Hilal hocam, merhabalar. Öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için hem Ne İzledik Ailesi olarak hem de sevenleriniz adına teşekkür ederiz. Umarız sizin için keyifli bir anı olur.
- Ben teşekkür ederim.
- Sizi çok iyi tanıyan birine sorsak Hilal Yıldız’ı bize nasıl anlatırdı? Senarist olmak hep hayaliniz miydi ve tabii olmazsa olmaz en çok merak edilen o soru: Senarist adaylarına önerileriniz var mı? 😊
Bilemedim… Kime sorduğunuza bağlı sanırım. Anneme sorun bence, sabaha kadar size iyi yönlerimi anlatsın 🙂 İyi bir insan olmaya çalışıyorum diyelim, her durumda bunun için çabalıyorum.
Çocukluğumdan beri hayatımı yazarak kazanacağımı biliyordum. Ne yazacağımı bilmiyordum sadece. Belki köşe yazarı olacaktım, belki şarkı sözleri yazacaktım, belki bir kitap… İşler yolunda gitmese sadece günlüğüme yazacaktım muhtemelen ama illaki yazacaktım…
Pek çok senarist adayı heybelerini izleme yaparak doldurmaya çalışıyor. Elbette yapılan işleri izlemek, hem yerel hem yabancı işleri takip etmek vizyon kazanmak adına çok çok önemli… Ama derinlik kazanmak istiyorlarsa okuma yapmaları gerek. Özellikle karakter kurulumu gücünü kitaplardan alır.
- Adı Efsane, Sana Bir Sır Vereceğim, Tozluyaka ve Yabani. Her biri gençlerin hikayelerinin ağırlıkta olduğu dramalar. Birçok genç oyuncuyu bu diziler sayesinde tanıdık. Biliyorsunuz, özellikle son dönemlerde “noname” diyebileceğimiz isimlere fırsat pek de verilmiyor. Gençlik-Drama yazan biri olarak sizin işlerinizde yeni yüzlerle tanışabiliyoruz. Siz senaristlerin cast aşamasına etkisi nedir? Bu sürece dahil olabiliyor musunuz?
Çok yetenekli genç oyuncular var. Ve evet çoğunlukla gençlik/drama çalıştığımız için onların parlamasına vesile olmak beni çok mutlu ediyor. Hatta bu anlamda uğurlu bir senarist olduğumu söyleyebilirim sanırım.
Sana Bir Sır Vereceğim’de Demet Özdemir, Ekin Koç, Adı Efsane’de Cem Yiğit Üzümoğlu, Baran Bölükbaşı, Tozluyaka’da Kaan Miraç Sezen ve pek çoğu… Yabani’yi saymıyorum bile, gençlerin tamamı… Yetenekli bir genç oyuncuya iyi yazılmış bir karakteri emanet edin ve arkanıza yaslanıp izleyin. Parlamaması imkansız… Sonrası tabi onlara kalmış. Kontrollü ve sağlam adımlarla devam edenler star oluyor. Bazılarıysa parladıkları hızla sönüp gidiyor.
Cast yönetmenin işidir. Elbette fikrimiz alınır ve önemsenir. Ama karar her zaman yönetmen ve yapıma aittir. Bu anlamda Çağatay Tosun’u çok başarılı buluyorum. Yabani özelinde ısrarla istediğim tek bir cast oldu. Dolunay Soysert’in Neslihan’a, Neslihan’ın Dolunay Soysert’e iyi geleceğinden adım gibi emindim.
• Popüler bir iş yazmanın hem avantajları hem de dezavantajları var. İlk bölümler yere göğe sığdırılamazken ilerleyen bölümlerde hakarete varan yorumlar yapılabiliyor. Seyirci diziyi ve karakterleri çok içselleştirdiğinde beklentisinin dışına çıkıldığında sert tepkiler verebiliyor. Zamanında Tozluyaka şimdilerde de Yabani bu durumdan nasibini alan işler oldu. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Seyirciyi hikayenize dahil etmeyi başardığınız için özünde mutluluk verici bir olay mı yoksa tepkiler yaptığınız işi etkiliyor mu?
