Hala Başlamadıysanız: Dünyayla Benim Aramda Yorumu

Disney+’ın ülkemize sunduğu ikinci orijinal projesi Dünyayla Benim Aramda’nın üçüncü bölümü yayınlandı. Ben de hem dizinin genel havasını hem de bu üç bölümde karakterlere ve gelişmelerine dair neler gördük konuşalım istedim.

İlk iki bölümde karakterlerin dünyalarına girmiştik, bir tarafta İlkin’in kendine güvenen ve başarıyla kurduğu hayatı, diğer tarafta ona hayranlık duyan ve tek isteği görünür olmak olan Sinem. Bir de İlkin’in olduğu çevre ve şartları yüzünden belki de içten içe eziklik kompleksi yaşayan, olduğu yerden memnun olmayan Tolga.

Henüz üç ana karakteriyle tanıştığımız dizide herkesin iyi ve kötü yönlerini görüp hepsinin ne kadar gri karakterler olduğuna şahit oluyoruz aslında ve dizide en sevdiğim şey bu oldu. Hiçbir duruma tam olarak nefret veya tam olarak sevgi duyamıyorum çünkü hepsinin kendince haklı sebepleri var.

Dizinin görüntü ve kurgu yönetmenliği muhteşem. O dünyaya dahil olmakta ve karakterlerin iniş-çıkışlarını hissetmekte hiç zorlanmıyorsunuz. Bütün sahneler doğalında akıp gidiyor ve seçilen renk paleti işin doğasına çok uygun. Tercih edilen müzikler ve ritim kontrolü de eklenince her şeyden öte izlenmesi çok keyifli bi’ iş haline geliyor Dünyayla Benim Aramda.

İlk iki bölümde İlkin’in 4 sene boyunca emek verdiği bu ilişkiden kolay kolay vazgeçmeyeceğini ve bu uğurda neler yapabileceğini gördük. Tolga’nın biriyle derdini paylaşması -bu kendisi olmasa bile- ilişkisindeki sorunları ortadan kaldırdığı için bu durumdan bi rahatsızlık duymamıştı. Sinem’in de elinde hiçbir şey kalmamışken hayranlık duyduğu İlkin tarafından iş arkadaşlarının önünde övülmek ve fikirlerinin duyulması durumu iki tarafa da win-win durumu sağlamıştı.

Bu oyunun kandırılan tarafı gibi gözüken Tolga’nın da esasen kendini açtığı, rahat hissettiği hatta çok iyi anlaşılmasına şaşırdığı kişi Berlin ismi altında İlkin olmasına rağmen kendini İlkin’den “sen beni anlayamazsın” yargısıyla uzak tutması en çok çatışma yaşayan ve ilişkiden kopan kişinin Tolga olduğunu gösteriyor. Sinem buluşmaya geldiğinde onun konuştuğu kişiden farklı olduğunu anlamasına rağmen ona çekilmesi ve “neden kaybetmiş gibi hissetmiyorum” diyişi henüz kabul edemese de Tolgada bu dört senelik ilişkinin bittiğini gösteriyor.

Tabi bu oyunu planlarken Sinem’in görünürlüğü dahil bütün kontrollerin elinde olduğunu düşünen İlkin bu ikilinin arasında duygusal bir şeyler yaşanabileceğini ve kendisinin müdahale edemeyeceği durumlar yaşanacağını muhtemelen öngöremedi. Sinem’in ondan buluşmayı ve dijital sergide yaşadıkları anları kendine saklamasına sinirlenip hırsıyla insanların içinde elindeki gücü kullanarak Sinem’i hor görmesi ve “yerini bil” tarzında azarlaması da bundandı. Sinem şu an olduğu yerde kendini İlkin’e o kadar muhtaç görüyor ki, bu şekilde azarlanmaları umursamadan oyuna daha da devam eder muhtemelen.

Ama herkesin içinde bir şeytan vardır ve kimse göründüğü kadar masum değildir. Tolga’nın da Sinem’e ilgi duyması oyunun istenmeyen bi’ yanı olmasına rağmen bu Sinem’in hoşuna gitti ve aslında içten içe Tolga tarafından tercih edilen kişinin kendi olmasını istiyor. Kim bilir belki de bu seçim kendisini “yeterli” veya “İlkin gibi” hissetmesine sebep olacaktır.

Bölüm sonunda İlkin Tolga fark etmese bile onu içinde bıraktığı ya o ya ben ikileminde kendine güvense bile aslında bu Tolga’ya olan büyük aşkından dolayı değil, verdiği emeklerin gitmesini istememesinden ve bu oyunu daha fazla sündürmeyecek olmasından. Çünkü esasında, dizinin yanında tiyatro oyununa dahil olmak için cesareti bile göstermesi çok zor olmuş olan Tolga’nın, bu alışkanlık haline dönmüş ilişkiyi bırakıp, yeni biriyle olma cesaretini gösteremeyeceğini biliyor bence İlkin. Yapabilirse de yapsın, bitecekse bitsin kafasında ve bu uğurda Tolga’nın kararlarına göre hareket edecek.

Bölüm sonunda keşke bir değişiklik yapıp kimin odasına girdiğini gösterselermiş de ana akımlardan bir farkı olsaymış diye düşündüm, dijital bir proje izlerken karakterlere yerleştirilen küfürler harici televizyon klişelerine çok sık rastlamak bir noktadan sonra can sıkıcı hale geliyor. Özellikle Zerrin Tekindor ve İbrahim Selim gibi isimlerin tek rolleri yancılık ve her duruma küfretmek olmamalı bence.

Onun dışında Demet Özdemir’in şu ana kadar en iyi performansını İlkin’de sergilediğini düşünüyorum, karakteri üstüne harika bi şekilde giymiş ve bizi İlkin’e gerek göz dolmaları gerek ses titremeleriyle çok kolay inandırıyor.

Yazımı bitirmeden önce geçen hafta çok linçlenen sahnedeki performansı için de Hafsanur Sancaktutan’ı kutluyorum. Kadın cinselliğinin ve arzularının bu kadar tabuya dönüştüğü ve oyuncuların bile kendini kısıtladığı, hatta müdahale edebilenlerin senaryoyu etkilediği, sansürün bu denli fazla olduğu bi ülkede, yaşına rağmen oyunculuğuna sınır koymayıp, sahneyi kabul etmesi belki özellikle övülecek bi durum değil ama en azından takdire şayan olduğunu düşünüyorum.

Herkesin emeklerine sağlık, buraya kadar okuduysanız teşekkür ederim.

🫶🏻