tds_thumb_td_300x0
Aynı Gemi Farklı Liman: Azra ve Cenk

Bu hafta Elimi Bırakma dizisinin elini izleyici bırakmadı böylelikle dizi reytinglerde büyük bir sıçrama yaşayarak zirvenin sahibi oldu. Peki, bu hafta bölüm nasıldı? 

 “Garibin hikayesini dinlemek için, bir garip kulağı gerek” demiş Mevlana.  Bu söz bu hafta çiftimizi o kadar iyi anlatıyor ki üstüne söz söylemeye pek gerek yok. Azra bu hafta yepyeni hayatına garip bir şekilde başlarken izleyiciler de Azra’nın hikayesine böylece şahit oldu. Bu hikayeye şahit olan sadece izleyiciler değil onunla aynı kaderi paylaşan Cenk’ti.

Evet Azra garip. Annesi, babası, evi barkı olmayan… Bir de üstüne kardeşinin kaybolması da eklenince iyice garip kaldı yaban, karanlık İstanbul sokaklarında. Onun bu garipliğini kim anlar? Tabii ki onun gibi garip biri olan Cenk. Azra’nın bu bölüm başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmedi. Düşene bir tekmeyi de yakın çevre, arkadaşları, komşuları nasıl atarmış bunu da gördü. Park köşelerine sığınmaktan tutun, pilavcılık yapmaya kadar bir sürü atılımda bulundu kardeşi ve kendisi için. En son iş başvuruları yaparken tesadüf ya ÇELEN GRUP’a  yolu düşer. “Aşk tesadüfleri mi sever  yoksa mücadeleyi mi?” diye aklıma gelmeden edemiyorum. Çünkü ikisi de aynı şirkette kendi hayatlarının mücadelelerini verecek. Bu tesadüfi karşılaşmada dikkatimi çeken şey Cenk’in hissettirmeden Azra’ya güçlü durmasına dair mesajlar vermesi ve onun bir şekilde hayata tutunmasını sağlaması için yol göstermeye çalışması oldu. Belki de daha önce karşılaştıkları zamanki Azra’yı görmek istiyordu. Güçlü, sinirli, mücadeleci olan Azra’yı… Bütün bunlar olurken Cenk de kendi içinde kendiyle savaşıyordu. Belki de söylediği gibi kendine yine yeniliyordu. Dışarıdan bir bütün, içeriden paramparça. Cenk’in de elindeki maketi bu bölüm daha da dikkatimi çekti. Hayatının yarım kaldığının en somut örneği olan maketi… Bütün kızgınlığını, suçluluğunu, özlemini o makete sığdırmış bir çocuk o. Eli onu tamamlamaya gitse de neden yarım kaldığını hatırlıyor ve öfkeleniyor. O maket aslında Cenk’in ta kendisi. Parçalarının bir araya gelmesi Cenk’in parçalanmışlıklarının bir araya gelmesine bağlı. Kızgınlıkla atılan bir maket sevgi ile tekrar inşa edilebilir kim bilir…

Çiftimiz bu defa da deniz kenarında karşılaşıyor. Tabi bundan önce cafede birkaç gencin Azra hakkında ileri geri konuşması Cenk’in kafasını attırıyor ve gömüyor kafayı o gençlere. Burada akla gelen ilk şey Cenk’in Azra’yı kıskanması gibi görünse de sebep şimdilik o değil daha o zamanlara var gibi. Burada asıl sebep Cenk’in Azra’yı savunmasız, mücadeleden yorulmuş, hayata karşı yorulmuş, kalbi çok yerinden kırılmış gördüğü için hayatına bir darbe de buradan yemesin diye bence. Gözünün önünde hayatı ellerinden kayıp giden genç bir kıza (tabi ilerde aşık olacağı kadına), gözünden sakınmak istercesine sahip çıkıyordu, çıkacak da. Yaralı bir insanı ölsün diye kaç kere bıçaklarsın? Yarasının derecesine göre değişir değil mi? Azra’nın yarası derindi bırak bıçaklamayı bıçağı eline alma fikri bile onu artık yoruyor, öldürmeye yetiyordu. Azra kavgadan ve ekmek teknesinin başına gelenlerden her ne kadar Cenk’i suçlasa da Cenk’in Azra’nın kayıp otizmli kardeşini bulmak için yaptıkları görmezden gelinecek gibi değildi.

