tds_thumb_td_300x0
Sen Anlat Karadeniz 18. Bölüm: Sevdaluk
*Ulaş Bey’e bi maşallahınızı alırım. O soğukta, o derede…*

Son bir gayretle kayalıklara değil sevdasına tutundu aslında Tahir. Vedat’ın üzerinde kurduğu psikolojik baskı yetmedi bu sefer onu delirtmeye. Sıktı dişini. Dere soğukmuş, yarası kanarmış ne çıkar? Kulaklarında sadece sevdiğinin sesinden dinlediği o sevda türküsü… O sıcak ellerin biri saçlarını okşamaya devam ederken öteki yarasını tutuyor şimdi. Biliyor bunu Tahir, ta içinde hissediyor varlığını. Bu yara onu öldürmez, bunu da biliyor Tahir. Bu dere de onu boğmaz. Onu ancak hasret öldürür, bir tek dindiremediği gözyaşında boğulur bu deli adam. Onu asıl kurtaran Necip değildi. Yüreğinde bitmez tükenmez bir merhamet yeşerten Mevla katbekat fazlasıyla dönmüştü ona. Ve şimdi Vedat gidiyor, Tahir de kapıyor gözlerini huzura. Yine o aynı türkü kulaklarında…

Dere dereye kavuşur, deli deliye…

Deli deliyi aratır diye demezler boşuna. İnadını kaybetmiş umut deliye dönecekti elbet. Çaldığı kalbin deli kanı karışmıştı bir kere kanına. Artık onların elinden ne dirisini bırakırdı, ne de onu… O tabancayı eline dördüncü alışıydı, dördü de aynı adam içindi. Uğruna savaşmaya değen hiçbir şey için savaşmaktan geri durmamıştı kadın. Yine durmayacaktı. Ölümünün bir kadın elinden olmasından utanacak kadar aşağılık olan bu insan onun kıymetlisinin canını yakmıştı ha… O zaman kendi canına ne gerekti? Bu cesareti ona sevdasını getirdi. Ona kavuşmak adına çıktığı yolda onun hâlâ Azrail’le inatlaştığını öğrendi. İnadı inadından vazgeçmemişti, öyleyse umudu da umudundan vazgeçmeyecekti.

Karı değil, karısı.”

Kaybetme korkusu hepimizin aklını başına getirir ya hani, elimizdekilerin kıymetini anlarız. Zamanında cesaret edip de yaşayamadığımız mutluluklar, ah bir yapabilseydim ne kadar da farklı olurdu şimdi her şey dediklerimiz içimizi kavurur. Eğer bu kayıp durumu sadece bir korku olarak kalırsa da kıymetlimize kavuşursak eğer hayatın bundan sonraki olası tüm keşkelerine savaş açacak bir savaşçı ruhu üflenir içimize. İhtiyaç duyduğumuz cesaret artık fazlasıyla vardır yüreğimizde.

Nefes’ten benzer bir atak bekliyordum evet ama bu kadarını da değil. Önceden Saniye Hanım’ın tek bir lafıyla başını önüne eğip gözlerinin dolmasına engel olamayan Nefes şimdi onun laf sokmasına karşılık “Karı değil, karısı.” diyebiliyordu. “Rahat bırakın kocamıdiyerek Tahir’i de şok eden bir şekilde kapı dışarı edebiliyordu herkesi. O artık Asiye’ye layık bi elti, Deli Tahir’e layık bi eşti. İlk başlarda varlığı sevdiğine zarar veriyor diye döktüğü gözyaşlarını silmiş, haksız bir utançla indirdiği omuzlarını kaldırmıştı. Çünkü artık biliyordu ki bu saatten sonra varlığı değil yokluğu zarar verirdi bu adama. “Zorlu” olarak verdiği savaştan nasıl galip çıktıysa, “Kaleli” olarak vereceği savaştan da aynı şekilde çıkmaya kararlıydı. Üstelik bu sefer yalnız değildi. Her düştüğünde onu kaldıracak, sıcaklığıyla güç verecek, o yolu hep umuda çıkan masallarını anlatırken saçlarını okşayacak bir el vardı avuçlarının arasında. Sımsıkı tuttu onu. Yüreğinin neden böyle çarptığını bildiği kadar iyi biliyordu ki o bırakmadığı sürece bu eller onun ellerini böyle sımsıkı tutmaktan hiç vazgeçmeyecekti.

“Sevda mısın kızım sen?”

“Sevdaluğum.”

Ve bir adım daha attı Nefes sevdiği adama. En büyük korkularından birini daha onunla yenecekti. Bir gün sevdiği adamın koynunda yatmak isteyebileceği hiç aklına gelmezdi ama oluyordu işte. Geçmez, bitmez sandığımız her acı bir gün yerini güzelliğe bırakıyordu. “Koynunda yatsam…” dedi Nefes Tahir’e. Bir kötü anısının daha yerine güzelini koymak istedi onunla. “Gel” dedi Tahir. “Rızan olduğu sürece atacağın her adım benim başım gözüm üstüne…” Geldi Nefes, geldi sığdı yarinin göğsüne. Çok güzeldi. Ona dünyada cehennemi yaşatmış olan Mevla şimdi yine aynı göğün altında cennetini sunuyordu.

“Benim Tahir’im sözünü tutar.”

