Dram veya drama, bu anlatı biçimlerini veya kurgu türlerini nasıl isterseniz öyle tanımlayın. İster gerçekçilikten dem vurun, ister oyunculuktan. Senaryo denen şeyden de beklentiniz her ne ise, bu dizi onun bile tam karşılığı olabilir. İddialı olduğunu biliyorum ama pişman olmayacağınızı varsayıyorum.
Özge Özpirinççi ve Salih Bademci başrollü BluTv dizisi, son zamanlarda izlerken en çok etkilendiğim, en çok düşündüren işlerden biri. Oyunculukları ve yönetmenliği övmelere doyamayışlarımız bir kenara dursun, sadece anlattığı şeyi sunuş şekli bile öylesine vurucu ki. En sakin anlarını bile çarpıcı diye tanımlamak istiyorsunuz mesela, her bir saniyesini tekrar tekrar izlemek ya da.
BluTv’nin işleri genellikle güzel ve özenli oluyor, buna zaten alışkınız. Özellikle Alef ve 7 Yüz’ü büyük keyifle izlemiştim ancak İlk ve Son hepsini ezip geçti diyebilirim. Ortada inandırıcılık namına bir gram şüphe bulunmaz mı ya? Bölümler ilerlerken izlediğiniz şeyin bir dizi olduğunu unutuyor, bir hayata tanıklık ettiğinizi zannediyorsunuz.
Çok yara barındırıyor bu dizi. Çok travma, çok hikaye karşılıyor sizi. Her biri birbirinden önemli, bir o kadar da hisli. Aşkı, tutkuyu, öfkeyi, pişmanlığı, çaresizliği öyle güzel irdeliyor öyle güçlü anlatıyor ki şaşıp kalıyorsunuz.
Uzun zamandır bu kadar, izleyen kimsenin kolay kolay unutmayacağını düşündüğüm bir iş karşıma çıkmamıştı. Belki de abartıyorumdur ama defalarca kez aynı şeyi hissedince bunu kelimelere dökmek, bir yerlere kaydetmek istedim. Bu sebeple şu an bunu yazıyorum. Muhtemelen yakın zamanda birileri diziler hakkında bir şey sorduğunda hiç fırsat kaçırmayıp sürekli bahsedeceğim ilk şey olacak İlk ve Son. Didik didik edilmeyi hak eden, dopdolu bir diziydi çünkü.