Süleyman Mert Özdemir: ”Dengeler Benim İçin Bir İşten Daha Fazlası”

Süleyman Mert Özdemir’i kimimiz Halka dizisi kimimiz Dengeler evreni kimimiz ise röportajda da bahsini geçireceğimiz farklı farklı projeler ile tanıdı ama hepsinin ortak bir noktası var ki ortaya çıkan işe her defasında hayran kalıyor olmamız. 🙂 İşte tam da bu sebeple geçtiğimiz yaz Dengeler filminin yönetmen koltuğuna Süleyman Mert Özdemir’in oturacağını öğrendiğimden beri heyecanımı ikiye katlayan projenin ilk olarak Gain’de yayınlanan ‘Biri Olmak’ isimli dizisini izleme şansı elde ettik ve beklentimizin de üstü bir iş ile karşılaşınca bu heyecanımızı bir röportajla da taçlandıralım istedik.

Sorularımızı yanıtladığı için kendisine buradan da teşekkürlerimizi iletiyor; sizi keyifli sohbetimiz ile baş başa bırakıyoruz. 🙂

  • 2000’lerin başından itibaren Genco, Behzat Ç, Kurtlar Vadis: Pusu, Kuzey Güney, Melekler Korusun gibi birçok filmde ve TV dizisinde reji asistanlığı yaparak ve kısa filmler çekerek sektöre adım atmışsınız. Yönetmenlik her zaman hayaliniz miydi?

Yönetmenlik çok küçük yaşlarımdan beri hayalimdi. Hatta 10 yaş civarı evde vhs video recorder’la televizyondan filmleri çekip kesip biçiyordum. Annemle babamın nikah videosunu bile katletmişliğim var. Sağ olsun hala söylerler 🙂

  • Bazı yönetmenler, bazı türler ve tarzlarla daha fazla özdeşleşebiliyor. ‘‘Halka’’, ‘‘Sıfırıncı Gün’’, ‘‘Filinta’’, ‘‘Anka’’ şimdi de ‘‘Dengeler’’ filmi ve ‘‘Dengeler: Biri Olmak’’ dizileri derken özellikle aksiyon türündeki işlerin yönetmenliğinde sizin imzanızı görüyorsak ‘mutlaka orada iyi bir şeyler vardır’ diyen ciddi bir kitleniz oluştu. Seyircinin bu bakışı size nasıl hissettiriyor? Özellikle yapılmış bir tercih miydi?

“Mutlaka orada iyi bir şeyler vardır” gibi bir görüş oluştuysa ne mutlu bana. Sektöre girdiğimden beri %90 aksiyon ağırlıklı işlerde bulundum. Reji asistanlığı yaptığım dönemlerde ustalarımdan, hocalarımdan neyin nasıl yapılıp nasıl yapılmayacağını gayet iyi öğrendim.2014’te yönetmenliğe adım attığımda da bu öğrendiklerimi uygulama fırsatı yakaladım.

Bir kere çok film izlemek ve ortaya çıkan filmin ne şekilde çekildiğini araştırmak bence hepsinin temeli. Ben de bunu iyi yapıyorum sanırım. Bu arada aksiyondan bahsettiğimiz için söylemeden geçemeyeceğim. Maalesef yapımcılarımızda “Bir yönetmen ne tür iş çekiyorsa onun dışına çıkamaz” fikri sabit. Aksiyonsa aksiyon, dramsa dram. Bunu şahsen kırmak için uğraşsam da kıramıyorum. Yoksa kuvvetli bir dram filmi çekme hayalim var. Aksiyondan sıkıldığım için değil, sadece aksiyonla anılmak istemememden kaynaklı. Ama maalesef aksiyon yapıştığı vakit çıkmıyor elden 🙂

  • Dengeler’in ilk olarak filmi çekilmişti. Film, şu an festival yolculuğunda ve seyirci filmden önce ‘‘Dengeler: Biri Olmak’’ adıyla Gain platformunda yayınlanan diziyi izleme şansına erişti. Bu noktada seyircinin en çok merak ettiği konu; film ve dizi birbirini takip eden bir hikaye mi anlatıyor? Sürprizi bozmayacaksak diziden sonra seyirciyi filmde neler bekliyor olacak?

