İnternet Dizilerini Ve Yabancı Dizileri Neden Sevdik?

Not: Bu yazı, her yabancı diziyi güzellemediği gibi her yerli diziyi de eleştirmemiştir.

Günlük hayatımız okula ya da işe gidip gelmek, sevdiklerimizle vakit geçirmek, ders çalışmak gibi gayet rutin bir şekilde ilerlerken; diziler, muhtemelen asla deneyimleyemeyeceğimiz pek çok anı deneyimleyebilmemizi sağlar. Günlük hayatın monotonluğundan sıkıldığımızda, boş vakitlerimizde, çoğumuzun yaptığı ilk şey dizi izlemek olur. Fakat özellikle doksanlı ve iki binli yılların gençleri, dizi tercihlerini, yerli yapımlardan çok yabancı yapımlardan yana kullanıyorlar. Peki bu tercihlerin sebepleri neler? Hep birlikte inceleyelim. 


“Yerli dizi, yersiz uzun” 

Yabancı bir dizi ortalama elli dakika. Yabancı bir komedi dizisi ise ortalama yirmi dakika. Türkiye’de, komedi ya da diğer türler farketmeksizin tüm diziler iki buçuk saat. Öncelikle, Türkiye’de komedi diye başlayan dizilerin çoğu, muhtemelen süre probleminden ötürü, bir müddet sonra dram dizisine dönüşüyor. Her hafta neredeyse bir cilt kitap kadar senaryo yazan bir senaristin, belirli bir süre sonra tıkanması çok doğal. Zaten, bir müddet sonra dizilerde; sadece süre doldurmak için yazılan, senaryoya bir katkısı olmayan sahneler, uzun bakışmalar ve müzik eşliğinde ağır çekim hareketler izlemeye başlıyoruz. Bunların hepsi aslında tek bir sebebe bağlanıyor. Dizi sürelerinin uzun olması…

Yabancı bir dizi izlerken, gelişen her sahnenin senaryoya katkısı olduğunu bildiğimizden, her ayrıntıya dikkat etmeye çalışırız. Fakat yerli yapımlarda durum tam olarak böyle değil. Hiç izlemediğiniz bir diziyi açın ve izleyin. En fazla beş dakika sonra olaylara hakim olabilirsiniz. Bir sırrın ya da yanlış anlaşılmanın açığa çıkmasının bir sezon sürdüğü hikayelerin ana konularını yakalamak pek zor olmasa gerek.

Genellikle, isimleri ve biraz da tanışma hikayeleri değişen esas kız ve esas oğlan, o dönem seyircinin sevdiği türde bir ilişki içerisinde bulunurlar. Mesela, patron – çalışan arasında yaşanan aşkı seyirci beğendiyse, bu türde, bir sürü, birbirinin aynısı dizi çekilir. 

Dizileri dizi yapan, senaryonun ilerlemesini sağlayan şüphesiz ki kötü karakterlerdir. Fakat, bir kötü karakterin yaptığı kötülüğü onaylamasak da, sebebini anlayabilmeyi isteriz. Motivasyonunu anlayamadığımız, sadece yapılmak için yapılmış olan entrikalar, diziyi klişeleştirdiği gibi, bizim, karakterlere bağlanmamızı da engeller. Aksi yönde, sevilen ve sempatik bulunan kötü karakterler diziyi alıp çok farklı seviyelere taşır.

Son yıllarda, “Şampiyonlar ligi gibi” oyuncu kadroları, birer saatlik dizi süreleri ve televizyonda gördüğümüzden farklı senaryolarıyla ilgimizi çeken internet dizileri ile anladık ki; sansür olmadığında, senaristlere özgür alan tanındığında, seyirci sevdiği için değil hikayeye hizmet ettiği için senaryolar yazıldığında, Türk dizileri de bambaşka seviyelerde işler ortaya koyabiliyormuş. Örneğin, Şahsiyet’i izlerken, Hakan Günday’ın kafasında bir son olduğunu ve Agah Bey’in attığı her adımın bir sebebi olduğunu finali izlerken çok net anladık. Fi’yi izlerken, karakterlerin ütopik derecede iyi olmadığı, defolarının da olduğu fakat bu defolarla daha izlenilebilir olduklarını gördük. Dr. House gibi ya da Sherlock gibi zeki, zekasının farkında; izlerken gıcık olduğumuz ama sevmekten de geri duramadığımız karakter ihtiyacımızı Can Manay ile karşıladık. 

Dizi süreleri kısaltıldığında; birbirinin kopyası karakterler ya da senaryolar yerine özgün, bizi düşündürecek senaryolar yazıldığında; sansür olmadığında; sonu baştan belli, her ayrıntısının bir sebebi olan diziler yapılmaya başlandığında ortaya daha kaliteli işler çıkacağınız biliyoruz. Seyirci anlamaz diyip sürekli klişe diziler çekmeyin, siz anlatırsanız seyirci anlar.