tds_thumb_td_300x0
Selin Yaltaal: “Temel sağlamsa bina ayakta kalır.”

“Kaybedenler” filminin yardımcı yönetmeni olarak başladı işe. Sonra asıl alanı olan senaryoya yöneldi. “Bugünün Saraylısı”nda senaryo asistanlığı yaptıktan sonra “Evli ve Öfkeli” ve “Bana Sevmeyi Anlat” dizilerinin senaryo ekibinde görev aldı. Şu an da hepimizin büyük beğeniyle izlediği “İstanbullu Gelin” senaryosu ona ve ekip arkadaşlarına emanet.

Üç sezondur zevkle izlediğimiz dizinin hikâyesine ruh üfleyen bu güzel kadınlardan biriyle konuşmak istedim ve Selin Hanım’a ulaştım. Kendimi ciddi bir konuşmaya hazırlamışken çok tatlı bir insan çıktı karşıma. Sorularımıza verdiği güzel cevaplar ve bu süreçteki sıcak yaklaşımı için, ruh üflediği hikâyelere kattığı tüm güzellikler için kendisine çok teşekkür ederim.

Şimdi sizleri onunla baş başa bırakıyorum 🙂

Bize kısaca kendinizden bahseder misiniz? Sizi çok iyi tanıyan bir insan sizi bize anlatacak olsa nasıl anlatırdı?

Başkası nasıl anlatır bilmiyorum ama fakültedeyken (Deu Gsf) bir hocamız kendinizi bir nesneyle özdeşleştirin demişti. “Türk kahvesi gibiyim… Emek isterim, çünkü emek veririm…” demiştim. Düşünsenize çok lezzetli kahve içmek istiyorsunuz, tadı damağınızda kalsın, köpüklü olsun, üstüne bir de kırk yıl hatırı olsun. O zaman kahveyi alelade ocağa bırakamazsınız. Özenli olmanız lazım. Ben karşıma çıkan her canlıya, her işe özenli davranmaya gayretliyimdir. Geçiştiremiyorum… Mükemmeliyetçilik değil bahsettiğim, o kadar katı değilim elbette : ) ama “özen” mühim. Hani herkesin dilindedir “kimse kimseyi sevmek zorunda değil ama keşke saygı duyabilse…” İşte ben o “keşke”nin peşindeyim… Ufak meselelerde çok kararsızken, mühimlerinde bir kerede büyük kararlar alabiliyorum işte bu da kahvenin taşımıyla alakalı, taşırdılar mı taşıyor 🙂

Uzun soluklu dizilerde genellikle ana hikaye devam ettirilemediği için hikâyenin ömrünü uzatmak adına ana hikayenin dışına çıkılabiliyor ve dizinin kemik izleyicisi hikayenin yeni halini benimseyemeyerek diziyi izlemeyi bırakabiliyor. Sizin dizilerinizde bunu göremiyoruz, izleyici kaybetmeden hikâyede keskin dönüşler yapmayı nasıl başarıyorsunuz?

Hikayeyi bir binanın temeli gibi düşünün. Eğer temel sağlamsa bina ayakta kalır. Bugün benzetmelerle devam edeceğim sanırım  🙂 Hikayenin sağlam olması için de -tamamen kendi fikrimi söylüyorum- yan hikayeler, yani yan karakterler çok önemli. Ana karakterleri besleyen, hikayeyi bütünlüklü kılan yan karakterlerle hikaye zenginleşir. Bizi her geçen gün biraz daha benimseyen izleyicilerimiz zaten klişeleri sevmediğimizin farkında olduğu için ne kadar keskin dönüşler, gerçi dönüş demeyelim de belki adımlar, olsa da anlatmak istediğimiz hikayenin derinine inebiliyorlar, zorlansalar da sabretmeyi seçebiliyorlar. Şimdi böyle deyince, o kadar da zorlamıyoruzdur, zorluyor muyuz? 🙂 Önemsediğimiz şu aslında; zaten 140 dk insanları televizyona bağlıyoruz, izlenilen her sahne mümkün mertebe dolu olsun. Birilerinin kalbine dokunsun, bağ kurabilelim…

Diziler genellikle çekildiği ülkenin kültürünü yansıtır fakat bazıları benzerlerinden sıyrılarak bambaşka kültürlerin hâkim olduğu ülkelerde bazen kendi ülkesinde göremediği ilgiyi bile görebiliyor. Sizce bunun sırrı nedir?

İşte sır biraz önce bahsettiğim aslında; bağ kurmak… Televizyonu küçümsememek lazım ki bizim ülkemizde bu hataya düşülüyor çoğu zaman. Sinema izleyicinin seçimidir, parasını verir izler, belli bir kitleye ulaşabilirsiniz ama televizyon başka… Anlattığınız hikayenin bir yeri illaki birilerinin kalbine değer. Hele ki yazdığınız hikayenin duygusu gerçek ise yani iş gibi değil de yazarken sizin de yüreğiniz titriyorsa bu zaten evrensel bir bağ kurmak için kafi. Aşktan, dostluktan bahsediyoruz. Sevmenin, sevilmenin dili, dini, ırkı olmaz… Samimi bir iş yapıyorsanız bu nerede olursa olsun değerlidir.

