tds_thumb_td_300x0
Yüreğimdeki Kuşlar Birer Birer Uçtular…

“O kuşları yüreğime sen soktun. Şimdi kalbimi parçalayarak çıkartıyorsun. İşte bunun yarası…”

Seni ilk gördüğüm zaman bir kuş öttü içimde. Göğsümde ılık ılık estirdiğin rüzgar, gerçeğin fırtınasına tutuldu. Yaralıydım, tutunamadım düşlere. Çaresizdim, gülümsedim. Artık vazgeçemeyeceğim bir noktada, tam da en yalnız olduğum anda ise bu sefer sen tuttun ellerimden. Tam da parçalanmak üzereyken sen sardın kırıklarımı. Gözyaşlarımızla kaynadı yüreğim. Ve o gece, bir kuş daha öttü içimde. Kanadı kırık, yaralı serçem iyileşmiş, yeni bir hayata çırpmıştı kanatlarını. Şimdi ise göğün mavilerinden uçup gelmiş bir bülbül şarkılar söylüyordu onun yerinde. Karadeniz’in mavisi yansımıştı gözlerime. Gülüşüm hâlen korkak ama bir tek senin yanındayken güvendeydi.

Ufuktan -artık benim için de- doğan güneş içimi ısıtmaya başlamıştı ki yeniden toplandı kara bulutlar. Bana öyle kırık baktın ki sisler indi yoluma. Öyle acıttın ki içimi hangi merhemi sürsem yaramaz. Sen bana güvenmedin Tahir! Kabul et, senden önce sevdayı tatmış olduğumu düşünmen çok kırdı seni. Öyle ki sadece Vedat’tan kurtulmak için böyle davrandığımı düşünecek kadar ileri gitti öfken. Sevgime yalan diyecek kadar… Oysa sevdanın yalanı olmaz. Karası olur, pembesi olur belki ama sahtesi olmaz. Daha önce bin kere sevmiş olsam da yine sevebilirdim ben seni. Kalbin kotası yoktur çünkü, aksine sevdikçe genişler. 

Benden çok kendini kırdığını bile bile saldırdın etrafa. Yetmedi, bana inat olsun diye sevmediğin bir kızla sözlendin. Beni kurtarmanın tek yolu bu değildi, kendini kandırma. Ama dilerim ki hep mutlu ol… İtiraf ediyorum, çok kızdım sana. Elimden gelse ha oracıkta boğacaktım da işte şimdi karşımda bana “gitme” diyemediğin için ağlıyorsun ya, anlıyorum seni korumak uğruna ne kadar kırdığımı. Anladım ki sen de… Neyse, daha fazla riv riv etmeyeceğim. Buraya kadar ettiğimi de son üç günde ettiklerine sayarsın. Affettim seni… Yaşanmamış, yarım kalmış neyimiz varsa hepsinin adına affettim. Kalbime iyi bak… 

Ha, kuşları sorarsan eğer yüreğimdeki kuşlar bir bir uçtular. Bana küsler, sana hasret…

Hoşça kal Denizden Gelen Kaplan… Hoşça kal Deli Tahir…

Bu hafta Nefes’ten Tahir’e hayali bir mektupla başlamak istedim yoruma. Üstüne fazla diyecek de bir şeyim yok zaten. Ben de Nefes oldum bu bölümde. Onunla ağladım, onunla sinirlendim yine onunla korktum. İrem Helvacıoğlu’nu bir kez daha tebrik etmek istiyorum. O nasıl bir Nefes olmaktır?.. O ne güzel ağlamaktır?.. Bölüm sonunda benim de içimden bir şeyleri kopartıp göğe saldılar. Belki onlar da tutunamamış, dalgalara gömülmüştür bilemem. Zira hata üstüne hata yapabilecek kadar kırgınım şu anda hayata. Sesini duymadığım, helallik almadığım onca mazlum için de mahcubum. Benim şuan sıcak evimde bilgisayar başında bu satırları yazarken aldığım nefesi hangi koşullarda aldığını hayal dahi edemeyeceğim her can için af diliyorum Rabbimden. Ve kulaklarını tıkamış nicelerine onların seslerini duyurmak için çabalayan güzel yürekler adına da gurur duyuyorum. Bu çabanız o kadar kıymetli ki ben burada sayfalarca yazsam yeterince ifade edemem sanıyorum. Canımın ta içinden sevgiler gönderiyorum ♥♥♥

