Burak Şafak: Hayattaki motivasyon kaynağım keşfetmek üzerine…
Merhaba Burak Şafak! Öncelikle bizi kırmayıp röportaj teklifimizi kabul ettiğin için çok teşekkür ederiz, umarız senin için keyifli bir röportaj olur 🙂
• Seni daha yakından tanımayı çok isteriz. Bize dışarıdan herkesin göremediği Burak’ı biraz anlatır mısın? Seni çok iyi tanıyan bir arkadaşına sorsak Burak’ı bize nasıl anlatırdı?
Bilmem doğru mu yaptım ama 15 senelik dostum, yol arkadaşıma bu soruyu görünce sordum: “Beni nasıl tanımlarsın?” diye. (O da oyuncu, ilerde bir gün böyle bir soru yöneltirlerse bize, birbirimizle ilgili ne cevap veririz diye çok geyikler yapardık.) “Hadi, tanımlasa beni,” dedim. 😁 O da bir durdu, artık geyik değil, gerçek diye herhalde. “Sonsuz güven, fedakârlık ve gurur,” dedi. 🙂
• Çukurova Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Ana Sanat Dalı Oyunculuk Bölümü mezunusun. Bölüme nasıl hazırlanmıştın? Mezun olduğun bölümün kariyerine katkıları neler?
Konservatuvara aşağı yukarı tüm adayların hazırlandığı yöntemlerle hazırlandım. Fakat benim sürecim biraz uzun oldu; ben 4. senemde kazanabildim sınavı. Türkiye’nin birçok yerinde girdim sınavlara. Çok garip bir mesleğimiz var; neredeyse göreceli hale gelebilecek düzeyde değerlendirmelere maruz kalıyoruz. Gerek öğrenci-çırakken gerek profesyonel hayatta. Ben de neden olduğunu biraz bilip birazını da bilmediğim sebeplerden 3 yıl sınavları kaybettim. 🙂
Zaman zaman umutsuzluk yaşasam da hiç bırakmadım çalışmayı ve sonunda başardım. (O yıllarda tüm hayatını bundan ibaret zannediyorsun ya da mesleğini… Yani her şeyin okula girmek olduğunu ama mesele girdikten sonra ve hatta mezun olduktan sonra başlıyormuş. Toyluk işte. 🙂)
Dedim ya, başta garip bir mesleğimiz var diye, bir konservatuvardan olmak ya da devlet tarafından oyunculuk yapabilir ehliyetine sahip olmak bizim işimiz için çok da önem arz etmiyor. Sadece bu ülkede değil, dünyada da böyle olduğunu düşünüyorum. O yüzden mezun olduktan sonra elbette mesleğimle ilgili gelişim gösterdiğim yönler oldu fakat en çok kendini keşfetme ve farkındalığın artması ile ilgili kazanımlarım oldu.
Adıyla müsemma bir durum var burada: konservatuvar. Yani konserve edilmiş eğitim. Sıkıştırılmış dört yıllık eğitim sürecinde ben hiçbir adayın oyuncu olabileceğini düşünmüyorum ki zaten kimse kimseyi oyuncu yapamıyor. Öğretilen bir şeyden çok, öğrenilebilen bir şey olduğuna inandım hep oyunculuğun. O yüzden o konserve eğitim sürecinde kendimi keşfetmeye çalışmakla geçti dört senem. Bu konuda da bana akıl hocalığı yapmış insanlar oldu tabii ki etrafımda. Onlara da bu röportaj nezdinde teşekkür ediyorum. 🙂
• Tiyatro geçmişin olduğunu da öğrendik. Tiyatroda olmak ve kamera önünde çalışmanın senin için avantajları ve dezavantajları neler?
Ah, ah… Üzüldüğüm bir soru bu. Önce avantajlarından bahsedeyim. Şöyle ki, tiyatro evim gibi. Üzüldüğüm mesele de tam olarak bu. Uzun zamandır evimden uzağım. Neredeyse beş sene oldu tiyatro sahnesine çıkmayalı ve çok özledim. “Bu kadar özlediysen neden çıkmıyorsun?” diyeceksiniz. Bununla ilgili tartışılabilecek ve göreceli olacak birçok sebep sayabilirim. O yüzden bu soruya “Öyle gerekti,” diye cevap vermek istiyorum. Çünkü bu konu uzadığında mesele ülkede tiyatro yapmanın zorluklarına, tabii ki başta maddi zorluklara, yapılan işlerin niteliğine ve niceliğine kadar gidiyor.
