tds_thumb_td_300x0
The King Eternal Monarch 8. Bölüm | Beni Seçen Kaderim

Merhaba sevgili dostlar ve K-Drama severler. Yeni bir bölüm ve yeni bir yorumla tekrar birlikteyiz.

Geçen bölüm, Lee Lim’in hayatta olduğunu öğrenen ve Kore Cumhuriyetinde olduğunu düşünene Lee Gon, Lee Lim’in neler yaptığını öğrenmek için Jo Young’la birlikte cumhuriyete geçiş yapar. Artık zaman donmasının, kendisinin ya da Lee Lim’in kapıdan geçmesiyle olduğunu da çözmüştür. Bundan sonra yapması gereken tek şey bambu ormanındaki kapıyı tutmaktır. Şimdi hikayemize kaldığımız yârden devam edelim.

Jung Tae-eul yaşlı bakımevine kontrole giderken aklından şu düşünceler geçer; “Aynı kimlik kartı, aynı yüzler. Ve paralel dünyalar. O gün, kimlik kartımın nereye gittiğini merak ettiğimde öğrenmeliydim. Lee Lim hayatta ve iki dünya karışıyor. En azından bu üstün gücü hissettiğim anda, bununla yüzleşmek zorunda kalmadan önce dengeyi yeniden kurmaya çalıştığını bilmem gerekirdi. Yani bu kader gibi bir şey.” Lee Lim’in benzerinin, kayıtlarda burada öldüğü yazılıdır. Olaylar günbegün daha da karmaşık hale gelmektedir.

Jung Tae-eul ikinci cinayet olayında katili bulmaya çalışırken maktulün oda arkadaşı, beklenmedik bir şekilde suçunu itiraf eder. Bu arada daha garip olan şey katilin iki telefona sahip olmasıdır. İlk cinayet olayında da maktulün iki telefonu vardı ve bunlardan birisi 2G modeldi. Bu telefonda krallığa ait haberlerden bahseden ses kaydı vardı. Jung Tae-eul bu sefer telefonu bulamamıştı ama şarj aletini buldu. Şarj aleti varsa telefon da var demekti. Jung Tae-eul’ün dediği gibi iki dünya karışıyordu ve bu olmamalıydı.

Lee Gon de Jo Young’la birlikte, Lee Lim’e dair deliller bulmaya çalışırlar. Tabii ilk etapta somut bir bulguya rastlayamazlar. Öyle ya! Hiç beklemedikleri bir olay karşısında nasıl ve nereden başlayacaklardı? Neyse ki talih onlara yardım etti de fazla vakit kaybetmeden ilk bulguya rastladılar. Yemek yemek için girdikleri bir restoranda, restoran sahibi gayri ihtiyari “peha” diye tepki verince kendini fena şekilde ifşa etmiş oldu. Jo Young adamı kıskıvrak yakalayıp sorguya alınca adamın, ihanet gecesinde yer alan korumalardan biri olduğu ortaya çıktı. Tabii yanında bir de 2G telefon vardı. Lee Gon bunun Lee Lim’in irtibat kurmak için kullandığı telefon olduğunu anlar ve telefonu alarak Lee Lim’in aramasını bekler. Bu yıllar sonra, öldü sandığı amcasıyla ilk konuşması olacaktı.

Yıllar önce saraya yerleştirdiği casus vasıtasıyla, sarayda bilinmeyen bir konuk olduğu haberini alır. Notla birlikte bir de kimlik vardır. Bu Jung Tae-eul’ün kayıp kimlik kartıydı. Lee Lim bu yabancı konuğu kendisi getirmemişti bu yüzden ayrıca dikkatini çekmişti. Zaten adamı kimlik sahibini araştırmış ve benzeri olan Luna’ya ulaşmıştı. Birçok kişiyi, kullanmak amacıyla yer değiştiren Lee Lim bu olaya özel ilgi duyar. Jung Tae-eul de Lee Lim’in kadrajındadır artık. Bölümler ilerledikçe Lee Lim’in adamlarını ve hikayelerini daha net görmeye başlıyoruz. Saraya yerleştirdiği casus derken bu casus, Kang Shin-Jae’nin annesidir. Hikâyenin devamına zamanı gelince değineceğim ama Kang Shin-Jae’nin her daim üzgün, mahzun olmasının sebebi olması gereken yerde olmaması ve başka bir dünyada başka bir hayat yaşamasıydı.