Sürprizi bozacak bir durum yok.Filmle dizi ne kadar birbirinden ayrılsa da aslında fazlasıyla iç içe geçmiş durumda. Karakterlerimizin çoğu aynı, mekanlarımız aynı.Fakat konu işleniş bakımından ayrı bir yerde duruyor. Dizide cevaplandıramadığı bir çok sorunun cevabını filmde bulabilecek seyirciler. Film dizinin öncesini veya sonrasını anlatmıyor. Hikayenin tam ortasında tamamlayıcı bir unsur olarak duruyor. Her şeyden önce dolu dolu bir sinema filmi seyrediyorsunuz.

Farklılıklarını söyle sayabilirim. Sinematografisi diziden çok farklı. Daha sıcak ışıkların kullanıldığı, kurgu anlamında daha az kesmenin olduğu ve reji bakımından da daha dingin bir dili olduğunu söyleyebilirim. Film üç karakterin aksından yürüyor. Kimlerin olduğunu söylemeyim ama diziden dolayı çok sevdikleri karakterlerin sırtına yükleniyor film. Dizinin süresi kısa diyen arkadaşlarımız fazlasıyla tatmin olacaklardır. Dolu dolu bir DENGELER filmi vaat ediyoruz seyircimize…

  • Seyirci yorumları ortada, dizi bizim için çok iyi gidiyor. Peki ‘‘Dengeler: Biri Olmak’’ dizisini bir de yönetmeninin gözünden dinleyebilir miyiz?

Dizinin böyle güzel yorumlar alacağını senaryoyu ilk okuduğum andan beri biliyordum. Çünkü o kadar dengeli ve sürükleyici bir dille yazılmıştı ki, bırakın izlemeyi okurken bile bitmesin istiyorsunuz. Bir kere dizimizin sinematografisi temiz. İzlediğiniz şeyden rahatsızlık duymadan kalkabiliyorsunuz. Bu çok önemli. Burada da görüntü yönetmenimiz Erçin Karabulut’un estetik gözü ortaya çıkıyor işte. Sanat, ışık, kostüm, makyaj ve oyunculuklar hiç abartı değil. Zaten şunu söyleyebilirim; bu projede hiç bir birimin, hiç bir kişinin ön plana çıkmasını istemedik. Herkes eşit derecede ön planda olsun ve genel olarak Dengeler’e hizmet etsin istedik. Şahsen doğru olan da buydu. Artistliğe kaçmadık. Havalı şeyler denemedik. ”Biz çok iddialıyız” cümlesini kurup dünyamızı ona göre yaratmadık. Doğal olsun ve oyuncu hangi eylemde bulunacaksa seyirci de onunla birlikte yolculuk etsin istedik. Gerçekçi bir dünya kurmak zordur. Aldığımız yorumlardan anladığımız kadarıyla da bunu başardık sanırım.

  • Dengeler için Sarp Kalfaoğlu, senaryoyu yazarken aynı zamanda bir evren hayal ettiğini söylüyor. Karakterleri, mekanları ve hatta belki oyuncu kadrosunu bile bu evrenin bir parçası olarak hayal ettiğini farz ediyoruz. Siz bu hayale ve evrene nasıl ortak oldunuz? Buradan hareketle bir diğer sorum ise sizin yönetmen olarak kurguladığınız evrenle, senaristin evreninin çakıştığı oldu mu? Bu tarz işlerde ortak bir ritim yakalamak zor oluyor mu?

Sevgili dostum Sarp Kalfaoğlu’nun başından beri söylediği tek şey; bunun bir dizi değil, evren olduğu. Biz de ekipçe bu evrenin kurulumu için elimizden ne geliyorsa onu yaptık.Bu evrenin en heyecanlı tarafı kimi veya neyi çıkarırsanız ayakta kalması. Mesela yönetmen olarak devam etmesem de, bu evren yine yaşayacak. Herhangi bir oyuncumuz olmasa da, bu evren yaşayacak. Veya sevgili Sarp Kalfaoğlu “yoruldum artık yazmak istemiyorum” dese bile bu evren yaşayacak. Her şeyden önce omurgası iyi kurulmuş bi evren bu. Ben sadece yönetmen olarak ete kemiğe büründürüp yürümesine yardımcı oldum. Gelelim bu evrene nasıl dahil olduğuma. İnter Yapım altında sevgili yapımcılarımız Can Okan ve Ahmet Ziyalar’la kendi yazdığım bir senaryo üzerine bir araya geldik. O toplantıda sevgili Sarp’ta vardı.Kendisiyle yüz yüze tanışma şerefine ilk orada nail oldum. Bunu söylemeden geçemeyeceğim, kendisi ile başka bir proje özelinde daha önce telefon konuşmalarımız olmuştu ve projemi almamıştı :)))