Aynı sorun kamera önü işleri için de geçerli elbette ama orada dengeler biraz daha farklı. Çok sağa sola yatırmadan özetleyecek olursak, tiyatroda maalesef günümüz şartlarında hayatını idame ettirebilecek ve seni tatmin edebilecek düzeyde para kazanamıyorsun. Kamera önü işlerde bu durum daha çok kişinin çabasına göre değişkenlik gösterebiliyor ve daha şansın yüksek oluyor. İşin teknik kısmından ziyade duygusal tarafını konuşmayı tercih ediyorum ben bu tür sorularda. Orada da aklıma başta söylediğim gibi özlem geliyor ama yapacağım, çok az kaldı hissediyorum.
Sorduğunuz sorunun temasından kopmamaya çalışıyorum ama böyle sorular aklımdaki bütün klasörleri arka arkaya açıyor. O yüzden konu uzuyor, kusura bakmayın. Sahnede olmanın avantajını, oyuncunun beynini aktif tutan ve organik çalışmasına sebep olan bir virüs gibi tanımlayabiliriz. Elbette iyi huylu bir virüs. 🙂 Ama ülkemizdeki, tırnak içinde “tiyatro oyunculuğu” meselesi, eskilerden kalma alışkanlıklardan dolayı oyuncuyu daha “büyük oynamaya” itiyor. Bu da kamera önünde yapmacık, abartılı durabiliyor. Dezavantajı olarak bunu söyleyebilirim.
Çok uzun uzadıya ve detaylandırılarak konuşulabilecek meseleler bunlar aslında ama ben okuyanları sıkmamak adına kısa cevaplar vermeye zorluyorum kendimi. 🙂 Kamera önü işlerin avantajları ve dezavantajlarını da tiyatro sahnesi için söylediklerimin bir içler-dışlar çarpımını yaparsak, aynısını bunun için de söyleyebiliriz. Kamera önü iş yapmaya başladığım ilk senelerde bunun bende tembelliğe yol açacağı duygusu oluşmuştu. Tabii süreç içerisinde bunun da yöntemlerini keşfedip kendimi üretimde tutabilmenin yollarını bulmaya başladım diyebilirim.
• Sıfır Bir ile tanıdık seni. YouTube’da başlayan yayın hayatı Blu Tv’de devam ediyor. Dizi, seyircinin çok beğendiği sosyal medyada viral olan ve konusu itibariyle sert bulunan bir işti. Kadroya nasıl katıldığını canlandırdığın Cabbar karakteriyle yolunun nasıl kesiştiğini merak ediyorum. Anlatabilir misin?
Sıfır Bir benim ilk göz ağrım kamera önünde. Yalnızca benim değil, o projede yer alan herkes için bu durum böyleydi. O yüzden özel bir yerde duruyor. Sıfır Bir başladığında konservatuvarda üçüncü sınıftaydım. Dizinin başrol oyuncularından Savaş Satış eski arkadaşımdı. Onun ekibinin bir önerisiyle bana Cabbar karakterini oynamam için teklif edildi. Bu şekilde başladım.
• İlk auditionını hatırlıyor musun? Unutamadığın bir audition anın var mı?
Audition, mesleğim içinde en sevdiğim şeylerden biri olabilir. 😁 Çoğu meslektaşım genelde sevmez ama ben çok keyif alıyorum. Bilmiyorum, yalnızsın, kimse seni izlemiyor çoğunlukla. Elinde kısır bir metin ve detaylandırılmamış bir karakter oluyor ve sen onunla hamur gibi oynayabiliyorsun. Tabii ki belirli çerçevenin dışına çıkmadan. Buradan bakınca, benim için audition çekmek eskiz alanı gibi bir şey. O kadar çok audition çektim ve çekiyorum ki, ilk hangisini çektim hatırlamıyorum. Unutamadığım çok audition anım var. O yüzden birini anlatsam, diğerine haksızlık olacak. Ben arkadaşlarımla audition çeker, eğlenirim. O yüzden hepsi biricik gibi bir şey. 🙂
• Dengeler: Biri Olmak, çok izlenilen dijital projelerden biri oldu. Gerek çekimleri gerek oyuncuları gerekse hikayesi izleyici de karşılık bularak çok sevildi. Ekip arkadaşlarımızdan biri geçtiğimiz haftalarda filminin yapılan galasına katıldığında filmden de çok etkilendiğini herkese teker teker hayran kaldığını anlatmıştı. Dengeler projesinde seni çeken etmenleri merak ediyorum. Murat’ın ilgini cezbeden yanları nelerdi? Set ortamı nasıldı?