Gençlik işlerinde benzer durumlar yaşanıyor evet… Bu coşkulu tepkileri, hikâyeyi ve karakterleri bu kadar sahiplenmiş olmaları adına çoğu zaman sevimli bulsam da işler hızla sevimsizleşebiliyor. Son paylaşımımın altına biri “Amansız bir hastalığa yakalan ve parmakların düşsün.” yazmış. Bu kadar nefret kimseye iyi gelmez. Mümkün olduğu kadar uzak durmak lazım.
• Yabani olayların çok hızlı aktığı bir dizi. Özellikle ilk bölümlerde Yaman Ali ve Neslihan’ın anne oğul olduklarını öğrenmeleri kesin uzar sanırken çat ortaya çıkmıştı! Böyle birçok an yaşadık seyirci olarak. Olaylar bir bir çözüldü, ilerledi ve su gibi aktı hep. Bunun reytinglerde karşılık bulduğunu düşünüyorum ama yine de sormak istiyorum bir senarist için hele ki bu bölüm sürelerinde bu aynı zamanda bir risk midir? Anlatacak çok hikayeniz olduğuna güvendiğiniz anlamına mı gelir?
Bence bu delirdiğim anlamına geliyordu. 🙂 Neyse ki benimle delirmeye gönüllü meslektaşlarım vardı. Tek başıma asla başaramazdım. Dizicilik yeterince zor. Herkes adına zor, neresinden tutuyorsanız zor. Ama hikâyeyi anlatmak için seçtiğim yol, yazar olarak işimizi beş katı zorlaştırdı. 1. Bölümde kahraman ailesini buldu, 2. Bölümde DNA testi yapıldı, anne oğul kavuştu, 3. Bölümde kahraman onu aile dostlarının kaçırdığını öğrendi, 4. Bölümde bunu ailesinden biriyle yaptığını, 5. Bölümde bu kişinin babası olduğunu anladı. 6. Bölümde aslında öz babası olmadığını söyledik izleyiciye, 7. Bölümde öz babası girdi hikâyeye… Bir sezonluk hikayeyi 7 bölüme sığdırmıştık. Bu gerçekten meydan okumaktı. Bir yerde frene basmak zorunda kalacağımızı biliyorduk ama canla başla bunu ertelemeye çalıştık. Merakı ve ritmi hep yüksek tutarak 20 bölüm ilerlerdik. Haliyle yorulduk. Frene dokunduğumuz an izleyici haklı olarak reaksiyon gösterdi. Çünkü vaat ettiğimiz akış bu değildi. Son bir gayretle tekrar hızlanarak sezonu tamamladık. Pişman mıyım? Asla. Çünkü böyle bir lüksüm yok. Bu projeden fayda sağlamış kimsenin böyle bir lüksü yok. Gerçekten çok iyi hazırlanılmış, iddialı işlerin dahi direnemediği zor bir sezonda Yabani ekranlarda anlatım biçimiyle fark yarattı. Yoksa aslında hepimiz benzer hikayeler anlatıyoruz, nasıl anlattığımızla ilgileniyor bence artık izleyici.
• Elbette hepsi hem çocuğunuz hem de hikayelerinizin kıymetli birer parçası. 😊 Ama bugüne dek yazdığınız diziler arasında sizde daha ayrı hisler uyandıran karakterler ya da çiftler var mıydı?
Karakterlerin her biri kendi doğasında çok özeldi.
Çiftlerde favorilerim var ama.
Sana Bir Sır Vereceğim’de AyTil 🙂 Fantastik bir işti. Aylin herhangi bir duyguyu yoğun yaşadığında elektrik üretmeye başlıyordu. Ve aşık olduğu Tilki (Kıvanç)’yle yakınlaştığı an bu lanet yüzünden öpüşemiyorlardı bile. Ve çarpılmayı göze alarak öpmüştü onu Tilki… Destansı bir aşk hikayesiydi 🙂
GüvNes’i çok anlamlı buluyorum bir de… Kaybettikleri yılları, bitmeyen aşklarını, birbirlerine kıyamayan bakışlarını, hüzünlerini, yollarına çıkan engellere direnme biçimlerini… Çok inandığım bir çift.