Bu toplantının ertesi günü kendisi beni telefonla arayıp Dengeler’in sinema filminden bahsetti. “Senaryoyu bir oku eğer kendini görebilirsen seninle çok çalışmak istiyorum” dedi. Ben de okuyup döneceğimi ve fikrimi açıkça paylaşacağımı söyledim. Gönderdiği senaryoyu okuduğumda hemen kendisini arayıp “Eğer bu filmi sinemada seyretseydim kabul etmediğim için çok üzülürdüm. O yüzden ben bu işin bir parçası olmaya hazırım” dedim.

Sonrası malum inanılmaz bir Pre-Prodüksiyon geçirdik. Her detayın üzerinde saatlerce kafa patlattık. Olurunu da olmazını da masaya yatırdık. Ekibimizi kurduk ve senaryoya bağlı kalarak filmimizin çekimini gerçekleştirdik. Soruna tekrardan geri dönüyorum. Sarp Kalfaoğlu’yla fikir ayrılığına düşmedik. Çünkü ikimizde başından beri aynı şeyleri hayal ettik.

  • Dengeler’de veya başka bir projenizde çekerken çok heyecanlandığınız bir sahne oldu mu? Bizimle unutamadığınız bir set anınızı paylaşabilir misiniz?

Olmaz mı 🙂 Bir kere ben mesleğime aşık biriyim. Hangi sahne olursa olsun sonuna kadar sahnenin içinde olurum.Tabii ki bazı sahneler okurken diğerlerine göre daha fazla heyecanlandırır. Hemen sıcakken “Dengeler-Biri Olmak” üzerinden örneğini vereyim. ”Sahir” karakterinin bir sahnesi var 4. bölümde. Seyircimiz “Korkarsan ya da mutsuzsan kanalı değiştir” repliğiyle hatırlayacaktır. Normalde “Sahir” karakterini oynayan sevgili Cengiz Durmuş’un herhangi bir kamera önü deneyimi yok. Bu sahneyi çekmeden önce bir de senaristimizden revizyon geldi. Sahne büyüktü ve çok daha büyüdü. Nasıl çekeceğim ve nasıl oynatacağımla alakalı bir fikrim vardı ama sevgili Cengiz o sahneyi nasıl içselleştirmişse, öyle bir oynadı ki kafamda yarattığım her şey bir anda çöp oldu. Sahne bittiğinde set içinde en ufak bir ses bile çıkmıyordu. O sessizliği ayağa kalkıp alkışlayarak ben bozdum. Bunu unutamam sanırım. Kendisi de asla unutmayacaktır.

Ayrıca Dengeler evreninin benim için şöyle bir özel durumu daha var. Sevgili eşim Zamire Zeynep Özdemir dizimizde ve filmimizde “Müyesser” karakterini canlandırmakta. Bilindiği üzere “Müyesser” hamile bir kadın. Yazın filmi çektiğimizde lateksten hamile karnı yaptırıp öyle oynamıştı kendisi.Sonrasında filmimiz bitti ve biz ailece tatile çıktık. İki gün sonra öğrendik ki eşim gerçekten de hamileymiş. Sonrasında karnı büyüdü ve diziyi yapmaya karar verdiğimizde de artık kendisi 8 aylık hamileydi. Dizide kendi karnıyla oynadı ve dizimizin çekimleri bittiğinde kızımız Mavi Pera’yı kucağımıza aldık. Demin de dediğim gibi Dengeler benim için bir işten çok daha fazlası. Üzerine çok iş yapabilirim ama filmografimin baş köşesinde olmasından her zaman gurur duyacağım.

  • Anka, Türkiye’nin ilk hız-aksiyon filmi olma özelliği taşıyor. Böyle bir filmin yönetmenliğini üstlenmek sizin için nasıl bir deneyimdi?

