Semih Ertürk: Aklımda Hep Bir Öncekinden Farklı Bir Rol Oynamak Var
Merhaba Semih! Öncelikle bizi kırmayıp röportaj teklifimizi kabul ettiğin için Ne İzledik ekibi ve sevenlerin adına teşekkür ederiz. Umarım keyif aldığın bir röportaj olur. 🙂
Merhaba. Ben teşekkür ederim, umarım sizler de keyif alırsınız.
- Seni daha yakından tanımayı çok isteriz. Bize dışarıdan herkesin göremediği Semih’i biraz anlatır mısın? Seni çok iyi tanıyan bir arkadaşına sorsak Semih’i bize nasıl anlatırdı?
En zorlandığım soru kalıbıyla başladık, kısaca; herkes gibi mutlu olmaya ve eğlenceli vakit geçirmeye çalışan biriyim. Keyfime çok düşkünümdür ve keyfimden çok nadir ödün veririm. Kendi kendime zaman geçirmeyi çok seviyorum. Evde çok zaman geçirdiğim ve konfor alanımdan çıkmayı çok sevmediğim için çıktığım çoğu zaman huysuzumdur. Bunun yanında yakın gördüğüm insanlardan oluşan lokal gruplarla eğlenmeyi de çok seviyorum tabii.
Arkadaşlarım hakkımda ne derler inanın bilemiyorum 🙂
- İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü mezunusun. Açıkçası seni ekranda izlerken tabiri caizse ‘’okullu bir oyuncu’’ olduğunu fark etmemek elde değil. 🙂 Gerçekten de oyunculuğunla müthiş bir seyir zevki veriyorsun. Peki bu bölümü tercih etmesen ne okumak isterdin? Aklında hep oyunculuk var mıydı? Lise çağlarındaki Semih’in hayali neydi? ☺
Övgüleriniz için çok teşekkür ederim. En başından anlatmaya çalışayım.
Çocukluğumun büyük bir bölümü Ağva’da Göksu deresinin kıyısında balık tutarak geçti. Yalnız vakit geçirmeye burada alışmış olmalıyım ki ilk ve orta öğretim yıllarında resim yapmaya başladım. Lise için sınava gireceğimiz sıralarda güzel sanatlar lisesine gitmeyi çok istedim ama bir şekilde olmadı. Lise öğrenimime Haydarpaşa Anadolu Teknik Lisesi Elektrik Elektronik bölümünde başladım. Üç yıl sonra devamsızlık sebebiyle örgün öğretimden atıldım, mesleki açık öğretim lisesi Elektrik bölümü Pano ve Tesisat dalından mezun oldum.
Lise hayatımın örgün öğretim yıllarında lisenin tiyatrosunda biraz zaman geçirmiştim ve tiyatroyla orada tanıştım. Ekipteki görevim not tutmak, getir götür işlerini yapmak gibi asistanlık görevlerinden oluşuyordu. Ekibin oyuncusu değildim çünkü nasıl yapılacağına dair hiç bir fikrim yoktu ama ekibin oyuncularına çok özendiğimi hatırlıyorum. Ardından bu ekipten bir kaç kişiyle birlikte küçük bir tiyatro topluluğuna dahil oldum ve ilk kez bir oyun provasında oyuncu olarak bu toplulukta bulundum. Ancak uçarı bir genç olduğum için bu topluluktan da atıldım. O sıralar oyunculuğun tamamen hayatımdan çıktığını düşünüyordum.
Liseyi açıktan okuduğum için geleceğimle ilgili plan yapacak çok zamanım oldu ama lise bitene kadar 20 yaşına gelmiştim. Yüksek öğretim için kaybedecek zamanım yoktu. Aklımda resimle ilgili şeyler vardı ama çizmeyi çok önce bırakmıştım, bu yüzden üniversitede resim bölümünü kazanacağım ihtimaline güvenmedim. Önce iç mimarlık gibi kalem tutuşumun işe yarayacağı meslekler düşündüm ancak ne olduysa aklıma tiyatro geldi ve kafamı karıştırdı. Hemen ardından çok sevdiğim ve merak duyduğum tiyatroya karar verdim. Tercih ettiğim konservatuvarlar için yaş sınırı 21’di dolayısıyla tek bir şansım vardı. Neyse ki hızlı ve konsantre bir hazırlık sürecini takiben o sene İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro bölümünü kazandım.
