tds_thumb_td_300x0
Ne İzlemeli? | Normal People

Nihayet “iyi gençlik dizisi” diyebileceğimiz bir yapım. Başrollerini Daisy Edgar Jones ve Paul Mescal’ın paylaştığı Normal People, 2020’ye damga vuran işlerden biri oldu ki bunu hak ediyor. Bu yazıda hem diziyi başarılı yapan sebeplerden hem de kısa kısa birkaç bölümünden bahsedeceğiz. Keyifli okumalar, hoşgeldiniz!

Dikkat: Bu yazı baştan sona spoiler içerir.

Öncelikle, Normal People, bizim jenerasyonun kolaylıkla bağ kurabileceği, harika bir anlatımı olan ve hikayesi güzel işlenmiş bir dizi. Oyunculukların da oldukça iyi olması bir artıyken, dizinin gençliğe ve hislere, duygulara dair meseleleri ele alış biçimi de büyük önem taşıyor. Çekimler hayli güzel, ama bunu tahmin etmesi zor değildir diye düşünüyorum. 

Karakterlerimizle tanıştığımız ilk bölümde, Marianne’ı otorite figürleri sayılan öğretmen ve okul idaresine karşı ciddiyetsiz ve asi, yaşıtlarına karşı ise eğer sessiz kalırsa zorbalığa uğrayacağını bildiğinden buna fırsat bırakmayan bir özgüvenle görüyoruz. Oldukça zeki biri olan Marianne, zaman zaman aslında çok da ona ait olmayan tavırlar sergileyebiliyor, kendisini doğru ifade edebilecek ortamlar göremediği için. 

Connell ise okulun “havalı” grubunun içinde, futbol takımının önemli oyuncularından biri olarak karşımıza çıkıyor. Onun diğerlerinden biraz farklı olduğunu hemen anlıyoruz. Onları seviyor, birlikte vakit geçiriyor ama düşünce yapısı olarak ayrıldıkları bazı noktalar var. İşte karakterimizin hikayesi tam olarak buradan başlıyor. İlk bölümdeki önemli şeylerden biri Marianne’ın beklenmedik itirafı ve sonrasında yaşananabilecekler hakkında tecrübesiz olduğunu açıkça söylemesiydi.

İkinci bölümde Marianne, Connell’ın düşüncelerini sorguladığını görüyoruz. Aslında onun ağzından değerli olduğunu duymayı bekliyor, tercih edilip edilmediğini öğrenmek istiyor. “Okulda senden hoşlanan çok güzel kızlar var” cümlesinden sonra Connell onu öpünce de bir nevi cevabını almış oluyor. Bir diğer vurgulanan konu ise, ilkler. Marianne sadece ilk cinsel tecrübesini yaşamıyor. Connell ilk kez onunla doğru düzgün konuşan, ona kaba veya alaylı davranmayan, onunla olmaktan keyif alan ve bunu belli eden biri. Yani Marianne için birçok şeyin “ilki” bu ilişki. Ayrıca bölümdeki bir diğer önemli nokta Connell’ın Marianne’a onu özlediğini söylemesiydi çünkü o zamana kadar buna benzer bir ifade pek görmemiştik. Tavırlar dışında sözlerin, hislerin dillendirilmesinin de ne kadar etkili olduğunu biliyoruz elbette.

Üçüncü bölüm gerçekten çok güzeldi. Marianne’in “sen iyi bir insansın, ve bu nadirdir” diyerek, belli tecrübelerine dayandığı belli olan, insanlar hakkındaki düşüncelerini paylaşması, yatakta Connell’a ağlayarak bir travmasından bahsetmesi.. O andan sonra Connell ona “seni seviyorum” demişti hatırlarsanız. Seni seviyorum ve seni incitmeyeceğim’i çıkardık buradan ama işler pek öyle yürümedi tabi. Marianne fiziksel olarak olmasa da duygusal olarak büyük hasara uğradı.

