Andrew Dominik’in yazıp yönettiği, Joyce Carol Oates’in 2000 yılındaki aynı adlı romanına uyarlanan Blonde, Netflix’te izleyici ile buluştu.
Ana de Armas, Marilyn Monroe’yu canlandırdığı film için yapılabilecek belki de en olumlu yorum bu; yani oyunculuklar. Ana de Armas’ın Venedik’te dakikalarca ayakta alkışlanmasından aldığımız cesaretle bu övgüde filmin de parmağı vardır diye düşünerek, Blonde’u çok büyük umutlarla açmıştık ancak beklediğimizi bulduğumuzu söyleyemeyiz.
Filmin görüntü yönetmenliğinin ve oyunculuklarının bu kadar iyi olup da, anlatım biçiminin bu kadar kadın psikolojisinden uzak olması inanılır gibi değildi. Film, Monroe’nun çektiği acıları alıp, anlatırken bunu Monroe’yu öylesine güçsüz göstererek yapıyor ki.
Bu acıların sonucunda, bu ikonik ismin doğuşuna, gücüne şahit olacağız diye bekliyoruz ama filme göre Monroe’nun bir başarısı veya ünü yok. Sadece seks objesi olarak görülmüş, aşağılanmış. Neredeyse ünlü veya kimse hayran bile değildi bu kadına? Sadece acıyorlar ve hor görüyorlar öyle mi?

Monroe’nun ‘’Sarışın bomba’’ ünü, bu filmde alınmış bir fantezi haline getirilmiş ve karakteri tanımadan onun derinliğine inemeden son derece yüzeysel bir şekilde ‘’baba sorunu’’ ele alınarak bir acıların kadını tablosu yaratılmış.
Monroe’nun ünü aslında ne kendisini ne Dünya’yı tatmin etmiş. Herkesin hayran olduğu bu kadına hayran olduğu adamlar bile acıyor muydu yani sadece? Hiç mi bir yükseliş sahnesi olmaz böyle efsanevi bir ismi anlatan biyografi türündeki bir filmin?
Filmin belki de tek beğenilesi tarafı açılıştaki çocukluk sahneleriydi. Özellikle yangın ve banyo sahnelerinin gerilimini başarılıydı. Sonrasında ise giderek yokuş aşağı yuvarlandı.
Eleştiriler
Film bir erkeğin gözünden, erkekler için çekilmiş olmakla eleştiriliyor. Eleştirileri haklı bulduğumuzu belirtmekle birlikte; bu noktada geçtiğimiz yılın ses getiren biyografi filmi Spencer’dan da bahsetmemek olmaz. Pablo Larraín’in yönettiği Spencer, karakterin ruhuna öyle iyi giriyor ve şiddet pornografisine başvurmadan da karakterin derin buhran ve kayboluşunu öyle iyi yansıtıyordu ki. Ne kadar büyük bir filmmiş, Blonde’u görünce bir kez daha anlamış olduk.