- Tiyatronun senin için anlamı nedir? Ekran karşısında olmakla tiyatro sahnesinde seyirciyi hissetmek aynı mı? Gelecek projelerin arasında bir tiyatro olacak mı? Seni tiyatro sahnesinde izlemeyi çok isteriz doğrusu. ☺
Tiyatro benim kariyer hedefim aslında. Çünkü ben yalnızca mezuniyet oyunlarımda sahneye çıktım ve profesyonel kariyerim kamera önünde başladı. Kendimi geliştirebilmek için sahnede olmam gerektiğini düşünüyorum. Hayatım boyunca oyunculuk yapacağım ama ilerde bir noktada kamera önünü bırakıp kariyerime tiyatro sahnesinde devam etmek isterim.
İkinci sorunun cevabı her oyuncu için değişkenlik gösterir çünkü her oyuncunun çalışma yöntemi ve oyun anındaki motivasyonu farklıdır. Benim için kamera karşısında olmakla sahnede olmak arasında ‘oyunculuk’ anlamında uçurum yok. Esas mesele inandırmak. Ayrıca kamera karşısında oynarken sınırlı sayıda da olsa seyirciniz var; ekip sizi izliyor. Ben önce ekibi etkilemeye, inandırmaya çalışıyorum. Dolayısıyla bir tiyatro oyununa nasıl çalışıyorsam kamera önündeki bir performansa da öyle çalışıyorum, bir kaç teknik fark oyunumu ne ölçüde ve nasıl yansıtacağımı belirliyor sadece.
Bunun dışında en önemli fark tiyatro oyununun o an, orada, bir kere gerçekleşmesi ve bir daha o şekilde gerçekleşmeyecek olması. Yani aslında performans anlamında tiyatronun ‘biricik’ olması söz konusu. Bu yüzden kamera karşısından çok daha zor ve aynı oranda keyiflidir.
Yakın arkadaşım Hüseyin Sevimli’yle birlikte hazırladığımız, iki yıldır sahnelemeye çalıştığımız ancak takvim uyuşmazlığı nedeniyle bir türlü sahneleyemediğimiz hazır bir oyunumuz var. Kendimiz yönetip kendimiz oynuyoruz, tamamen ikimizin hayalleri ve tiyatro anlayışıyla oynanıyor oyun bu yüzden çok heyecanlıyız. Planımız oyunu bu sene sonunda sahnelemek, tarih yaklaştığında daha ayrıntılı bilgi vereceğim.
- Mehmetçik Kut’ülamare’de seni Said rolü ile izledik. 4. bölümde bir işkence sahnesi vardı ki hepimiz seninle birlikte o korkuyu ve acıyı hissettik diyebiliriz. Bence kesinlikle oyunculuğunu kanıtladığın sahnelerden biriydi. Oyunculuk hayatında uçlarda olmayı sever misin? Mesela herkesin çekineceği bir rol senin ilgini çekebilir mi? ‘’Şu tarz bir rolü mutlaka canlandırmak isterim’’ dediğin bir rol var mı?
Misalen herkesin çekineceği bir rol, zor bir rol olsa gerek ve bu oldukça ilgimi çeker. Burada asıl amaç kendimi kanıtlama motivasyonundan ziyade işimi yaparken risk almaktan çekinmemem ve bunun beni çok eğlendiriyor olması. Bazen kendime “Abartmışım biraz” ya da “Keşke risk almasaydım” dediğim oluyor ama bunu da oynarken eğlendiğime sayıyorum.
Aklımda hep bir öncekinden farklı bir rol oynamak var. Ben son oynadığım rolden farklı ne varsa oynamak isterim o yüzden.
- ‘’Tabii’’ platformunda seni Feyyaz Duman ile birlikte Modern Doğu Masalları’nda izledik. Dijitalde bir projede yer almak ile ana akım projelerinde yer almanın sana göre bir farkı var mı? Dijitalin günden güne ana akıma göre önem kazanıyor oluşu hakkında ne düşünüyorsun? İleriki zamanlarda seni yine bir dijital projesinde görebilecek miyiz?
Dijital projelerin oyuncu için rahatlığı ön hazırlık sürecinin daha uzun ve daha özenli olması. Çünkü çoğu dijital projeye senaryo tamamlanmış halde başlanıyor ve iş takvimi işe başlamadan planlanabiliyor böylece hazırlık için zaman kazanmış oluyorsunuz.