Anka, sevgili Ozan Akbaba’nın senaryosunu yazdığı bir film. Dediğiniz gibi Türkiye’nin ilk hız-aksiyon filmi olma özelliğini taşıyor. Bu tarz filmlere yatırım yapmak herkesin harcı değil. Bu riski alan ve senaryoya inanıp bizi sete sokan yapımcımız sevgili Müşvik Guluzade’nin de hakkını vermek gerekir. Ozan’la eskiye dayanan bir dostluğumuz var. Sevgili eşi Buket Arıkan Akbaba’yla da öyle. ilk filmi getiren Buket oldu. İlk önce başlarda bahsettiğim bu aksiyon meselesinin yapışma durumundan ötürü filmi pek de almak istemedim. Sonrasında Ozan ve Buket’in muhteşem ikna kabiliyeti sayesinde filmin içinde buldum kendimi. Benim için çok özel bir deneyim oldu. Her şeyden önce zordu. Çünkü bu tarz bir filmde çalışmış bir ekip bile yok ülkemizde. Kimlerle nasıl yapacağımız konusunda çok düşündük. Güzel bir hazırlık dönemi geçirdik. Almanya’ dan bu tür fi lmlerde çalışmış aksiyon koreografilerimizi yapan Marc Schoelermann’ı getirttik. Sonuçta içimize sinen bir film ortaya koyduk. Beraberce iyi bir film yaptığımızı düşünüyorum.

  • Son zamanlarda sosyal medyadan gelen yorumlara göre değiştirilen senaryolar hakkında ne düşünüyorsunuz? Yönetmen olarak bu durum sizin de ortaya koyduğunuz işi sizce ne kadar etkiliyor?

“Hedefi olmayan gemiye hiçbir rüzgar yardım edemez.” Senarist önce hikayesine güvenecek. Yalpalasa da gemiyi nasıl karaya çıkaracağının planını kafasında kuracak en başta. Sosyal medya tabii ki önemli bi mecra ama sadece buradan beslenerek veya yorumlara bakarak şekil alamazsın. Bu sadece yönetmeni değil, herkesi zorlar. Mesela oyuncu hikayesinin nereye gittiğini bilemezse nasıl oynar? Hadi arkadaşlar “günün çorbası bu” diyemezsin kimseye. Bu tarz dünyalar milyon dolarlarla kuruluyorsa eğer omurgası, yani hikayesi sağlam olacak. Yoksa yalpalar, en tecrübelisi bile tutup düzgünce yürütemez o yapıyı.

Ayrıca başka bir konuya daha değinmek istiyorum. Birbirine yakıştırılan çiftlerin güzel fotoğraf vermesiyle bu işler yürümüyor maalesef. Artık öyle bir dünyadayız ki aslolanın isimler değil hikaye olduğunu görüyoruz. Çok da seviniyorum bu duruma. Seyirci kaşa göze para vermek istemiyor. Bir zaman ayırıyorsa bunun karşılığını sonuna kadar almak istiyor. Bu dizi ve film işleri her ne kadar kurgu olsa da oynayanlar, çekenler ve cebinden parası çıkanlar tarafından yadsınamaz bir GERÇEK.

  • Yine özellikle son dönemde hem ana akıma hem de dijital platformlara dair tekelleşme eleştirileri yapımlar, senaristler, oyuncular ve menajerler üzerinden yapılıyor. Sizce yönetmenlerde de böyle bazı isimler arasında bir tekelleşme durumu söz konusu mu? Siz içinde olduğunuz sektörü nasıl yorumlarsınız? Daha önce çok isteyip de hayata geçiremediğiniz bir projeniz oldu mu?

Tabii ki var. Tekelleşme olmuyormuş gibi hareket edebilir miyiz? Bir arkadaşımız geçenlerde sektör adına uzun uzun tweet serisi başlattı. Bu   tekelleşmeden   bahsetti.   Ama   ne   oldu?   25  retweetten   öteye geçemedi. Herkes hak veriyor ama kimse ses çıkaramıyor. Çünkü sektörü tekelleştiren çete, bu şekilde düşünenlere de ekmek kapılarını kapattırıyor! Şahsen benim midem artık aynı yüzleri ve isimleri görmeyi kaldıramıyor. Ya biz bi’ yerde yanlış yapıyoruz ya da gerçeken bu köşeleri kapanlar üstün ırk!