Onun göğsünde uyandığı kâbusların bile sonu umuda çıkıyordu. Tabii ki inanıyordu sevdiği adama. O “Eksikliğini hissettiğin hiçbir şey kalmayacak.” diyorsa eğer dediğini yapardı. Sadece varlığıyla bile içinde bunca yarımını tamamlamıştı, sevdasıyla kim bilir neleri başarırdı? Bu düşünceyle tekrar koydu başını koyabileceği en güzel yere. O gözlerini yeniden huzura kaparken Tahir yüreğindeki sırrın altında eziliyordu. Bir kıymetlisi için diğer kıymetlisini gizlemişti ondan. Mantığı “Bunun başka bir yolu olmalı.” derken yüreği, sevdiği kadının en büyük yarasına derman olamamaktan ötürü yanmaktaydı.  Derin bir nefes çekerek öptü saçlarından. Onun için savaşmadan önce ondan güç almaya ihtiyacı vardı.

Sevmekle başlıyordu her şey ve yine onunla bitiyordu…

Mehmet Ali Nuroğlu…

Vedat’ın da mutlaka insani bir yönünün olduğunu savunmuştum geçen yazılarımdan birinde. Bir insan safi iyi ya da safi kötü olamaz çünkü, doğasına aykırı. Bu yönünün Yiğit üzerinden işleneceğini düşünmüştüm ama tabi devreye Ceylan girince iş değişti. Bu karakter neden girdi diye sorguluyorduk ya hani, bence en büyük katkısı Vedat’a olacak. Onu anlamamız yolunda atılan adımlardan bir tanesi… Bakın burada çok ince bir çizgi var: Ona hak vermemiz değil, onun neden böyle davrandığını anlamamız yolunda. Nefes’i tamamen kaybedeceğine inandığı için engelli doğan kızını ondan saklayan, ama aynı çocuk için işitme dili öğrenen bir adam Vedat Sayar. Sevgiye öylesine hasret ki bir damlası için dünyayı yakmaya hazır. Ama bilmiyor ki sevgi yakarak, yıkarak kazanılmaz. Ceylan’ın sevgisi onu iyileştirebilirdi eğer müsaade etseydi… Savaşmaktan vazgeçip sadece “baba” olmayı seçseydi belki Nefes onu yine sevmezdi ama çocukları sevebilirdi. Ama yapmadı. Hepsi onun olsun istedi. Ve şimdi Tahir, onu tertemiz seven tek insanı aldı elinden. Elindeki tek gerçek sevgiyi aldı… Şu hayatta acı kadar bir insanı güçlü kılan şey yoktur. Canın ne kadar çok yandıysa o kadar güçlü olur intikam duygusu… İşte asıl şimdi korkmak gerek Vedat’tan.

Anne…

Son sahnede Vedat’la girdiği savaştan tamamen olmasa da galip çıkan bir Tahir izledik. Nefes’i evlatlarına kavuşturmak için bir elinde Yiğit, diğer elinde Ceylan’la geldi konağa. Dağda Uluyan Kurt’u çok özlemişti Mavi Tüylü Geyik. Sımsıkı sarıldı oğluna. Sevgi dolu öpücüklerle sarmaladı onu. Diğer yanda içimizi burkan bir bakışla onları izliyordu Ceylan. Tahir onu gerçek annesine kavuşturmak isterken annesi bildiği kadından ayırmıştı farkında olmadan. Ne diyeyim bilmem ki… İçimde bir yerler acıyor.

 Fragmanda “Bırak yaralarını sarayım.” diyen bir Tahir görüyoruz. Sevdiğinin her acı dolu bakışında vicdanını nereye sığdıracağını bilemeyen bir Tahir… Onun yüzündeki tek bir gülümseme için ömrünü vermeye hazırken şimdi gözyaşlarında boğuluyor. Ve ansızın bir itiraf geliyor Nefes’ten: “Seni seviyorum.” Daha önce defalarca geldi aşk itirafı ama ilk defa o bilindik cümle çıkıyor ağzından. Biz de Tahir gibi kalakalırken bitiyor fragman… Tahir’in afallaması geçmeden konuşmaya devam etmesini istiyorum Nefes’in. Yavaş yavaş, tane tane döksün içindekileri. Tahir’in itirafı deliliğine yaraşır bir şekilde olmuştu, Nefes de kendine yakışanı yapsın ve sıcacık dökülsün ağzından kelimeler. Ve bu sefer utanan kişi Nefes değil, Tahir olsun. Duyduklarının etkisinde hafifçe eğsin başını, ancak onun konuşması bittiğinde kaldırsın ve gözgöze gelsinler. İşte oraya bol miktarda beklenti bırakıyorum. Anladınız siz 😉

Bu hafta, nihayet gününde izleyebileceğim için mutluyum. Geçtiğimiz iki bölüm bana spoi vermeyen koca yürekli dostlarıma teşekkürler. Hadi onların hatrına yazının sonuna Özdemir Asaf’tan çiftimize çok yakıştığını düşündüğüm bir şiir bırakıyorum 🙂

Okurken yorulan gözlerinizden öperim.

Umut etmekten ve sevmekten vazgeçmeyin…

“Seni bende, beni sende arıyorlar,
Beni senden, seni benden tanıyorlar,
Bir birim gibiyiz tümünün gözünde,
Yarımlarımızı bütün sayıyorlar.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Korunan İçerik!