendiriyor ki.😂 Ağzında böreklerle aniden dönüp Sinan’a yükseldi.

Tamam canım asabisin, anladık. Şu tipe şu bakışa bak.

 

4- Sen de nedir böyle torbacı gibi sürekli tedarik halindesin?

İki değişik tipin harika (!) diyaloglarından hoş bir kesit. Kemal’e fazlasıyla hak veriyorum. Sinan su içer gibi içki içiyor.

Hatta o kadar su tüketmediğine de eminim.

 

5- Çok ayıp!

Burcu’nun bilinçaltına çok ayıp demesi.. Kemal hocayla ilgili gördüğü romantik 🙂 rüyadan sonra kalkıp kendine harika tepkiler vermişti. Önce bi dönüp yatağa bakıyor. Yanımda olsa ne güzel olurdu gibisinden herhalde. Sonra da kendini kınıyor.

 

6- Bir, ben hasta olmam. İki, Sinan kadar sağlıksız bi …. görsem

Bu sahne gerçekten o kadar komik ki. Yemin ederim defalarca kez başa sardım ve her seferinde çok güldüm. Efsane olmuş, bin kere de izlesem güleceğim. Kubilay’ın mimikleri ve cümle aşırı aşırı iyi. Şu an bu cümleyi yazarken bile gülmemi durduramıyorum. Göz devirerek söylüyor bir de, harika ya. Antidepresan gibi mübarek. En mutsuz anlarda aç, sinirin bozularak ekrana istemsizce tükürmeli gül. Helal olsun. Çekilirken çok eğlenmişlerdir eminim. Kaç tekrar alındı acaba.😂

 

7- Senin 17 yaşında bi … olarak bana “siz” demen gerekmiyor mu? 

Kemal’in dümdüz bir suratla Sinan’ı inanılmaz güzel şekilde sıfatlandırması umarım bir tek bana komik gelmemiştir. Argo kelimeler ve küfürleri sansürleyerek yazıyoruz ama eminim hepinizin aklında kalmıştır bu sahne. Kalmadıysa da gidip izleyin lütfen. Eğlenmek hakkımız. 

 

Siz de kendi önerilerinizi yorumlarda söyleyebilirsiniz. Başka bir yazıda görüşmek üzere! 

 

 

Bir Solukta Bitirebileceğiniz 7 Mini Dizi

Merhaba. 8-12 bölüm süren uzunluklarıyla sizi hiç yormadan keyifli vakit geçirmenizi sağlayacak ve bir solukta bitirebileceğiniz mini dizilerden oluşan harika bir liste hazırladık.

NOT: Dizi yorumları beyazperde.com’dan alınmıştır ve sıralamada dizilerin IMDb puanları esas alınmıştır.

7- The White Queen / 2013 / 10 Bölüm

IMDb: 7.8

2009’da yayınlanan, Philippa Gregory imzalı kitaptan uyarlama olan dizi, İngiltere tarihinde War of the Roses olarak bilinen 30 senelik 1455-1485 arası dönemde yaşamış Kral Edward IV’ün halkın içinden sıradan bir kadın ve gelecekteki karısı olan Elizabeth Woodville’le tanışmasından itibaren hayatını konu ediniyor.

 

6- Tabula Rasa / 2017 / 9 Bölüm

IMDb: 8.1

Annemie D’Haeze, geçirdiği trafik kazasını sonucu hafızasını kaybeder ve bir kliniğe yatırılır. Fakat onun başındaki tek sorun bu değildir. Annemie, kaldığı hastanede Dedektif Wolker tarafından ziyaret edilir. Bu ziyaretin nedeni geçirdiği kaza değil, kısa bir süre önce kaybolan Thomas’ın yanında görülen son kişinin Annemie olmasındandır. Gizemli kayboluşun kilit ismi haline gelen Annemie kendisini aklamak için kayıp anılarını yeniden inşa etmek zorundadır.

5- The Pasific / 2010 / 10 Bölüm

Her bir bölümü yaklaşık bir saatten oluşan, toplamda 10 bölümden oluşan mini diziThe Pasific; 2. Dünya Savaşı’nı konu ediyor ve odağına Amerikan Deniz Piyade Kolordusu’nun Japon İmparatorluk Deniz Kuvvetleri birliklerine karşı Pasifik Cephesi’nde verdiği mücadeleyi alıyor.

