Mahşerin Dört Atlısı ile Tanışın: Karantina Film Analizi
Herkese uzun bir süre sonra tekrardan merhaba! Nasılsınız?
Umarım iyisinizdir.
Aranızda bilen vardır, bilmeyenler de vardır. Kısaca özet geçeyim. Wattpad’in en ünlü yazarlarından biri olan Beyza Alkoç’un yine en ünlü eseri olan Karantina’nın uyarlandığı aynı isimli sinema filmi hakkında konuşacağım biraz.

Bu Beyza Alkoç’un sinema filmine uyarlanan üçüncü eseri. Daha önce yine iki seri kitap olan 3391 Kilometre ve devam hikayesi olan 0000 Kilometre filme uyarlanmıştı.
Karantina’ya gelirsek…
Beyza Alkoç’un çok eski okuru olup kurduğu dünyaları sevsem de fikirlerimi tüm objektifliği ile yazıya taşıyacağım.
Ama isterseniz bilen ve bilmeyenler, kitabı okuyan ya da okumayanlar için önce filmin genel konusundan bahsedelim, kişisel yoruma öyle geçelim.
Ana karakterlerimizden biri olan Zeynep Akay’ın nakil olduğu yeni okulu Zorlu Koleji daha geldiği ilk gün öğrencilerde görülen salgın hastalık belirtileri ile karantinaya alınıyor. Bütün öğrenciler ve öğretmenler okulda mahsur kalıyor.
Bir sürü öğrenci fenalaşıyor ve okula doktorlar doluşarak tüm öğrencilere test yapıyor. Bu esnada Zeynep okulda kimseyi tanımadığı için kulaklığını takıp kendi dünyasında takılırken kızlar tuvaletinde kabinlerden birine bakakalan Onur’u görünce şaşırıp sen kimsin burada ne işin var gibi soruları soruyor. Sonra fark ediyor ki yan kabinde ölen bir kız öğrenci var. Tam bu kısımda Onur ile birlikte yancısı olan iki dostu Mert ve Burak da hikayeye dahil oluyor.
Onur Zeynep’i koruma içgüdüsüyle aralarına aldığında ekipçe “Okulda bir katil var ama kim?” sorusunun cevabının peşine düşüyorlar. Mahşerin Dört Atlısı tam burada oluşmaya başlıyor. Beraber okulun farklı yerlerinde katil olma potansiyeli olan öğrenci analizine başlıyorlar ve olaylar gelişiyor.
Burada küçük ve komik bir ayrıntı vereceğim. Ortada bir katil dolaştığı ve herkesin birbirinden şüphe ettiği okulda Doruk’un kıyıda köşede gece vakti cinayet romanı okuması beni benden aldı.
Geçelim benim yorumuma…
Öncelikle film oyuncu seçimleri konusunda çok başarılı olmuş. Seneler önce Wattpad’de okurken nasıl simalar hayal gücümde canlandıysa ekranda gördüğüm simalar çok yakındı. Özellikle Meltem Akçöl Zeynep karakteri için biçilmiş bir kaftan adeta. Aynı şeyi Demirhan Demircioğlu’nun Onur’u için de söyleyeceğim. Mesela Onur karakterinin kitaptaki fiziksel özellikleri çok farklıydı ama Demirhan çok ama çok iyi taşımış Onur karakterini.