• Çok sevilen çiftler yarattınız. Yine güncel olduğu için Yabani üzerinden gideceğim. Rüya ve Yaman, Güven ve Neslihan, Asi ve Alaz… Hepsi ayrı ayrı sevilen, ilişki dinamikleri birbirinden farklı olan karakterler ve çiftler. Her çiftte tutan bir kimyayı yakalamak zorken siz bunu nasıl başardınız?
Bu benim başarım değil. Daha doğrusu bu bir senariste bağlı değil. Kağıt üzerinde bütün çiftler çalışır. Çalışması için her türlü dinamik hesaplanmıştır. Ancak o kimyayı realize etmek önce yapımcının vizyonuna, sonra yönetmenin gözüne, sonra da oyuncunun gücüne bağlıdır. Onları tebrik etmek gerek.
• Güncel iş demişken Düğüm’den bahsetmemek olmaz. Polisiyenin ağırlıkta olduğu bir iş. Amazon’un ilk yerli orijinal projesi. Düğüm nasıl ortaya çıktı? Yaratım sürecini anlatabilir misiniz bize?
Düğüm, bizim hikayemiz değil. Arman Güvenç’in hikayesi. Kendisiyle tanışma fırsatımız olmadı. Ama anlatmak istediği hikâyenin cümlesini çok güçlü bulduk. Selim Erkul, projeyi yazmamız için bize getirdiğinde heyecanla kabul ettik. Nazlı Sunlu Kaçan ve Selim’le birlikte aylarca çalıştık. 5. Bölüm itibariyle Yekta Torun da katıldı aramıza. Her Allah’ın günü, kendimize revize vere vere, sil baştan, sabırla ve iştahla çalıştık, tekrar ve tekrar kurguladık. Rafa kaldırıldı diye çok üzülmüştük. Yıllar sonra OGM tarafından hayata geçirildi. Çok bekledik ama her şeyin bir zamanı varmış… Amazon’un ilk yerli orijinal projesi oldu. Mutlu ve gururluyuz.
• İletişim fakültesinde okuyanlara ilk öğretilenlerden biri Bernard Cohen’in öğretisidir. “Medya bize “neler” düşünmemiz gerektiğini söylemez; “neyi” düşünmemiz gerektiğini söyler,” der Cohen. Düğüm’de dikkatimi çeken ve bence başarılı bir şekilde de yansıttığınız olaylardan biri de buydu. Dizide medyanın reyting ve sansasyon yaratmak için elde ettiği her malzemeyi kullanması, olayları trajedi pornosuna çevirmesi gözler önüne serilmişti. Medyanın halk üzerindeki azımsanamaz gücü hakkındaki düşünceniz nedir?
Manipülasyon gücü… Çok tehlikeli bir güç… Neyin gerçek, neyin sahte olduğunun ayırt edilemediği bir mecra… Dizilerin en azından kurgu olduğunu biliyoruz, uydurduğumuzu inkar etmiyoruz. Keşke ekranda gösterilen her şey diziler kadar irdelense…
• Tozluyaka’da çok sevdiğimiz Derya ve Önder çiftine hayat veren Dolunay Soysert ve Tayanç Ayaydın, Yabani’de yeniden partner oldular. Üstelik Güven ve Neslihan çifti de tıpkı Derya ve Önder gibi yine çok sevildi ve büyük bir kitleye hitap etti. İkiliyi yeniden bir araya getirirken ne tasarlamıştınız? Çünkü Derya ve Önder’in yarım kalmışlığını bu partnerlik ile tamamlanır diye hayal eden bir kesim vardı ama Neslihan ve Güven de bir türlü kavuşup aşklarını yaşayamadılar, hep bir engel çıktı. Siz daha çok imkansız aşklardan mı yanasınız?
Güven’i Tayanç Ayaydın’a emanet etmek yapımcımız Mehmet Yiğit Alp’in fikriydi. Ve ne kadar doğru bir karar olduğunu hep birlikte gördük. Dolunay Soysert’le müthiş bir kimyaları var. Ve ikisi de bu partnerliğin hakkını fazlasıyla veriyor.
