Homeland dizisi ile tanıdığımız, Kırmızı Oda, The Turkish Detective ve Mustang gibi başarılı projelerde izlediğimiz yetenekli oyuncu Erol Afşin ile oyunculuk kariyeri üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Kızıl Goncalar ile seyirci ile buluşan Erol Afşin’in set anıları, aldığı öğütler ve oyunculuk kariyeriyle ilgili merak edilenleri hepsi röportajımızda! 🙂
”Her kültür insana farklı bir zenginlik katıyor.”
• Sizi daha yakından tanımayı çok isteriz. Erol Afşin kimdir? Bize dışarıdan herkesin göremediği Erol’u anlatır mısınız? Sizi çok iyi tanıyan bir arkadaşınıza sorsak mesela, Erol’u bize nasıl anlatırdı?
Yakın arkadaşlarıma sorsanız muhtemelen şöyle derlerdi: “Dışarıdan sert görünür ama aslında oldukça komiktir. Çok da sorgulamamak lazım Erol’u!” diye ekleyebilirler. Kendi halinde takılır, bir ortamda sıkılırsa sessizce kaybolur. Neredeyse her zaman yanında bir kitap taşır. Biraz da delidir.
•İlk olarak, oyunculuğa olan ilginiz nasıl başladı? Bu alana yönelmenizde etkili olan deneyimler nelerdi?
Tam anlamıyla bir delilikti aslında. Küçükken sinemaya gitmiş ve “Eşkıya” filmini izlemiştim.
O an içimde bir kıvılcım çakılmış olmalı ki, yıllar sonra kendimi Almanya’da, bir tiyatro sahnesinde Almanca oynarken buldum.

Almanya aslında planda yoktu, Türkiye’de denemek istedim ama o zaman şartlar çok da uygun değildi benim için ben de soluğu Almanya’da aldım. Ne kamera bilirdim ne de sahne… Bırakın sette bulunmayı, yanından bile geçmemiştim. Tiyatro desen hayatımda yoktu. Ama 2008 senesinde tek kelime bilmeden gittiğim Almanya’da 2010 yılında hiçbir deneyimim olmadan, nasıl yapılacağını bilmeden, içimden sadece “Yapacağım!” diyerek sahnedeydim artık. Delilik işte. 🙂
Konservatuara girmeyi kafama koymuştum ama sınav nasıl olur, ne sorarlar, nasıl hazırlanılır hiçbir fikrim yoktu. Derken bir gün bir öğrenci yurdu partisinde Charles Morillon ile tanıştım. Kendisi konservatuarda oyunculuk okuyordu. O gece peşini bırakmadım: “Ben de senin okula girmek istiyorum, bana anlatır mısın nasıl oluyor bu işler?” diye soruyordum sürekli. Ertesi gün buluştuk. Süreci baştan sona anlattı, iki tirat seçtik—hatta bir üçüncüsünü de ben yazdım. Partinin yapıldığı alanda hazırlanıyor, akşamları Charles’a oynuyordum ve o da bana not veriyordu. Böyle böyle hazırlandım.
İlk denememde kazanamadım ama ikinci girişimde kabul edildim. Charles’la okul arkadaş olduk, o benden iki sınıf üstteydi ve o günden beri hâlâ görüşürüz.
•Türkiye’deki sahne deneyiminizin yanı sıra yurt dışında da oyunculuk yapmanızın size kattığı en büyük avantajlar neler oldu? Farklı kültürlerde oyunculuk yapmak, sanatsal bakış açınızı nasıl değiştirdi?
Türkiye’ye aslında yeni geldim. Daha önce kısa süreli tecrübelerim oldu ama şimdi burayı daha derinden deneyimliyorum. Aslında artık kalıcı bir şekilde buradayım, buraya yerleştim ve buradan Avrupa’ya gidip geliyorum. Bu biraz klişe olacak ama her kültür insana farklı bir zenginlik katıyor. İnsan olarak zenginleştiğin zaman bu oyunculuğuna da yansıyor.
