Sığınak Oyun Yorumu: Bir Ait Olamama Hikayesi

Sığınak… Tam da oyunun özetinde yazdığı gibi “bir ait olamama hikayesi”. Amerika’da yaşayan iki göçmenin ne yaşadıkları yere ne birbirlerine ne de sevdiklerine ait olamama öyküsü…

Oyun 100 dakika ve tek perde olmasına rağmen süresini asla hissettirmiyor. İlk andan itibaren Selin Şekerci ve Uğur Uzunel’in soluksuz performansı sebebiyle kendinizi bir maratondaymış gibi hissediyorsunuz. İkilinin oynadığı isimsiz karakterler, dekordaki her renk değişiminde geçmiş, bugün ve bazen de gelecek arasında gidip geliyor. Bu hızlı gidip gelişlerde sadece replikler değil, karakterlerin duyguları ve oyuncuların fiziksel konumları da sürekli olarak değişiyor.

Tıpkı isimlerinin olmayışı gibi aralarında da adı konulmamış bir bağ var. Kendilerine ait olan tek yerde, sığınaklarında, umut etmekle vazgeçmek arasındaki o çizgide, güldürdükleri kadar hüzünlendiriyorlar. Hem temposu yüksek olan hikâyeyi takip edebilmek hem de oyuncuların performansının hiçbir anını kaçırmamak için gözünüzü bile kırpmak istemiyorsunuz.

Karakterlerden birinin vatandaşlık alması ile aralarındaki adı konulmamış bağ bir sınavdan geçmeye başlıyor. Bu esnada sahneye, Ulvi Kahyaoğlu’nun oynadığı Henry karakteri giriş yapıyor. Giriş yaptığı sahneyle oyuna da seyirciye de bambaşka bir enerji getiriyor. Yaşadığı yere “ait” ve ismi olan tek karakter o ama onun da ait olamayışının başka sebepleri var.

Henry’nin sahnedeki karakterlerle ilişkisi ve üçlünün arasındaki dinamik oyunun sonlarına doğru seyirciyi oyuna daha da çok bağlıyor. Kimin tarafında olduğunuzu bulmaya çalışırken aslında hepsine başka sebeplerle hak vermeye başlıyorsunuz. Oyunun sonunda ise boğazınızda kocaman bir yumruyla, gözleriniz dolu, bütün ekibi alkışlarken buluyorsunuz kendinizi.

İbrahim Çiçek’in harika rejisini ve oyuncuların kusursuza yakın performanslarını izleyebilmek için imkânı olanların oyunu kaçırmamasını tavsiye ederim. Bütün ekibin ellerine sağlık.

Yazan: Sıla Yanar