tds_thumb_td_300x0
Ne İzlemeli: Nuh Tepesi Film Yorumu

Başrollerini Haluk Bilginer ve Ali Atay‘ın paylaştığı, Cenk Ertürk‘ün ilk uzun metraj filmi Nuh Tepesi, geçtiğimiz Mart vizyona girse de vizyon tarihi pandeminin başı ile çakışınca izleyicisi ile beklenildiği gibi buluşamamıştı. Şimdi ise Netflix‘te yayına girmesi ile birlikte, merakla beklediğimiz bu film ile sonunda kavuştuk.

Taşrada geçen film, taşranın sıkıntılı yaşamıyla, bir baba oğul hesaplaşmasını konu alması nedeniyle Nuri Bilge Ceylan filmlerini oldukça andırıyor. Özellikle de Nuh Ağacı ve Ahlat Ağacı’nı benzetmeyen yoktur heralde… Evet, festival filmlerinde bu taşraya çakılıp kalmak artık kabak tadı vermeye çok yaklaştı hatta kimilerine göre çoktan verdi bile. O nedenle filmi eleştirenler genellikle buradan dem vurmuşlar. Yine de Nuri Bilge Ceylan filmlerini beğenen bir seyirci olarak, ilk uzun metraj filmde bu hissiyatı geçirmeyi başarmak bence gayet iyi ve başarılı.

Üstelik bu filmdeki taşra, NBC filmleri kadar ağır ve kasvetli değildi. Bana Nuh Tepesi’nin atmosferi daha çok Vince Gilligan‘ın Breaking Bad ve Better Call Saul‘undaki çöl atmosferini anımsattı. O sessizlik, kuraklık, doğallık, hasta ve sorunlu bir adam ve oğlunun çatışması…. Buradaki taşrada da benzer manzaralar ve yaşamlar vardı. Boğucu bir ortam değil de daha çok sessizlik, doğallık, yüzleşme, manzaralar…

”Yetersizliğinin Farkında Olan Bir Adama Kızamazsın ki, Merhamet Edebilirsin Ancak”

Filmin konusundan biraz daha bahsedecek olursak, Ömer (Ali Atay), babasından (Haluk Bilginer), ayrı büyümüş. Yine de babasının son isteği olarak onu köyüne götürmeyi kabul etmiş. Burada ise bir sürprizle karşılaşıyor. Hasta olan babasının köye dönme amacı, çocukken Nuh Tepesi’ne diktiği ağacın altına gömülmekmiş. Ancak bu ağacı köylüler Nuh Peygamber’in diktiğini söyleyerek köyden rant sağlayınca, bu ağacı 48 yıl önce ben diktim diyen İbrahim (Haluk Bilginer) ve köylüler arasında bir çatışma başlıyor…

Ömer de bu yolculukta babasını yalnız bırakmıyor. Boşandığı eşiyle olan problemlerini arkasında bırakarak babasıyla beraber ağacı kimin diktiğinin gizemini çözmeye ve babasına yardım etmeye çalışıyor. Aslında, annesini ve kendisini terk edip Paris’e giden babasına çok kızgın olmasına rağmen kendine, babasına ve boşandığı eşine onlar gibi bencil olmadığını ispatlama çabasında Ömer.

Geçmişi ile hala hesaplaşamamış, babasına kızgın olsa da onu tanımadan tamamlanmış hissedemeyeceğini düşünen, beli de babası gibi olmamak için onu daha iyi tanımak isteyen biri Ömer. Bu nedenle doğum yapmak üzere olan eski eşinden bebeğin velayetini de almak istiyor. Kendi yaşayamadığı çocukluğunu, kendi çocuğuna yaşatmak istiyor da diyebiliriz. O yetersizlik hissine o kadar aşina ki ”Bu çocuk bana hayran olacak.” diyerek, kendi çocuğuyla hayatına yeniden başlamayı bu kez güzel bir başlangıç yapmayı hayal ediyor.

Bu yetersizlik hissinin kaynağı da tabii ki kendi babası İbrahim. Ben kötü biri değilim, sadece yetersizim diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışıyor. Bilmiyorum belki de haklı, ”Yetersizliğinin farkında bir adama kızamazsın ki” derken. Etkileyici ve haklılık payı olan bir söz olduğu yadsınamaz ama yine de bu kadar da kolay olmamalı. Film, herkese hak verdirerek ilerlemeye, ne yaşadılar bilemezsiniz, kimisinin de kapasitesi böyle, bu kadardır demeye çalışsa da Ömer’in hayatını bu kadar mahveden bir baba için, sıyrılmak bu kadar kolay olmamalı diye de düşünüyor insan.

Bu baba oğul kendi çatışmasını verirken, bir yandan da köylülere karşı aynı tarafta olunca yakınlaşmaları ve çözülmeleri de daha hızlı oluyor. Film Nuri Bilge Ceylan filmleriyle benzer birçok formül içerse de, yine de bu ağaç sahipliği ve tapu konuları ile hikayeyi farklı bir noktadan döndürmeyi de başarmış.

Gelelim Oyunculuklara…

Haluk Bilginer ve Ali Atay’ı Masum’dan sonra tekrar karşılıklı izlemek güzel oldu. Haluk Bilginer’in yer aldığı yapımlarda genellikle onun oyunculuğu ön planda olur, övgüler ona yağar ama bu filmde en büyük alkışı toplayan isim Ali Atay olmuş. Bariz bir şekilde parlıyordu oyunculuğu, Ömer karakterini öyle iyi giymiş ki, bir de en çok empati kurduğum karakter de Ömer olunca, sırtladı götürdü filmi Ali Atay benim için.

İmam rolünde Afrin Kuşaksız, Ömer’in boşandığı eşi rolünde Hande Doğandemir ve Cevdet rolünde Mehmet Özgür; hepsi de rollerinin hakkını vermişler.

Ben filmi beğenerek izledim, başarılı da buldum. İzlemenizi tavsiye ederim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Korunan İçerik!