Dengeler projesi, genel dünyası itibarıyla beni etkileyen, ilgimi çeken ve içinde bulunmak istediğim bir evrene sahipti. Ama ben Dengeler projesini iki farklı kümede değerlendiriyorum kendi içimde. Bunu da ilk defa burada anlatacağım, kendi yakın çevrem dışında sanırım. Benim için Dengeler projesi, bir sinema filmi olan Dengeler ve bir dizi olan Dengeler diye ikiye ayrılıyor.
Sinema filmini biz daha önce çektik. Ortaya nasıl bir ürün çıktığını görmeden diziye başladık. Ve geldiğimiz şu günde, dışarıdan aynı evrende de olsa, benim için iki ayrı proje gibi. Kuşbakışı baktığımda “İyi ki sadece filmle kalmayıp dizisini de çekmişiz” hissi yaratıyor. Sadece filmde kalsaydık, ben o hikayenin altında ezileceğimizi düşünüyordum. En azından benim fikrim böyle.
Murat karakterini çalışmaya başladığım süreçte, özellikle bu hikayenin yaratıcısı Sarp Kalfaoğlu ile sıklıkla diyalog kurduğum için, oynadığım özel karakterlerden biri olduğunu düşünüyorum. Çünkü her zaman biz oyuncular bu fırsatı yakalayamıyoruz; oynadığımız karakterlerin yaratıcılarıyla, yani yazarlarıyla irtibatta olamıyoruz. Murat karakteri benim için henüz tamamlanmadı. Çünkü onu konuşmalarımızda hep bir yolculuğa çıkarmaktan bahsediyorduk. Bu anlamda tamamlanmadığı için net yargılar ya da cümlelerle konuşamıyorum. Ama Murat’ın beni cezbeden en önemli tarafı, tekinsizliği; neredeyse kapalı kutu oluşuydu. Umarım tekrar buluşuruz.
Dengeler set ortamı keyifliydi. Filmde çalıştığımız ekibin neredeyse aynısıyla dizide de çalıştık. Biz çekerken çok eğlendik, umarım siz de eğlenirsiniz gibi bir komedi filmi klişesi vardır ya hani herkes kullanır. Aslında setlerde çok da eğlenmiyoruz, genel hatlarıyla işlerin konsantrasyonu, teknik meseleler ve bir sürü detaydan kaynaklı.
Dengeler setinde de öyle oldu. Çok yorulduğumuz, üzüldüğümüz, gerildiğimiz bir sürü an vardır ama bunların içerisinde eğlenebilmeyi, keyif almayı unutmamak yaptığımız işleri çekilebilir kılıyor. Bu anlamda Dengeler seti de iyisiyle kötüsüyle olması gerektiği gibi oldu cümlesinin hakkını veriyor diye düşünüyorum.
Eskiden tanıdığım Cihangir Ceyhan’la uzun süre sonra aynı sette olmak çok keyifliydi. Sosyal hayatımda da aynı dili konuşabildiğim biriyle mesleğimi icra ederken de aynı dili konuşmak, “Yemede yanında yat,” dedikleri cinsten oluyor. Dengeler projesi ile hayatıma giren başka birçok meslektaşım da oldu elbet ama Cihangir’e, sahnelerimin de onunla olması sebebiyle, bir parantez açmak istedim. Tanju Bilir’i de anmadan geçmek istemiyorum bu röportajda. O da Dengeler projesi ile hayatıma giren çok kıymetli bir insan. Tekrar buluşuruz umarım bir gün.
• Canlandıracağın karakterlere nasıl hazırlanıyorsun? Bir totemin, uğurun ya da ritüel hâline getirdiğin bir şey var mı? Setinin olmadığı zamanlarda ne yaparsın?
Canlandırdığım karakterlere hazırlanırken ritüellerim var elbette. Ama bunların bir kısmının bende kalmasını isterim hep. Paylaşınca büyü bozulacakmış gibi hissediyorum. Projeye göre değişir ama çoğunlukla sete çıkmadan son 4-5 günlük süreçte sosyal hayatımı durdurup kendi içime kapanırım. 🙂
•Birlikte rol almak istediğin oyuncular kimler? Bir gün aynı projede yer alacak olsanız nasıl bir projede yer almak isterdin?