Yerli/yabancı dizilerden takip ettikleriniz var mı?

İstanbullu Gelin 🙂 Biz gerçekten çok yoğun çalışıyoruz bunu başta söylemeliyim. Bu demek değil ki hiç dizi izlemiyorum, hemen hemen hepsiyle ilgili fikrim var. Ekranda ne var ne yok bilmek de istiyorum. Özellikle ilk bölümleri izlemeye gayret ederim, fakat takip etmek pek mümkün olmuyor. Her zaman aile işlerine sıcak bakmışımdır o nedenle Bizim Hikaye’yi fırsat buldukça izliyorum. İnternet dizilerinden en son Dip’i, yabancı dizilerden de This is Us’ı izledim. Eğer keyiflenmek istiyorsam da döndüre döndüre Friends izliyorum.

Hikâyede kendinize en yakın hissettiğiniz karakter hangisi?

Karakterleri ayırıyorum gibi düşünülmesin, kendime en yakın hissettiğim değil de takip etmeyi ekstra sevdiğim Adem var.

Kaybettiklerini kazanmak uğruna girdiği savaşta kurduğu yeni hayatı da kaybetti Adem. Bu noktada siz Adem’in yerinde olsaydınız ne yapardınız?

Ben elbette Adem’in yerinde olmak istemezdim… Adem’in hikayesi çok derin. Annenin evlat üzerindeki etkisini anne olan her karakterde farklı farklı işlemeye çalıştık. Hala da devam ediyoruz. Uzun uzun anlatıp sizi sıkmayacağım tabi şimdi ama Adem aslında savaşmaya mecbur bırakıldığı için ve başka türlüsünü hiç bilmediği için kaybediyor… Zamanı geri döndüremeyiz. Adem’in kendine devamlı tekrar etmesi gereken ve belki bizlerin de kendimize hatırlatmamız gereken terapistinin söylediği bir cümle var “haklı olmayı değil, mutlu olmayı seçmeli…” Bizler ya geçmişte yaşıyoruz ya da gelecekte. Şöyle bir yoklayın kendinizi ya geçmişteki olaylara takılıp kalmışsınızdır ya da yarını planlıyorsunuzdur. Durmak lazım… Geçmiş ve gelecek peşindeyken “şimdi” elden gidiyor…

Çoğu senarist dizi süreleri gibi kısıtlamalar nedeniyle hikâyesini hayalindeki gibi işleyemiyor. Siz buna rağmen ekip olarak hâyâlinizdeki hikâyeyi kurmuş gibisiniz. Şimdi geçmişe baktığınızda senaryo ilk elinize geldiği zaman yapmayı hedeflediklerinizi yapabildiğinizi düşünüyor musunuz? Sahne dağılımını nasıl yapıyorsunuz?

Bizim İstanbullu Gelin’deki en büyük şansımız bütün ekibin A’dan Z’ye işini özenli yapıyor olması. Herkese o kadar hayranım ki şükrediyorum bu işin bir parçası olduğum için. Biliyorsunuzdur, ilk sezonu 6.bölümünde devraldık. İşin bize ilk geldiği günkü heyecanla bugün aynı heyecanı duyuyorum, yüreklere dokunacak bir iş olacağını sezmiştim. Aile bağları, dostluk ve elbette hayalleri süsleyecek bir aşkın harmanı İstanbullu Gelin. Gülseren Budayıcıoğlu eser sahibi yani en başından bizim kurduğumuz bir hikaye değil. Fakat izleyicilerimizin de yakinen takip ettiği gibi dosdoğru kitabı uyarlamıyoruz. Ayşe (Işıkmen) ile her bölümün hikayesini kuruyoruz ardından şefimiz Deniz (Akçay Katıksız) ile hikaye üzerine toplantı yapıp son halini kararlaştırıyoruz. Aramıza bu sene katılan Serkan (Yörük) tretmanı ve Armağan (Gülşahin) hepimizin bayıldığı diyalogları yazıyor. Teşrik-i Mesai olarak bizde neredeyse her şey çift dikiş, herkes her çalışmayı okuyor, en lezzetli senaryonun ortaya çıkması için gerçekten mücadele veriyoruz : ) Zeynep (Günay Tan) Hoca zaten yıllardır bir işte beraber çalışmayı dilediğim yönetmendi, öyle güzel bir gözü var ki bizim yazdığımız senaryo onunla taçlanıyor. Oyuncularımız zaten şahane, hiç karakterlerde aklımız kalmıyor. Bizim izleyicilerimiz de bambaşka. Geçtiğimiz sezon bütün ekibe el emeği göz nuru sabunlar hediye geldi. Anlamı büyüktü; sabunları yapanlar kadındı, kadın emeği destekleniyordu… Şimdi yazdığım işi övmüş gibi oldum ama siz söyleyin Allah aşkına haksız mıyım? 🙂 Dolayısıyla umduğunuzu buldunuz mu diye soruyorsanız, işi teslim aldığımız ilk günden bugüne kadar her bölüm için şükrediyorum…

Yazarken hiç karakterler yönünden düşünüyor musunuz? Mesela bir sahneyi yazdıktan sonra “Süreyya için bu çok ağır bir şey “ deyip başka bir sahne yazdığınız oldu mu?