Connell’ın başka biriyle yaşadığı bir ilişki hakkında hislerin olaya dahil olmadığını söylemesinden sonra Marianne “peki ya ben?” diye sormuştu ve “elbette dahil” cevabını almıştı. Bu durumda herkes ikilinin ilişkisinin gizli saklı yaşanmamasını, en azından okulda bir şeylerin değişmesini beklerdi ancak öyle olmadı. Dizide ergenliğin çok doğru bir yansıması olan akran baskısı yüzünden, aslında düşünceli ve nazik biri olan Connell, sanki bu bir suçmuş gibi davranıldığı için kendini bir türlü rahat hissedemiyordu. Zaten o lise süreci boyunca gördüğümüz şey, arkadaş ortamında belli düşünceler arasına sıkışıp kalması ve bir tek Marianne’layken iyi, kendi gibi hissetmesine rağmen bunu endişeleri sebebiyle başkalarına açıklamaktan kaçınmasıydı.

Mezuniyet balosu olarak nitlelendirebileceğimiz etkinliğe, Rachel’la gidecek olması haberini onun ağzından duymadan önce, çalan müzik eşliğinde Marianne’ın beklenti dolu, hayal kırıklığına koşan halini görerek öğrenmiş olduk. Bundan önceki sahnede hepsinin yavaş yavaş bir araya toplanması da orada, o karede olmayan Marianne’ın yalnızlığını temsil ediyordu.

Dizideki en güzel şeylerden biri kesinlikle Connell’ın annesi ve ikilinin ilişkisiydi. Üçüncü bölüme baktığımızda, Marianne konusunda müthiş bir tavır sergilediğini ve oğlunun ne yaptığıyla, ne hissettiğiyle, nasıl davrandığıyla yüzleşmesini sağlayan tepkiler verdiğini görüyoruz. Connell yine arkadaşlarına dair kaygılarıyla hareket ediyor ve istememesine rağmen baloya gidiyor. Bölümün benim için şüphesiz en güzel anı, üniversite okuyacağı yer ve bölüme dair kararını değiştirmemiş olduğunu duyduğumuz andı. Görünüşte değiştirmeye cesaret edemediği ortamının içindeydi hala, ama iç dünyası tamamen başka bir yere aitti artık. Marianne’la paylaştıkları şeylerin ne kadar önemli ve değerli olduğunu anlamış olduk aslında. Connell’ın kendini bulmasında büyük payı vardı onun. Zaten oradan, daha doğrusu sahtelikten koşarak kaçması ve sonrasında neredeyse ağlayarak duygularını ifade ettiği ses kaydından da anlıyoruz bunu. “I really love you.”

Dördüncü bölüme geldiğimizde üniversite hayatının başlangıcı karşılıyor bizi. Biraz desperate, yaşadıklarının/yaşattıklarının ağırlığını üstünde hisseden, pişman ve yeni çevresine alışmakta zorluk çeken bir Connel görüyoruz. Ben Marianne’la okulun içinde bir yerlerde karşılaşmalarını beklerken daha başka bir yolla rastlaşıyor ikili. Ardından özlem dolu çocuğumuzun “ben de terk edilmiş hissettim” diyip duygularını kabul etmesini izliyor ve tıpkı önceki gibi sık sık “bilmiyorum” demesiyle de aslında değişmediğini, hala aynı kişi olduğunu anlıyoruz. 

Sonraki süreçte çok güzel aktarılan heyecan, üzüntü, mutluluk ve belirsizlik gibi duygular, geçmişe dair paralellikler ve yenilikler var bolca. Normal People gerçekten seyir zevki yüksek, psikolojik temelinin sağlam olduğuna inandığım, gerek sahneler gerek diyaloglar gerekse oyunculuklarla izleyiciyi mutlu eden bir dizi. Büyük oranda çıplaklık ve cinsellik içerdiği uyarısını da yapıp imdb’sinin 8.5 olduğunu söyleyeyim. (Bana göre, izleyici çekmek için değil, bize karakterlere dair şeyler veren, tutku/çekim gibi kavramların anlatımı için kullanılan, yaşları da hesaba katılarak tıpkı gerçek dünyada olduğu gibi hayatın bir parçası olmasının normal olduğu gösterilerek, tabii bir de ilişkilerinin ana unsurlarından biri olması sebebiyle sıklıkla yazılmış sahneler.)

Uzun lafın kısası, güzel dizi. Her biri yaklaşık otuz dakikadan oluşan 12 bölümden oluşuyor yayınlanan tek sezonu. Biz söyleyeceğimizi söyledik, şans verip vermemek size kalmış. Görüşmek üzere!

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Korunan İçerik!