Ama işte “Kavuşursan aşk olmaz.” 🙂

• Sana Bir Sır Vereceğim, fantastik türde bir dizi olmasına rağmen daha hayatlarımızda Netflix gibi dijital platformlar yokken ana akımda izlenmeyi başarmış, çok sevilmiş bir işti. Hala da konuşuluyor. Günümüzde platformlar ne fantastik diziler deniyor da tam olarak tutmuyor. Seyirci yapay buluyor, bizden değil diyor. Peki sizce TV dizisi olan Sana Bir Sır Vereceğim’in başarısının kaynağı neydi?
Bence başarısının kaynağı samimiyetti. Samimi bir hikaye, samimi bir evren… Fantastik işlerde bence buna dikkat etmek gerekiyor. Kimse Sana Bir Sır Vereceğim’deki karakterlerin görünmez olabilmesini ya da elektrik saçıyor olmasını yadırgamadı çünkü temelde sıcacık bir aile olma hikayesiydi… İzleyene mesafe aldırabilecek bütün fantastik öğeler samimiyet potasında eritilmişti. Hep büyük sevgiyle hatırlayacağım bir proje oldu.
• Yazma aşaması özellikle de bir evren yaratma, karakterleri oluşturma süreci aşamalı paralelinde de yorucu ve sancılı bir süreç. İzlediğimiz ve hayranı olduğumuz işleri yazarken nasıl bir yol izliyorsunuz? İlham aldığınız şeyler var mı? Varsa neler?
Karakter kurmaya çok önem veriyorum. Bunun üzerine çok kafa yoruyorum, çok çalışıyorum. Hatta meslektaş dostlarım kalemimin en büyük gücünün bu olduğu söyler. Birbirine hiç benzemeyen, her biri kendi doğasında izlek karakterlerim olur. Bu yüzden içinde olduğum işlerde sadece başroller değil, her karakter konuşulur.
Hikâye oluştururken de önce karakter kuruyorum. Başlangıçta elimde tutunduğum tek bir cümle oluyor ve o cümlenin öznesi bir karakter. Yabani özelinde mesela, cümlem “Varlıklı bir aileden kaçırılıp sokaklara düşmüş bir çocuk yıllar sonra kendini evinde bulur.”du. Ve bu Yaman Ali’nin başına gelmişti. Diğer her şey, herkes bu cümlenin ve bu karakterin etrafına örüldü. Yaman Ali’ye o kadar kafa yordum ki kendim kadar tanıyordum artık. Sonrasında onun yolunda hem onun hikayesine hem de açılacak kendi hikayelerine hizmet edecek diğer karakterleri çalıştım.
• Çok başarılı, birbirinden yetenekli oyuncular, senaryolarınızdaki ruhların ete kemiğe bürünmüş hâllerine can verdi. Bazıları vermeye de devam ediyor. Bergüzar Korel, Serkan Altunorak, Erdal Beşikçioğlu, Dolunay Soysert, Yurdaer Okur, Reha Özcan, Tayanç Ayaydın, Gökçe Bahadır, Begüm Birgören, Emre Kınay gibi isimlerle çalıştınız. Bu kadar başarılı isimlerin yarattığınız karakterlere can vermesi nasıl bir his merak ediyoruz doğrusu. Onların oyuncu olarak karaktere eklediği dinamikler oluyor mu? Ya da yazarken oyuncuların size ilham verdiği de oluyor mu?
Olmaz olur mu? Ben oyuncuyu çok dikkatli takip eden bir senaristim. Atılan her türlü pası görürüm ve değerlendiririm. Karakterlerimiz onlara emanet. Bu anlamda çok kıymetliler…
• “Keşke ben yazsaydım,” diyecek kadar hayranlık duyduğunuz, tam benim kalemim dediğiniz yerli ya da yabancı dizi ya da filmler var mı?
Empire tam benim kalemim bir iş. Aile draması yazmayı seviyorum, hele de sorunlu aileler favorim… 🙂
• Uyarlama bir proje yazacak olsanız hangi yabancı diziyi ekrana taşımak isterdiniz?
Uyarlamayla hiçbir zaman ilgilenmedim. Anlatmak için can attığım kendi hikayelerim var.
