tds_thumb_td_300x0
Sense 8 | 1.Sezon İncelemesi

SENSE8 hakkındaki düşüncelerimi yazıya dökerken sürekli yazdım sildim ve yeniden başladım giriş cümleme bir türlü karar veremedim çünkü. Bende en iyisinin yazdığım andaki duygularımı dile getirmek olduğuna karar verdim. Çünkü nasıl başlarsam başlayayım, hangi afili kelimeyi kullanırsam kullanayım böyle muhteşem bir diziyi anlatmak için yetersiz kalacaktı ki bu yapıma sadece dizi demek büyük haksızlık.

Öncelikle kendime kızarak başlamak istiyorum, 2015’te yayınlanan böyle harika bir diziyi izlemek için bu kadar geç kaldım diye? Daha önce hiçbir dizi/film için geç kalma duygusunu hissetmemiştim ta kiii SENSE8 izlemeye başlayıncaya kadar. Bilimkurgu, gizem ve drama, psikolojik savaşı iç içe barındıran SENSE8 bize daha önce hiç görmediğimiz bir hikaye sunuyor. Daha ilk bölümden karakterlerin gizemli yapısı sizi içine almayı başarıyor. Sonrasında dizinin kurgusunu çözmeye ve ele aldığı konuyu anlamaya başlayınca müpdelası oluveriyorsunuz biranda, anlamadan 😊.  

SENSE8 anlatırken, Matrix filmleriyle adlarını tüm dünyaya duyuran  Wachowski kardeşlerin eseri bilgisini es geçmek olmaz. Sevmeyen olsa da her yabancı dizi/film sever Matrix rüzgarından nasibini almıştır diye düşünüyorum.

Ana temadan bahsetmeden önce karakterleri tanıtmak istiyorum. Böylelikle ana tema daha anlaşılır olacak.

  • Nairobi’li (Kenya)otobüs şoförü Capheus
  • San Fransisco’da Trans blogger ve bir hacker olan Nomi,
  • Mexico’lu eşcinsel bir dizi yıldızı Lito
  • Hindu eczacı Kala
  • Alman kasa hırsızı Wolfgang
  • İrlanda’lı DJ Riley
  • Chicagolu bir polis memuru Will
  • Koreli başarılı iş kadını Sun

Dizide birbirinden farklı 8 karakter ve dolayısıyla birbirinden farklı 8 hayat var. Bu 8 karakter (artık duyusal diyoruz.) aynı anda doğmuştur ve duyusal olarak birbirine bağlı vaziyettedir. Birbirlerinin acılarını, hüzünlerini, sevinçlerini anlamadıkları bir biçimde hissetmektedirler. Bu durumu dizide geçen bir replikle açıklamak istiyorum. ‘…ama duyusal olarak doğmanın ne olduğunu bilen çok az kişi vardır. Garip şeyler hissetmeye başlayacaksın. Yaz ortasında kar yağdığını hissedeceksin gökyüzünde bulut yokken yağmuru hissedeceksin. Öfkeyi, eğlenceyi ve acıyı hissedeceksin. Nedensiz zevk alacaksın.’

Ana tema bu replikte açıklandığı üzere duyusallarımızın akıl almaz bir şekilde birbirlerini hissetmesiyle başlayacak ve aynı zihinleri, bilgileri, yetenekleri paylaşmalarıyla ilginç bir hal alacak.  Mesela bir amaç uğruna kenya’daki haraç toplayan insanlarla mücadele etmek durumunda kalan Capheus, zor durumdayken belki de ölecekken Kore’li başarılı iş kanını olan ve babasından gizlice dövüş ile ilgilenen Sun, Capheus’un yanında beliriyor ve haraç toplayanları bir güzel benzetiyor tabi ordaki herkes Capheus’un dövüştüğünü görüyor.

Hindu olan Kala, evlenmek istemediği nişanlısıyla düğün gününde Wolfgang’ın tesiriyle bayılıyor ve düğün iptal oluyor. (Bu arada en sevdiğim karakter Wolfgang olduğunu özellikle belirtmek isterim. Aşırı sexy, çekici bir adam. Hemen instagramdan stalkladım diyebilirim-Max Riemelt oluyor kendisi😊. Ama her karakterin öyle bir can alıcı noktası var ki hepsinin bir özelliğini severken buluyorsunuz kendinizi. Mesela Capheus’un anne sevgisi gibi ya da Lito’nun duygusal çöküşü gibi…)

Bu gibi telapatik sahnelerle karakterlerin birbiri ile ilişkisini, hislerini  ve konuyu daha iyi anlamaya başlıyorsunuz.