Onur ve Zeynep’e gelirsek… İkili yakışıyor olsa da duygusal alışverişleri filmde çok hızlı geliştiği için aşkları bana geçmedi. Özellikle Onur’un annesinden kalan Hayat Ağacı kolyesini Zeynep’e bu kadar hızlı vermesini saçma buldum.
Kitapta da ikilinin aşkı çok uzun vadede işlenmiyordu lakin filmde süre gereği bayağı hızlı yakınlaştılar. Öyle ki o asi, Zeynep ile sürekli ters düşen ve hayatında hiç aşık olmayan Onur ne olduysa iki gün sonra göl kenarında Zeynep ile öpüşüyordu.
Üstelik ikiliyi bir araya getiren ve aşklarını derinleştiren bir hikaye zaten filmde yoktu.
Ama tabii ben kitabı okurken de Onur ve Zeynep’ten çok Mert ve Burak’ı seviyordum.
Gelelim bu iki dosta!
Mert ve Burak benim için çok değerli karakterler. Birisi sakin, soğukkanlı, nazik ve tıpkı adı gibi Mert, diğeri oldukça eğlenceli, flörtöz ve tam bir fırlama. İkilinin dinamiği kitap serilerinde çok güzeldi. Beyza Karantina’yı her ne kadar eğlence için yazmış olsa da özellikle Zeynep karakterinin buhrandan bir türlü çıkamayan Alacakaranlık Bella havaları yadsınamaz bir gerçekti.
Yani Burak ve Mert’in eğlenceli atışmaları olmasa kanımca Zeynep kitaptan soğuturdu insanı. Ben Zeynep’in bu özelliğini göz önüne alarak filmde suratsız ve enerji emen bir Zeynep görmekten korkmuştum ama neyse ki öyle olmadı. Bu iyi bir nokta.
Mert ve Burak’tan devam edecek olursam önce oyuncuları hakkında bir parantez açmak isterim.
Baran Taha Özbek (Mert) ve Onur Bay (Burak) fiziksel ve enerji olarak benim kitabı okurken hayal ettiğimin tıpatıp aynısı olan diğer karakterler oldu. Onur Bay sosyal medyaya atılan videolarda ne kadar elit ve tam bir beyefendi olsa da Burak gibi fırlama bir karakteri çok güzel taşımış. Mert ve Burak tam beklediğim gibi olsa da eyvah dediğim bir detay var.

Burak ve Mert’in karşılıklı sahneleri çok azdı.
Tabii hiç yok değildi. Yine ikiliyi birbirlerine tatlı tatlı laf sokarken gördük, hiç görmedik değil. Lakin yeterli değildi. Özellikle Romeo ve Juliet sahnesinde kitapta Burak’ın efsane olmuş o “Ah Mert neden Mert’sin sen…” ile başlayan küçük kısmın olmaması çok büyük hayal kırıklığıydı. İkili arasında geçen en komik ve ikonik diyaloglardan biriydi bu. Mert ve Burak’ı tam anlamıyla Mert ve Burak yapan şeydi desem yeridir.
Mesela bu konuda aklıma gelen bir eksikten daha bahsedeceğim. Ekip çiftlik evinde mangal yapıp vakit geçirirken Onur Zeynep’e evi gezdiriyordu, Mert ve Burak birlikteydi. Burak meşhur “Çiğköfteler soğumasın” repliğiyle yakınlaşmaya çalışan Zeynep ve Onur’a dadandığında Onur’dan bir “Nilsu’yu niye çağırmadın?” isyanı gelmişti. Mesela o kısımda kitaptaki Mert ve Burak’ın enerjisini göreceğimiz çok kısa ama etkisi güzel olacak bir sahne görebilirdik.
Örnek veriyorum o kısımda Burak odadan çıkarken “Ne Nilsu’ymuş arkadaş… Bir düşmedi dilinizden” diye isyan ettikten sonra Mert’e havadan öpücük atıp sahte bir cilveyle “Mert’im varken Nilsu da kimmiş hem değil mi bebeğim?” deseydi ve Mert Burak’a küçük bir küfür mırıldanıp yastık falan fırlatsaydı çok güzel olurdu. Bu sahne çok kısa sürerdi ama enerjilerini hissederdik. En azından bu kısımda böyle küçük bir sahne beklerdim ben.
Çaktırmayın senarist adayıyım da… Film boyunca gözüm ekrandayken eksik gördüğüm yerlere zihnimden sürekli hayali sahneler yerleştirdim.
Ayrıca havada kaldığını düşündüğüm bir nokta da Mahşerin Dört atlısının beraber vakit geçirip kaynaştığı tek tük sahnelerin de müzik altı olmasıydı. Konser sahnesinde çok normal ama çiftlik evindeki mangal sahnesinde yine ekibin arkadaşlığını hissedeceğimiz tek tük replikler konabilirdi.
Şimdi ben müsaadenizle Mert karakterini oynayan Baran Taha Özbek için kısa bir parantez açacağım. Diğer oyuncuların simasını televizyonda az çok görmüş olsam da Taha’yı daha önce ekranda hiç görmemiştim.
Oyunculuğa hız kesmeden devam ederse çok büyük bir jön olacağını düşünüyorum. Çünkü hem çok yakışıklı hem de çok yetenekli. Çok temiz bir yüzü ve güzel bir enerjisi var. Mert karakterini çok iyi taşımış. Filmde replikleri olmayan, sadece dümdüz durduğu yerlerde bile yaptığı çok minimal mimik ve jestlerle karakteri izleyiciye çok iyi geçirmiş. Zaten bu konuda sohbet ettiğim arkadaşlarımdan da kendi fikrime benzer yorumlar duydum. İkinci filmde kendisinin Mert’ini izlemek için sabırsızlanıyorum.
Şimdi gelelim Karantina severleri üçe ayıran bir konuya…
Mert mi, Onur mu, Burak Mı?