4- Utopia / 2013 / 12 Bölüm

 

 

 

 

 

 

IMDb: 8.4

Utopia, konusu itibariyle konusu hakkında en az şey bilinmesi gereken yapımlardan biri. Bu yüzden çok yüzeysel olarak değinmeye çalışacağız. Paranoyak bir şizofren Mark Dane tarafından oluşturulan “Ütopya Deneyimleri” elden ele dolaşan ve içeriği bakımından takipçilerini fikir ayrılığına itmiş bir eserdir. Ütopya’nın ilk bölümünü elinde bulunduran Becky, internetten tanıştığı arkadaşları Wilson ve Ian ile kendilerini gizemli ve ucu sağlık bakanlığına kadar dokunan büyük bir komployu çözerken bulurlar. Tabii arkalarında onları takip eden Network topluluğuna bağlı tehlikeli kişiler varken ilerlemeleri ve sis perdesinin aralanması hiç de kolay olmayacaktır.

 

3- The Night Of / 2016 / 8 Bölüm

New Yorklu genç taksici, bir kadınla tanışır ve geceyi beraber geçirmeye karar verirler. Adamın evinde geçirilen bir geceden sonra, sabah uyanan taksici kadını ölü bulur. Polis, avukatlar ve hatta kendi ailesi bile adamın öldürdüğünü düşünür. Acaba adamın masumiyeti kanıtlanacak mı? Birileri ona inanacak mı?

 

2- 11.22.63 / 2016 / 8 Bölüm

Bir zaman yolculuğu hikayesi anlatacak olan 11/22/63, lisede İngilizce öğretmeni olan Jake Epping karakterini merkeze alacak. Bir lokantanın deposunun geçmişe açıldığını fark eden ve zamanda geriye giden Epping, John F. Kennedy suikastını önlemeye çalışacak. Ancak işler çok geçmeden sarpa saracak; zira kahramanımız, Lee Harvey Oswald engeline takılacak ve hayatının aşkı ile karşılaşacak!

 

1- Masum / 2017 / 8 Bölüm

IMDb: 8.7

Emekli Komiser Cevdet ve karısı, ömürlerinin son yıllarını şehirden uzaktaki küçük çiftlik evlerinde huzur içinde geçirmektedirler. Ta ki küçük oğulları bir gece yarısı korkunç bir haberle eve gelene kadar…

New York’ta Geçen 9 Yabancı Dizi Önerisi

New York, bir çok film ve diziye ev sahipliği yapmış rüyaların şehri…

Yabancı diziler sayesinde geçtikleri şehirleri, kasabaları her seferinde yeni bir yeri keşfediyormuşçasına keyifle ve ilgiyle izliyoruz. Ama bir şehir var ki, onu izlemeye de izlerken içinde yaşıyormuş gibi hissetmeye de asla doyamıyoruz. Evet tabii ki bu şehir New York!

Filmler bana yetmiyor, sezonlarca doya doya Manhattan sokaklarında dolaşmak ve şehrin ruhunu yaşamak istiyorum diyorsanız, gelin size New York’ta geçen, bizzat orada çekilmiş veya New York teması havası verilmiş 9 yabancı dizi önerisi…

1) Friends (1994-2004)

Pek çoğunuzun tahmin edebileceği gibi en bilinen örneği Friends dizisidir elbette. Direkt şehirde çekilmese de yine de New York teması ile 10 sezon boyunca izleyiciye şehrin havasını yaşatır. Çünkü rüyaların şehri New York’ta 20’li yaşlarındaki 6 genç ve bekar karakterin, New York’un göbeğindeki daireleri ve her zaman takıldıkları ekibin favori mekanı olan Central Perk kafede geçen hikayesini izlemek tam da şehre yakışır bir rüya yaşatmaktadır. Dizi Monica’nın liseden eski arkadaşı ve abisi Ross’un eski aşkı Rachel’ındüğünden kaçıp, Central Perk kafeye gelinliği ile dalması ve sonrasında Monica’nın evine taşınması ile başlar ve bu hikayeJoey, Chandler ve Phoebe ile de birlikte 10 yıl boyunca izleyeceğimiz enfes bir dostluk dizisi olarak devam eder. Aynı zamanda 90’ları New York teması ile dolu dolu yaşatması da en güzel artısıdır. Eğer New York, sit.com ve arkadaşlık üçlüsüne ihtiyacınız varsa aradığınız adres ilk önce Friendsolmalı, bir sonraki ise günümüzün New York’unda geçen How I Met Your Mother dizisidir elbetteki.