Karakterleri düşünmediğim bir anım yok maalesef. Hatta onların hayatı kadar kendi hayatımı düşünsem kim bilir neler olurdu 🙂 Elbette bazı olayların onlara çok ağır geldiğini düşündüğüm oluyor. Ama biz zaten ekip olarak kararlaştırıyoruz her hamleyi. Karakterin dönüşümüne, gelişimine hizmet edebilecek her durumu enine boyuna tartışıyoruz. Sanırım şu ana kadar vazgeçtiğimiz olmadı.

Diyelim ki ertesi güne yetiştirmeniz gereken bir kısım var ve herhangi bir sebepten dolayı o an içinizden yazmak gelmiyor. Kendinizi nasıl motive edersiniz?

Hayat bazen esiyor, savruluyorum. Ama “içimden yazmak gelmiyor” gibi lüks bir cümlemiz yok bizim. Bazen o boş A4 sayfasına saatlerce bakıyorum. Haberleri yok, karakterlerle kavga ediyorum. Ama aynı ölçüde çok eğleniyorum mesela Senem’in bekarlığa vedasında olduğu gibi… Bir duygu yakalayınca akıyor genelde. Mesela Adem ve Dilara için ya da Faruk ve Süreyya için hikaye kurarken defalarca dinlediğim tek bir şarkı olabiliyor. Aynı şarkıyı döndürüp duruyorum, duyguya daha kolay girmemi sağlıyor, tavsiye edebilirim bu yöntemi.

Sadece birini seçme şansınız olsaydı film yazmayı mı seçerdiniz dizi yazmayı mı?

Dizi ve film o kadar farklı ki birinden birini seçmeyi reddediyorum, bana bunu yapmayınız : )

 

Pekiii, hiç sormadık sayalım onu 🙂 En sevdiğiniz 3 kitap ve yazarı desek?

Sevdiğim yazarları ve kitapları sınırlayabilir miyim bilmiyorum. Sanırım yaşadığım dönemlere göre okuduğum yazarlar ve hikayelerinin etkileri değişiyor ama Duygu Asena benim için özeldir. Ayşe Kulin’in “Hayat”ı, Kürşat Başar’ın “Başucumda Müzik”i çok içime dokunmuştur. Ama benim “en”im Özdemir Asaf’tır şiir insanı değilimdir ama o başkadır… İlk aklıma gelenler olduğuna göre doğru isimleri vermişimdir herhalde…

Senaryo alanında kendini geliştirmek isteyen gençlere tavsiyeleriniz neler?

Çok zor bir sektör. Öncelikle sabır. Bugüne kolay gelmedim derler ya o şehir efsanesi değil, öyle. Şans kapıyı kolay kolay çalmıyor. “Kimse beni duymuyor, kimse bir şans vermiyor” cümlelerini ben de kurdum maalesef. Ama gerçekten istiyorsanız bir gün olmak istediğiniz yerde oluyorsunuz, tecrübeyle sabit. Diğer yandan yazarlık asosyal bir iş. Karakterlerle bilgisayar başında geçirdiğim süre sevdiklerimden çaldığım süre. 140 dk her hafta yetişmesi gereken bir dizi yazıyorsunuz. Öyle ya da böyle yetişmek zorunda. Tüm bunlarla başa çıkabilirim diyorsanız, bu isteğinizi ve azminizi cebinize koyup, elbette eğitimini alıp, kendinizi geliştirip yol almanız gerekiyor. Yol uzun, çetrefilli ama başarılı olduğunuzda “iyi ki” diyeceksiniz…

Bizi kırmayarak sorularımızı cevapladığınız için teşekkürler. Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Ben teşekkür ederim… Eklemek değil de size ve sizin aracılığınızla okuyucularınıza naçizane soru sorabilirim 🙂 Herkes kendi hikayesini yazarken başka hikayelere de dahil oluyor. Bunun farkında olursak belki de dünya yaşanılası olur. Peki sizin hikayeniz nedir? Bence hareket almanın tam zamanı…

Benim hikâyem her geçen gün daha da çiçekleniyor. Her çiçek dikeniyle ve güzel kokusuyla anlam katıyor hayatıma. Her insan da bir çiçek zannımca. O çiçeğin dikenini mi güzel yapraklarını mı göreceğimiz bizim seçimimiz. Ben sıramı öyle böyle savdığıma göre şimdi sizlere Selin Hanım’ın sorusunu tekrarlıyorum:

“Peki ya sizin hikâyeniz ne?”

Kalbimizdeki elleri hiç bırakmamak dileğiyle…

Sevgiyle kalın.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Korunan İçerik!