Cenk’i karakter olarak biraz daha incelemek istiyorum çünkü gizemli karakterler hep ilgimi çeker. İlk bölümden beri Cenk’in yaptığı spor ve çalmak için seçtiği müzik aleti dikkatimi çekmişti. Neden bunlar?  Boks şiddet içeren, gürültülü bir spor, bateri çalmak ise insanı medite eden bir müzik aleti. Davula vurarak sinirimizi indirgemiş oluruz. Cenk bu sanat dallarını adeta içindeki çığlıkları dışarıya vurmak için bir araç olarak kullanıyor. Boksta mantık, ne kadar sert vurduğun değil ne kadar sert darbeye dayanabildiğindir. Cenk aslında boksun sert darbelerine değil hayatın sert darbelerine dayanıyordu. Kontrol insan için önemlidir, etrafımızdaki olayları kontrol edemediğimiz olur. Fakat kişinin kendine yaptıklarının kontrolü kendisindedir. Cenk’in de boksla yaptığı tam olarak bu bence. İşin özeti duygularına tepki göstermekte en fazla zorlanan kişiler, acıya da en fazla dayanan kişilerdir. İşte Cenk yaptığı bu sporla fiziksel ve duygusal acısını dengeliyor. Cenk’in gizemli karakterini bölümler ilerledikçe daha da çözeceğiz şimdilik bu kadar ipucu yeter gibi.

Kavga sırasında Azra’nın telefonu Cenk yüzünden kırıldı ama Cenk boş boş özür dilemek yerine yaptığı hatayı telafi etmek istedi ve ona telefon aldı ki ihtiyacı olan bir şeydi şu an. Üstüne bir de Mert için ilanlar bastırması  bu çocuk nasıl böyle olabiliyor dedirtecek cinsten.  Ama bu ilanları Azra’ya verirken Azra’nın yüzündeki küçük de olsa o tebessümü gördüğü andaki yüz ifadesi işittiğim bütün suçlamalara değer der gibiydi. Cenk’in burada o ilanları Azra’dan habersiz dağıtması bütün gün onun haberi olmadan onunla kardeşini araması detayların en güzeliydi bence. Şimdilik Azra’nın Cenk ile yıldızı pek barışmamış gibi görünse de Azra Cenk’in kardeşi kayıp iken yaptıklarını görecek ve anlaşmalarına dair bir adım atılmış olacak. Zira hayata aynı açıdan bakanlar değil, aynı acıdan bakanlar anlaşır.

Onlar aynı gemide yol alan ama limanları farklı yer olan iki kişi. Birisi o ihtişamlı limanda kendine sığınacak yer ararken, kalabalıkların içinde yalnızken -ki kendi kendine konuşmak neyse de cevap vermek bir hayli zor oluyor- ; diğeri  bir gecede sönüp giden o ihtişamlı limandan geriye kalanlarla sığınıyor kardeşine. İnsan bazen en çok kendinden yorulur ya Azra ve Cenk bu yorgun gemide gerçekten tüm benlikleriyle sığınacakları liman arıyorlar. Zaman kısa, onlar yorgun, yol uzun liman ise yanmak üzere gemi haberdar olmasa da. Azra ve Cenk’in aynı limanda buluşması dileğiyle yazımı sonlandırıyorum. Unutmayalım bazen gemiler deniz yüzünden değil, bir insan yüzünden batar.

Okuyanların, birbirlerine anlatanların gönüllerine sağlık.

Haftaya görüşmek üzere…

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Korunan İçerik!