tds_thumb_td_300x0
Brooklyn Nine Nine’ın 6. Sezon 1. Bölümünde Ne İzledik

Hepimizin bildiği üzere Brookyln Nine Nine için yaz aylarında Fox kanalı tarafından iptal kararı alınmıştı. Ama sevilen dizi NBC kanalına transfer oldu ve kanalın en yüksek reytinglerinden birine imza atarak adeta küllerinden doğdu. Fox kaçırdığına yansın, biz kaldığı yerden dizimizi yorumlamaya koyulalım! 🙂

Öncelikle sezon finalinde kaldığımız yerden devam edelim. Holt başta terfiyi aldığını sandı ama sonra mesajdaki “maalesef” yazısını gördü. Sezon finalinde düğünlerini izlediğimiz Jake ve Amy balayına çıkarken, Holt da bu haberi sindirmek için tatile çıktı ve üçlümüz aynı otelde karşılaştı 🙂

Holt, istifa kararı almışken Jake’in “Size ihtiyacım var” demesi işleri biraz değiştirdi. (Bu bromanceyi çok sevdiğimi söylemiş miydim? Jake’in Holt’u içten içe onu terk eden babasının yerine koyması ve bunu bazı küçük anlarla fark edip durmamız bu dizide en sevdiğim şeylerden biri.)

Gelelim dizinin en komik sahnesine! Muhtemelen bütün sezon buna gülmeye devam ediyor olucam!

Bu cümleden siz ne anlamıştınız acaba? 😂

Tabii bir de şöyle bir sahn var ki… Biliyorsunuz ki Andy Samberg geçtiğimiz hafta Golden Globe ödül törenini sundu. Onun görsellerinden biri midir bu gif diye düşünüyordum ki meğer bizim Jake boy’umuzmuş. Ne diyebilirim ki. Jake her bölüm ayrı sevilesi ama Die Hard konsepti hiç bu Jake’e hiç bu kadar yaramamıştı sanki? Ne dersiniz? ❤️ Bir takipçimizin de dediği gibi “neyse hayal kurmayalım şimdi” diyor sizi Die Hard Jake görseli ile bırakıyorum 🙂

Holt’e dönecek olursak Jake ve Amy’nin söyledikleri etkili oldu ve istifadan vaz geçip üzerine gitmeye karar verdi. Terfi kararı için sorgulama istedi. Bu da tabii yeni müdürün Nine Nine karakolu ile uğraşması anlamına geliyor. Alt katlar kapatıldı, herkes 9-9’da!

6. sezona kaoslu bir giriş yapmış bulunuyoruz! Yeni bölümde görüşmek üzere 20 dakikalık tek bölüm dişinin kovuğuna gitmeyen herkese….

The Big Bang Theory 12. Sezon 11.Bölüm: Nerede Kaldık?

The Big Bang Theory final sezonunda birkaç haftalık bir araya girdi. Aradan önceki son bölüm ise 11. bölüm oldu. Peki 11. bölümde neler yaşandı? Nerede kaldık?

Amy ve Sheldon bir önceki bölümde yaşadıkları yıkımı atlatmanın bir yolunu bulmuşlardı. Daha doğrusu yeni bir teori ortaya atmışlardı. Yavaş yavaş toparlanmaya ve normal hayatlarına dönmeye başlayan çiftimiz bu bölümde biraz fazla toparlandılar diyebiliriz.

İnternet üzerinden olumlu yorum almaya devam eden Sheldon ve Amy iş ortamında da birden herkesin gözdesi oldu. Hatta dekanın özel yemek yeme salonunda yemek bile yediler!

Biz diziye ara verirken çiftlerimiz de neredeyse ilişkilerine ara veriyor. Çünkü herkesin ilişkisinde çalkantılar var. Sheldon ve Amy’ninki en ciddileri gibi duruyor, çünkü konu Sheldon..

Amy’nin teorileri için bir röportaj teklifi alması ve Sheldon’ın davet edilmemesiyle her şey başlıyor. Çünkü bu buluşn tek sahibi Amy’ymiş gibi yansıtılıyor ve Sheldon bu durumdan oldukça rahatsız, bence haklı da.

Raj ve Anu’da ise durum farklı değil. Anu’nun kendisini aldattığını sanan Raj verebileceği en büyük tepkiyi vermeye çalışıyor. (Paintballda Anu’yu vurmak falan yani)

Leonard ve Penny ise bildiğiniz gibi, paintballda birbirinin canını yakmaları üzerine küçük kavgaları var, canım çiftim benim.