Ayrıca o nasıl bir zekadır?.. Nasıl bir ince düşüncedir?.. Mermiyi atacak kısmın çıkartılmasından, babadan izin kağıdı detayının atlanmamasına, Ali ile Nino’nun yürek burkan hikayesine kadar… Bu arada hikayeyi dinlerken epey bir tedirgin oldum. Yapmayın etmeyin güzel insanlar. Varsın yazmasın onları tarih, yeter ki mutlu olsunlar. Bu kadar ağlayıp en sonda mutsuz son izlemeyi kaldıramam lütfen. Asiye ile Mustafa’dan hâllice bir son diliyorum ^.^ Sahi ne güzel onlar… Öykü Gürman’ın yine yüreklerimizi okşadığı sesiyle türkü okuduğu sahneye gömün beni. Oracıkta birleşen eller kadar mutlu olmak istiyorum. Çok mu? Ahahah peki ya Asiye’nin “Şişt yakışıklı! Hepsi senun mu?” diye Mustafa’ya yanaşarak bana kahkaha attırdığı sahne… Evlilik gerçek aşkı öldürmez arkadaşlar, aksine besler. Ona apayrı bir boyut ve lezzet katar. Ondan bu kadar korkmayın. Böyle sahneleri “Anca dizilerde,filmlerde olur.” durumundan kurtarmak sizin elinizde. Sahip çıkın, gönül almayı bilin ve değer verdiğinizi hissettirin. İşte hepsi bu kadar.

Son sahnede ta ilk gördüğüm andan beri sevemediğim Niko’nun Vedat’ın adamı olduğunu öğrendik(Emre Bey’e sevgiler,selamlar). Üstelik bu sefer esir etmek için değil öldürmek için bekleyen bir Vedat var. Kırılan gururu kendince sevgisinin önüne geçen bir Vedat… Sahi onun da hikayesini öğrenmek istiyorum. Kimse doğuştan kötü olmaz çünkü. Kim onu nasıl kırdı ki o böyle bir adama dönüştü? Hiçbir şekilde savunmuyorum. Sadece anlamak istiyorum. Eyşan’la aralarındaki bağı biraz anladık. Flashbacklerin devamı gelsin. Tüm karakterlerle empati kurabildiğimiz anda hikaye acayip bir boyut atlayacak çünkü. Benim umutsuzca Mustafa’ya kapılan Eyşan’a üzülmem gibi gelişsin olaylar. Asiye’ye yamuk yapılmaz biliyoruz, bunun gibi içimiz rahat izleyeceğimiz sahneler diliyorum. Sevginin gücü kalplerdeki buzları eritsin.

Ha bi de fragmanda “Koruyamadım…” diye yanan bir Tahir görüyoruz tabi. Sürün Tahir! Onu kaybetmekten delicesine kork istiyorum! Aklın başına gelsin ki öyle giden geminin arkasından içli içli ağlayıp da mendillerimi bitirtme benim! Git, sevdiğin kadını kurtar ve bir daha da onu bırakayım deme! Tamam bu kadar ünlem yeter, sakinim. Ama tek suçu tüm masumiyetiyle seni sevmek olan bir genç kıza “Sana ne lan!” diye bağırmanın intikamını almamız gerekiyor. Kız hazır “Düğünü istemiyorsan…” diye kendisi için çok zor olsa da sana bir kapı açmışken senin erkeklik taslayıp “Biz verdiğimiz sözü tutarız.” tarzı gereksiz umut vermelerini saymıyorum bile. Sonra tuvalet köşelerinde ağlarsın öyle. Oh olsun, canıma da değsin diyeceğim ama üzülüyorum. Yeter! Az Karadeniz erkeğine yakışır davran uşağum. 

Ona buna derken asıl riv riv’i ben ettum sanırım. Her hafta yazamadığım için böyle yazdığım zamanlarda da susmam zaman alıyor evet 🙂 Düzenli yazamasam da “Bunu yazmazsam içimde kalır.” diyeceğim zamanlar uğrarım buraya. Hiç olmadı Twitter hesabımdan bolca görürsünüz zaten ^.^

Cahit Zarifoğlu’ndan pek yakıştığını düşündüğüm dizelerle satırlarıma son veriyorum. Okurken yorulan gözlerinizden öperim. Sevgiyle kalın ve gözünüzü, kulağınızı dört açın. Belki yakınlarda bir yerde size ihtiyacı olan bir yürek vardır…

“Gitme!..
Sarı çocuklarını döker koynundan ağaçlar…
Mevsimler küser, yıldızlar üşür…gitme…
Yalnız bir ardıç gölgesi olur yaralı kalbim
Güneşler söner, gölgeler büyür..
Zarif bir hüzün çöreklenir şehrin üstüne..
Gitme, yüzümden sarkar külleri şehrin..
Bir yangın yeri olur Maraş’ta hüznüm.”*

*Gitme/Şiir/Cahit Zarifoğlu

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Korunan İçerik!