Geçen bir haber okudum. İsmi lazım değil bir oyuncu arkadaşımız, mevcut yayınlanan dizisinin dışında 2 tane digital dizi, yaza bir sinema filmi, 2 büyük reklam anlaşması ve sezona da mevcut dizinin bitmesi durumunda da başka bi iş almış. Allah gözünü doyursun ama yeter be güzel kardeşim. Bu ülkede oyuncu kıtlığı var da biz mi bilmiyoruz? Aynı şey senarist ve yönetmenler için de geçerli. Ne yetenekli kardeşlerimiz var iş yapamadığından dolayı intiharın eşiğinde! Nedeni peki? Başka birilerinin AÇ GÖZLÜLÜĞÜ! Mesela bu ülkede ne olduğu belli olmayan bin tane ödül gecesi yapılıyor. Eminönü’nde tanesi 200 liraya yaptırılan ödülleri kapmak için araya tonla adam koyuyorlar. O yüzden 150 tane kategori var :))) “Bir ödül alırız, ekrana iki röportaj veririz, sonra gelsin işler” diye bakıyorlar. Kendini biraz gündemde tutmak için atmadığı takla kalmıyor milletin böyle gecelerde. Çünkü sektör yetenekle değil, kafa kol ilişkileriyle yürüyor. Bakın sosyal medyaya… Kim, kimle özelde görüşüyorsa, onunla iş yapıyor. Ödül sisteminin zaten maşallahı var. Neyse fazla uzatmak istemiyorum. Ferhan Şensoy abimizin bir lafı vardır onunla sonlandırayım konuyu. Der ki “Ödül basur gibidir, her götte çıkabilir.”

  • Çok tatlı bir denk geliş ile geçtiğimiz günlerde Ercan Mehmet Erdem ile de röportaj yaptık. Sizin de film ekibinde olduğunuz bir işin, Behzat Ç’nin, yazarlarından biriydi kendisi. Ercan Bey ile çalışmak, Behzat Ç gibi bir efsaneyi var eden isimlerden biri olmak nasıl bir his?

Sevgili Ercan Mehmet Erdem’i iyi tanırım.Eşimin okuldan arkadaşı yani Behzat Ç. dışında farklı bir tanışıklığımız var. Şahsen ben sorunun son cümlesine katılmıyorum.Ben o işin sadece küçücük bir parçasıydım. Emek veren grupta yer alan birisi.Bu konuda haddimi bilirim.Eğer “Var eden” kavramına kendimi de sokarsam yaratıcısı Emrah Serbes’e, senaristi Ercan Mehmet Erdem’e ve son olarak da bu dünyayı kuran sevgili hocamız Serdar Akar’a büyük haksızlık etmiş olurum.Güzel bir projeydi ve seyirci nezdinde de hak ettiği değeri gördü. Daha iyi projeleri üreteceklerine de inancım tam.

  • Siz, sinemacı adaylarına ilham olan bir isimsiniz. Bizler de size ilham olan, hayran olduğunuz yönetmenlerden birkaç isim duyabilir miyiz?

Samimi şekilde böyle düşünüyorsanız teşekkür ederim öncelikle. Sorunuza geleyim. Stanley Kubrick tabii ki. Ayrıca David Fincher, Alfonso Cuaron’u da severim. 5 saatlik kesintisiz düğün çekseler oturur izlerim :)))

  • Keşke ben yönetmiş olsaydım’ diyecek kadar çok sevdiğiniz yerli veya yabancı, bir dizi veya film var mı?

Bir filmin veya dizinin ne şartlarda çekildiğini çok iyi biliyorum. “Ben yapsam daha iyi olurdu” değil de “Keşke setinde bulunsaydım” dediğim bir çok film var. Mesela “The Godfather” serisi. Tevellüt yetseydi de kıyısından köşesinden orada olsaydım. Ülkemiz özelinde örnek verecek olursam da, her sinemacı gibi 70’lerde Arzu film bünyesinde bulunmak isterdim. Türk sinemasının kalbiydi.

  • Üç kanal/platform söylesek en sevdiğiniz yapımlarını söyler misiniz?

HBO: Oz, Six Feet Under, The Sopranos

NETFLIX: Roma, Don’t Fuck With Cats, Mindhunter

SHOWTIME: Your Honor

SIRADA X (TWITTER) TAKİPÇİLERİMİZDEN GELEN SORULAR ARASINDAN SİZE İLETMEK İSTEDİĞİMİZ İKİ SORU VAR. 🙂

  • Yönetmen sembolizmi oluştururken neye dikkat ediyorsunuz? Onu aksiyon dünyasında görsele aktarırken seyirciye yaşatmak istediğiniz deneyim nedir?