Dijital platformların önem kazanması beni mutlu ediyor. Ancak dijital platformlarda da ana akım işlerinin aynılarını görünce üzülüyorum. Bence dijitalde daha cesur ve daha özgün olunmalı. Bunun önünde hem sansür uygulaması var hem de yapımlar ticari kaygılarla nispeten daha özgün ve yenilikçi hikayelere yer vermekten korkuyorlar, anlıyorum ancak ülkemizde dijitalin gelişmesi için hem sansürün gevşetilmesi hem de ticari kaygıların azalması gerekiyor.
Tekrar dijital bir platformla çalışmayı çok isterim ama şimdilik öyle bir planlamamız yok çünkü Gönül Dağı’na odaklanmış durumdayız.
- Ve evet herkesin merakla beklediği ‘’Gönül Dağı’’ ile ilgili sorularıma geliyorum. ☺
Diziyi ilk bölümünden beri takip eden bir izleyici olarak söylüyorum, bence Gönül Dağı’nın diğer dizilerden çok farklı bir dokusu, hissi var. İzlerken tüm duyguları en doğal hali ile yaşıyoruz; abartı yok, imkansız yok, her şey o kadar hayatın içinden ki… Sana sormak istiyorum, sence Gönül Dağı’nın farkı ne? Onu diğer dizilerden ayıran en önemli şey senin için nedir?
Aslında cevabı sorunun içinde vermişsiniz. Gönül Dağı öncelikle bozkırda çekilen ilk televizyon dizisi olması itibariyle, sonra da mesele ettiği şeylerin çok hayattan ve herkesin yaşayabileceği şeyler olması sebebiyle çok ilgi çekti ve başarıya ulaştı. Müthiş bir senaryosu ve çok iyi bir oyuncu kadrosu var. Ayrıca bütün meselenin “masal” olarak anlatılması hikayeyi oldukça masum ve içten bir yere çekiyor. Bütün bunlar yüzünden ilk önemli fark senaryonun iyi olması. İkincisi ise yapımın bu nispeten yenilikçi hikayenin arkasında durması.
- Gönül Dağı için teklif aldığında ilk ne hissettin? Kadro çok güçlü, hikaye çok sağlam. Seni heyecanlandırdı mı?
Açıkçası ben bu kadar büyük bir proje olacağını tahmin etmiyordum başta. Pandeminin dördüncü ayıydı ve beni evden çıkaracağı için çok mutluydum sadece. Kadroyla okuma provasında tanıştık, ilk bölümü okuduk ve senaristimiz Ali Kara hepimizle tek tek konuşup hikayenin gidişatını, karakterlerin geçmişlerini anlattı. Bu işin farklı olacağını anladığım ilk yer senaristle yaptığım bu ilk konuşmaydı. Sonrasında kesinlikle çok heyecanlı ve gergindim ama hala şuan olduğu kadar büyük bir iş olacağını tahmin etmiyordum. Geç oldu ama ben üçüncü bölümü okuduğumda işin çok başarılı olacağına emin oldum. 4 sezon geçti ve hakikaten çok başarılı olduk.
- Veysel karakteri dizinin en derin karakterlerinden biri, onu çözmek bazen zor olabiliyor çünkü duygularını çok içten ve kendi başına yaşıyor. Bu özellikleri de düşündüğümüzde kendini Veysel ile yakın buluyor musun, ortak özellikleriniz var mı?
Gönül Dağı’nın başarısının sırlarından biri hemen her karakterin oldukça katmanlı hikayeleri olması. Bu bir televizyon projesinde sürekli denk geldiğimiz bir şey değil. Seyirci karakterleri yalnız ismi ve bir kaç karakter özelliğiyle tanımıyor; karakterlerin geçmişlerini, travmalarını, hayallerini ve daha bir çok şeyi bilerek karakterlerle özdeşlik kuruyor. Bu da seyircinin sevdiği karakteri sahiplenmesine neden oluyor. Veysel şu ana kadar okuduğum senaryolardaki en katmanlı karakter dolayısıyla tabii ki oynarken travmalarıyla ve hayalleriyle benzerlikler buluyorsunuz ama ben yalnız Veysel’in tepkiselliğini kendimle yakın buluyorum. Ben de ağlayacaksam ağlar, sinirleneceksem sinirlenirim duygularımı çok saklamam. Tabii Veysel kadar değilimdir umarım…
- Gönül Dağı bizi duygudan duyguya sürüklese de benim en çok yaşadığım duygu hep eğlenmek oluyor. Dizinin inanılmaz bir eğlenceli yönü var ve ben izlerken özellikle amcaoğullarına çok gülüyorum. ☺ Çekimler esnasında gülmekten sahneye devam edemediğin bir an oldu mu? Aklında kalan set anılarını dinlemeyi çok isteriz.
