Zümrüt ile Kehribar’ın Sevda Masalı

Astanbolıq diğer adıyla “Cennet kentinde” güneşin hâkim olduğu 5 haziran günü melek gibi bir kız doğmuş. Adı Nefes Zorlu. Annesi onu dünyaya getirirken son nefesini vermiş. O günden sonra hayat ona pek istediği gibi davranmamış. Nefes’in yaşına göre omuzlarında fazla yük varmış ama o aldırmayıp yaşama tutunmaya devam etmiş. O dert bu dert derken gelmiş 16 yaşına. Yine bir sabah kalkmış, okulu için hazırlanmış. Sonra iş yerinden babasının isteğiyle evde unuttuğu telefonunu götürmek için yola çıkmış. Büyük, afilli bir evin önüne gelmiş, babasına telefonunu teslim etmiş. Tam geri dönecek iken “Hey!” diye duyduğu ürkütücü yabancı bir sesle yerinde duraksamış. Arkasını dönmüş ve o sesle tanışmış. Bu sesin sahibi, babasının patronu Vedat Sayar’mış. Nefes çekinmiş, geri adım atmış. Babası olacak o mendebur yanlarına gelip ” Bu benim küçük kızım Nefes.” demiş patronuna. Genç kız kendini  garip hissetmiş ve artık dayanamayıp “Benim okula gitmem lazım” deyip uzaklaşmış oradan. Çünkü içini o an bu adamla ilgili kötü bir his kaplamış.

” Yabancı sesin, Vedat Sayar’ın maskesinin altındaki gerçek”

Geride bıraktığı iki adamın o bahçede gözleri ile kendisi üzerinde yaptığı anlaşmadan  habersizce okula koşmuş. Günler geçtikçe o yabancı sesle sık sık karşılaşmaya başlamış. Ama anlamlandıramamış bu durumu kendi içinde. Okuldan alışveriş poşetleriyle döndüğü bir gün mahalle arkadaşları onu yakan top oynamaya çağırmış. Babam kızabilir diye düşünmüş önce. Sonra arkadaşlarının ısrarıyla katılmış oyuna. Birkaç dakika da olsa yüzü gülmüş, çocuk olduğunu hatırlamış. O anda babasının sesiyle irkilmiş, oyunu bırakıp yanına gitmiş. Bir de ne görsün? O yabancı ses de babasıyla beraber gelmiş. Kendisini yemeğe götürmek istiyormuş. Ama Nefes “ödevim var benim” deyip odasına kapatmış kendini. Babası da yemek fikrini onaylamamış, “Akşam vakti kız kısmının nikahsız dışarıda ne işi var?” demiş. Vedat nikâh olmadan Nefes’i alamayacağını anlamış ve o gün karar vermiş. 

“Nefes’in 16 yaşından acımasızca koparılışı”

Neyse günler birbirini kovalarken Salih, Nefes’i okul çıkışı almış. Abi kardeş güle güle eve gelmişler, ta ki imam evlerinden çıkıncaya dek. Salih ” belki babam içindir” diye umutlanırken kardeşini de alıp içeri girmiş olayı anlamak için. İkisi de gördükleri karşısında şaşırmış. Koltukta oturan yüzlerinde pis bir sırıtış olan babaları ve Vedat’a bakmışlar. Vedat “karıcım” diye ayaklanmış. Nefes ” bu ne diyor?” diye sorgularken babası ağzındaki baklayı çıkartmış. Babası olacak Ünal bir çanta dolusu para karşılığı kızını patronunu Vedat’a vekaletle satmış. Abisine dönüp genç kız, “Abi lütfen yap bir şey kurtar beni” demiş. Salih engel olmaya çalışmış ama Vedat tarafından eli kolu bağlanmış. Nefes koşarak odasına geçip, kapıya yaslanıp ağlamaya başlamış. Babası Vedat’ın talimatıyla Nefes’i odadan çıkarmaya çalışmış. Vurmuş vurdukça vurmuş kapıya. Nefes oturmuş yatağının bir kenarına. Hem o ağlamış hem de anıları, hayalleri, o kapının arkasında asılı olan ayıcığı… Sonra aniden pat diye bir ses oluşmuş, Ünal odanın kapısını kırmış. Kızını sürükleye sürükleye Vedat’a götürmeye çalışmış. Nefes tutunmuş odasının kapısına. Fayda etmeyeceğini bile bile babasına son sözlerini sarfetmiş. “Baba baba ben daha çocuğum, bırakma beni, satamazsın beni öyle” demiş. Babalık nedir bilmeyen Ünal’ın ise ağzından bu sözler dökülmüş. “Çocuk mu ne çocuğu? Kocaman oldun sen çocuk bile doğurursun, istediğim gibi satarım seni kızım değil misin?” olmuş. Üzerinde okul forması, cebinde kalan hayalleri, annesinin hatıraları ile dolu evi arkada kalarak o yabancı sesin aracına bindirilmiş Nefes. Ardından o afilli, şimdiki zindanı olacak evin içine atılmış. “Yapma baba, bırakma beni, geri gidelim ne istersen yapacağım” demiş kız ama nafile… Babası çoktan kararmış yüreği, elinde bir çanta dolusu parası ile gitmiş bile.