Sosyal medyada gördüğüm kadarıyla eskiden Onur’u sevenlerin filmden sonra Mert tarafına geçtiklerini gördüm. Öyle ki aralarında Onur’dan kopup Burak’a geçiş yapan da vardı.
Tabii aynı şekilde konfor alanına bağlı kalıp Onur ile devam edenler de var ama genele baktığımda meğer ne çok Mert seven varmış… Özellikle tiktok resmen Mert hayranı dolu. Açıkçası ben çocukken kitapları okurken de Mert hayranıydım, 26 yaşına gelip filmi izledim daha çok Mert hayranı oldum. Benim için değişen bir şey olmadı. Çünkü ben genelde asi ve artist erkek karakterden çok her zaman nazik ve centilmen olanları sevmişimdir.
Ayrıca filme Mert için 2’den fazla giden arkadaşlarım bile oldu.
Battık senin yüzünden Mert! 🤭
Şimdi oyunculuk konusunda açmak istediğim son ve en güçlü parantez var. Hatta bu konuda parantez açmak haddime bile değil ama eğer bu yazıyı yazıyorsam kendisini es geçemem.
İlker Aksum…

İlker Aksum’un her işini yıllardır izlerim. Bir insan her karakteri mi bu kadar muazzam taşır…
İlker Aksum Ender Zorlu karakteri için büyük nokta atışıydı. Özellikle filmin ilk devrelerinde Onur’a ilgili ve iyi baba rolü keserken Onur gerçekleri öğrenip kendisine silah çektiğinde sadece çok minimal mimiklerle ve değişen saniyelik duruşla karakteri bambaşka bir evreye taşıdı.
İlker Aksum’un Ender’ini izlemek gerçekten çok keyifliydi.
Tüm bu anlattıklarım haricinde filmin genel atmosferi güzeldi. Ben zaten aksiyon ve gizem aşığı bir okuryazar olarak en çok filmin teması için heyecanlıydım. Gerilim unsuru hiç fena değildi.
1 saat 50 dakika boyunca hiç dikkatim dağılmadı. Takip edilen cinayet ve gizemli olaylar arasında Burak’ın Cinayet isimli whatsapp grubu açmasıyla başlayan eğlenceli tavırları da yumuşak bir dokunuş katmıştı filme.
Gönül isterdi ki aralarda bu yumuşak dokunuşları daha fazla görelim…
Karantina bence bir sinema işi olmamalıydı. Ben ne kadar sinema aşığı birisi olsam da Karantina serisini görmek istediğim yer sinema değildi. Çünkü bu tür serili kitaplar filme uyarlandıklarında maalesef mutlaka bir yerlerden fire veriyor.
Ben bu hikayeyi dijital platformda dizi olarak izlemeyi çok daha fazla tercih ederdim. En azından her bölümü 1 saatten oluşan 8 bölümlük bir dizi bile olsa fazlasıyla yeterli işlenirdi ve eksiği gediği de olmazdı diye düşünüyorum.
Mahşerin Dört Atlısının arkadaş olma süreci, Mert ve Burak’ın enerjileri ve Onur ile Zeynep’in aşklarının gelişimi bile daha verimli işlenirdi. Hatta filmin Onur’u Demirhan’ın bir röportajda “Gönül isterdi ki dizi olsun ama biz yine de yazdan yaza mahşerin dört atlısı olmaya razıyız” gibilerinden bir sözü vardı. Bu konuda yalnız değilim demek ki. Belli mi olur, belki sinemadan sonra yolculuk televizyonda ya da bir dijital platformda devam eder? Çok da iyi olur.
Tabii her türlü olumlu veya olumsuz yorumun yanı sıra filmde emeği geçen herkesin eline emeğine sağlık. Sonuçta bir evren kuruldu ve bir sürü insan bu evreni görsele dökmek için canla başla çalıştı. Emek her şeyden değerlidir.
Umarım ikinci filmde hikaye biraz daha rayına oturur ve kitabın enerjisini daha çok hissedeceğimiz sahneleri tadına vararak izleme fırsatımız olur.
Benden ilk film için bu kadar. Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Sağlıcakla kalın…