tds_thumb_td_300x0
Sen Anlat Karadeniz 13. Bölüm: Senden gayrısına yoksam…

“Körsem,

Senden gayrısına yoksam,       

Bozuksam,

Can benim, düş benim,

Ellere nesi?

Hadi gel,

Ay karanlık…”*

Sevda inanmak demek, sözüne sonsuz güvenmek… Tüm yanlışların arasında onun doğrusunu görebilmek… Sevda masumiyet… Değil Trabzon, tüm dünya bir araya gelse gücü yetmez onu kirletmeye. Yettim sanır oysa yetemez. İnsanlar konuşur, konuşur, konuşurlar. Birbirlerini galeyana getirir ve sözde kuralları uğruna bir genç kızın hayallerini çalmaya kalkarlar. Kimileri Mercan gibidir, tüm dünyası bu kurallarla şekillendirildiği için gerçek doğru nedir bilmez. Susturuldukça artık kendi başına susmaya alışır, başkalarının onun adına verdiği kararlarla yaşar ve solar gider daha açmadan. Kimileriyse Nefes gibidir, bedenini hapsetseler de kimsenin gücü yetmez onun yüreğini hapsetmeye. Umudu hiç tükenmez, yere düştükçe kendine tutunacak başka bir dal bulur. Bu dal kimi zaman evladı, kimi zaman sevdası kimi zaman da sade içindeki umududur. İşte o sözde insanlar böylelerine esasında hiçbir şey yapamazlar. Çok ağlatırlar belki, çok canını yakarlar hatta kendisinden vazgeçmeye karar verebileceği kadar çok kere düşürürler onu. Ama tam “Bittim.” dediği anda tutunduğu dalı hatırlar güçlü melek, o dal uğruna ayağa kalkar. Savaşır, savaşacak!

Elini tuttum, sıcacıktı; sanki yüreği elimdeymiş gibi…♥ **

“Keşke elimi ilk tutan sen olsaydın.” dedi Nefes Tahir’e. Kendini kirli hissediyordu çünkü. Sevdiği, gözünde öyle temiz öyle kıymetliydi ki kendisini onun yanına yakıştıramadı.  On altı yaşına dönmeyi diledi, onunla ta o zamandan tanışmış olmayı. Böylelikle etrafındakilerin kurallarına uygun olacaktı her şey. Bekar bir genç kız ve bekar bir genç adam tanışır, aşık olur ve evlenirler, her anlamda bir ömür birbirlerinin ilki olurlar. Buraya kadar her şey ne kadar normal değil mi? Kulağa ne kadar güzel geliyor. Peki ya bu elini tutmaktan, birbirinin ilki olmaktan anladığımız şey nedir? Sevmek dokunmak mıdır sadece? İlkten anladığımız şey gerçekten sadece bu mu? İlk temas… İlk dokunuş… İlk aidiyet… Peki ya ilk bakışa ne olacak? İlk zamanı durdurma isteğine, ilk güvene, ilk “Olmam gereken yerdeyim.” hissine… Bunların hepsini yok mu sayacağız? Yoo, hayır olmaz. Üzerinde okul formasıyla öz babası tarafından sürüklenerek bir zalimin eline bırakılan genç kız kirli sayılamaz. Onun ilk hayallerini çalan bir zalim sırf “onların dinine göre” kocası sayılıyor diye temiz, haklı kılınırken açmasına müsaade edilmemiş bir goncayı kurutamazsınız.

Nefes… Vedat senin elini hiç tutmadı. Vedat senin elinin parmaklarını kırdı, Vedat seni elinden sürükledi, Vedat senin bileklerini kelepçeledi ama senin elini tutmadı. Parmak uçlarından hiç öpmedi seni, geceleri huzur diye dinlemedi nefesini. Öyle ki bi utangaç tebessüm dahi konduramadı yüzüne. Söylesene, kâbuslar dışında neyi paylaştı seninle? Şimdi sen onunla yaşadığın hangi şeye “ilk” diyebilirsin ki? Onun hangi yaptığı yetebilir seni kirletmeye? Sen TEMİZsin. Şuan on altı yaşında olan çoğu genç kızdan daha temiz hem de…

Huzur♥

Çocuk olamadın, kadın olamadın; sen şimdiye değin sadece ANNE olabildin. Ama onu öyle de güzel oldun ki… Bir çocuk gücünü annesinin gülüşünden alır. Gözyaşlarına rağmen eğilmeyen başından, bedeninin tüm güçsüzlüğüne rağmen yüreğinin hiç bitmeyen gücünden, yanaklarını saran sevgi dolu ellerinden… Annesinin kalesi düşmeden ona hiçbir şey olmaz. Sen Yiğit için öyle güçlü bir kale oldun ki içine kendi çocukluğunu da sakladın. O salıncakta özgürce sallanacağı güne kadar şefkatinle sardın onu. Hani şimdi Tahir’e “Ben seni hak etmek için ne yaptım?” diyorsun ya, yapamadıkların bile yeter aslında. Sen o sekiz seneye rağmen hâlâ İNSAN kaldığın için hayat sizi birbirinize armağan etti.