“Bunu fark etmem uzun zaman aldı. Kaderde tesadüf diye bir şey yoktur. Kaderiniz yaptığınız seçimlerle belirlenir ama kaderin sizi seçtiği zamanlar da vardır. Gerçekleşmesi gereken şeyler şu an bile gerçekleşiyor. Bunun kısa ömürlü olacağına dair üzücü bir önseziyle çarpıldım ama beni seçtiği için kaderimi sevmeye karar verdim.Seni seviyorum’.

Lee Gon’dan ayrı kaldığı süre boyunca, ondan hiçbir haber alama imkânı olmadığı için, adeta kaybetmiş ya da hiç olmamış hissine kapılan Jung Tae-eul, artık flört dönemini atlayıp doğrudan sevgililik dönemine geçiş yapmaya karar verir. Çünkü Lee Gon kendi dünyasına, krallığa döndüğünde bir daha ne zaman görüşebilecekleri hiç belli değildir. Hatta Lee Gon kapıyı açamazsa görüşebileceklerinin garantisi bile yoktur. İşte bu yüzden, Lee Gon henüz yakınındayken onunla mümkün olduğunca vakit geçirmeye çaba gösterir.

İşte bu görüşme esnasında Lee Gon ile birlikteliğinin kısa süreceğine dair üzücü bir hisse kapılır. İşte bundan dolayı ani bir kararla, yine prosedürleri atlayıp “seni seviyorum” deyiverir. Lee Gon beklemediği bu söz karşısında aptala döner ama yıllardır, huy haline gelen kral duruşu sebebiyle pek de renk vermez. Tabii Jung Tae-eul’ün katı kuralları da var Lee Gon’un tepkilerinin sınırını/düzeyini belirleyen. Bu kurallardan birisi de açken espri yoktur, çünkü açken çok sinirli oluyordu kızımız.

Kurallar demişken; Jung Tae-eul 17 kuralına bir kural daha eklemişti. Şu anda toplam yedi kural etti. Bize de 7 sayısının gizemini açıklamak düştü. 7; en büyük tek asal sayıdır. Şan, şeref, başarı ve yaşamın sayısıdır. Gizem, ruhsallık, hassasiyet, gizli olana ilgi, inceleme ve derinlik içerir. Yedi sayısı sonsuzluğu ifade eder. Manevi bilgeliğin rakamı yedidir ve insan yedi çakralıdır. Yedi kıta, yedi gün, yedi ana renk, yedi nota, kimi inançlara göre yedi gök ve yine kimi inançlara göre bedenimizde yedi enerji merkezi vardır. İnsanın her yedi yılda bir hücreleri yenilenir ve her yedi yılda yeni bir devre geçilir. (7, 14, 21, 28, 35, 42, 49, 56, 63, 70) Yedi sayısıyla ilgili daha onlarca örnek var bu yüzden açıklamamızı burada sonlandırıyorum.

Sırası gelmişken birbiriyle bağlantılı olduğu için 63 sayısına da değinelim. Jo Eun Seob’un gerçekleştirmek istediği hayalleri vardır. Ama en yakın gerçekleşmesi muhtemel olan hayali 63. hayalidir (askerden terhis olma hayali). İşte 63 sayısı burada karşımıza çıkar. 63 sayısı yedinin katlarından oluştuğu için özelliklerinin de aynı olduğu kanısındayım. Buna da burada kısaca değinmiş olalım.

Bir yanda korkak, çekingen fakat bir o kadar da sempatik, eğlenceli, dost canlısı Jo Eun Seob. Diğer tarafta cesur, gözü pek, bir o kadar da sert ve katı Jo Young. Sanki yin-yang gibi, zıt iki kutup gibi. İkisinin ortak yanları ise sevdikleri, değer verdikleri kişiler için yapamayacakları şeyin olmaması ve her ikisinin de görsel ikizler olan Myung Seung-A ve Myung Na-Ri’den hoşlanmaları. Fakat ne yazık ki her iki rolü de muhteşem şekilde oynayan Woo Do Hwan’a, her iki rolde de dişe dokunur bir aşk hikayesi yazmamış. Yüzeysel bir hoşlanma ve flörtten öteye gidilmemiş olması dizi için büyük eksiklik. Eun Seob ve Na-Ri hikayesini bir parça görüyoruz ama Young ve Seung-A hikayesi neredeyse hiç yoktu. Dizi boyunca tek güzel şey ise, Woo Do Hwan’ın her iki rolü de başarılı bir şekilde canlandırmış olması.👌

