Lost…
Bir zamanların değil tüm zamanların efsane dizisi. Çoğu insan tarafından yanlış anlaşılmış, yanlış anlayanların da yanlış anlattığı, dizi sektörünün en anlaşılmayan dizisi. Dizinin senarist değişikliklerinin de bu anlaşılmazlığa etken olduğu söylenebilir fakat dizinin genel hikayesi insanların dikkatini çekecek bir yapıya sahip. Bir uçak kazası ve adada yaşam mücadelesi veren insanlar… Bu hikayeye gerilim, gizem ve bilim kurguda girince tadından yenmeyen bir dizi ortaya çıkıyor. Çıkıyor da bu dizinin finali neden bu kadar yanlış anlaşıldı? Lost’dan bahsedildiğinde, “O dizinin finalinde her şey rüyaymış!” gibi basit bir anlam çıkarılıyor vallahi haykırmak istiyorum “Dizideki her şey gerçek!” diye, ki rüya olsa bile koskoca 6 sezonu çöpe atamayız. Çünkü bu dizinin verdiği felsefi mesajları hiç bir dizide görmedim. Her karakteri dünyada var olan insan tiplerinden birini temsil ediyor. Karakterler tartıştığında adeta içimizdeki sesleri yansıtan bir ayna gibi karşımıza çıkıyor. Dizideki her karakter ya biziz ya da arkadaşımız. (Bknz: Ben = Desmond)
Eğer Lost’u izlemediyseniz ya da her şey rüyaymış komple teorisini görüp yarıda bıraktıysanız bilgisayarınızı alıp ön yargılarınızı bir kenara bırakın ve tarihin en iyi dizilerinden birini izlemeye başlayın.
Diziyi izlerken bir çok komple teorisi üreteceksiniz ama diziyi bitirdiğinizde bir sürü arkadaşınız olmuş olacak. Belki, moraliniz bozuk olduğunda dertleşmek bile isteyebilirsiniz. (Dizinin aynı zamanda psikoloğu olan Jack gibi.) Yada uğurlu sayılarınızda değişebilir. Sizi şimdi ilk bölüm ile baş başa bırakıp iyi seyirler diliyorum. Losttaki sahneler hakkında konuşmak isterim ama no spoi 🙂
Not: Dizi izlemiş olan ve izleyeceklere ‘See you another life brotha’ (Desmond hume aksanı ile)
NOT: Gerçekten hiçbir şey rüya değil her şey gerçek!