Akıllardan Silinemeyecek Bir Kurgu: ”You” Dizisi

İzleyecek bir şeyler ararım, Netflix’i açarım, karşıma ”You” çıkar. Ama başka dizilere devam ederim, birkaç dizi açar kaparım, beğenmem. Film izlemeyi tercih ederim. Filmlerim biter.

Yine izleyecek bir şeyler ararım, Netflix’i açarım, karşıma ”You” çıkar. Çevremde en az 3-4 arkadaşım izlemiştir. Sosyal medyada sürekli karşıma çıkmıştır. Ama bir türlü başlayamam, sebepsiz.

Son kez izleyecek bir şeyler ararım, Netflix’i açarım, karşıma ”You” çıkar. Ama bu sefer dikkat ederim. Posterini incelerim, konusunu değil. Çünkü konusunu her yerde duyduk zaten. Konusundan başka bir sebep olmalı bu diziye kendimizi kaptıracağımız. O sebebi ararım, bulurum.

Penn Badgley. Kendisini sadece Gossip Girl dizisinde izledim. Açıkçası orada pek de beğenmem. Hatta biraz daha yereyim dersem, bütün diziyi 3 mimikle geçirdiğini düşünüyorum. Ama afişte ilk kez başka bir mimikle, bakışla gördüm. Adeta ”gel bir de beni psikopat bir romantikken izle” dedi. ”Tamam” dedim.

İzledim, hem de 2 günde, bir solukta, aynı heyecanla. Dizisinin konusu ne diye ille de soruyorsanız şöyle anlatayım size: Bir kadın tarafından yara almış, ama kendini aşka kapatmamış, tam tersi bu aşık olma halinin kölesi olmuş bir adam, Joe. Bir yandan da yazar olmanın peşinde koşan, bir yanı stabil bir hayat isterken diğer yanı sosyal medyanın ve birtakım ”olması gereken’‘lerin kurbanı olan Beck. Bu iki farklı kişinin bir araya gelip neler doğurabileceğini, neler yaşayabileğini düşündüğümüzde hayal gücümüz gerçekten sınırlı kalıyor.

Olaylar nasıl başlıyor?

Joe’nun bir kitap dükkanı var, tüm dünyası da bu kitap dükkanının içinde. Bir gün Beck’in o kitap dükkanına gelmesi ile her şey başlıyor. Joe’nun takıntılarının tekrar gün yüzüne çıkması için Beck’in bir gülüşü yeterli oluyor. Böyle anlatınca fazla romantik duruyor değil mi? Evet, romantik zaten. Ama hiç görmediğiniz tarzda bir romantiklik bu. Üzerine titrercesine, hayatını avuçlarının içine alıp onu dışarıdaki herkesten korurcasına; olabildiğince takıntılı, bir o kadar uysal; öfke dolu ve kırılgan.

Joe, Beck’e ulaşmaya hazır, ona en iyi hayatı, istediği her şeyi sunmaya hazır. Ona ulaşmak için de önündeki tüm engelleri ortadan kaldırmaya hazır. Beck’in sevgilisini, arkadaşlarını… Beck’e zarar veren her şeyi. Ve yapıyor da. Önce Beck’in onu dikkate bile almayan sevgilisini, sonra Beck’e aşık olan ve onu herkesten soyutlamaya çalışan Peach‘i. Ve Joe’ya göre olması gereken bu. Hayatta yaptığı tek doğru şey buymuş gibi emin bu durumun doğruluğundan. Pişman değil, memnun. Joe’nun bu hallerini izlerken bu duygular da bize öyle bir işletiliyor ki, bir süre sonra Joe’ya kızamadığınızı fark ediyorsunuz.

Dizinin en enteresan yanı da bu. Karşımızda önüne geleni düşünmeden ortadan kaldırabilen, sapıkça şeyler yapan, saplantılı bir psikopat var ama siz kızamıyorsunuz. Joe sanki her birimizin bir dönem içinde bulunan bir duyguymuş gibi birden ortaya çıkıyor. Freud’un dediği gibi insanın özünde bulunan cinsellik ve saldırganlık Joe’nun bedeni ile bütünleşiyor ve biz buna şahit oluyoruz. Ama kızamıyoruz. Çünkü Joe tüm bunları yaparken nazik ve düşünceli bir yanını da ortaya koyuyor. Sadece bakışlarıyla bile kendini affettirebiliyor. Benim sevmediğim hatta önyargılı olduğum bir oyuncu bana nasıl bunu yapabiliyor? Hala sorguladığım şey bu.