2) How I Met Your Mother (2005-2014)

Evet yukarıda da bahsettiğim gibi New York temalı, sit.com dedin mi akla gelen ikinci adres elbette ki 9 sezon boyunca müstakbel eşini, anneyi arayan Ted Mosby ve arkadaşlarının New York şehrinin göbeğinde ve çoğunlukla takıldıkları favori mekanları olan MacLaren’s Pub’da geçen hikayelerini anlatan How I Met Your Mother dizisidir. How I Met YourMother dizisi için 20’li yaşlarının sonlarına yaklaşmış, 30’larının başında belki biraz daha hayatı tecrübelemişkarakterleri içeren 2. nesil bir Friends olduğunu söyleyebiliriz. Hikaye Ted’in MacLaren’s Pub adlı barda Robin’le tanışması ve Robin’in Marshall, Lily ve Barney ile olan ekibe katılması ile başlar ve 5 yakın dostun New York şehrinde birlikte iyi ve kötü anıları ile en güzel yıllarını yaşamalarını anlatır. Friends’in aksine, How I Met Your Mother’ın tema olarak şehri daha çok yaşattığını da elbet söyleyebiliriz. Çünkü How I Met Your Mother dış mekanları, New York sokak temalarını oldukça fazla kullanan bir dizidir.

3) Seinfeld (1989-1998)

Evet New York temalı en popüler dizilerden gittik ama hepsinden önce Seinfeld vardı, bunu da es geçmemek lazım. Jerry Seinfeld ve arkadaşlarının New York’ta geçen ve 9 sezon süren maceraları size New York temasını hem de 80’lerin sonu ve 90’ların en parlak yıllarını da içererek nostaljik bir havada yaşatmak için birebir. Ekip çoğunlukla Monk’s Cafe’de takılıyor olsa da dizinin adeta simgesi haline gelmiş olan ve Seinfeld severlerin New York’u ziyaret ettiklerinde mutlaka uğramadan geçmediği Tom’sRestaurant’ı da dış mekan olarak dizide bolca görmeniz mümkün. Dizide Jerry Seinfeld gerçekte de olduğu gibi bir stand-up sanatçısıdır ve tıpkı dizinin temasında olduğu gibi gösterisinde de hayatın içinden “Hiçbirşey Hakkında Herşey” diye tabirlediğimiz durumları kullanır.  Ve 9 sezon boyunca arkadaşları George, Elaine ve kapı komşusu olan Kramer ile olan sıradan ama bir o kadar komik gündelik hayatından kesitleri izleriz.

4) Sex and the City (1998-2004)

Yazının başlarında New York teması içeren sit.comlardanbaşladık ama sırada esaslı bir şekilde New York’ta geçen efsane dizi Sex and the City var. New York, 90’ların sonu, 2000’lerin ilk yarısında geçen kadınlar, erkekler, aşk, cinsellik, ilişkiler gibi birçok konuyu tüm açıklığı ile anlatmaktan çekinmeyen oldukça feminist ama bir o kadarda gerçekçi bir dizi. Romantik komedi havasında işlerin aşığıysanız, bu türde bir çoğu New York’ta geçmiş olan romantik komedi filmler gibi bu diziye de bayılacaksanız. Aynı zamanda ana castı kadınlardan oluşan dizilere ilgisi olanlar için kariyer sahibi ve başarılı 4 kadının hikayesinianlatan bu dizinin kesinlikle ilk başta izlenmesi gereken bir klasik olduğunu da söylememe gerek yok herhalde. Dizi gazeteci Carrie Bradshaw’ın gazetede ilişkiler ve cinsellik üzerine yazdığı yazılar ve Miranda, Samantha ve Charlotteile olan yakın arkadaşlığını anlatmaktadır. Aynı zamanda konusunda da bir hayli yaratıcı olan dizi, o yılların modasını da yaşamanız için birebir.