“Kurdukları masal dünyasında birbirine nefes olan anne oğul”

Bulunduğu yere, yaşadığı bu duruma anlam vermeye çalışırken ona bu zamana dek iyi davranan Vedat’ın maskesi gün geçtikçe düşmüş. İçindeki zalim ortaya çıkmış. Nefes’e zorla sahip olmuş bedenen. Şiddetin her türlüsünü yaşatmış, her ağır sözü söylemiş. Sonra bu zindanda direnmek için bir umut ışığı doğmuş Nefes’e. Karnında ilk tekmesini hissettiği oğlu Yiğit. Onun için katlanmış bu zalime, dediklerini duymazdan gelmiş. Sonra zaman gelmiş, Yiğit’i kucağına almış. Onunla bir masal dünyası kurmuş bu zindanda. İçine acıları, hüzünleri, zalimi almadıkları bir dünya… Karanlığın içinde beyaz olmuşlar kısaca. Acayip bir ikili olmuşlar anne oğul. Defalarca kaçmışlar o zindandan ama her seferinde yakalanmışlar. Yardım istedikleri tüm eller onları geri çevirmiş.

” Zalimin kendinde yarattığı her acıya rağmen direnen Nefes”

Kaçtığı için açlıkla sınanmış, sinirleriyle oynanmış Nefes’in. Ama yine de koyvermemiş kendini, ceza odasına yanına gelen oğluna kelepçeli bileğini göstermemiş. Vücuda takılı serum için sihirli iksir demiş, burada hasta olduğu için var olduğunu dile getirmiş. Ama bir evlat hissetmez mi? Her şeyi hissedermiş meğer. Annesinin çektiklerine an be an şahit olan, onu korumak için küçük bedeniyle siper olmuş bir evlatmış Yiğit. Annesinin oklarının hazır olduğunda gelecek olması sevinciyle odasına koşarken, Nefes’de zalimin pis laflarıyla, pişkin halleriyle baş başa kalmış. Son kalan gücüyle ayağa kalkmış. Yatağın kenarından tutuna tutuna yatak örtüsünü düzeltmiş. Zalim ise bunu keyifle izlemiş. Ardından koşa koşa oğlunun yanına gitmiş Nefes.

” Vedat, Yiğit’e ve Nefes’e hayatı zindan etmeye devam ediyor”

Acı, şiddet, hüzün, keder ve her şeye rağmen bir umut diyerek sekiz yılı geride bırakmışlar. Bir gece yine oğlunu yatırmış ve korka korka odasına dönmüş. Odanın her tarafının güllerle mumlarla çevrili olduğunu görmüş. Ve bir de zalimi, Vedat’ı görmüş elinde şampanya bardaklarıyla. “Tanışma yıldönümünüz kutlu olsun” diye ortaya dökülen bir söz, hele de o sesinden dahi nefret ettiği zalimden gelmiş bu. Sadece uyumak istemiş, bu durumdan ancak öyle kaçabilirim diye düşünmüş Nefes. Ama zalim izin vermemiş, “benim olma şerefime” demiş. O anda yükselmiş ses onca senenin acısıyla beraber, “Ben senin değilim ve hiçbir zaman da sana ait olmayacağım” diye. Vedat sinirlenmiş ve yine uygulamış şiddeti. Annesinin bağrışları ile yatağından fırlayıp, odanın kapısının önüne gelmiş. Kulaklarını kapatmış artık kendisinin ve annesinin bu kabusu bitsin dercesine. Vedat dışarı fırlatmış Nefes’i. Yere düşen anne oğlunun duvarın dibinde oturuşu, bu manzaraya şahit oluşu ile bir kez daha kahrolmuş. Vücudundaki darbelerin acısını unutup oğluna koşmuş. Onu sarıp sarmalamış.

“Çok acıyor mu?”