Yazının başında Joe’nun ”aşık olma halinin kölesi olması”ndan bahsetmiştim. Burayı da biraz açmam gerek. Joe, Beck’ten önceki sevgilisine de aynı şeyleri uygulayan bir adam. Hatta sevgilisinin çevresindekilere de. Ama bunu bir şekilde atlatıyor, sevgilisini öldürerek. Sebebi de onu aldatması. Joe için geçerli bir sebep.

Sezon nasıl bitti?

Gelelim şimdi 9. ve 10. bölüme. Son 2 bölümde izleyici bambaşka bir heyecanın içine sürükleniyor. Hatta heyecanın yanına bir de gerilim ekleniyor. Sırf bu son 2 bölüm bile diziyi izlemek için başlı başına bir sebep. Beck’in, Joe’nun tüm yaptıklarını öğrenmesi ile sonun başlangıcı başlıyor. Tam ”Joe şimdi ne yapacak?” diye düşünürken Joe, Beck’in kendisini aldattığını öğreniyor. Ve seyirci birden ”Beck şimdi ne yapacak?’‘ı düşünmeye başlıyor.

Joe’nun herkesten koruduğu Beck’i ‘kafes’e hapsetmesi, psikolojik şiddet uygulaması seyirciye ilk şoku yaşatıyor. Buradaki mesaj da beni en çok etkileyenlerden biri. Joe’nun Beck’e ilk bölümlerde ”burası benim dünyam” diye tanıttığı kafeste şimdi Joe’nun dünyası, yani Beck’i var. İşte şimdi Joe’nun dünyası tam.

Çok bir şey istemiyor. Beck onu anlasın, bu olanların bir şekilde üstesinden gelinsin ve devam edilsin. Eğer diziyi izlemeden önce bu yazıyı okuyorsanız ”Saçma, imkansız” diyebilirsiniz. Ama diziyi izleyenler gerçekten de Joe’yu anlamaya başlıyor, ”evet evet hadi tüm bunların üstesinden gelin” diye heyecanlanmaya başlıyor hatta. Bir ara Beck de buna inanıyor, daha doğrusu biz inandığını sanıyoruz. Ama bu tamamen bir kaçış planı, başarılı olamayan… Sonlara doğru Beck-Joe arasında yaşanan çekişmeyi ben burda nasıl kaleme dökeyim, nasıl anlatayım bilemiyorum. Tek bildiğim ben dizinin içindeydim, ben Beck’tim, ben Joe’ydum, ben yaşadım, ben korktum, ben kaçtım. Ama kim öldü? Ya da biri öldü mü?

Hiçbir şey kesin değil. Çünkü son anda beklenmeyen misafirler çıkabilir. ”Sanırım konuşmamız gereken yarım kalmış bir mesele var”

Devamı 2. sezona…

That’s What She Said: The Office Nasıl bir dizi?

The Office, Friends gibi adını altın harflerle televizyona ve IMDb listelerine kazımış olan kült bir komedi dizisi. Brooklyn 99 ve The Good Place dizilerinde de imzası olan Michael Schur’un da yaratıcıları arasında yer aldığı The Office dizisini bu kadar başarılı kılan ne? The Office nasıl bir dizi?

The Office’in en büyük farkını kendimce özetlemek istersem bana göre bu dizinin neden efsane olduğunu son sezona gelince daha iyi anlıyorsunuz. Nasıl mı? Dizinin en büyük orijinalliği karakterlerin kameraya bakıp verdiği röportajlar. Ne düşündüklerini, anılarını, ne hissettiklerini kameraya yorumluyorlar. Sadece bununla da kalmıyorlar, The Office tamamı belgesel çekimli bir komedi dizisi. Ofis hayatındaki her şeyi ve iş ilişkilerini, dostluklarını, aşklarını kısaca bir ofise dair her şeyi konu alıyor.

Süresi 22 dakika ancak 40 dakikalık birçok bölümle karşılaşabiliyorsunuz. Bir de çoğu bilindik sitcomdan farklı olarak The Office’de gülme efekti duymuyorsunuz.

Bir komedi dizisine göre çok iyi kurguya ve karakter gelişimlerine sahip bir dizi. Bu nedenle üst üste 40 dakikalık bölümlerle karşılaşabilirsiniz The Office izlerken.

Belgesel çekim olması ve röportajlar çoğu zaman dizide en çok güldüğünüz yerler olacak. Henüz izlemediyseniz sizi tam moodluk bir dizi bekliyor. Hayatımın tamamını The Office screen shootlarıyla geçirebilirim şahsen. 🙂

Steve Carell bana göre dizinin en büyük yıldızı. Tüm oyuncular çok başarılı olsa da Michael Scott ile dizi bambaşka bir çıtaya taşınmış bence.

