Oya İloğulları: İçimizde varsa, hissediyorsak yollar açılıyor

Oya İloğulları: İçimizde varsa, hissediyorsak yollar açılıyor.

Merhaba Oya! Öncelikle bizi kırmayıp röportaj teklifimizi kabul ettiğin için çok teşekkür ederiz, umarız senin için keyifli bir röportaj olur 🙂

  • Seni daha yakından tanımayı çok isteriz. Bize dışarıdan herkesin göremediği Oya’yı biraz anlatır mısın? Seni çok iyi tanıyan bir arkadaşına sorsak Oya’yı bize nasıl anlatırdı?

Dışarıdan bakıldığında soğuk hatta belki havalı bulunabilirim. İnsanlar beni tanıdıkça, bana yaklaştıkça sıcaklığım ortaya çıkar 🙂 Tabii, bazen istisnalar da oluyor, direkt içimi açabiliyorum. Aslında çok sıcak ve neşeli biriyimdir. Enerjim yüksek ve bazen insanlar için rahatsız edici olabiliyor; bunu kontrol etmeyi öğreniyorum. En yakınlarım, mesela menajerim Emre, bana “deli kız” der. Gıyabımda bile adım Oya değil “deli kız” olarak geçer 🙂 Bence ben normalim de neyse…

Yakın arkadaşlarım da muhtemelen aynı şekilde deli, çatlak gibi şeyler söyler. Hatta belki patavatsız derler. Her doğru her yerde söylenmez ya, ben söylüyor olabilirim 🙂 Bazen fazla agresif bulunduğum da oluyor ama bu gerçek bir sinirlilik hali değil; tanıdıkça anlaşılıyor. Üniversitede bana “küçük enişte” derlerdi. Bana kalırsa, gerçek kendimi görece daha az sınırlara takılarak yaşamayı başarıyorum. Bu yanımı seviyorum.

  • Eskişehir Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda okudun. Bölümünün oyunculuk hayatına olan katkısının yanı sıra kendini bu alanda geliştirmek için neler yaptın? Eğer başka bir tercih yapma şansın olsaydı ne okumak isterdin?

Çocukluğumdan beri hayalim konservatuvarın oyunculuk bölümünü kazanmaktı. Küçük ve çok az imkana sahip bir şehirde tiyatroya yakın olmaya, sanata daha çok bulaşmaya çalıştım. Okulu kazandıktan sonra ise aslında hiçbir şey bilmediğimi fark ettim. Konservatuvar, bana farklı bakış açıları kazandırarak ufkumu genişletti diyebilirim. Okul devam ederken çeşitli workshoplara katılarak kendimi geliştirdim. Derken kendimi bir anda çalışırken buldum. Çalışma hayatına geçişim çok hızlı oldu.

Başka bir meslek için yaratılmadığıma eminim. Her zaman ikinci bir seçenek vardır, ama bunu hiç düşünmedim; çünkü içimde ne olduğunu biliyordum. Bilmiyorsam bile hissediyordum. Küçükken sürekli şarkılar söyleyen, performanslar sergileyen minik Oya, büyüdükçe kaygılara yenilip kendini unutmayacak kadar asi bir kız oldu. Şarkıcılık ayrı bir meslek diyeceksek, onu da yapabilirim. Şu anda oyunculuk yaparken bundan uzak durmuyorum. Bulunduğum işlerde şarkı söylemek hâlâ beni heyecanlandırıyor, müzikle ilgilenmeye devam edeceğim.

Kısaca, başka bir meslek asla seçmezdim. Ama tüm bölümleri okuyup farklı şeyler öğrenmek de keyifli olurdu, orası ayrı 🙂

  • Oyunculuğa yönelme, kamera önüne geçme kararını nasıl aldın? Bu fikir sende hep var mıydı? Yani küçüklüğünden beri ‘ben bir gün oyuncu olacağım’ diyenlerden misin?

Evet, böyle doğdum. Bazen düşünüyorum da bazı insanlara gerçekten doğduklarında “Bunu yap” deniliyor sanki; sonra hayat telaşından başka yollara sapıyorlar ya da vazgeçiyorlar. Ben vazgeçmedim ama bu içimdeki şeyi reddetmemekti sadece. Çünkü ben hatırlamayacak kadar küçükken bile bir şeyler oynadığım ya da tiyatro sahnesindeymişim gibi davrandığımı anlatıyorlar. Ailemde özellikle tiyatro kültürü yoktu, yani oyunlara gitmek, sanatla fazla haşır neşir olmak gibi.