İki sn bakınca vuvvv lamaya başlıyorsunuz 🙂

Baba… Kimliklerde yazar, baba adı bilmemne… Şahsen benimki doğru. Babam babamdır, canımın da parçasıdır ama Yiğit için aynı şeyi söyleyebilir miyiz? TDK’nin sözlüğünde üzerinde durmak istediğim iki tanım var. Birincisi:“Çocuğun dünyaya gelmesinde etken olan erkek.” Bu kim? Vedat… Bir de şu tanıma bakalım: “Koruyucu, babalık duyguları ile dolu kimse.” Hangi tanım daha uygun geliyor baba sözcüğü için? Bir spermle mi baba olunur yoksa ağız dolusu “Oğlum” diyerek mi? Sizi kullanılacak bir fırsat olarak gören birini mi yoksa “Sen hep iyi ki” diyen birini mi tercih edersiniz? Her şeyi geçtim, “Vedat elbet Yiğit’i kendi sevme şekliyle seviyordur” desek bile sevgi hayat alan değil hayat veren bir şey değil mi? Sevdiğimiz insanların mutluluğunu istemez miyiz? Hele evladımız isterse dünyanın öte ucunda olsun, o mutluysa her türlü hasrete dayanırız. Normali budur. Her doğuranın ana olmayacağı gibi her can veren de baba olmuyor. Vedat resmiyette babası olsa da Yiğit hiçbir zaman onun oğlu olmayacak.

Yiğit’in kahramanı Tahir… Annesini güldüren adam o. Sırf bunun için bile sevebilir onu çünkü annesi gülünce çok güzel oluyor :)) Daha ilk günden varlığıyla huzurlu bir uyku uyudu, güvendi ona. Uykusu gözlerinden akan bir bebeği düşünün, o bile güvenmediği bir insanın kucağında uyumaz. Güven bu kadar kıymetli bir olay yani. Evet sevginin en sevdiğim seviyesi “güven”. Şu devirde varlığı öyle nadir, verdiği his öyle eşsiz ki… Güven tereddüt etmeden onunla uçurumdan atlayabilmektir, güven ” Benim Tahir abim beni vermez ki ya.” diyebilmektir. Ve sevgi… Hele de bir çocuğun sevgisinden daha saf, daha kıymetli hiçbir şey olamaz şu hayatta. Çünkü çocukluk kirlenmemişliktir, sevilecek kişiyi bir tebessüm öteden tanıyabilmektir. Yiğit de Tahir’in güzel yüreğini hissetti ta en başından. Evet ağlayarak gitti babasına ama kalbinde sonsuz bir güven olduğuna da eminiz. Tahir abisi onu bırakmayacak. Bunu biliyor. İşte gerçek sevgi böyle bir şeydir: Kucaklar, öper,onunla ağlar onunla güler, o istemediği müddetçe onu asla bırakmaz. En gerçek sevgi de evlat sevgisidir.

Evet Tahir doğru duydun, “oğlumuz” dedi :))

Nefes de bunu gördü ki “Oğlumuz için” dedi Tahir’e. Deli Tahir’i sevdasından geçirebilecek tek şey Yiğit’iydi çünkü. Gerçekten de“Oğlumuz” dediğinde gözlerinin içi ışıdı Denizden Gelen Kaplan’ın. Dünya üzerinde sahip olabileceği en kıymetli sıfatı armağan etmişti ona sevdası. Ve aynı zamanda oldukça büyük bir sorumluluğu da… Ondan ayrılacağına canını alsalar daha iyiydi ama oğluna da kıyamazdı ki… Fragmanda Yiğit’in tişörtünü alıyor Nefes’ten, evlat kokusunun zihnini açacağını ümit ediyorum. Çünkü artık Nefes yok. Yiğit yok. Öleceğini bile bile onları yaşatmayı seçti belki ama bilmez ki artık denize bakmak da ona yetmeyecek. Sevda büyüdükçe bırak denizi şu koca göğe sığmaz olur, a bizim Deli Tahir ne etsin? Meydana dönecek, ne çare? Ama bu sefer karşısında sadece Vedat yok. Yüzyıllardır süregelen tabular, yanlış inançlar, kendisi gibi inatçı bir yığın insan var. Tabi bir de ailesi…

Kabul ediyorum işi biraz zor ama bizim ortiler de pek inatçıdır. Vazgeçmek diye bir ihtimal söz konusu bile olamaz yani. Kah Osman Hoca’ma ses olur, tatlı tatlı anlatırlar bize doğruları kah da kafamıza vura vura belletirler; zerre şüphem yok. Bundan sebep kendimi sadece anın duygusuna bırakarak izliyorum. Güven deyip durdum ya hani işte bölüm boyu “İnandım.” deyip vaktiyle tüm sövmelerimi geçiren Tahir Kaleli güveni var içimde. Öyle kıymetli, öyle güzel ki…♥

Yazım sürecinde önüme çıkan yine Ahmed Arif’e ait başka bir şiir NefTah’ın şuanki durumunu öyle güzel anlatıyordu ki bu bir tesadüf olamaz dedim. İzninizle onu da yazının sonuna bırakıyorum. 

Umudunuzu sevgiye katık etmeyi unutmayın :))

“Nasıl da almış aklımı,   

Sürmüş, filiz vermiş içimde sevdan,   

Dost, düşman söz eder kendi kavlince,   

Kınanmak, yiğit başına.   

Bu, ne ayıp, ne de yasak,   

Öylece bir gerçek, kendi halinde,   

Belki, yaşamama sebep…”***

*Ay Karanlık/Şiir/Ahmed Arif

**Selvi Boylum Al Yazmalım/Senarist: Ali Özgentürk 

***Hani Kurşun Sıksan Geçmez Geceden/Şiir/Ahmed Arif

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Korunan İçerik!