Başlangıçta;

Olaylar Riley ve Will’in zihinlerinde canlanan yerde buluşmalarıyla ve herkesin bu gizemi çözmeye çalışması ile devam edecektir. Bu sekiz kişiyi ilk bölümden itibaren birleştiren karakterse Angelica. Angelica karakterini açıklarken dizinin dayandığı bilimsel görüşlere başvurmak daha mantıklı. Öncelikle aynı gün doğan ve evrimsel süreçle farklılaşan bu insanlara homosensorium deniliyor. Bu insanları doğuran ve onlara kendi hatıralarını da aktaran(duyusal yapan) bir ebebeyinleri oluyor. Her sensate kümesi 8 kişiden oluşuyor ve küme içerisindeki insanların her türlü hisleri ortak oluyor. Her sensate kendi kümesi dışından biriyle göz teması kurduğunda onu telepatik olarak ziyaret edebiliyor ancak kendi kümelerindeki gibi duygu paylaşımı yapamıyorlar. Tabi ki her hikayede olduğu gibi burada da karşımıza savaşılması gereken kötü karakterler çıkıyor. (çok fazla spoi vermemek adına bu savaşları es geçiyorum.)

Dizinin ilk sezonunda karakterleri bu yeni hayata alışmaya, bu hisleri anlamaya, çözmeye ve yeteneklerini uygulamaya başlamaya çalışırken görüyoruz.

Aslında dizinin ilk 2 bölümü durgun ilerliyor. Bölüm süresi de yaklaşık 1 saat dolayısıyla diziyi ilk bölümden bırakmayı düşünebilirsiniz. Buna rağmen devam edip, 2. bölümü sonuna kadar izlerseniz bırakabileceğinizi sanmıyorum, 3’ten sonra ise en sevdiğiniz 5 dizi içerisine mutlaka girecektir.

Dizi oldukça LGBT’yi destekliyor. Bu politikaya konu olmuş gerçekliğe değinmeyeceğim fakat bu dizi LGBT’den ibaret değil, LGBT’yi destekleyin ya da desteklemeyin at gözlüğü kullanmayanlar çok sevecektir.

Yazımın sonuna gelmiş bulunmaktayım. Bu 8 duyusaldan sizlerin favori karakteri kim oldu merak ediyorum açıkçası. Beğendiğim bir şeyi arkadaşlarıma izlettirene kadar övmek gibi bir huyum var ve kim izlediyse geri dönüşü inanılmaz oldu. Hatta ben henüz 2.sezona başlamadım fakat diziyi tavsiye ettiğim bir arkadaşım 2.sezonu bitirmiş durumda 😊. Ama siz siz olun bu kadar hızlı izlemeyin, bence kesinlikle sindirerek izlenilmesi gereken bir sizi. 2.sezona başlamadan önce dizide’de çalan ve 4 Non Blondes – What’s Up şarkısı ile veda etmek istiyorum (Çaldığı sahne en iyi top 10 sahnesine girer bu arada 😊).

 

 

The Kominsky Method İzlemek İçin 7 Sebep

Herkese merhaba Dark genel yorumumdan sonra (buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz) başka bir konseptte yazmak istedim.

Ağır 5 sezon 30 bölüm ve her biri ortalama 55 dakikalık Peaky Blinders’ten sonra biraz nefes almak amacıyla kısa, biraz komik, rahatlatıcı ve yormayan bir şeyler izleme arayışına girdim  Linç yemek istemiyorum 🙂 ama Friends gibi sit-com tarzı dizileri pek sevmem (Ben sit-com tercihimi Avrupa Yakası, Yahşi Cazibe, Belalı Baldız gibi Türk dizilerinden yana kullandım, bu dizileri hala açar açar rastgele bir bölüm izlerim ve çok gülerim. Moralim bozukken bir Burhan Altıntop sahnesi izlemek beni aşırı yükseltir ya da ödül alma sevdasıyla yanıp tutuşan Arzu Parlak izlemek 🙂 )

Ve tercihimi Netflix kütüphanesinde yer alan The Kominsky Method’tan yana kullandım. Öncelikle, iyi ki izlemişim dediğim yapımlar arasında yerini alan diziden kısaca bahsetmek istiyorum:

The Kominsky Method’da, Michael Douglas kısa süren oyunculuk kariyerinin ardından Hollywood’da oyuncu koçu olarak yaşamını sürdüren Sandy Kominsky karakterine hayat verirken, Alan Arkin ise Sandy’nin menajeri Norman’ı canlandırıyor. Aynı zaman da çok yakın arkadaş olan bu ikilinin dostluğunu ve yaşamın, yaşlılığın hem güldüren hem de hüzünlendiren taraflarını ve yaşlanmış olmanın verdiği kaçınılmaz sorunları anlatıyor. Konusunu okuduğunuzda bu mu komedi diyebilirsiniz ama öyle etkili  diyalog ve sahnelerle anlatıyorlar ki bir tarafınız gülerken, diğer tarafınız sorgulama yapıyor.