Ama her yaz benimle ilgilenen ablalarımın, sanata yönelme anlamında bana büyük katkıları oldu. Ailem sanata uzak değildi ama yaşadığımız şehir bu tür imkanlara elverişli değildi. Yine de içimizde varsa, hissediyorsak yollar açılıyor. Vazgeçmeyin. İlkokuldayken 9 yaşında sahneye çıktığımı ve bir daha inmek istemediğimi hatırlıyorum. Kararımı o zaman verdiğim söylenebilir. Ama aslında komik bir durum; küçücük bir çocuğum. Kim 9 yaşındaki bir çocuğun söylediğini ciddiye alır ki? 🙂

Çocukken kamera önü ve sahne arasında bir ayrım yaptığımı sanmıyorum. Bildiğimi de zannetmiyorum. Ama büyüyüp öğrenince de birini tercih etmek zorunda bırakmadım kendimi. Oyunculuk yapmaktan keyif alan biri, oyunculuk yapabileceği her alanda olmak ister gibi geliyor. Kamera önü de tiyatrodan çok farklı bir noktada değildi benim için. İkisini de istedim ve ikisini de yapıyorum.

  • Seni oyuncu olman konusunda cesaretlendiren ‘’onun sayesinde’’ diyebileceğin bir isim var mı?

Engel olmadıkları için aileme çok teşekkür ederim. Ama özellikle bu konuda şevklendiren veya “Yap!” diyen biri olmadı sanırım. Olduysa da ben çoktan kararımı verdikten sonra olmuştur. O yüzden bu soruya bir cevabım yok 🙂

  • Sektöre girişin reklam filmleri ile oldu diye biliyorum. Dizi oyunculuğundan farklı olarak reklam oyunculuğu daha rahat diyebilir miyiz? Yoksa çok kısa sürede bir oyunculuk vermek daha mı stresli bir iş?

Evet, kamera önü sektörüne reklam filmleriyle giriş yaptım. Bence reklamda çalışmak daha kolay ve rahat. Çünkü performans olarak pek yorulacağınız bir durum yok, ayrıca bir karakter yaratmaya da çalışmıyorsunuz. Acelenin, kaosun daha az yaşandığı, daha stressiz bir ortamdasınız. Çünkü her hafta yetişmesi gereken uzun bir dizi bölümü çekmiyorsunuz 🙂 Ayrıca reklam setlerinde yemekler daha güzel oluyor :))

  • İlk audition’ını hatırlıyor musun? Neler hissetmiştin? Heyecanlı biri misin bu tarz konularda? 🙂

İlk audition’ımı hatırlamıyorum. Evde audition çekerek başladığım için ilkini hatırlamak zor. Ama yüz yüze çekilen ilk audition’ımı sorarsanız, onu hatırlıyorum. Onda heyecanlanmadım çünkü ne olduğunu pek anlamadım. Hatta şehir dışından gelmiştim, elimde valizle çok tatlı bir anıydı 🙂 Ama ilk yönetmen görüşmemi hatırlıyorum. Daha ciddi bir görüşme olduğu ve önemsediğim için heyecanlandığım bir andı. Kötü bir performans sergilemiştim, bu yüzden üzülmüştüm. Sonrasında hiçbir görüşmede kendimi kasmamaya, rahat olmaya özen gösterdim.

  • Binnur Kaya, Oktay Kaynarca gibi isimlerle projelerde yer aldın. Deneyimli, usta isimlerle yer almak nasıl bir duygu? Set ortamı da oyunculuğu öğreten bir alan diyebilir miyiz? Bu isimlerden öğrendiğin, kendini geliştirdiğin şeyler oldu mu?

Bu sektörün en şaşırtıcı ve sonra da alışıldık olan yönlerinden biri, çocukken hayran olduğum insanlarla çalışmak. Artık bunu garipsemiyorum çünkü aynı projelerde farklı yaşlarda birlikte çalışabiliyoruz. Bana ne kattıklarına gelirsek, setteki duruş ve tavırlarından çok şey öğreniyorum. Çünkü “set adabı” diye de bir şey var.

Özellikle hoşuma giden şey, sınırsızca doğaçlama yapmaları ve bunun harika sonuçlar yaratması. Bunu kendi oyunculuk serüvenimde de yapabilmek istiyorum. Ayrıca öğrendiğim önemli bir şey de şu: Karakteri anlamak ve onun gözünden bakmak kadar, ondan uzaklaşabilmek de önemli; çünkü senaryo beklenmedik şekilde ilerleyebiliyor. Eminim fark etmediğim pek çok şey kattılar bana. Her işimde yeni şeyler öğreniyorum.

  • ‘’Tanrıyı Gören Köpek’’ oyunu ile tiyatroyu deneyimleme fırsatın olmuş. Tiyatronun senin için anlamı nedir? Tiyatro sahnesinde yer almakla televizyon projeleri arasında senin için nasıl bir fark var?