Benim için kitaplar da böyledir insanlar da. Her yeni set, her yeni kültür bana yeni bir şeyler katıyor.
Şimdi de bu süreci Türkiye’de deneyimliyorum ve çok mutluyum.
• Filmografinize baktığımızda çok başarılı projelerde yer aldığınızı görüyoruz. Homeland, Mustang, Kırmızı Oda ve Turkish Detective bunlardan bazıları. Sizi bir projeye ikna eden şey nedir? Senaryoyu okurken ilginizi çeken unsurlar nelerdir?
Keşke “Homeland’in senaryosunu okudum, çok beğendim ve kabul ettim” diyebilsem ama gerçek öyle değil tabii ki.
Okuldan yeni mezun olmuştum, deneme çekimi geldi, oynadım ve rolü kaptım. Homeland! Böyle bir projede içeriğe pek de bakmıyorsun ve o pozisyonda da değilsin zaten. Aslında seçme veya daha seçici davranma artık bir şekilde kariyerinde ilerlediğinde edinebildiğin bir lüks diye düşünüyorum. En azından benim için öyle oldu.

Süreç ilerledikçe gerçekten içinde olmak istediğim projelerde, ilk önceliğim her zaman karakter oluyor. Sonra da o karakterin hikâye içindeki yeri. Tabii bazen sadece karakter ve hikâye değil, projeyi var eden diğer unsurlar da etkili olabiliyor. Çok oynamak istemediğim rolleri reddettim ama genel olarak seçim yapabiliyorsam önce karakter diyorum sonra da onun hikâyedeki durumu.
• Unutamadığınız bir set anınız var mı?
Var tabii! Köln’de bir film çekiyorduk yan stüdyoda Hillary Swank ve Helena Bonham Carter başrolünde olduğu “55 Steps” filmini çekiyorlardı. Hillary Swank sürekli bizim setin önünden geçip kendi setine gider gelirdi ve ben her seferinde onunla konuşmanın yollarını arıyordum.
O dönem sigara içiyordum ve her geçtiğinde beni sigara içerken görüyordu. Bir noktada bana döndü ve “Ne kadar çok sigara içiyorsun!” dedi. İçimden dedim ki: “Çok şükür, sigaranın ilk defa bir faydasını gördüm.”
Sonrasında sohbete başladık, babasının da çok sigara içtiğini işte bunda dolayı sağlığının çok zarar gördüğünü filan anlattı. Derken bir baktım bir masaya oturmuş konuşuyoruz. Bir süre sonra Helena Bonham Carter da geldi. Yine o bildiğimiz deli kıyafetler içinde. Bir noktada ben Hillary Swank ve Helena Bonham Carter masada oturmuş sohbet ediyoruz yani. Benim için tamamen sürreal bir andı.
“Million Dollar Baby” gözümün önüne geliyor, Fight Club geliyor. Böyle bir anı işte.
•Kariyeriniz boyunca aldığınız ve unutmadığınız bir öğüt var mı?
Konservatuar hocam Johannes Klaus bir gün şöyle demişti:
“Ezberin tam olduğu halde sahnede diyaloğu unutuyorsan, sahnenin duygusunu yanlış yerden kuruyorsun demektir. Ya da sahnede bir yanlışlık vardır.”
Bir başka hocam ise şöyle demişti: “Öyle oynayacaksın ki seyirciler sanki körler ve sağırlardan oluşuyor. Sesinle körlere, bedeninle sağırlara oynayacaksın.”
Bir gün rahmetli Birol Ünel’le sohbet ediyorduk. Yıl 2010. O zamanlar Berlin’de Ballhaus Naunynstraße’de ‘’Verrücktes Blut’’ adlı bir oyun hazırlıyorduk. Tiyatronun bahçesinde oyunculuk, sinema ve tiyatro üzerine konuşurken Birol abi bana dönüp şöyle dedi: “Oyunculuk yaparken kameranın içinden bakıp kamerayı görmüyorsan işte o zaman iyi oyuncu olursun.”