Biz de bize çok gülüyoruz maalesef. Beş sahnenin en az ikisinde gülmekten 15-20 dakika gecikmeye sebep oluyoruz. O yüzden bu anlar anı olamıyorlar çünkü çok fazlalar artık normalleşti bizim için.
- Set dışında günlük hayatın nasıl geçiyor? Spor ile yakından ilgilendiğini biliyorum. Sosyal medya paylaşımlarından anlaşılacağı üzere spor salonu senin için güvenli alan gibi. ☺ İlgilendiğin farklı alanlar var mı? Bir zamanlar resim ve müzik alanında da deneyimler kazandığına şahit olduk, bu alanlarda profesyonel olarak bir şeyler yapmayı hiç düşündün mü?
Özellikle son zamanlarda sadece spor yapmak için zaman yaratmaya çalışıyorum. Son yıllarda ‘sağlıklı yaş almak’ ile ilgili çok düşünür oldum ayrıca spor beni çok mutlu ediyor. O yüzden sürekli spor salonundayım hala bazen sabah bir iki saat erken kalkıp setten önce dahi spor yaptığım oluyor. Bunun dışında tiyatro oyunlarına, felsefeye, dizi ve filmlere, futbola ve playstation oyunlarına meraklıyım. Resim benim sabit hobilerimden biri ama profesyonelleşecek kadar iyi değilim bence, ayrıca bazı şeyler hobi olarak kalmalı. Müzik alanında hiç yokum diyebilirim sadece biraz klarnet çalabiliyorum onu da arkadaşlarımla bir kaç kadeh bir şeyler içip müzik yapmaya çalıştığımız akşamlarda eşlikçi olarak. Bahsettiğiniz iki alana da profesyonelleşmek için ömür harcanıyor, bu işlerin profesyonellerini hayranlıkla takip ediyorum ancak benim için bu alanlar yalnızca eğlenceli vakit geçirmek için varlar.
- Hayattaki motivasyon kaynağını öğrenebilir miyim? Zorlandığın anlarda seni tekrar ayağa ne kaldırır? ‘’Uğurum’’ dediğin bir eşya ya da bir kişi var mı?
Ben uğur, şans ve benzeri hayatımızı etkilediğine/etkileyeceğine inanılan olgulara inanmam. Ben sonuçları, daha gerçekçi nedenlere bağlı düşünmeye uğraşırım. Genelde de beni ayağa kaldıran şey bu olur. Başıma kötü bir şey geldiyse yahut bir psikolojik buhran yaşıyorsam bunun gerçekçi bir nedene bağlar ve sonuçlarını bu bilinçle düzeltmeye çalışırım. Hayattaki motivasyon kaynağım işim ve içimdeki oynama isteği. En kötü dönemlerim genelde işimi yapamadığım zamanlar. O yüzden hayatım boyunca böyle dönemleri çok sık yaşamamak için uğraşacağım sanırım.
Şimdi sırada sosyal medyadan gelen sorularımız var. ☺
- Bir senaryoyu okurken, hikâyede en çok nelere dikkat eder?
Önce hikayenin ne anlattığına ve benim bu hikayeyi anlatmak isteyip istemeyeceğime bakıyorum. Sonra bana önerilen karakterin hikayedeki yerine ve önemine dikkat ediyorum. Oynayacağım karakter hikayeye etki etmiyor, yön vermiyorsa o rolü oynamak için gerekli motivasyonu bulamıyorum. Çünkü karakter hikayeye etki etmiyorsa herkesin oynayabileceği bir rol gibi geliyor ve projeye özel bir şey katamayacaksam o projede yer almak istemiyorum doğal olarak.
- 52. bölümdeki kriz sahnesini çektikleri sırada neler hissetti, sahneye nasıl hazırlandı? Serkan’la beraber böyle zirve bir sahneye imza atmış olmak onlara nasıl hissettirdi?
