tds_thumb_td_300x0
Yiğit Güralp’in Gözünden: ”Bird Box” Nasıl Bir Film?

Bird Box’ın uyarlandığı ve ülkemizde de geçtiğimiz yıllarda “Kafes” adıyla yayınlanan kitap; çok şık bir metafor hikaye cümlesi ortaya koyuyor:

Dışarıya bakma, televizyona, haberlere, sosyal medyaya bakma, gördüğün şey delirerek hayatına son vermene neden olabilir

Bu, tam da bugünün cümlesi.

Bakmak ve görmek istemeyenlere “gözünü aç, iyice bak ve gör” diyenlerinse aklını yitirmiş meczuplar olarak resmedilmesi, filmi izleyen farkındalığı yüksek insanların canını sıkabilir. Ama bugünün dünyasında çoğunluk “bakmamayı ve görmemeyi” tercih ediyor, nedeni de “akıl sağlıklarını korumak.” Yani film, John Carpenter’ın bir klasiğe dönüşmüş “They Live / Yaşıyorlar” filmindeki “görebilenin farkındalığı ve aklı başındalığı” alt metnini ters yüz ediyor ki bu da tam bugünün yeni popülist dünyasının felsefesi zaten.

Hafta sonu yazmıştım, halen vizyonda olan “Engines Mortal / Ölümcül Makineler” filminde de, filmin uyarlandığı kitabın üzerine kurulduğu “mobil sömürgecilik” fikri müthiş bir metafordu ama ortaya uyarlama yönünden cılız bir film çıkmıştı. Bird Box’da da durum kitabın filme uyarlanması açısından buna biraz benziyor.

G. Romero’nun efsaneleşen “Yaşayan Ölüler” serisinin ilk filminde müstakil bir evin içinde kapana kısılarak, ikinci filmde bir alışveriş merkezine sığınarak zombilere karşı hayatta kalma fikrini ancak böyle güncel bir metaforla modernize edebilir, içine Hitchcock’un “Kuşları”nı, yetmezse “Ben Efsaneyim” ve “World War Z” gibi nice formülü serpiştirerek yepyeni bir film yapmayı ancak böyle bir hikayeyle mümkün kılabilirdiniz.

Filmde tüm bu saydığım filmlerdeki gibi kendisini ilgiyle izleten, gerilimin diri kaldığı bölümler de var.

Ancak hikayesini zamanda ileri geri giderek anlatmayı tercih eden film, böyle yaparak kimlerin ölüp kimlerin sağ kalacağı ve işlerin nasıl ilerleyip şekil alacağı ile ilgili seyirciye ip ucu verip sürprizlerin ölü doğmasına neden oluyor. Okumadım ama kitap da muhtemelen böyle yapıyor olabilir. Keza Best Seller kitaplar çoğunlukla hikayeyi zamanda ileri geri oynatarak; ya da karakterleri farklı mekanlara dağıtıp bir ona bir buna gidip gelerek ve her bölümü en heyecanlı yerde kesip tenis maçı gibi soluk soluğa bir yapı kurarak başarılı olurlar. Ama bu yapı her filme uyarlandığında çalışacak diye bir kural yok. Senaryoda zaman kurgusuyla oynamak da filmi her zaman havalı, her zaman zeki göstermez. Şayet bu filmde hikaye lineer bir zaman kurgusuyla yani olayların en başından en sonuna doğru ilerleseydi sürprizler kaybolmadan, filme duyduğumuz ilgi ve “acaba şimdi ne olacak” sorusu film boyunca daha diri kalabilirdi.

Filmin ikinci zaafı ise süresi. 125 dakika bu tür hikayeler için hayli uzun. Finalde temponun ve heyecanın yükselmesi gerekirken filmin ilk yarısına nazaran daha da düşmesinde sürenin uzunluğunun da katkısı var.

Biz yine de anlatıcılara saygı duyalım ve hikayelerini bu biçimde anlatmayı “tercih etmişler” diyelim.  Fakat şunu da eklemeliyim ki sözünü ettiğim tercihler ilgiyi diri tutacak bir seyir zevkini köreltmek adına “hatalı olduğu” çok belli olan tercihler. Bu da Netflix’in televizyoncu kafasından çıkamaması olarak yorumlanabilir mi emin olamıyorum. Sinemacı gibi düşünemiyor oldukları konusunda gözlemim genelde sabit kalıyor.

Özetle Bird Box bize bu yıl sinemalarda vizyona giren ve tüyleri diken diken eden bir tecrübe olan “Sessiz Bir Yer” gibi yeni, gerilimi yüksek müthiş bir film izletecekmiş vaadiyle başlayıp, Shyamalan’ın “The Happening”i ya da The Invasion filmi gibi türün cılız örneklerini akla getirmekle yetiniyor.

Yiğit Güralp
Twitter:  twitter.com/YigitGuralp
Instagram: instagram.com/yigitguralp


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Korunan İçerik!