Yazımın ana konusu yani İZLEMEK İÇİN 7 SEBEP yazacak olursam;

1- Güçlü bir kadro!

Michael Douglas ve Alan Arkin gibi rüştünü kanıtlamış aktörleri bir arada görmeyi seviyorsanız kesinlikle düşünmeden tercih edebilirsiniz Irishman faciasını izledikten sonra bu düşünceniz değişmediyse tabi 🙂 Ama eğer değiştiyse bu diziyi izleyerek tekrar usta aktörleri bir arada görmek diziyi izlemek için tercih sebebiniz olabilir.

2- Kısa olsun, sıkmasın diyenlere…

Kısa soluklu bir yapım arıyorsanız The Kominsky Method tam size göre. Çünkü sadece 2 sezon toplamda 16 bölüm ve ortalama 24 dakikadan oluşuyor.

3- Sadece sit-com’da gülünmez!

Benim gibi sit-com sevmiyorsanız ve gülmek istiyorsanız, The Kominsky Method izleme listenizde bulunması gereken bir yapım.

4- İçimizden bir dizi!

Ben sadece gülmek istemiyorum hayat da olsun diyorsanız, The Kominsky Method tam size göre. Spoiler vermek istemiyorum ama dizide güldüğüm bir sahnenin hemen ardından gözlerimdeki yaşlara hakim olamadım diyebilirim ama bunun sebebi dram veya trajedi olduğu için değil, tamamen hayattan olduğu için ve kendimi onların yerine koyduğum/koyabildiğim için.

5- Bildiğiniz playboylardan değil…

Genç badboy yada playboy’ları her yapımda görüyoruz peki ya yaşlanınca ne oluyor bunlara? Eski badboy ya da playboy’lardan kim kaldı ki? Diyorsanız Sandy Kominsky diye cevap veririm herhalde. 🙂 Yani Sandy’i antropozda ve prostat problemi olan bir yaşlı badboy olarak düşünebilirsiniz ve onun maceralarını izlemek son derece keyifli olacak.

6- Her dizinin olmazsa olması ”kanka”

Badboy olur da onu uslu kankası olmaz mı? Bu noktada Norman ile tanışıyoruz. Norman’ın eşine olan bağlılığı (üzücü bitse de 🙁 ) sizi son derece etkiyelecek ve kızına olan davranışları da bir o kadar eğlendirecek.

7- Sonumuz nereye gidiyor diyorsanız…

Yaşanınca ne olacak nasıl olacağız sorusuna cevap arıyorsanız, aradığınız cevaplar The Kominsky Method’un içinde.

Yazımın bitirmeden önce The Kominsky Method’u izlemek için emin olun 7’den fazla sebep gösterebilirim. Çünkü hayata dair her şey var ve o kadar naif anlatıyor ki sevmemek mümkün değil. Bir kere bile ileriye sarmadan, sıkılmadan izledim. Kesinlikle şans verilmesi gereken yapımlar ve izleme listenizde olması gereken bir yapım. Listeniz de yoksa bile mutlaka eklemelisiniz.

Ayrıca ben izlediğim yapımlar hakkında yorum okumayı severim, eğer benim gibiyseniz The Kominsky Method’u izlediyseniz, düşüncelerinizi merak ediyor ve  yorumlarınızı bekliyorum. Bu yazıdan sonra izlemeye karar verdiyseniz benimle aynı fikirde olup olmadığınızın da yorumlarını bekliyorum…

Veeee Sandy Kominsky’nin hayata dair verdiği derslerin bir repliği ile yazımı sonlandırıyorum:

 

33 Yıl Döngüsü ile Zamanın Ötesine Yolculuk: Dark Dizi İncelemesi

DARK…2017 de  bir alman yapımı Netflix dizisi olarak girdi hayatımıza… İyi ki de girdi. Dram, suç, gizem, bilim kurgu konu etiketli fevkaladenin fevkinde, bitmesini istemeyeceğiniz, izlerken beyni düşünmeye sürükleyen hatta beyinden dumanlar çıkmasına sebep olan 🙂 , introsunu dahi atlamadan izlediğim, son dönem bilim kurgu yapıtlarının babasıdır kendisi.

Farkındayım çok iddialı bir giriş oldu ama az bile oldu diyebilirim 🙂 İzleyenler mutlaka bana hak verecektir, izlemeyenler ise izledikten sonra neden bu kadar geç kaldım diyecektir 🙂 .