Öncelikle Serkan’la oynamak çok keyifli çünkü birbirimizi iyi tanıyoruz ve bu beraber oynadığımız her sahneyi daha konforlu hale getiriyor. O sahneyi Serkan’la oynadığım için mutluyum.
Bence bu tarz sahnelerde en önemli şey seyircinin ‘neyden etkilenmesi gerektiğini‘ doğru saptamaktır. Oyuncu olarak o sahnenin bölüm içinde neye hizmet ettiğini ve sahnede seyirciyi manipüle edeceğiniz anı bilmelisiniz. Ben genel hatlarıyla bu ‘an’ları ve bunları nasıl oynayacağımı belirler gerisini kayıt anına bırakırım.
Genelde böyle ‘yüksek’ sahneler çoğu oyuncu için oynaması çok da zor sahneler değillerdir ancak bu sahne bizi bölümün finaline bağlayan sahneydi ve vurucu bir an bulmalıydım. Bölüm sonunda anlatıcı Veysel “Hayatım boyunca aradığım dayanak abimmiş meğer” diye bir cümle kuruyordu. Bu sebeple sahneye çalışırken ilk aklımdan geçen şey bunun Veysel odaklı dışa dönük bir öfkeyle oynanmaması gerektiğiydi. Çünkü sahnenin finalinde ‘Kenan gelir ve Veysel’i içinde bulunduğu durumdan kurtarır‘, yani sahnenin en vurucu yeri Veysel’in kriz anı değil, Kenan’ın Veysel’i kucakladığı yer olmalıydı.
Bu yüzden Veysel’in Kenan ona sarılana kadar yaptığı her şeyi, sanki çevresini görmüyormuş tamamen kafasının içine hapsolmuş gibi tasarladım. Kenan geldiğinde dahi onu görmemeli, en son onun abim olduğunu anladığım ‘an’ çözülmeliydim. Böylesinin daha vurucu olacağını düşünmüştüm.
Tabii bütün bunlara tek başıma karar veremeyeceğim için önce yönetmeni ikna etmem gerekiyordu. Dizimizin yönetmenleri Yahya Samancı ve Aslı Kahraman oyunculara alan açmayı ve konfor alanı oluşturmayı seven yönetmenler. Bu sahneyi 2. yönetmenimiz Aslı Kahraman’la çekmiştik. Sahneyle ilgili düşüncelerimi anlattım ve hoca mizanseni tasarlarken Kenan sahneye girdiği anda beni, benim Kenan’ı görmeyeceğim bir yere konumlandırmasını istedim. Beni kırmadı ve öyle yaptık. Çalışması ve oynaması en keyifli sahnelerden biriydi.
BONUS: Fazla meraklıyız biliyoruz ama sosyal medyada özellikle ‘’VeyKen’’ fanları röportaj duyurumuzdan sonra çok fazla ricada bulundular, biz de onları kırmak istemedik ☺ Dizide Veysel ve Kenan’ın arasındaki bağ hakkında ne düşündüğün, kamera arkasında Serkan Kuru ile nasıl bir arkadaşlığının olduğu çok soruluyor. Bize anlatabilir misin? ☺
İyi yaptınız:)
Serkan tanıdığım en babacan adamlardan biri bu yüzden ona gerçek hayatta da içtenlikle “abi” diye sesleniyorum. Oldukça sık vakit geçiriyoruz ve çok iyi anlaşıyoruz. Çok iyi kalpli bir insandır, onu tanıdığım için mutluyum.
“VeyKen” fanlarına selamlar.
Röportaj teklifimizi kabul ettiğin ve aklımızdaki bunca soruyu sabırla cevapladığın için çok teşekkür ederiz, seni tanıdığımız için çok mutlu olduk ☺ Son olarak sevenlerine ve ekibimize söylemek istediğin bir şey var mı?
Ben de sizlere çok teşekkür ederim umarım okumaktan keyif almışsınızdır.
Tanınmaya başladığım andan itibaren neredeyse bir dost özeniyle beni desteklemeye çalışan ve ilgilerini esirgemeyen sevenlerime çok teşekkür ediyorum. Onların sevgisini boşa çıkarmamaya çalışmak ayrı bir motivasyon kaynağı benim için.
Ekibinize ilgileri için tekrar çok teşekkür ederim ve hepinize yayın hayatınızda başarılar dilerim. Sevgilerimle:)