Öyle ki Steve Carell, Michael’in karakter gelişiminin artık tamamlandığı gerekçesiyle 7. sezon finalinde diziden ayrıldığında bundan etkilenmemek imkansız bir hal alıyor. Son iki sezonu Mizhael özlemiyle biraz ittire kattıra izleseniz de 9. (son sezonuyla) dizi biraz daha toparlanıyor.

İyi Bilgi: Steve Carell’dan sonra diziye Doctor Who’da Donna Noble karakteriyle gönlümüzü fetheden Catherine Tate dahil oluyor. 🙂

Office deyince ofis aşkı olmadan olur mu? İlk sezonlar diziye alışmak biraz zaman istiyor çünkü The Office, ofansif mizaha sahip. Üstelik iş ortamı olduğu üstüne bir de belgesel çekim olduğu için dizi başlangıçta alışılmışın dışında duruyor hatta kimisine göre itici bile gelebiliyor ama diziye alıştıkça özellikle de 3. sezondan itibaren her şey bambaşka bir hal alıyor. 👌 Ancak ilk sezonlarda Jim ve Pam’in ofis aşkı dizi için fazlasıyla bağlayıcı bir etken diyebilirim.

Pam ve Jim dizinin Michael’dan sonra en sevdiğim ikilisiydi. Ofisin en gençlerinden olan bu ikili tam olarak ofis muzurları. 🙂 Herkesle ve her şeyle alay edip hatta şaka yapan ikilinin adeta kendi aralarında kurdukları bir dil var ama bu uyumlarına rağmen Pam’in ilk sezonlar fabrikadan başka bir adamla nişanlı olması bir süre işleri bozuyor. Jim başarılı bir satışçı, Pam ise kalbi ressam olmakta kalmış bir resepsiyonist. Pam’in Jim’le aşkı kadar güzel bir şey daha varsa Michael ile zamanla gelişen dostluğu. Michael’in, Pam’in sergisine giden tek kişi olduğunu ve orada satın aldığı resmin finalde bile ofisin duvarında asılı olduğunu biliyor muydunuz? ❤️

Ofis’in en gıcık ama dizinin en komik karakterinden biri olan Dwight’tan bahsetmemek olmaz. Dwight ile Jim sezonlarca birbirlerinden nefret ediyor gibi görünseler de son sezonlarda kurdukları dostluk bambaşkaydı.

The Office’in en ilgi çekici yanlarından biri kesinlikle karakter gelişimleri. Zamanla hepsi arasında öyle bir bağ oluşuyor ki siz de o ofisin bir parçası gibi hissediyorsunuz. Kesinlikle gülme hatta aşık olma garantili bir dizi!

La Casa De Papel 3. Sezon Teorileri

Berlin’in 3. sezon tanıtımında yer almasının üzerine kafalar karışmaya başlamıştı ki 3. sezonun çekimlerinin başlaması ile soru işretleri iyice arttı. 3. sezonun çekilen ilk sahneleri Profesör ve Berlin’e ait.

Berlin’in vurulma sahnesini hatırladıkça bu sahnelerin flashback olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu ikili 2. sezon finalinde de kafamızı karıştırarak veda etmişlerdi aslında. Berlin’in vurulmadan önce profesöre “Little Brother” demesi, bu ikilinin kardeş olup olmadıklarını düşündürmüştü. Bella ciao’daki yakınlıklarını da düşünürsek geçmişlerinin ekipten çok daha eskiye dayandığı ve bu plana beraber giriştikleri de ortadaydı. Ama geçmişlerinin nasıl olduğunu öğrenememiştik.

Gelelim Berlin ve Profesör ile ilgili teorilere…

Profesör’ün planı kurma sahnesini hatırlayalım. Hasta bir çocuktan, ömrünün hastanede geçtiğinden bahsetmişti. Hepimiz bu çocuğun profesör olduğunu düşündük ama aslında o çocuk profesör değil abisi Berlin’di. Berlin’in günümüzde de hasta olduğunu ve iğne kullandığını düşününce bu teori daha da mantıklı bir hal alıyor. Abisinin hayatı hastanede geçtiği için psofesörünki de onun yanında hastanede geçmiş oldu. Babaları tedavi parasını bulamayınca bir soygun planladı ama o esnada öldü. Ailenin beyni olan profesör ise abisi ve babası için bu planı kusursuz hale getirip tekrar denedi. 3. Sezonda bu hikayeye odaklanacağımıza dair güçlü teoriler geziyor!

error: Korunan İçerik!