Kısaca başlangıca değinmeden önce aşağı koyacağım görselde Dark soy ağacını göreceksiniz. İzlerken karakterlerin birbiri ile bağlantısını anlamanıza yardımcı olacaktır aksi halde beyin falan kalmıyor haaaa derseniz ki beynimi bu aralar kullanmama çok gerek yok varsın bu dizide harcansın e o zaman başarılar diliyorum. Çözebilene aşk olsun 🙂

Dizi Winden isimli bir Alman kasabasında iki çocuğun kaybolması üzerine 33 yıl arayla 3 farklı zaman diliminde gelişen olayları ve Tiedemann, Doppler, Kahnwald, Nielsen ailelerinin birbirleri ile geçmiş ve  günümüze (ileri ki sezon için  muhtemelen gelecekte ki) çarpık ilişkileri anlatıyor. Çocuk ve kaybolmak kelimeli yan yana gelince herkesin aklına Stranger Things geliyor fakat izleyince göreceksiniz ki bu benzetme Dark’a büyük bir haksızlık.

Dizide Oliver Masucci, Karoline Eichhorn, Louis Hofmann, Maja Schöne ve Jördis Triebel gibi alışılagelmişin dışında Amerikalı değil de alman oyuncular bulunuyor. Gerek oyuncuların, gerek bakışların  gerek mekanların, gerekse kullanılan ışıkların yani her şeyiyle Almanların o soğuk buzdolabı hallerini iliklerinize kadar hissediyorsunuz ama bunlar çok soğuk deyip de, sıkılıp kapatacağınız türden değil aksine hepsi karakterler ile öylesine uyumlu ve bütünleşmiş ki ve tabi konusu gereği bu etkenler sizi dizinin içine daha da çekiyor ve diziyi daha da ilgi kılıcı yapıyor.

Dizideki karakterler nükleer bir patlama sonucu açılan delikten 1953-1986-2019 yılları arasında mekik dokuyor bazen ise hapsolup kalıyorlar. Nükleer patlama sonucu öylesine güçlü bir manyetik alan oluşuyor ki bu durum bazı canlıların dengesinin bozulup ölmesine dahi yol açıyor.

Peki, dizi boyunca sürekli karşımıza çıkan 33 sayısının hikmeti nedir?

Güneş sisteminin tam dönüşünü 33 yılda bir tamamlar ( Her 33 yılda bir, Ay’ın döngüsü Güneş’inkine eşlenir). 33’ün dini bir göndermesi de vardır. Hz. İsa MS 3 Nisan 33 yılında 33 yaşında ölmüştür. İsa, 33 mucize gerçekleştirmiştir. Şeytanın hüküm sürmeye başladığı yaş  33’tür. Meleklerde 33 ayin vardır. Dante’nin Araf’ta 33, Cennet’te 33 kantosu vardır(Dante’nin Cehennemi).  İslam’da da insanlar öbür dünyayı 33 yaşında yaşar vs. Kısaca 33’ün birçok karşılığı vardır.  Dizide ise 33 yılda bir yaşananlar birbirini tekrarlıyor. Yani bir zaman paradoksu var. Nietzsche’nin ‘bengi dönüşüne göre ebedi olarak tekerrür eden bir hayatın içinde yaşıyoruz’ ve Einstein’ın Geçmiş, ‘şimdiki zaman ve gelecek arasındaki fark sadece bir illizyondan ibarettir’ düşüncesi aslında dizinin temelini oluşturuyor.

Zaman paradoksu, zaman yolculuğu kuantum fiziğinden tutunda paralel evrene kadar dizide ne ararsanız o var. Yani tek bir gerçekliğe yönelmek yerine hepsini kullanmayı tercih etmişler. Hepsinin oluşu fazla gibi gelse de izleyince göreceksiniz ki  rahatsız edici hiçbir şey yok.

Zamanda yolcuğun yanında karakterlerin normal kaldığını söylemek tuhaf olur. Dark bu anlamda da hikayede boşluk bırakmamış ve 33 yıllık bir döngü içinde hapsolan karakterlerin yaşadıkları psikolojik bunalımlara da başarılı bir şekilde anlatmış.

Dark hakkındaki düşüncelerimi olabildiğinde spoiler vermeden anlatmaya çalıştım. Şu an çekilmekte olan 3.sezonu iple çekiyorum zira 2.sezonu öyle bir yerde bitirdiler ki beklememek Dark’a büyük ayıp olurdu.

Yazımı umarım beğenirsiniz. Dizi hakkında olur, yazım hakkında olur olumlu olumsuz geri dönüşlerinizi bekliyorum.

 

error: Korunan İçerik!