5) Felicity (1998-2002)

Sex and the City’den bahsetmişken tıpatıp aynı dönemde New York’ta çekilmiş, fakat kuytu köşede kalıp unutulmuş bir diziden daha bahsedeceğim. Felicity dizisi, liseden yeni mezun olmuş, ailesi tarafından hangi üniversitede okuyacağı çoktan planlanmış Felicity Porter’ın, mezuniyet günü 4 senedir uzaktan ilgi duyduğu Ben Covington’ın, günlüğüne yazdığı umut dolu ufacık bir sözün peşine tüm hayatını değiştirecek bir hamle yapmasıyla başlayan hikayesinianlatıyor. Felicity, New York’ta okumaya karar vermesi ile hayatını değiştiren Felicity Porter’ın New York’ta geçen hikayesini anlatan, yurt sorumlusu Noel’ın da dahil olduğu bir üniversite gençliği dizisi. Çoğu gençlik dizisi kasabada geçen lise dönemlerini anlatırken üniversite gibi 4 yıllık güzel bir dönemi, hem de New York gibi bir şehirde en sade şekliyle anlatması ile oldukça az rastlanır ve ilgi çekici bir dizi olduğunu söyleyebilirim.

6) Gossip Girl (2007-2012)

New York ve gençlik demişken New York şehrini tüm ihtişamı ve pahalı yaşamı ile anlatan, doğu yakasının şanslı zengin çocuklarının konu edildiği Gossip Girl dizisini es geçmek olmazdı elbette. Hele ki döneminin Sex and the City’si gibi modanın kalbinin attığı New York’ta modayla iç içe fakat daha günümüzden bir dizi olması ile daha da ilgi uyandırdığını söyleyebiliriz, şaşalı gece yaşamını da unutmamak gerekir tabi. Dizi Serena, Blair, Nate, Chuck ve orta halli bir aileden gelse de onlarla birlikte okuyan Dan gibi yaşamları özenilerek izlenen zengin gençlerin sıradışı ve dramatik hayatlarını ve bu hayatlarını izleyen ve yazan gizemli dedikoducu kızın hikayesini anlatıyor. New York’a bir de zenginlerin gözünden baktığımız bu diziyi kaçırmayın derim, içerisinde bol bol entrika ve ihtiras da cabası.

7) Suits (2011-günümüz)

Zenginlik, şaşalı ve klas bir yaşam ve New York demişken, akla Suits dizisinin gelmemesi beklenemezdi zaten. Sit.com, romkom gibi temalardan uzak, şehri plazaların gözünden izlediğimiz ve çok ciddi meselelerin döndüğü avukatlık dizisi Suits, New York’u en havalı yanları ile yansıtan dizilerden. Bırakın Harvard’ı, avukatlık diploması bile olmayan, eğitimi yarıda kalmış Mike Ross’un, Harvard mezunu harici mezun kabul etmediği hukuk şirketine, ünlü avukat Harvey Spectersayesinde adım atmasını konu alır. Sezonlarca bu yalanla başa çıkmalarını anlatan bu dizi, uzun süre düşmeyen bu dinamiği ile plazaların dilinden şehri en güzel yaşatan dizilerinden biri diyebilirim.

8) Castle (2009-2016)

Polisiyeler ve şehirler… Bir şehri yaşatmak için tercih edilecek en bilindik ve enfes yöntem değilde nedir? Castledizisi içinde ayrı bir parantez açmak lazım, piyasada elinizi atsanız polisiyeye değiyor ama bu dizi hem kalite anlamında hem de şehri yaşatmak adına hatrı sayılır efsane polisiyelerden biridir. Bir çok farklı polisiyeye göre belki daha temel bir polisiye anlayışına sahip olsa da New York’ta geçmesi ile de oldukça şanslı olduğu ve görüntü yönetmeni sayesinde de bunu oldukça iyi kullandığı da aşikar. Merak edenler için efsane dizi, Richard Castle adında bir polisiye roman yazarının, bir cinayette romanından alıntı yapılması üzerinebir soruşturmaya dahil olması ile başlıyor. Dizi soruşturmaya yardımda bulunması esnasında dedektif Kate Beckett’danetkilenen Castle’ın, yeni romanında ana karakter olarak Beckett’i merkez almak istediği için gözlem yapmak amacı ile NYPD ekibine katılması ile başlayan ve 8 sezon süren macerasını anlatır.