“Tanrıyı Gören Köpek” oyunumuzu sahnelemeye devam ediyoruz, ancak şu sıralar bir ara verdik. Tabii ki, bu oyundan önce de sahne aldığım oyunlar oldu; bu benim ilk oyunum değil. Kendimi kamera önü ile sahne arasında bir seçim yapmak zorunda bırakmadığım gibi, ikisi arasındaki farkları da görebiliyorum. İkisinin zorlukları çok farklı, ama ben tiyatroda kendimi daha rahat hissediyorum ve daha iyi performans sergilediğimi düşünüyorum.

Aslında çoğu kişi sahnede zorlanır çünkü her şey “şimdi ve burada” olur. Ancak ben, duyguma girip o duygu içinde derinleşmekten keyif alan, sezgisel bir oyuncuyum. Setlerde dikkat dağıtan birçok unsur var; aynı duyguyu tekrar tekrar yaşamak zorunda kalıyorsunuz. Bu kısımları daha kolay çözebileceğim yollar arıyorum şu anda kamera önünde. Tiyatroda, görünüşüme takılmadan özgürce oynamak bana daha iyi geliyor. Televizyonda ise iş biraz estetik kaygılarla karmaşıklaşıyor; bu durumu sevmiyorum. Tiyatro, oyunculuğun özünü ve buradan gelen hazzı tatmak anlamına geliyor benim için.

Ayrıca, seyircilerin gözlerinin içine bakarak oynamak bambaşka bir his. Tiyatronun varlığı, insanoğlunun ne yaptığını göz önüne seren, bazen kendinize gelmenizi sağlayan, bazen de katarsis yaşamanıza yardımcı olan bir deneyimdir. Sanat bir ihtiyaçtır ve hep ihtiyaç duyulacaktır. Herkesin deneyimi de bu sanatı ne kadar anlamlandırabildiği ve içine girebildiği ile ilgilidir. “Tiyatronun anlamı” sorusu bana zor geldiği için tam bir cevap veremiyorum aslında.

  • İlk projeni izlediğinde neler hissettin? Yolun henüz çok başında sayılırsın, bu konuda endişelerin var mıydı? Başaramayacağını düşündüğün anlar hiç oldu mu?

İlk projemi izlediğimde nasıl hissettiğimi tam hatırlayamıyorum ama muhtemelen heyecanla ve dikkatle ekrana kilitlenmişimdir. Şimdi de her projemin ilk bölümünde aynı şekilde olurum. Tabii ki nasıl göründüğümü, seyirciye nasıl ulaştığını merak ediyorum ve heyecanlanıyorum; sonrasında bu durum normalleşiyor. Yola çıkmadan önce başaramayacağımı hiç düşünmedim; bence düşünmeyince yollar daha kolay açılıyor.

Biraz rahat, anksiyetesi olmayan biriyim sanırım ve buna çok şükrediyorum. Sadece işin içindeyken bazen kötü hissettiğim anlar oldu, “yapamayacağım” dediğim zamanlar. Bazen bazı insanların tavırları özgüvensiz hissettirebiliyor; ama bunları ciddiye almadan yola devam etmek lazım.

  • Gönül Dağı, hala daha etkisini sürdüren, gerek oyuncu kadrosu gerek hikayesi ile dikkat çekici bir iş. Televizyona bu diziyle adım atmışsın. Nasıl katılmıştın diziye? Sürecinden bahsedebilir misin bize?

“Gönül Dağı”na da her işim gibi bir anda katıldım. Benim işlerim genelde beklediğim zaman değil, beklemediğim bir anda oluyor. Hatta, oynayacağım karaktere değil, başka bir karakter için audition göndermiştim. Sonra kabul edildi ve Eskişehir’de okumaya devam ederken sete gitmeye başladım. Maceramız bizim de beklemediğimiz bir şekilde kısa sürdü. Buna rağmen seyircilerin Elvan’ı çok sevdiğini hâlâ bana gelen mesajlardan anlıyorum. İlk dizi seti deneyimimdi.

  • İlk uzun soluklu işin Güzel Günler oldu diyebiliriz. Eğlenceli bir ekip, bambaşka bir atmosfer vardı bu projede. Set ortamı nasıl geçiyordu? Alya karakterine nasıl hazırlandın?

Setin ne olduğunu “Güzel Günler” ile öğrendim diyebilirim. İstanbul’a taşınmama vesile olan ve öğrencilik hayatımı tamamen geride bırakmamı sağlayan bir süreçti. Yeni bir şehre alışmak ve set hayatının yoğunluğunu anlamak zorlayıcıydı. Alya karakteri de son anda dahil olduğum bir karakterdi. Sanırım son dakika oyuncusuyum. Alya’yı çok benimsedim; bazen “bu karakter bunu söylemez” diye tereddüt ettim, çünkü sektöre henüz hâkim değildim ve karakterimi sahiplenmeye odaklanıyordum. Çalıştıkça öyle yapmamanız gerektiğini anlıyorsunuz. Van yöresine dair yeni şeyler öğrenmek de keyifli olmuştu.

