tds_thumb_td_300x0
İlk Eşler Kulübü Nasıl Bir Film? ‘Kızmayı Bırak, Kazanmaya Bak!’

Netflix’e yeni gelen filmlerden hangilerini izlediniz? Günlük hayat koşturmacasında, hepsine yetişmek oldukça zor oluyor farkındayım. Filmleri veya dizileri, geldiği gibi izleyen insanlara ne kadar hayranlık duysam da, bu kadar hızlı tüketmenin de, film veya dizi izleme kavramının içini boşalttığı kanısındayım.

Benim listemde kabardıkça kabardı haliyle… İzlediğim şeyde devamlılığı sevdiğim için ne kadar dizi izlemeyi tercih etsem de, film izlemeyi de oldukça özledim. Bir diziden diğerine geçmeden mutlaka araya birkaç film sıkıştırırım. Ya da önce filmi sonra dizimden geri kalan bölümleri izlerim. Film izleme fırsatım daha az olduğu için, belirli yapımları, yani kült filmleri izlemeyi tercih ettiğimi söyleyebilirim. Malum, dizi izlerken bu tarz filmlere çok fazla gönderme oluyor ve ben de izlediğimi daha iyi anlamak adına bu filmleri izlemeye ağırlık veriyorum.

O filmlerden birisi olan ‘The First Wives Club’, Türkçe ismiyle ‘İlk Eşler Kulübü’ nü izlerken de oldukça eğlendim. Gelelim 96’ yapımı olan bu güzel filmin konusuna ve bize anlatmak istediklerine…

Üniversite yıllarını birlikte geçirmiş dört kişilik bir kız arkadaş grubu ile başlıyoruz filme. Hayatın onlara getireceklerinden habersiz, gelecek için hayal kuruyorlar. Üniversiteden sonraki 20 yılda birbirlerini kaybediyorlar, zaman herkese yaptığı gibi, onları da birbirinden uzaklaştırıyor. E tabi o zamanlar telefon, internet de yok, habersiz kalıyorlar. Ta ki içlerinden birinin intihar haberini görene kadar… Cenaze töreninde birbirine rastlayan bu üç eski arkadaş, yedikleri yemek sonrası hayatlarının ne kadar değiştiği hakkında konuşuyorlar. Üçünün, tek bir ortak noktası var. O da, eşlerinin onları genç ve güzel bir kadın için terk etmesi!

 

Hoş geldin İlk Eşler Kulübü!

Bu kadınların canı sadece intikam istemiyor. Bu kadınların canı adalet istiyor. Ve bunu elde etmek için her şeyi yaparlar. Buna yüksek bir binadan tehlikeli bir yolla aşağı inmek de dahil!

Güçlü kadınları merkezine alan filmleri izlemeye bayılıyorum. Tam bir motivasyon filmi. Şu an ki hayatınızda ne yaşıyor olursanız olur (aynı durumda olmak zorunda değilsiniz) mutlaka kendinize pay çıkaracağınız şeyler var bu filmde. Heyecan verici, komik ve hareketli. Süre olarak da 1 saat 40 dakika civarı. Yani her şeyiyle izlenebilir bir film.

Hangi filmin Türk uyarlamasını izlemek isterdin diye sorsaydınız (ki sormuyorsunuz lütfen sorun), kesinlikle bu film derdim. Hangi oyuncu oynasın diye sorsaydınız, gözümde ilk Songül Öden’in canlandığını fakat ekibi tamamlamak da ya da karakter eşleşmesi yapmakta zorlandığımı size söylerdim.

Türk yapımlardaki ‘cast’ seçimlerinin oldukça kötü olduğu şu dönemde, buna karar vermek detaylı bir iş olurdu benim için… Bütün ayrıntılarıyla düşünmeden size tam bir kadro çıkartamazdım. Orijinalinde oynayan isimler; Diane Keaton, Bette Midler, Goldie Hawn… Anlatabiliyor muyum?

Hadi biraz spoilerlı konuşalım! Filmi henüz izlemeyen okuyucularımızın, yazının geri kalanını okumaması tavsiye edilir.

Brenda’nın amcası ‘Uncle Carmine’ karakteri sahneye girdiği zaman arkada çalan müziğin The Godfather havasında olması ve Diane Keaton’ın canlandırdığı Annie karakterinin Uncle Carmine’yi çok sevmesi gibi küçük ama yerinde espriler ve göndermeler çok hoşuma gitti. Bu ufak detayları amaçlamışlar mıydı bilmiyorum, her ne olursa olsun, ben bilerek yapılmış olduğu düşüncesini seviyorum.

Güçlü tartışma sahneleri, bana, gerçek arkadaşlığın aslında böyle olması gerektiğini hatırlattı. Günümüzde arkadaşlarımın kalbi kırılmasın diye bir çok şeyi saklıyoruz onlardan. anlattıklarıyla ilgili duygularımızı veya düşüncelerimizi gizliyoruz. ‘Dost acı söyler’ kavramını unutuyoruz. Ve onun yanındaki diğer insanlardan farkımız kalmıyor.

Aslında bazen sadece kendimize getirilmeye ihtiyacımız oluyor. Omuzlarımızdan tutup bizi sarsacak ve ayna ile olan kaçamak bakışlarımızı yüzümüze tutacak birini istiyoruz. Her arkadaşlığın girdiği bu yol, filmde oldukça yüksek tutulmuş, izlerken akıp gidiyor. İyi oyuncuyu izlemek bir başka oluyor.

Her şeye rağmen, filmin sonuyla ilgili hoşuma gitmeyen ve söylemem gerek bir şey var. Aslında başından beri bariz olan fakat sonunda öyle olmamasını umduğum bir şeydi bu. Brenda’nın kocasını hala sevdiğini ve sonunda barışacakları izlenimini vermelerine rağmen, finalde bunu izlemek beni hayal kırıklığına uğrattı. Adam elindeki bütün mal varlığı gidince, genç sevgilisinin gerçek yüzü ortaya çıkınca, gözündeki perdeyi ancak indirebildi. Ve birden, karısı onun gözünde değerli olmaya başladı.

Bu kadar aşama katedilmiş bir karakter gelişimine, bu sonun layık görülmesini uygun bulmadım. Hikaye farklı bir şekilde ilerleseydi, belki. Sanırım, bu üç ilk eşin, güçlü yanları kadar zayıflıklarının da olduğunu izleyiciye aktarmak istediler.

Güzel bir hikaye izleyecek, güzel müzikler dinleyeceksiniz. Sloganımızı unutmayın. ‘Don’t Get Mad, Get Everything’

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Korunan İçerik!