O an ne demek istediğini tam kavrayamamıştım, ama yıllar geçtikçe bu sözün anlamı zihnimde oturdu. Gerçekten de kameranın varlığını unuttuğun, tamamen karakterin içinde kaybolduğun anlar oyunculuğun en sahici olduğu anlarmış.
Bu öğütler hep yanımda.
•Kızıl Goncalar dizisinde yer alıyorsunuz. Bu proje ile yolunuz nasıl kesişti? Selim karakterini ilk okuduğunuzda ne hissettiniz? Sosyal medyada hakkınızdaki yorumları takip ediyor musunuz?
Kızıl Goncalar’ı başından beri takip ediyordum. Yazımı, çekimi ve televizyon tarihindeki yeri itibariyle çok önemli bir proje. İçten içe de “Bu projede oynamak istiyorum” diyordum. Bir gün teklif geldi ve Selim karakterini okur okumaz “Kesinlikle oynamak istiyorum” dedim.

Sosyal medyaya gelirsek yani bu kadar büyük bir etkileşim alacağımı tahmin etmiyordum.
Almanya’da dört sezon boyunca başrol oynadım ama bu kadar çok mesaj almadım. Almanya, Türkiye kadar aktif sosyal medya kullanmıyor belki de bundandır diye düşünüyorum. Ama Türkiye’de neredeyse diziyle paralel giden bir sosyal medya akışı var.
Hemen hemen aynı zamanda gerçekleşiyor. Seyirciyle bu kadar doğrudan bir iletişim kurmak harika tabii ki. Sağ olsunlar sürekli yazıyorlar.
•Oyunculuk kariyerinizde dönüşüm yaratan bir rol veya proje var mı?
Tek bir rol diyemem çünkü gerçekten de öyle olmadı. Kariyerim adım adım gelişti ve her projeden bir şey öğrendim. Kimi işlerimi çok sevdim, kimilerini daha az, ama hepsi bana bir şey kattı. Tabii bazı projeler sektörde farklı bir algı yaratıyor. Örneğin ‘’Homeland”… Bir anda tanınmaya başlıyorsunuz ya da sektör sizi fark ediyor. Dolayısıyla benim için her şey bir süreç içinde şekillendi diyebilirim.
•Oyuncu olarak kendinizi geliştirmek için hangi yöntemleri kullanıyorsunuz?
Spesifik bir metodum yok ama içgüdüsel olarak oynayacağım karakterle ilgili sinema ve televizyon tarihindeki benzer işlere göz atarım. Bazen karakter hakkında diğer karakterlerin ne söylediğini incelerim çünkü başkalarının gözünden nasıl göründüğü de önemli. Kendimce ona uygun bir ses tonu bulmaya çalışırım. Fiziksel olarak Erol’dan farklı birkaç farklı duruş veya hareket yakalayabiliyorsam harika oluyor. Önce üzerine çalışıyorum sonra da akışına bırakıyorum.
•Biz uğurlu bir ekibizdir. ☺ Röportajlarımız manifest gibidir dersek mübalağa olmaz. Kariyerinizde ya da hayatınızda gerçekleşmesini çok istediğiniz bir hayaliniz var mı? Anlatabilir misiniz bize?
En büyük hayallerimden biri, kendi yapım şirketimle Türkiye ve Almanya arasında bir köprü kurmak ve sevdiğim arkadaşlarımla birlikte projeler üretmek. İlk filmimle beraber kurduğum ‘’Brücke Films’’ (Köprü Film) ile bunun ilk adımlarını attık. Canım dostum Tarık Aktaş’ın ikinci filmi ‘’Geceden Fecre Kadar’’ da bu hayalin başlangıç noktalarından biri oldu. Oyunculukla birlikte bu yapımcılık yolculuğunu da hem hayata geçirip, geliştirebilirsem işte o zaman gerçekten hayalim gerçekleşmiş olacak. 😊
11-Size üç platform sorsak, bize bir dizi/film önerisinde bulunur musunuz?
MUBI: Ajami
Amazon Prime: Fleabag
Blutv: Magarsus
.