Bu sesin sahibi yüreği omuzlarından büyük olan Yiğit. Nefes acımadığını belirtmiş ki artık can parçası üzülmesin daha fazla. Anne oğul ertesi günün hayatlarının aydınlığı ile tanışacak oluşlarından habersiz bu geceyi geride bırakmışlar.

“Nefes’in umudunun tuttuğu an, Tahirle ilk karşılaşması”

Güneşin doğuşuyla yeni bir umuda “merhaba” diyen anne oğul, Vedat’dan gelen telefonla hazırlanmaya başlarlar akşam için. Az önceye dek bu zalimin köpekleri tarafından oğluyla ağız tadı bir bisiklet bile süremeyen Nefes daha bir öfkeli. Ama oğlu, can yavrusu için bunu da yutup bakmış önüne. Akşam olmuş, dışarıda sonbahar kendini gösterirken Nefes de aynanın karşısında morlukları makyajla kapatmaya çalışıyormuş. Ama kapanan sadece yüzündeki morluklarmış, yüreğindekilere bu zindanda ne sürse fayda etmezmiş. Zalimin sesiyle irkilip oğlunu almak için odasından çıkmış. Bir kenarda bekleyen Yiğit annesini görünce hafif bir tebessümle merdivenlerden inmeye başlamışlar.  Beyazlar içinde ettiği dualarının karşılığını almaya geliyormuş meğer Nefes. İşte topuklu ayakkabı sesleri ve o bal gözler. Karadeniz’in kendisi gibi asi, hırçın, mert, merhametle dolu mavinin çocuğu; Deli Tahir. İşte yeşil ve bal gözlerin kavuştuğu o kısa zaman dilimi tarif edilemeyecek kadar derin ve güzelmiş. Birbiri için atmayı bekleyen iki kalp nihayet sesini duyurmaya başlamış. O kısacık zaman diliminde; sonbahar kendini bahara, yıldızlar kendini güneşe, kuşlar cıvıl cıvıl ötmeye, ters akan Asi Nehri kendini yönünde atmaya bırakmıştı sanki. Ali ve Nino kavuşmuş, mavi dalga dalga olmuş sanki. Büyük bir huzur var olmuş dünyada o anda. İmkansız gibi duran tüm sevdalar içinde yeni bir ışık doğmuş. Bu akşam burada bulunmamayı isteyen iki ruh birbirinin kaderi olmuş, adları birbirine mühürlenmiş meğer. Nefes’in yorgunluğunu, aldığı darbeleri, yaralarını, hüznünü fark eden bir Tahir olmuş. Ama o an hiçbir şey yapamamış. Bir de kendini suçlamış, evli kadına bakılır mı gibisinden.

” Zalimle beraber maviyle başlayan mücadele”

Yemekte yaşanan tüm hareketlilik Nefes ve  Yiğit’in yeniden bir umut ışığına sarılıp kaçmalarını sağlamış. “Özgürüm, özgürüz” diye oğluyla beraber zalim tarafından kırılmış parmaklarının acısına rağmen naralar attığı pikap onu yuvası olacak Karadeniz’e, sevdasına götürmüş. İlk başlarda hiç kolay olmamış o topraklarda nefes almak, o maviye yaslanmak. Cahil yüreklerinin ortasında sıkışıp kalmış anne oğul. Dört bir yandan çevrelemişler zalimle beraber etraflarını. Ama Deli Tahir’in inadı, Nefes’in umudu ve tabi Yiğit’in gücüyle el ele aşmışlar tüm engelleri. Birbirlerine layık görülmeyen yeşil ve bal gözler her şeye rağmen birlikte yanmış. Sevda denilen bu eşsiz nimeti sonunda buldukları için şükür etmişler. Birbirlerini sarıp sarmalamışlar. Koca bir aile olmuşlar. Nihayetinde mavi kaybetmiş, sevda kazanmış. Daha yolları, çekilecek çileleri bitmemiş olabilir ama onlar güçlü acayip bir aile, derin bir sevda….

“Acayip güçlü takım; geyik, kaplan, kurt”

Yeni sezonun başlamasına çok az kaldı. Çok heyecanluyuk yengem! Bu sezon da çarşamba akşamı ekrana kilitlenmeye devam. Yeni sezon hayırlı, uğurlu, bol reytingli, güzel ve keyifli olur inşallah. Zümrüt ile Kehribar’ın sevda masalının geri kalan kısmını izlemeye geri sayım… Takipte kalın, okuyan gözlerinize sağlık…

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Korunan İçerik!