Bir yönetmen neden çektiği işlerde sembolizm kullanır? Bir yönetmenin anlatmaya ihtiyaç duyduğu şey çok güçlü değilse bunu imgelerle veya kendine özgü sembolleriyle daha açıklayıcı hale getirmesi lazım. Ama eğer elindeki güçlüyse ve hala bu anlatı türünü ısrarla seçiyorsa zaten sinema yapmaya başlamış demektir. Seyirciyi de maça sokuyorsun. İzlesin, takip etsin, bulsun istiyorsun. Buldukça hoşuna gidiyor.

Sinemacılar zeki seyirciyi sever. Çünkü kendine özgü herhangi bir metafor veya sembol kullandığın zaman seyirci de seninle beraber aynı düşünmeye başlıyorsa kitleni yavaş yavaş buluyorsun demektir. Ben de çektiğim ve yazdığım işlerde bunu hep denedim. Çünkü emin olun en zevkli tarafı bu. Seyircinin aklıyla dalga geçmiyoruz biz. Sadece onları da oyuna dahil edip bizim gibi zevk almasını istiyoruz. Salt seyirci olarak bir şeyleri keşfetmek ve anlatılanı anlamaya çalışmak seyrettiğinizden aldığınız keyfi de fazlasıyla artıracaktır.

  • Dizilerin süresi çok uzun olduğu ve haftalık yayınlandığı için birçok sahne üzerinde fazla çalışılmadan, çok prova yapılmadan çekiliyor. Yönetmen olarak bu soruna çözümünüz var mı, kısa sürede daha iyi sonuç almak için siz sette oyuncu ile nasıl diyalog kuruyorsunuz?

Bu duruma çözümüm yok 🙂 Yönetmen olarak herkesin sete sizin gibi hazır gelmesini beklersiniz. Şahsen benim setimde senaryo okumadan gelen birisini bulamazsınız. O gün ne çekileceğini herkes en iyi şekilde bilir. Sinema filminde veya digital dizilerde pre-produksiyon kısmında tüm detayları plan plan anlatmışımdır. Yani herkes ne istediğimi öncesinde gayet iyi bilir. Mainstream dizilerde bu çalışmanın sadece ilk 2 veya 3 bölüm için yapıldığını söyleyebilirim. Geri kalan bölümlerde de artık ne gelirse… Dolayısıyla sağlıklı bir şey üretmek günümüz koşullarında çok zor. Hele ki süresi 160 dk’lara dayanan dizilerden bahsediyorsak. Kabaca hesaplarsak 160*4… 640 dakika bir iş üretiyoruz bir ayda. Oyuncularla alakalı diyalog kısmınına gelirsek… Zaten dersini çalışmamış oyuncularla iş yapmak çok zor. Dengeler özelinde bahsedersem bizde böyle bir sorun asla yaşanmadı. Çünkü her şeyden önce bu evrene ve bize inanmış oyuncularla yol arkadaşlığı yaptık.Bu yazının sonunda da omuz omuza çarpıştığım değerli oyuncu arkadaşlarıma bir teşekkür etmem lazım. Sonuçta bu evreni beraber inşa ettik… Cihangir Ceyhan, Savaş Satış, Erol Babaoğlu, Mazlum Çimen, Tanju Bilir, Zamire Zeynep Özdemir, Burak Şafak, Canan Ürekil, Sabahattin Yakut, Duygu Kocabıyık, Ulvi Kahyaoğlu, Mücahit Koçak, Eray Karadeniz, Metehan Kaya, Cengiz Durmuş, Enver Arcak, Ersin Olgaç, Gurur Çiçekoğlu, Gürkan Durna, Ahmet Pınar, Mert Carim, Furkan Murat Uğur, Makbule Meyzinoğlu, Mehmet Polat, Abdullah Emre Öztürk, Burak Canpolat, Anıl Yıldız, Serhat Duran, İsmail Özön, Burak Bingöl, Cem Cücenoğlu, Melis Erdal, Uğur Tekin, Yiğit Sönmez, Can Evrenol… Ve son olarak her projemde benimle beraber yol arkadaşlığı yapan ekibime binlerce kez teşekkür ederim. Hakları asla ödenmez…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Korunan İçerik!