Bugüne kadar yer aldığım projelerde birçok kıymetli oyuncuyla tanıştım ve birçoğu için “İyi ki çalıştığım ve tanıştığım insanlar oldu” dedim. Elbette hayranlık beslediğim, çalışmak istediğim ve merak ettiğim birçok oyuncu var. Ama ben bu soruya kamera önünden çok tiyatro sahnesi ile cevap vermek istiyorum. Bu mesleğe başladığım ilk yıllardan şu ana kadar, hocam, abim, akıl arkadaşım dediğim ve bir gün kendisiyle aynı sahnede olmayı sabırsızlıkla beklediğim biri var: Mazlum Taşkıran. Bu belki kamera önünde de olur, kim bilir.
• Yayın hayatına yeni başlayan Uzak Şehir dizisinde Kadir karakterini canlandırıyorsun. Gülizar Irmak’ın kaleme aldığı dizi, ilk bölümüyle seyircinin ilgisini çekerek başarılı bir başlangıç yaptı.. Hikayeden ve Kadir’den konuşmak isterim. Kadir nasıl biri? Benzeştiğiniz yanlarınız var mı? Ya da benden tamamen farklı, çok zıtız birbirimize mi diyorsun? Kadir’in, Cihan ve Alya’nın hayatlarına etkisi nasıl olacak?
Uzak Şehir güzel bir ilgi ve destekle yayın hayatına başladı. Bu anlamda hem şahsım hem de ekip olarak çok mutluyuz. Herkes için geçerlidir bu; yaptığın işin güzel bir şekilde karşılığını alınca sorumluluk artıyor, daha da dört elle sarılmaya başlıyorsun. Uzak Şehir çok yeni bir proje olduğu için hikayeyle veya Kadir karakteriyle ya da Kadir karakterinin Alya ve Cihan’ın hayatlarına olabilecek etkisiyle ilgili konuşmak için çok erken diye düşünüyorum. Heyecanlı bir şekilde Kadir’in bu dünyanın içerisinde başına gelebileceklerle ilgili bazı öngörülerde bulunarak bekliyorum. 🙂
Kadir, Alabora ailesinin yanında yetişmiş; onlarla önce gönül bağı olan, bu coğrafyada bu tarz ailelerin içinde yetişebilecek bir gencin başına ne geldiyse aşağı yukarı onların geldiği bir fedai. 🙂 En azından şimdilik Kadir’i böyle gözlemleyebiliyorum. İleride ne olur bilmiyorum. 🙂 Kadir, sadık, hırslı, güçlü, yer yer muzip, eğlenceli bir karakter. Müzikleri dışında bana benzeyen bir tarafı yok Kadir’in, olmasın da zaten. 😁
• Kısa film olan Aynı Gecenin Laciverti isimli filmde yer almışsın. İlgi çekici olan bir hikayesi var. Tekrara düşecek gibi olacağım ama seni bu projeye çeken neydi?
Aynı Gecenin Laciverti, Sıfır Bir’den sonra kamera önünde yaptığım ikinci projeydi. Aslında her şey çok hızlı oldu. Projenin yaratıcısı ve yönetmeni Nuri Cihan Özdoğan bir gün, ben provadayken aradı ve senaryodan bahsetti. İşin mistik ve masalsı anlatım dili ilgimi çekti. Bu dilin içerisinde var olabilecek gayrimeşru bir karakter (Dilaver) nasıl olur diye merak ettim. Dizi formatında işler çekerken benim aklımın hep bir tarafı bağımsız sinemadadır. O zamanlar da öyleydi, hala öyle. Bu anlamda yer aldığım ilk arthouse projenin Aynı Gecenin Laciverti olması benim adıma bir şanstı.
• Sosyal medyadan oynadığın projeye ve karakterine gelen tepkileri takip ediyor musun?
Başlarda sosyal medya yorumlarına çok takılıyordum. Sanırım bunu aşmak günümüzde her oyuncu için bir uğraş olsa gerek. Ama zamanla hangilerini dikkate alıp hangilerini almayacağını öğreniyorsun. Çoğunlukla görmek istemesek de sosyal medya çağımızın gerçeği ve işimizin unsurlarından biri haline geldi. Kayıtsız kalmamakla çok takmamak arasında bir yerde duruyorum. 🙂
• Set olmadığında neler yapıyorsun? Rutinlerinden bahsedebilir misin bize?