Kore Cumhuriyetinde kaldığı süre boyunca, akşamları sevdiği kadınla baş başa vakit geçirebilmek için Na-Ri’nin cafe’sini, kaplumbağa formunda altın külçeyle kiralayan koca yürekli kral, Lee Gon. 👌😍 Çiftimiz akşamları bir araya gelip gündelik hayatlarını yaşamaya devam ederler. Tıpkı ilk buluşmalarında Lee Gon’un söylediği gibi; sohbet etmek, bugün ne yaptığını sormak ve ona, onu çok özlediğini söylemek. Öyle ki, Eun Seob ve Na-Ri ilişkisinin dedikodusunu yapacak kadar sıradan bir hayat. Bu arada bilgi alışverişini de unutmamak gerek. Jung Tae-eul’ün araştırmaları sonucu, Lee Gon’un buradaki ailesinin, annesi hariç tamamı ölmüştür. Hatta kendisi bile. Bunu söylemek Tae-eul’e ağır gelse de yapabileceği başka bir şey yoktur. Lee Gon’u, sorunu çözebilmesi için olaylardan haberdar etmek zorundadır.

Senaristimiz Kim Eun Sook bir objeyi kullanmış ise vardır demek istedikleri bir şey diye düşündüm. Erişebildiğim kaynaklarda kaplumbağa hakkında şöyle yazılıyor; Kaplumbağaların özellikle Doğu kültürlerinde uğurlu hayvanlar olduğuna inanılır ve bu sakin hayvanın sembolizmde anneliği, yaratılışı, uzun ömürlülüğü, emin olmayı, kararlılık ve istikrarı sembolize ettiği bilinir. Uzakdoğu kültürlerinde uzun ömrün ve kozmik düzenin temsilcisi olduğuna; Kızılderililerde, Hindu ve Çin kültürlerinde dünyayı dengede tuttuğuna ve yeryüzünün antik bilgeliğinin temsilcisi olduğuna inanılır. Yine Çin mitolojisinde kaplumbağa uzun yaşamı, bilgeliği ve mutluluğu temsil ederken, her ayağı dört ana elementten birinin simgesidir. Taoizmde de evreni ve kutsallığı simgeler. Uzakdoğu’da kabuğu gök kubbeyi, vücudu ise yeri simgelerdi. Göklerin sırlarını yere indirdiğine inanılırdı.

Kralı, küçük Lee Gon’un ağlamasını duyan Kang Shin-Jae.

Jung Tae-eul’un istediği Lee Ji-Hun’un dosyası Kang Shin-Jae’nin eline geçer. Buna bir de Eun Seob’un telefonundaki (Eun Seob, Young’un telefonunu almıştır izinsiz olarak) fotoğrafı görünce Lee Gon’u araştırmak kaçınılmaz olmuştur. Hele de otel odasını Eun Seob adına tuttularsa… Otelde araştırma yaparken karşısına “Kore Krallığı” yazılı zarf çıkar. Hatırladıklarının hayal mi, gerçek mi olduğunu anlamaya çalışırken bir den birini saldırısına uğrar. Kazara açılan perdelerden yansıyan gün ışığında gördüklerine daha bir şaşırır. Karşısındaki Eun Seob’dur. Ya da değil mi? İşte o an odaya Lee Gon gelir. Bundan sonra düğüm çözülmeye, sorular cevap bulmaya başlar. Kang Shin-Jae aslında Kore Krallığı’na ait birisidir. Cumhuriyete küçükken getirilmiş ve başkasının yerine geçmiştir. Kang Shin-Jae’nin başından beri reddetmeye çalıştığı geçmişi yalın bir gerçeklikle karşısında durmaktadır. Tüm o üzgün, garip hali de terk edilmiş olması ve başka bir dünyada başka bir hayat yaşamak zorunda olmasındandır.

Lee Gon’a gelecek olursak, o da bu duruma çok şaşırır. Çünkü düşündüğünden çok daha fazla insan bu dünyaya gelmişti ve durum zannettiğinden çok daha vahimdi. Lee Lim uzun zaman önce krallıktan cumhuriyete insan geçirmeye başlamıştı ve yeni hamleler yapmaya da devam etmekteydi.

Bir bölümün daha sonuna geldik. Ben yazarken çok keyif aldım umarım sizler de okurken keyif alırsınız. Sürçülisan ettiysem affola. Okuyan herkesin emeğine, gözlerine sağlık. Gelecek bölümde buluşmak üzere kalın sağlıcakla… 😊

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Korunan İçerik!