  • Çok genç yaşta çok iyi projelerde ismin geçiyor. İlerleyen süreçlerde de seni çok kaliteli işlerde izleyeceğimize eminiz. Senin oyunculuktaki hedefin nedir? ‘Bunu yaptığım an her şey tamam’ diyebileceğin bir kırılma anın var mı?

Bu meslekte “tamam” diyebileceğiniz bir nokta yok. Her zaman yeni bir maceraya atılabileceğimiz, üzerine ekleyebileceğimiz ve her yaşta farklı bir versiyonumuzla performans gösterebileceğimiz bir alan. Elli yaşındaki Oya bir karaktere hayat verdiğinde edindiği tecrübeleri nasıl yansıtacak, ben de merak ediyorum. Şu anda ana akım projelerde yer aldım. Bağımsız yapımlarda, festivallerde gösterilecek filmlerde yer almak istiyorum. Özellikle dönem işlerini çok seviyorum ve kendimi o dönemin içinde hayal etmeyi hoş buluyorum. Hedefim kendimi var etmek, “Ben Oya” demek ve hünerli bulunup takdir edilmek.

  • Senin içine en çok sinen, canlandırmaktan en çok keyif aldığın rolün hangisi?

Elvan sanırım, hikayesi yarım kaldığı için. Diğer karakterlerimin hikayesi bitti. İlkgül de yarım kaldı ama ona başta ben hayat vermediğim için onu seçmiyorum. Sanırım Elvan’ı, onun hikayesinin devamını bilememek ve ilk göz ağrım olmasından dolayı tercih ediyorum. Nefise’yi de şarkı söyleme fırsatı bulduğum için ayrı seviyorum.

  • Bir senaryoyu okurken nelere dikkat ediyorsun? Kaçındığın hikayeler, karakterler var mı?

Çoğu hikayede kadınlar aşağılanıyor, yargılanıyor ve bir meta olarak görülüyor. Kadının asli göreviymiş gibi bazı roller üstlenmesi bekleniyor ve erkeklere ayrıcalık tanınıyor. Bu noktada, “ne gösterdiğimiz değil, nasıl gösterdiğimiz” önemli. Bu toplumun bir gerçeği ise bunu görmezden gelerek bir şey değiştiremeyiz.

Ancak niyetimizin bu durumu eleştirmek mi yoksa normalleştirmek mi olduğunu belirlemek gerekiyor. Bunlara dikkat ederek seçim yapmaya veya bazı detayları değiştirerek oynamaya çalışıyorum. Mesela bir işimde evlendiğimde kırmızı kurdele takmadım. Ama yönetmenim isteseydi bu konuda konuşur ve ortak bir nokta bulmaya çalışırdım. İzleyicilere de senaryonun her hafta değişebileceğini ve oyuncuların da bunu sette öğrendiğini belirtmek isterim.

  • Özel hayatında neler yaparsın? Oyunculuk dışında ilgilendiğin, uzmanlaşmak istediğin başka alanlar var mı? Boş zamanlarını nasıl değerlendiriyorsun?

Özel hayatımda arkadaşlarımla vakit geçiriyorum ya da evde dizi izliyorum. Hayvanları çok seviyorum ama ailemin evinde üç kedi olduğu için ayrıca sahiplenmiyorum. İşim olmadığında ailemin yanında kedilerimle ilgileniyorum. Evde şarkı söyleyip dans ediyorum, enerjimi bu şekilde atıyorum. Bir ara resim yapmayı denedim ama pek yeteneğim yoktu, belki yine denerim. Motivasyon bulduğumda, hava güzelse yeni yerler keşfetmeyi veya yeni tatlar denemeyi seviyorum. Keşfetmek ve merak etmek çok güzel.

Sırada sosyal medyadan gelen sorumuz var. 🙂

  • Kirli Sepeti’nde daha önce başka bir oyuncunun hayat verdiği karakteri devralırken zorluk, fazladan sorumluluk vs. hissetti mi?
  • İzleyici sorusu için teşekkür ederim. Bu benim ilk defa deneyimlediğim bir şeydi. Karakter çizgisini korumam gerekip gerekmediğini düşünerek ilk sezona bakmayı düşündüm; ama sonra kendi sürecimde ilerlemeye karar verdim. İlkgül’ün yapacağı, yapmayacağı şeyleri sette konuştuk ve tartıştık. Seyircinin bildiği simayı isteyeceğini biliyordum. Kendimi gelen tepkilere karşı hazırladım ve sonunda beni sevenler oldu. Psikolojimi korumayı başardım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Korunan İçerik!