Dediğim gibi, rutinlerimi ya da ritüellerimi anlatmayı pek tercih etmiyorum. Ama ben tek çocuğum ve bu yaşıma kadar yalnız vakit geçirebilmek, kendimle eğlenip mutlu olabilmeyi öğrendim ve bundan keyif alıyorum. Eğer bir sonraki gün yorucu bir set günüm yoksa, arkadaşlarımla sosyalleşmeyi, boş muhabbetler yapmayı, arada bir ciddileşmeyi severim. Ama çoğunlukla tek takılırım. 😁
• Set ortamı nasıl? Daha yeni bir set ama set ortamını merak ediyoruz. Klasik bi sorudur ya, setin en komiği, en çalışkanı, en uykucusu, en dakiki kimler diye. Soralım! Uzak Şehrin enleri kimler?
Keyifli set ortamı yakalamak her zaman kolay değildir. Hele kısa süren işlerde, belli bir başlangıç ve bitiş tarihi olduğu için insanlar birbirlerine çok alışmadan projeler sonlanır. Ama uzun soluklu dizilerde, hele ki şehir dışındaysa, insanlar refleks olarak güvenli bir alan oluşturmaya çalışır. Mardin’de daha çok yeniyiz. İnsanlar hem birbirine hem şehre hem de projeye alışmaya çalışıyorlar. Neyse ki biz oryantasyon sürecini güzel atlattığımızı düşünüyorum.
Ekipteki tüm insanlar, ayrı ayrı, birbirinde özel ve güzel insanlar. Bu anlamda şanslıyım. “Setin en…” sorusu belki eksik kalır çünkü çok yeni bir set. Tüm ayrıntılarıyla diğer oyuncuları gözlemleme fırsatım olmadı. Ama çok vakit geçirdiklerim arasında bir sıralama yapacak olursam, setin en komiği Muttalip abi. 🙂 Setin en çalışkanları ise program yoğunlukları itibarıyla Ozan abi ve Sinem. Buraya, gözlemlediğim kadarıyla, iç disiplin ve çalışkanlık meselesini birleştirerek Gonca ablayı da eklemek istiyorum. Gördüğüm kadarıyla en uykucusu Alper. 😁 Bu arada ben de çok uyuyorum ya. 😁😁
• Diyelim çok sevdiğin yabancı bir kitap/dizi/film ülkemizde uyarlanacak. Neyin uyarlanmasını isterdin ve kimi canlandırmak isterdin?
John Steinbeck’in Fareler ve İnsanlar romanı uyarlansın ve Türkiye’de filmi yapılsın isterim. Bu roman tiyatroya uyarlandı ülkemizde ama filmi yapılmadı. Türkiye’de de filmi yapılsa ve Lennie karakterini oynasam diye hep düşünürüm. 🙂 Belki bu röportaj bir manifest sebebi olur. 😁
• Hayattaki motivasyon kaynağın neler?
Hayattaki motivasyon kaynağım çoğunlukla keşfetmek üzerine. Deneyimlemek her zaman heyecanlandırmıştır beni. Bu da motivasyonumu yüksek tutmamı sağlıyor. Diğer bir motivasyon kaynağım da sevdiklerim.
• Peki neler dinliyorsun? Bir playlistin var mı? 😊 Dinlemekten asla sıkılmadığın sanatçı/şarkı hangisi? Daha çok bilinmeyi de dinlenilmeyi de hak ediyor dediğin bir isim var mı?
Bu ara Baby Reindeer adlı mini bir dizi izliyorum ve Aynur Doğan’dan Şuware şarkısını dinliyorum. Önerilere gelecek olursam: Chernobyl, Succession ve The Offer dizilerini mutlaka izleyin derim. Şarkı konusunda ise “ruh halinize göre seçin” diye eklemek istiyorum. Çünkü dinlediklerim ruh halime göre değişiyor. Müzik zevkim çok geniş. Bazen klasik, bazen etnik, bazen de modern tınılar ilgimi çekiyor. Bu ara, Aynur Doğan’ı daha sık dinliyorum. Şu an bulunduğum coğrafyadan mı, yoksa içsel bir arayıştan mı kaynaklanıyor bilmiyorum ama etnik ve otantik müziklere olan ilgim kabardı. Bu müzik türlerinde yelpazemi genişletmeye çalışıyorum.
Bir de özellikle daha çok bilinmesini arzu ettiğim iki müzisyen var: Muhlis Berberoğlu ve Ahiyan. Türkü dinleyerek büyüdüm, saz ve bağlama hep hayatımda vardı. Ama Muhlis Berberoğlu, bana bu müzikleri yeniden sevdirdi. Ahiyan ise kendi müzik türünde tamamen özgün bir üslup yarattı. Her ikisinin de çok özel müzikler yaptığını düşünüyorum ve mutlaka dinlenmesi gerektiğini söylüyorum.
Teşekkür ederiz. 🌸
Görseller: Murat Arık