Sosyal medyadan gelen sorular:
• Genç bi senarist olmanıza rağmen Yabani’de yıllar sonra kavuşan anne-oğul hikayesini güzel ve özenli bir şekilde yazdığınızı düşünüyorum. Bir senarist olarak bu kadar büyük ve güçlü duyguları yazarken, referansınız kendi hayatınızda şahit olduklarınız mı oluyor yoksa hayalleriniz mi?
Öncelikle pek genç değilim ama teşekkür ederim 🙂 Bir yazar sadece kendi yaşadıklarını yazacak olsa, anlatacak tek bir hikayesi olur. Üstelik benimki gibi sıradan bir hayatı varsa o hikâye de muhtemelen oldukça sıkıcı olur 🙂 Çok okuyorum, çok gözlemliyorum ve empati gücüm yüksek… Bir şeyin nasıl hissettirdiğini anlamak için illa yaşamak gerekmez.
• Baba-oğul marş söyledikleri sahne gerçekten sahte miydi? Serhan bu kadar iyi bir oyuncu muydu?
Serhan değil, Yurdaer Okur iyi bir oyuncu, hatta çok iyi bir oyuncu… O sahnede Serhan’ın karmaşık duygularını öyle bir yansıttı ki etkilenmemek mümkün değil. Bir yandan yıllar önce kaçırttığı çocuğun karşısında olmasından korkuyordu, bir yandan rahatlamıştı. Eğer Güven karşısına çıkmasaydı yeniden Yaman Ali’ye baba olmayı deneyecekti bence… Sizce?
• Genelde ekip olarak senaryo yazmışsınız. Ekip olmanın avantajları ve dezavantajları nelerdir?
Hep ekiple çalıştım. Ya ekibin bir parçası oldum ya bir ya da en fazla iki bölüm yazıp hemen sonrasında ekip kurdum. Yalnız nasıl çalışılır, ulusal kanala her hafta ortalama yüz sayfa tek başına nasıl yazılır bilmiyorum, yapabilen var mı onu da bilmiyorum açıkçası, varsa tebrik ederim… Tek başıma Yabani gibi bir projenin altından kalkamazdım. Yekta, Nazlı, Melek, Serap, Ali… Herkes taşın altına elini değil, başını koydu… Minnettarım…
Avantajları bir şeyi olması gerekenden çok daha fazla tartıştığın için yaptığının hamlenin sonuçlarını enine boyuna hesaplayabiliyorsun. Dezavantajı o tartışmaya nokta koymak her zaman kolay olmuyor 🙂
• Sosyal medyadan gelen eleştirilere nasıl yaklaşıyor?
Bizim yaptığımız işe herkes yorum yapabilir. Önce bunu kabul etmemiz gerekiyor. “2 kere 2 dört eder.” gibi ispat edilebilir bir matematiğimiz yok. Bu da bizim mesleğimizin laneti 🙂 Yazmaya harcadığın efordan çok daha fazlasını, neden böyle olması gerektiğini anlatmaya harcarsın çoğu zaman… Herkesin bir fikri var. Ama yaz desen herkes yazamaz. Bu fikirlerini değersiz mi yapar? Elbette hayır. Ancak yazar olan biziz. Bir yandan hikayemize sahip çıkarken diğer yandan hikayemize ya da karakterimize fayda sağlayacak yorumları ayıklayıp değerlendirebiliyor olmak lazım. Ben kendi adıma samimiyetle bunu yapmaya çalışıyorum. Ancak sosyal medyadan gerçekten faydalı bir yoruma ulaşabilmek için yüzlerce hakarete kendimi maruz bırakmam gerektiğinden faydalanamıyorum maalesef.
• Senaryoyu yazarken oyuncularla fikir alışverişi yapıyor musunuz? Karakterleri özümseyen oyuncuların “Benim karakterim bunu yapar mı?” sorularını size yönelttiği oluyor mu?
Oyuncuların muhatabı senarist değil yönetmendir. Oyuncuya en başta vaat edilenin dışına çıkmak zorunda kalmadıysam ya da başka herhangi bir sebeple yapımcımız bunu talep etmiyorsa oyuncu görüşmesi yapmıyorum. Açıkçası direkt iletişimi faydalı da bulmuyorum. Mutlaka bu ve benzer soruları oluyordur. Haberim olması gerekenden haberdar ediliyorum.