“Arkamda gözüm yok. Sırtımı dönemediğim bir kadının elini tutmam ben.” Yüzsüzler şahı İlker’in harika cümlesi. En şaşırdığım da bu oluyor ya, böyle karakter yoksunu insanların diğerlerinden beklediği sadakat, güvenme isteği falan. Hani tüküreceğiz, ama nereye? Neyse, başlayalım bölümü konuşmaya.
Öncelikle söylemek isterim ki Hülya Avşar’ın oyunculuğu cidden baya kötüymüş. Karakterin kocasıyla tartıştığı sahnede cringe düzeyinde bir rahatsızlık hissi oluştu. Çünkü ona eşlik eden partneri Ertuğrul Postoğlu’nun da performansı çok kötüydü. İşin garibi, ilk bölümde hayli beğendiğim Deniz Çakır’ı da bu bölüm iyi bulamadım ne yazık ki.
Timur pisliğinin kızıyla İlker’in ilişkisini önceden bildiğini öğrendiğimizde şaşırdım, beklemiyordum. Adama olan nefretim de arttı tabi böylelikle. Bu dizi hakkında yazarken küfür etmeden durabilmek öyle zor ki. Kızına yapılacak yakıştırmalar, edilecek hakaretler, kısacası ağzı torba olmadığı için büzülemeyecek halkın tepkisinden, söyleneceklerden çekindiği için hakkını aramaktan aciz, rezil bir insan, rezil bir baba. Ama baba demeye bin şahit ister tabi.
Flashbacklerde gördüğümüz bir diğer şeyse annelerin daha önceki karşılaşmasıydı. Ne desem bilmiyorum. Para uğruna aklını kaybetmiş vicdan duygusundan nasibini almamış bir babayla ne yaparsa yapsın oğlunun yanında olan, bulunduğu konuma güvenen korkunç bir annenin çocuğu olan şeref yoksunu İlker Ilgaz.
Anne demişken, kadının teklifi karşısında dilim tutuldu. Hangi akla hizmet, ne tür bir zihniyetle gelip de öyle konuşabildi inanılır gibi değil. Bahar kızının yaralı suratını gördüğü camın dibindeyken, oğluna karşı tutumunu da bildiği halde, sanki bi reklam sunarmış gibi yok şu kadar para şu kadar yatırım şöyle imkan şöyle fırsat.. Kanım dondu.
Bunlar nasıl hayatlar, gerçekte var olduklarını düşündükçe sinirlerim zıplıyor. Kim bilir daha neler var. Dayanamıyorum. Ayrıca, ailecek yalan söylemekten asla çekinmemeleri, sürekli rol yapabilmeleri öyle korkunç ki. Adamın basına verdiği röportajda yaptığı şov, kadının hastanede girdiği şekiller suratına yerleştirdiği ifadeler, İlker’in zaten hayatı kolpa..
Ela hakkında konuşurken dikkatli olmaya çalışıyorum çünkü en ufak yanlış anlaşılmada çok hassas konular zedelenir, bu sebeple bir sürü cümleyi sildim ama tek bir şeyi söylemeden geçemeyeceğim. Hale’ye diyor ya hani “cesur olabilirim ama aptal değilim” diye, hah işte ona hiç katılmıyorum. Zeka kırıntısı gösterdiği tek an, İlker’in yalanlarını sorgulayıp “bu çok hastalıklı bir şey” tarzı konuşmasıydı. Gerçi orada, sorunlu olanın sadece İrem olduğunu, İlker’in ona acıdığını falan sanıyordu da neyse..
Her şey ortadayken bile İlker’i bırakmamasına, peşinde koşup durmasına inanılmaz sinirlendim. Mantığımı dinlemiyorum kalbimle sana inanıyorum, beni kandırıyorsan kork benden falan. Bu ne Allah aşkına.. Sabrımızı mı sınıyorsunuz.
Kızların karşılıklı oturup konuştuğu sahne, ikisi için de üzüldüğümüz utanç verici bir sahneydi. İkisi de yanlış adama aşık olmanın sonuçlarıyla acı şekilde yüzleşirken, ortada kazanılacak bir zafer olmadığının pek bilincinde değillerdi.
Daha sonra da bölümü Bahar’ın öğrendiği şeyler üzerinde acısının katlanması, Timur’un iğrençlikleri ve İrem’in hapisteki İlker’i on bininci kez affedişi ve final olarak mahkeme salonuyla kapattık. Fragmanlardan gördüğümüz üzere tansiyonu yüksek bir 3. bölüm bizleri bekliyor. Ela’nın kendi aklından şüphe edecek konuma gelmesi/getirilmesi gerçekten yaralayıcı. Görüşmek üzere.