9) Mr. Robot (2015-günümüz)

Evet son olarak en yakın tarihli öneri olarak Mr. Robot dizisinden bahsetmek isterim. Önerdiğim dizilerin genelinin aksine daha bireysel bir karakter dramasına yönelen dizide insanlarla iletişim sorunları yaşayan anti sosyal ve genç bir programcı olan Elliot Alderson’ın hikayesi anlatılır. Elliotsiber güvenlik şirketinde çalışmakta fakat geceleri de hackerlik yapmakta olan ve şizofreni belirtileri gösteren bir gençtir. Dizi psikolojik gerilim türünde oldukça başaralı bir hikayeye ve atmosfere sahiptir. Dünyayı oldukça yozlaşmış ve güvensizlik ortamı gibi gören Elliot’ın gözünden New York’ta geçen dizi, diğer dizilerin aksine, daha karamsar bir görüntü çizmekte ama bu haliyle de ayrı bir seyir zevki vermektedir. Ne de olsa nice karamsar hikayenin geçtiği filme New York sayısız kez tema olmamış mıdır Hollywood tarihinde. Özellikle bilişime ilgi duyan kişilerin dikkatini çekecek olan dizi, çekimleri ve şahane sinematografisi ile de New York tutkunlarının gözünden kaçmayacaktır eminim.

*

Evet elbette ki New York şehrinde geçen diziler bu kadarı ile sınırlı değil, New York’ta geçen sayısız dizi olduğunu söyleyebiliriz. Bunlar sadece bahsedebileceğim, en bilindik ve şehri yaşattığını düşündüğüm dizilerdendi. Denemek isterseniz şimdiden iyi seyirler…

Bir Zamanların Sevilen Dizisi – The IT Crowd!

‘Merhaba, IT. Bilgisayarınızı açıp kapamayı denediniz mi?’ sözünü sıklıkla duyacağınız bu dizide merak ettiğimiz IT terimi, bilgi işlem anlamına gelmektedir. Peki ne yapar bilgi işlem departmanı?  Basit haliyle, insanlar bilgisayarlarında bir sorun çıktığı zaman bilgi işlem departmanını ararlar ve yardım alırlar. Bazen sadece bilgisayarlarını fişe takmaları gerekmektedir. Bunu onlara söyleyen ise IT departmanı olur. 

Reynholm Endüstri’nin bodrum katında görev yapan iki erkek IT çalışanı düşünün. Sosyal yaşamdan uzak, kadınlarla ilişkileri pek iyi gitmeyen bu iki IT elemanının başına, bilgisayarlardan hiç ama hiç anlamayan bir kadın yönetici gelirse ne olur?

Roy ve Moss çalıştıkları bodrum katında, kimse onları ziyarete bile gelmemişken, karşılarında birden Jenny’i bulurlar. Bir yöneticiye ihtiyaç duymadıklarını düşünen ekip, Jenny’nin bilgisayar konusunda hiçbir şey bilmediğini anladıklarında şirketin sahibi olan Denholm Reynholm ile görüşmek isterler. Fakat Denholm ekip çalışmaları konusunda oldukça hassastır, en ufak bir anlaşmazlıkta kovulacaklarını anlayan ekip, durumu iletmekten vazgeçerler. 

Jenny, bilgisayar konusunda pek bilgi sahibi olmasa da Roy ve Moss’a kıyasla daha sosyal, insanlar ile ilişkileri iyi, çalışkan ve düzenli birisidir. Tam IT departmanında bir işe yaramayacağını ve istifa etmesi gerektiğini düşündüğü sırada Jen, Roy’u dayak yemekten kurtarır ve o anda ekibin bir parçası haline gelir. Jenny’nin görevi artık, IT departmanını şirketin daha aydınlık katlarında var olduğunu göstermek ve sanırım biraz da o köhne bodrum katını düzenleyerek yaşanılır bir hale getirmektir.

The IT Crowd 2006 yapımı bir İngiliz komedisi. Eğer sıklıkla Amerikan komedisi izleyen biriyseniz başlarda biraz garipsemiş olabilirsiniz. Bunun sebebi ise tamamen şu: Amerikan komedilerinde espriler açık ve nettir. İngiliz komedilerinde ise ince espri dediğimiz tarz mevcuttur, yani espriler daha çok üstü kapalı şekilde size sunulur. Her bölümde kahkaha ile gülmüyorsunuz -ki itiraf etmeliyim birkaç bölümde gülmekten karnıma ağrılar girmişti- fakat sizde bıraktığı o hoş tat, birkaç yakın arkadaşa sahip olmanın verdiği mutluluk ve her izlediğinizde geride kalan  o tebessüm bu diziyi izlemeye değer kılıyor. 

Dizinin ana kadrosu dışında en sevdiğim karakterlerden birisi olan Richmond’dan bahsetmeden geçemeyeceğim. Hayatının bir döneminde gotik olmayı tercih etmiş birisi olan Richmond, bizim çocuklarla beraber bodrum katında, kapısı hiç açılmayan bir odada kalmaktadır. Güneş görmeye alışık olmayan Richmond adeta bir vampir edasıyla ortalıkta süzülmektedir. Ve dizide en güldüğüm karakterlerden birisi olmasına rağmen çok sık görememiş olmak beni hala üzmektedir.

IT ekibi ve Richmond’ın yanında, diziye daha sonradan katılan Douglas (Denholm Reynholm’un oğlu) dışında dizide başka ana karakter yok. Douglas, boş şeylere para harcayarak şirketi batırma noktasına getirse de en çok kadınlara düşkünlüğü ile tanınmaktadır. Cinsiyetçidir, ırkçıdır ve aynı zamanda komik olmayan şakalar yapar. Bir iki bölümde başına gelen olaylar komik olup sizi güldürse de bu dizinin en zayıf karakterinin o olduğunu düşünmekteyim. Şahsen ilk patron olan Denholm karakterine ısındığım gibi ısınamadım Douglas karakterine… Buna rağmen ekibin Douglas’ın yaptıklarına karşılık verdiği tepkiler, ve başlarına gelen olaylarla başa çıkmalarını izlemek büyük keyif!

Roy, Moss ve Jen ne kadar farklı karakterler olsalarda ortak noktada buluşmayı iyi bilen üç iş arkadaşı…  Kimi zaman interneti bir kutuya koydular kimi zaman bilmeden soygun yaptılar, patronlarına yalan söylediler, patronlarından nefret ettiler, kimi zaman kötü adamlara karşı koydular kimi zaman kötü adam kendileri oldular. İyilik etmek isterlerken başlarına gelmeyen dert kalmadı ama ne yaparlarsa yapsınlar hepsini bizi güldürerek yaptılar. Diğer izlediğim bütün dizilerden farklı bir çizgisi olan The IT Crowd en sevdiğim komedi dizileri listesine girdi bile!

2006-2013 arası 5 sezon geçirmiş ve ilk dört sezonu 6 bölüm, son sezonu ise 45 dakikadan oluşan bir bölümle ekranlara veda eden The IT Crowd kendini özletmeye devam ediyor. Başrollerini Chris O’Down (Roy), Richard Ayoade (Moss), Katherine Parkinson (Jenny) ve Matt Berry’nin (Douglas) paylaştığı dizinin yönetmenliği ve senaristliği aynı isim olan Graham Linehan tarafından yapılmıştır.

Ne demişti Moss? ‘Tuhaf olmayı seviyorum. Tuhaflıktan başka bir şeyim yok ve güzel tarzımı seviyorum.’

Eğer sizde tuhafsanız ve tuhaf olmayı seviyorsanız,  ‘Ne izledik?’ listenize The IT Crowd’u da eklemeye hazır mısınız?

 

 

 

error: Korunan İçerik!